Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm -&- Tehlike!

@lorensi

Herkese merhaba arkadaşlar. Kurşun adlı kitabımı Kurşun izi olarak ve olay örgülerini değiştirmiş bulunmaktayım.

Çok farklı bir aksiyon yazmaya başladım. Umarım beğenirsiniz. Kitap 41 bölüm ile watpadd'e var. 37k okumaya sahip. İsterseniz oradan da okuyabilirsiniz.

Başlama tarihinizi buraya yazar mısınız?

Ayrıca başlamadan 🎻 bırakırsanız çok sevinirim. Baş karakterimiz için önemli bir müzik aleti.

Instagram hesabım : lorensilorensi_0

 

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

 

Bölüm Bir - Kaçırılan Doktor

Kavurucu güneşin yine her zaman ki gibi tepede yer aldığı bir güne uyanmıştım. Kollarımı geriye doğru esnetmiş, ağzımı gere gere sabah güneşine "merhaba" demiştim.

"İkra!"

Annemin her sabah kulaklarımda çınlayan sesi, bu sabahta kendini mahrum etmemişti. Kapımın, annem tarafından sert bir şekilde açılmasıyla, sırtımın anneme dönük olması benim için büyük bir şanstı. Yoksa sırtıma atmış olduğu yastık yüzüme isabet alsaydı, ikimiz arasında daha önce hiç yaşanmayan gerilimler ateşlenebilirdi.

"Kalacak mısın artık? Hastaneye geç kalacaksın!" Talepkar sesine karşı bedenimi ona bıkkınlıkla çevirerek, gözlerine yarım açık gözlerimle baktım.

"Neden her sabah böyle uyandırılmak zorundayım?" Soruma karşı kollarını birbirine bilmiş bir tavırla önünde bağlayarak, başını dikleştirdi. Benimkiler gibi kumral saçları başına örtmüş olduğu tülbentin altından kendini belli ederken, derin bir nefes aldım.

"Neden acaba?" dedi başını sağ omzuna doğru hafif eğerek. Kısa boyu ve kara kaşlarıyla bana bakmaya devam ederken, o açık kahve gözlerine baktım ve kendimi gülmemek için zor durdurdum.

"Sence bilsem sorar mıyım anne?" derken onun "annene cevap verme, kalk çabuk!" demesiyle odadan çıkması bir oldu. Tek kişilik yatağımın yan tarafında yer alan yastığı alıp yüzümü örtmem ile derin bir nefes aldım.

Kendisi bir ev hanımı olarak başımda bir diktatör gibi dolaşması artık sabrımı taşırmak üzereydi. Sürekli her sabah "kalk İkra, şunu yap İkra, hızlı ol İkra, hastaneye geç kalacaksın İkra" demesi kendimi bana yedi yaşında okula hazırlanan çocuklar gibi hissettiriyordu.

Bakışlarım duvarda asılı duran yelkovan ve akrebin bulunduğu saate ilişti. Saatin yedi olduğunu görmem, işe yetişmem için sadece iki saatimin kaldığını gösteriyordu. Ve her zaman ki gibi annem iki saat erkenden kaldırıyordu beni.

Ben ise onu umursamadan, gözlerimi beş dakika daha uyuyabilmek adına tekrardan birbirine yasladım.

🎻

"Babam nerede?"

"Bakkala gitti, ekmek almaya siz oturun hadi" diyen annem mutfağa girerken ben, odadan çıkan İlker' in elinde ki cüzdanıma bakıp gözlerimi büyüttüm.

"Sen!" dedim elimi ona doğru kaldırarak.

"Dur olduğun yerde ve bana ver o elindekini!" diyerek oturduğum sandalyeden kalkıp ona yaklaştım. Her sabah değil ama mutlaka hafta da bir iki kez cüzdanıma el atan ikizim İlker' e dil dökmekten ve yapma demekten yorulmuştum. Kazandığım parayı benden çok harcıyordu resmen.

"İkra. İki yüz versene." Kaşlarımı çattım, elinde ki cüzdanımı alıp koltuk altıma sıkıştırarak kollarımı önümde birleştirdim. Tek kaşım havalandı, dudaklarım derin bir nefesin ardından ona karşı bir kaç cümle telaffuz etmek için aralandı.

"Neden, ne yapacaksın? Nedenini söyle vereyim? Valla söylemezsen vermem şimdiden diyeyim." Art arda cümlelerimi sıralarken, kaşlarını çattı, ellerini belinin her iki yanına yerleştirip bir de öyle baktı benimkiler gibi yeşil gözleriyle, yeşil gözlerime.

"Her seferinde niye soruyorsun, lazım olduğu için istiyorum değil mi?"

Gözlerimi devirdim, kaşlarımı bilmiş bir tavırla kaldırdım. "Paramın çarçur olmasını istemiyorum. Geçen verdim, halısaha maçına gidip orada harcamışsın," diyerek tekrardan kahvaltı masasının başına oturdum.

"Ya sen o parayı bana verince benim olmuyor mu? Ben istediğim gibi harcarım. Ayrıca iki yüz istedim çok birşey değil." Gözlerini devirerek, kahvaltı masasının sandalyelerinden birine otururken, kaşlarımı çatarak değişik bir yüz ifadesiyle baktım.

"Ben o iki yüzü nasıl kazanıyorum sen biliyor musun? Gece gündüz nöbet tutuyorum sen yatağında horlayarak uyurken." Kaşlarını çatma sırası ondaydı.

"Horlayarak mı? Hiç de bir kere. Ayrıca sen horluyorsun."

"Ne!"

Annem elinde çaydanlık ile birlikte gelirken, bize atmış olduğu yeter susun bakışıyla kapı çaldı. O kapıyı açmaya giderken, koltuk altıma sıkıştırmış olduğum cüzdanımı elime alıp açtım ve içinden dörtyüz TL çıkartıp ona uzattım. Gözlerime baktı, "iki yüz demiştim ama sen bilirsin" diyerek elimdekini aldı.

Gözlerimi devirip, elimle alnına vurdum. "Bir sonra ki isteyeceğin iki yüz o. Bir daha olmasın" diyerek cüzdanımı kapatıp, kollarımı masaya yerleştirdim. Eminim yarın öbür gün tekrardan cüzdanıma el atacaktır.

"Abine vurma, abinim ben senin." Kulaklarıma tekrardan ilişen sesine bu sefer alayla gülüp, yan bir bakış attım.

"Sadece otuz saniye" dedim.

O doğduktan sonra aradan geçen otuz saniyenin ardından ben gelmiştim dünyaya. Yirmi beş yaşıma kadar sürekli ben senin abinim, benim dediğim olacak, bana ablalık taslama diyip durmasından bıkmış bir birey olsam da artık pek fazla kafaya takmıyordum. Alışmıştım bu hallerine. Ne de olsa ikizim. Adımı babam koymuş. İkra Şanlı. İlker' in adını ise annem koymuştu. İlker Şanlı. İsmimden memnundum. Ailemden ve sevgili ikizimden -çekilmez olsa da- memnundum. Ailemi seviyor ve saygı duyuyordum.

Eh tabi mutfaktan çıkan beş yaşında ki küçük erkek kardeşim Kerem' i ve ablam Sedef' i unutmamak gerek. Benimkiler gibi kumral saçlara, yalnız benimkilerin tam zıttı göz rengine sahip olan açık kahve gözleriyle bana bakıp tam karşımda ki sandalyeye oturdu. Kendisi ilk okul öğretmeni ve oldukça disiplinli biriydi. Yalnız çocuklara bayılırdı. Erkek kardeşim ise henüz beş yaşında, kendi haline takılan bir çocuktu. Siyah saçları, gözleriyle harika bir uyum sağlıyor, dolgun dudakları harika bir görünüm katıyordu. Kendisi durmadan dışarıya çıkar, sokakta arkadaşlarıyla oyun oynayıp dururdu. Haliyle eriyip gidiyordu gözlerimizin önünde.

Ablamın yeşil gözlerime bakan açık kahve bakışları, bir bana bir İlker' e bakarken, tebessümle karşıladım. Derin bir nefes alıp, tabağıma babam gelmeden birşeyler almak istemedim. Sonuçta evin büyüğü oydu. Gerçi bazılarının umrunda bile değildi büyük olup olmaması. Yanımda oturan ikizim İlker kahvaltısını bitirmek üzereydi. Hep böyleydi ama, alışmaya çalışıyorduk.

Babam sonunda elinde ekmek poşetiyle salona girip, kendini hemen çaprazımda yer alan sandalyeye bırakırken, dişlerini göstererek gülümsedi.

"Günaydın çocuklar."

"Günaydın."

"Günaydın baba."

Babam eline çatalını alır almaz annemde ablamın yanında yerini alırken, herkes sessizce kahvaltısına başladı.

Bugün hastaneye biraz erken gitmem gerekiyordu lakin ben hala kahvaltının üstündeydim. Gerçi baş hekimin bir sorun çıkaracağını düşünmüyorum. Daha çok hocamın. Hala asistan doktor olarak görev görüyor, üç yıl sonra cerrah olacağım için sabırsızlanıyordum. Cerrah olmak tek hayalim olabilirdi.

İlerleyen dakikaların ardından kahvaltımı bitirmiş, odamda üzerime hızlı hızlı birşeyler geçirmiştim. Bahar ayının en güzel yanı elbise giymekti benim için. Elbise giymeye bayıldığım için, hastaneye de elbiseyle gidiyordum. Sonuçta kıyafetlerimi orada değiştiriyor, çıkışta tekrardan elbisemi giyip geliyordum. Gerçi böyle sıcak hava da elbise değilde ne giyeceksin ki? İlkbahar ve yaz aylarında elbise hayat kurtarır nokta, der geçerim. Kumral ve yumuşak saçlarımı arkadan salaş bir topuz yaparak, önlerden dağınık bir kaç tutam bıraktım. Koluma saatimi takıp, boynuma da İlker' in doğum günümde hediye etmiş olduğu kolyeyi takarak gülümsedim.

Biraz çekilmez bir ikiz olsa da onu çok seviyordum. Eh kardeş sevilmez mi?

Çantamı omzuma alıp, toplamış olduğum yatağımın üstünde yer alan telefonumu alıp çantama atarak ablamla ortak kullandığımız odamdan çıktım.

"Ben çıkıyorum!" diye seslendim mutfakta ablam ve annemin bulunduğunu düşünerek. Bugün ablamın çalıştığı okulda gezi olduğundan, sınıfı birinci sınıf olduğundan dolayı bugün ders yoktu. Sonuçta geziye gitmeyecek sınıflardan, onun sınıfı da yer alıyordu. Bu nedenle izinliydi bugün.

İkisi aynı anda mutfaktan çıkıp bana bakarken tebessümle karşıladım.

"Allah'a emanet kızım, iyi çalışmalar."

"Teşekkür ederim annem" dedim ilerleyip yanağına sıkı bir öpücük bırakarak. Ablamı da gelişi güzel öpüp vedalaştıktan sonra evden el sallayarak çıkıp, kendimi Mardin'in kavurucu ve bunaltıcı güneşinin altına attım. Saçıma yapmış olduğum topuzun hareket ederek rahatsız etmesiyle vazgeçip topuzu açtım ve bu sıcak havada saçlarımı serbest bıraktım. Ellerimle geriye atıp, eve yakın otobüs durağına ilerledim. İlkbahar ayı bu kadar sıcaksa, yaz ayının verecek olduğu nemi düşünemiyorum.

🎻

Hastaneye gelmiş, tüm işlerimi çoktan halletmiştim. Üzerime koyu yeşil asistan doktor üniformasını giymiş, onun üstüne ise önlüğümü geçirmiştim. Kolumda ki saate durmadan bakıyor, elimde ki kahveyle mesaimin bitmesini bekliyordum. Neyse ki bugün nöbet günüm değildi.

Hastanenin serin havası üşütür cinstendi. Klimalar biraz fazla açıktı sanki. Nedense üşümüştüm.

"İkra?" Arkadan gelen Yusuf hocamın sesiyle hızla oturduğum koltuktan doğrulup, kahveyi kenarda ki küçük sehpanın üstüne koydum ve hocamın yüzüne döndüm.

Boğazımı temizledim. "Buyrun hocam."

"Deha nerede?"

Kaşlarımı çattım, bakışlarımı yerde gezdirip "Deha" diye mırıldandım nerede olduğunu hatırlamaya çalışır gibi.

"Sanırım en son-"

"Geldim hocam!"

Arkadan gelen tanıdık sesin sahibinin koyu bakışlarıyla göz göze gelir gelmez, derin bir nefes verdim. Deha ve ben, Cerrah Yusuf hocanın öğrencileriydik. İkimize burada beklememizi söylemiş, ardından Deha' nın lavaboya gitmesiyle biraz tedirginlik yaşamıştım. Neyse ki tam zamanında geldi hafif sarı saçlara sahip olan Deha.

"Neredesin?" diye ellerini arkasında birleştiren ve bize uzun boyundan dolayı üstten bakan Yusuf hocanın sorusuyla dudaklarımı birbirine bastırdım, bana yandan bakış atan Deha' ya bakıp, tekrardan hocama döndüm.

"Şey..."

"Ne?" dedi Yusuf hoca.

"Yeni gelen vakanın dosyalarını almaya gitmiştim." Deha' nın cümlesiyle, Yusuf hocanın bakışları anında Deha' nın ellerine kaydı.

"Nerede dosyalar?" dedi. Deha derin bir nefes alıp, "yoklar..." dedi ve "çünkü daha hazır değilmiş" diyerek küçük bir yalan atıp devam etti.

"Ama hazır olur olmaz getireceğim hocam."

Yusuf hoca derin bir nefes aldı, "sizi acile göndermemi istemiyorsanız dürüst olun" diyerek arkasını dönüp "takılın peşime!" diye komut verdi. Ben ve Deha birbirimize bakıp, ardından Yusuf hocanın koridorda peşine takılarak yürümeye başladık.

"Yeni gelen vaka hakkında bilgi ver İkra" dedi yürümeye devam edip omzunun üzerinden bana bakarak. Ellerimi boynumda ki stetoskopun uçlarına atarak dudaklarımı araladım.

"Otuzlu yaşlarda erkek, bugün sabah saatlerinde trafik kazasıyla getirildi. Bilinci açık lakin iç kanama geçiriyordu" diyip stresle baş etmek adına derin bir nefes aldım.

"Değerleri."

"Tansiyon doksana üç, saturasyan yetmişti hocam. Kalp atışı ise yüz üç."

"Güzel. İlk müdahaleyi kim yaptı?"

"Selim hoca" diye araya giren Deha' yla birlikte Yusuf hocanın yerinde durmasıyla biz de durduk. Selim hocayla aralarında bilinmedik bir rekabet vardı ama yakında nedeni ortaya çıkardı.

"Selim hoca mı?" dedi bir bana bir Deha' ya bakıp dururken. Deha başını yavaşça salladı, derin bir nefes alıp göz ucuyla bana baktı. İşte şimdi yandık...

Hastanede geçen dakikaların ardından kendime sıcak bir kahve almış, giyinme odasında kıyafetlerimi değiştiriyordum. Eve gitmenin vakti çoktan gelmişti. Yusuf hoca ise Selim hocayla vaka hakkında küçük bir ağız dalışına girmiş, ben ve Deha onları geriden izlemiştik.

Yorgunluğun vermiş olduğu uykuyla gözlerim açılıp kapanıyor, bir an önce eve gidip uyumak istiyordum. Hastaneden çıkmış, boş otobüs durağının önünde bulmuştum kendimi. Saat epey geç olmuş, neredeyse kimseler geçmiyordu durağın önünden olsun, ya da yoldan.

Ben öylece beklerken, yan taraftan yaklaşan siyah minibüs ile bir iki adım gerileyip kollarımı önümde bağladım. Böyle tenha sokaklara otobüs durağı koyulur muydu hiç aklım almıyor. Minibüs yaklaştıkça yaklaştı, yanımdan geçip gideceğini düşünürken, tam önümde durmasıyla bir iki adım daha geriledim ve arkamı dönüp yürümeye başladım.

Lakin tam o sırada açılan kapıdan inen adamların başlarında ki kar maskeler beni dehşete düşürürken, koşmaya çalıştım ama başaramadım. Koluma değen parmaklarla çığlık atacağım vakit, ben daha birşey yapamadan ağzıma kapanan bezin üstünde ki ilacın kokusuyla bilincimi korkuyla yitirirken, bedenim boşluğa düştü, aniden yerinde havalandı.

Ne kaçabildim, ne de bağıra.

🎻

Gözlerimi bedenimde halsizlik ve başımda ki ağrıyla yavaş yavaş araladım. Yüzüme düşmüş olan saçlarımın tek nedeni başımın öne doğru eğik olmasından kaynaklanıyordu. Derin bir nefes aldım, halsiz bakan bakışlarımı yavaşça araladım. Tepemde yanıp sönen ışığın vermiş olduğu rahatsızlık ve ellerimin sıkı sıkıya arkamda bağlı olması, canımın ne kadar çok yandığının yeni farkına varıyordum.

"Uyanıyor" dedi yabancı ve kulağıma hiç aşina gelmeyen bir ses.

Gözlerimin üzerine inen kaşlarımı havalandırdım, saçlarımı yavaşça başımı geriye doğru eğerek kaldırdım. Hafızamda kendini belli eden silik görüntülerle, en son kaçırıldığımın farkına vararak gözlerimi olabildiğince çok açtım. Etrafımda, elinde silahlarıyla gidip gelen adamların bedenime atmış oldukları bakışlar, bedenimi yerimde titretirken, titrek bir nefes alıp bakışlarımı hepsinin üzerinde gezdirdim.

"Siz kimsiniz?"

Tiz bir sesin kulaklarıma ilişmesi ve yan tarafta ki adamın elinde ki sandalyeyi önüme çeke çeke sürüklemesiyle kaşlarımı çattım.

"Bizim kim olduğumuzun pek bir önemi yok" dedi o sert ve soğuk çıkan sesiyle. Sarı saçları alnına düşmüş, yüzünde ki çamur lekeleri beni oldukça korkutuyordu. Mavi gözleri gözlerime bakarken, hızla yan tarafa döndü.

"Kurtar onu" dedi sedyenin üzerinde yatan, ameliyat masasını andıran masanın yanında ki adamı kaşlarıyla göstererek. Monitörden gelen yaşam sesleri kendini bu karanlık ve depoyu andıran yerin içinde belli ederken, dudaklarımın titrediğini fark ettim.

"B -ben bilmiyo-"

Aniden saçlarımda hissettiğim güçlü bir elin saç köklerimin sızlamasına neden olurken, gözlerim acıyla doldu.

"Doktor değil misin sen!" diye bağırdı bir başka iğrenç çıkan ses. Hayır demek istedim ama ellerinde ki silahlar beni yeteri kadar korkutuyordu. Başımı usulca salladım, saçlarımı bırakan adama bakamadım.

"Sol göğsünden, kalbine yakın yere kurşun girdi. Çıkar o kurşunu yoksa... Aynısını senin üstünde açarım." Korkuyla hızlanan kalp atışlarıma derin nefeslerim eşlik etti. Mavi gözleri gözlerime bakarken, derin bir nefes alıp başımı korkuyla salladım.

"T -tamam" dedim. Şuan kaçırılmış olduğumun farkına yeni yeni vararak, neden kaçırılmış olduğumu da yeni yeni idrak ediyordum. Bu adamı kurtarıp kurtaramayacağımı bile bilmiyordum. Arkadan hissettiğim bileklerimin bağlı ipten serbest kalmasıyla keskin bir acı sızladı beliklerimde. Ellerimle ovuşturdum, ağlamamak için kendime söz verdim.

Ayağa kalkacağım sırada sağ ayak bileğim de hissettiğim acıyla olduğum sandalyeye yapıştım, elimi refleks olarak bileğime attım.

"Korkma, ufak bir önlem için küçük bir çıkık. Bize sorun çıkartıp çıkarmayacağını bilmiyoruz." Gözlerim korkuyla açılırken, bileğim de kendini belli eden acı hala sızlamaya devam ederken, "Aptal mısınız?" diye yükselttim sesimi.

"Konuşma fazla! Kalk ve işini yap!" diyerek ayağımın acısını umursamayan adamlardan birinin beni acı içinde ayağa kaldırmasıyla, gözlerim bileğimin ağrısıyla yaşardı. Derin bir nefes alıp, kolumu tutan iğrenç ve birşeye benzemeyen adam ile, sedyede yatan adamın yanına topal bir şekilde yaklaştırıldım. Ayağımın vermiş olduğu acıyı umursamamaya çalıştım.

"İyileştir onu! Ve elini çabuk tut" dedi dişlerinin arasından çıkan sözcüklerin beynime bir iğne gibi batmasıyla. Başımla ister istemez onayladım, önce adamın değerlerine bakmak için bakışlarımı monitöre çevirdim. Normal duruyordu.

Yaraya bakmak adına eğildim ve üzerine yerleştirilmiş sargı bezlerini kaldırdım. Kurşun iziyle denk gelmem, bunu yapabilecek olup olmadığımı düşündürdü bana.

"Ben bunu yapama-"

"Doktor değil misin sen!" diye böldü lafımı. Kükremesiyle bedenim yerinde sıçradı.

"Asistan doktorum ben, sadec-"

"Kes sesini! Yap şu görevini, yoksa..." dedi ve elinde ki silahı bana doğrulttu. "Öldürürüm seni!"

Namlunun bana bakan ucuna bakıp, yutkundum. İster istemez başımı salladım ve elime köşede duran neşteri almadan önce eldiven geçirdim. Elimin içinde titremeye hedef kollayan neşteri sıkı sıkıya tutup, alnımda biriken ter damlalarını dikkate almayıp neşteri kurşun izine bastırdım. Küçük bir kesik açıp, pek fazla derine girmeden elime yan masada ki cımbızı aldım.

Ben işime devam ederken, alnımda biriken terleri kolumla siliyor, adamın oturmuş olduğu sandalyenin dibinde duran çantama bakıp duruyordum. Saatin geç olduğuna emindim. Ailemin benden haber alamayıp, polise gideceklerine emindim. Ama yaşayacak olduğuma emin miydim onu bilmiyorum. Bedenim korkudan titriyor, hatta buz kesmişti. Derin bir nefes alıp işime devam ederek yaşaran gözlerimi açıp kapadım. Şuan nasıl bir işin içine düştüm, düşünecek vaktim bile olmadığına emindim.

Kimler tarafından kaçırıldığımı, şuan ne gibi bir adamın hayatını kurtarıyor olduğumu bilmiyorum. İyi mi kötü mü birşey yaptığımın farkında bile değilim. Yaşayıp yaşamayacağımı bile bilmiyorum. Oysa daha çok hayallerim vardı. Mesela asistan doktorluğu bitirip cerrah olmak. Keman çalmayı öğrendiğim günden beri, keman kurslarına gitmeye devam etmek. Ama bunların hangisinin gerçekleştireceğim bilmiyorum. Sadece yaşamak ve bu kim olduğunu bilmediğim adamı kurtarmak istiyorum.

Aradan geçen bir saatin ardından, görmüş olduğum kurşun ile ister istemez içten gülümsedim. Elimde ki cımbızla, kurşunu tuttuğum gibi yavaş yavaş çıkarmaya başladım. Ellerim o kadar yavaş bir sakinlikle hareket ediyordu ki, kurşunun kalbe yakın olduğunu hatırlayan aklım duruyordu. Kurşun tamamen vücuttan ayrılıp, önümde tutmuş olduğum cımbızın ucunda yer alırken, gülerek nefes verdim.

Benimle birlikte eli silahlı adamlarda gülerken, sarışın olanın "aferin" dediğine şahit oldum. Öfkeyle baktım. Kurşunu cımbızla kenara koyup, elime yanda duran dikiş iğnelerini aldım. Yarayı hızlı hızlı, dikkatli bir şekilde yarım saatin sonunda kapatırken, hiç beklemediğim bir anda dışarıdan ardı ardına gelen silah sesleriyle yerimde irkildim.

Ellerinde silahların yer aldığı adamlar birbirilerine korkuyla bakarken, ben de onlara baktım. Deponun hiddetle açılan kapısında bir başka adam belirdi. Elinde ki silahla koştu önümde durup ona bakan sarışın adamın yanına.

"Neler oluyor!" diye yükseltti sarışın, mavi gözlü yüzü çamur içinde kalmış adam.

"Ömer Asaf timi ile burada" dedi boğuk bir sesle. Bedenini öfkenin ele geçirdiğine şahit olduğum sarışın adam, hızla yanında ki sandalyeye sert bir tekme atarak, sandalyenin tiz bir sesle metrelerce sürüklenmesi acı içinde duran ayağım ile yerimde sıçramama neden oldu.

Ömer Asaf ve timi kimdi? Tim dediğine göre askerdi. Benim için mi gelmişlerdi? Kurtulduğumu düşünerek, belli belirsiz gülümserken, bağıran adam tüm bakışları üzerine çekti.

"Düşmedi peşimizden! Oyalayın, arka kapıdan çıkacağız!" Adamların bir kaçı önümde sedyenin üstünde yatan adama bakarken, ellerim refleks olarak önümde havalandı. Adamı sedyeyle sürüklemeye başlarken, "bunu ne yapalım?" diye sordu bir başka maskeli ve eli silahlı adam bana bakarak. Sarışın adamın bakışları beni baştan aşağı süzerken, yanında ki adama baktı.

"Biz çıkınca gerekeni yap!"

Deponun arka kapısına yaklaştılar. Art arda gelmeye devam eden silah sesleri beni yeteri kadar korkuturken, bir de bana doğrultulan silaha baktım. Başım iki yana sallandı, bedenim çıkık ayağıma rağmen güçlükle geriye gitmeye çalıştı. Adamın arkasında yer alan ve kana bulanmış olan ameliyat perdesinin, deponun arka kapısının açılmasıyla uçmaya başladı. Lakin yeteri kadar açılmıyordu. Ayağımda ki çıkık kaçmama ve hareket etmeme engel oluyordu.

"Yapma" dedim titreyen sesimle. "Ben ne dediyseniz yaptım, lütfen yapma." Maskenin altında gülen gözleri gözlerime bakarken silahı daha sıkı tuttu. Ellerim hızla kulaklarıma yaslanırken, gözlerimi sıkı sıkı örttüm. İçimde ki korku tüm bedenimi ele geçirirken, birazdan vücuduma değecek olan merminin verecek olduğu hissi bilmeyerek bekledim. Ve işte o an mermi ateş edildi. Lakin bana değilde, önümde bana silah doğrultan kar maskeli adamın sırtına. Kirpiklerimin arasında ki mesafe hızla açıldı, ellerim yavaşça kulaklarımdan ayrıldı. Derin ve kesik nefesler almaya devam ederken, yutkundum.

Adamın yere düşen bedeninin ardında duran üniformalı askere ilişti bakışlarım. Ardından göğsünde ki Türk bayrağına. Dudaklarımda belli belirsiz tebessüme yer verirken, nefes almaya devam ettim.

Asker, elinde ki tabancasını her iki eliyle tutmuş, hafif omuzlarını geriye doğru atarak bana doğrultmuştu silahını. Başı sağ omuzuna eğik, o ela gözleriyle yeşil gözlerime bakarken yutkundu, elinde ki deri eldivenlerinin arasında tutmuş olduğu silahı yavaşça indirerek "sen de kimsin?" diye sordu.

Titrek nefesler almaya devam ederek, titreyen dudaklarımı güç bela araladım.

"B- ben, doktorum. Buraya getirdiler beni" diyerek gözlerime bakan o muhteşem ela gözlerine baktım. Kalbim nedense hızını arttırmış, ellerimde ki kanlı eldivenlerinin içinde ki ellerim terlemeye başlamıştı. Nefeslerim şıklaşırken, bana doğrultmuş olduğu silah tamamen soluna indirdi, "nereye gittiler gördün mü?" diye sordu.

Başımı bilmiyorum der gibi salladım, elimle deponun arka, açık kalan ve rüzgardan dolayı çarpıp duran kapısını gösterdim. Arkasında duran askerlerden bir kaçına eliyle işaret verdi, hemen yanında duran askere bakıp, "Sakaryalı" diye seslendi. Koyu kumral saçlara, koyu kahve gözlere ve kavisli kaşlara sahip olan askerin, komutanı olduğunu düşündüğüm ela bakışlara bakarak, ne dediğini anlamış olacak ki sırtında yer alan küçük çantanın içerisinden bir şişe su çıkardı, ela bakışların sahibi olan askere uzattı. Elinden aldığı gibi bir iki adımda önümde durdu, şişenin kapağını açarak bana uzattı.

Gözlerine bakan bakışlarım aniden onun o ela bakışlarıyla bir olurken, bakışlarımı kaçırdım, elimde kanlı eldivenleri titreyen ellerimle çıkarıp, yere bıraktım.

"Güvendesin" dedi.

Yeşil gözlerine bakan bakışlarım bir an olsun ayrılmazken, elimi suya uzattım. Lakin daha suya değmeyen parmaklarımda ve bedenimde tükenen hisler ile kendimi boşluğa bırakmak zorunda kaldım.

Son anda beni yakalayan askerin kolları arasına yığılırken, bedenim karanlığa, ruhum ise ayak bileğimde ki acıyla sessizliğe gömüldü.

 

Bölüm Sonu...

Eveeett!! İlk bölümü nasıl buldunuz sevgili okurlarım?

Ben yazarken çok heyecanlandım. Eğer siz de okurken heyecanlandıysanız ne mutlu bana.

Sizce üniformalı asker kim? Az çok tahmin etmişsinizdir.

Bir sonra ki bölüm bomba gibi burada, ayrıca diğer bölümler bu kadar kısa olmayacak bilginize.

Oy ve yorum yapmayı unutmayın, kendinize iyi bakın, hoşçakalın:)

Beni takip etmeyi unutma 😉

Loading...
0%