Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm -&- Barınak

@lorensi

Hu hu! Ben geldim. Keyifli bir bölümle geldim. Umarım her zamanki gibi beğenirsiniz.

Şimdiden oy ve yorumlarınız için tşk ederim. Satır arası yorum yapmayı unutmayın.

 

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

 

Bölüm On - Barınak

Yolun vermiş olduğu yorgunluk, epey uyumama ve dinlenme neden olmuştu. Gözlerimi açmak istemesem de, komidinin üzerinde titreyen telefonum buna engel oluyordu. Kollarımı yatakta geriye doğru esnetip, bacaklarımı kendime çekerek doğruldum ve telefonuma uzandım.

Öykü arıyor....

Öykü'nün arıyor olduğunu görmek, kaşlarımı çatmama ve uykulu gözlerimin açılmasına neden oldu. Öykü beni neden bu saatte arıyordu ki? Neden yani?

Telefonu çatık bakışlarla açtım, kulağıma yasladım ve önüme düşen saçlarımı geriye doğru attım.

"Alo?"

"Günaydın canım."

Sesi güzel ve net geliyordu. Hem neden kötü gelmesini bekleyeyim ki?

"Günaydın."

"Neredesin? Döndün mü Mardin' e?"

Buruk bir şekilde gülümsedim. "Döndüm. Dün gece."

Gülümsediğini hissettim. "Çok sevindim. Bak ne diyeceğim kahvaltıya gelsene bana. Sana konum atayım."

Kaşlarım çatıldı, bakışlarım kısıldı. "Kahvaltı mı?"

"Evet. Hadi kalk gel, hem seni özlemedim desem yalan olur. Hem bu ani gidiş sebebini anlatırsın istersen."

Gidip gitmemek arasında kalırken, derin bir nefes aldım ve onun "kızlarda burada" demesiyle arkadan "seni bekliyoruz!" diye bir ses geldi. İşte bu beni gülümsetti ve fikrimi değiştirdi.

"Tamam. Sen konum at, duş alıp geliyorum."

"Tamam canım, ben atıyorum. Görüşürüz."

"Görüşürüz."

Telefonu kapadım, yataktan çıkıp pikeyi ve çarşafı hızla düzelttikten sonra kendime dolaptan iç çamaşırı ve güzel bir elbise çıkardım. Elbisenin mor rengi ve kemerli olması pek hoştu. Ve ben bu elbiseyi giymeye bayılıyordum. Kalın askılıkları harikaydı. Dolaptan havlumu da alıp, hızla duşa girdim ve serin, güzel bir duşun ardından kıyafetlerimi üzerime geçirerek saçlarımı havluyla sardım odama gidene dek. Yalnız odama gidip saçlarıma şekil vermeden önce abime söylemem gerekiyordu gideceğimi. Bu nedenle abimlerin odasının önüne yaklaştım, tam tıklatacağım vakit abimin odadan çıkmasıyla geriledim.

"Birtanem." Bakışları beni baştan aşağı süzdü. "Nereye?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım, ardından araladım. "Kız arkadaşım kahvaltıya çağırmış. Beni merak etmiş, ben de oraya gidecektim. Sana söylemeye geliyordum."

Bir iki saniye düşünür gibi oldu, ardından gülümsedi. "Dikkat et kendine. Ben de Eda'yı arkadaşına bırakacağım Mardin' e taşınmış. Sonrasında mahkemeye gideceğim."

Duyduklarımla gülümsedim ve parmak uçlarımda yükselip, abimin yanağına küçük bir buse kondurdum. "Başarılar."

"Teşekkür ederim."

O banyoya giderken, ben odama girip, saçlarımı kurutmaya başladım. Hızlı hızlı kurutup, omuzlarımda sallanmasına izin vererek serbest bıraktım. Ardından koluma her zamanki saatimi takıp, boynuma da İlker'in hediye etmiş olduğu kolyeyi taktım. Derin bir nefes alıp, elbiseme uygun olan bir beyaz çanta alıp, telefonumu da elimde tutarak cüzdanımı önce ki çantamın içinden çıkarıp beyaz çantama koydum. Ardından Öykü' nün bana düğünde vermiş olduğum elbise ve ayakkabıyı siyah bir poşetin içine koyup, elime aldım.

Geri götürecektim...

Odada yer alan saate ilişti bakışlarım hemen. Saat on bir olmuştu. Daha çok geç değildi. Bu nedenle evden çıkmak için odamdan çıkıp, ayakkabılarımı kapının önünde giydim ve dış kapıyı kapadım.

Apartmandan inerek dışarı çıktığım vakit, konuma bakmadan önce bize yakın olan mağazaya adımladım. Yeni evli çiftin evine boş gitmek olmazdı. Hediye alsam iyi olacaktı.

Mağazanın önüne gelip, açık olduğunu fark edince şükrederek mağazaya girdim ve hemen uygun bir hediye bakmaya başladım. Kahve fincanlarının uygun olduğunu fark edince, gözüme takılan kahve fincanı setine baktım. Resmen ateş ediyor gibiydi. Fiyatına bakmadan kasaya koştum ve paketlemesini, etiketini açmasını rica ettim. Paketlemeden sonra ücreti ödeyip, hızlı hızlı mağazadan çıkarak telefondan konuma baktım. Karşıma çıkan ilk taksiye binip, konumu ona uzatarak arkama yaslandım.

Acaba kahvaltıdan sonra Ömer Asaf ile konuşmak için askeriyeye mi gitseydim? Ne tepki vereceğini bilmiyorum. Onunla son konuşmamın ardından sadece üç gün geçmişti. Acaba beni görünce nasıl bir tepki verecekti? Belki de yüzüme bile bakmayabilir.

Taksi beş on dakikanın ardından bahçeli küçük bir evin önünde durunca gülümsedim. Öykü ve Bayırlı' nın evi gerçekten çok güzeldi. Tam da hayallerimde ki ev gibi resmen.

Taksiciye tutan ücreti uzatıp, telefonu aldıktan sonra hediyeyi ve elbiseyi de unutmadan indim taksiden. Taksici ortadan kaybolurken, yavaş adımlarla eve doğru ilerledim, kapının önünde küçük ve dolu bir ayakkabılık olduğunu fark ettim. Bahçesi ne kadar çok güzelse evi de o kadar iyi olmalıydı. Kaşlarımı çattım, yavaşça yaklaştım. Zile basmadan önce bir kez daha ayakkabılıkta gezindi gözlerim. Birileri mi vardı? Öyle olsa Öykü söylerdi.

Elimi kaldırıp, Gold renginde bulunan zile bastım, kısa süre sonra açılan kapıda beliren Öykü ile gülümsedim.

"Hoş geldin."

"Hoş buldum" dedim ve arkadan gelen erkek gülme sesleriyle "biri mi var?" diye sormadan edemedim.

"Tim var. Onlarda az önce geldi sana söyleyemedim."

Dudaklarımı birbirine bastırdım, Ömer Asaf' ın da burada olduğunu düşünerek biraz tedirgin oldum. Aynı zaman da onu görecek olmanın heyecanıyla hareketlendim.

"Gelsene kapıda kaldın."

Ayakkabılarımı çıkardım, içeri girip elimdeki poşetleri ona uzattım.

"Bunlar senin. Bu düğünde giymiş olduğum elbise ve ayakkabılar. Bu da ev hediyesi" dedim gülümseyerek.

"Ne gerek vardı canım benim? Ayrıca elbise senin olabilirdi geri vermene gerek yoktu. Hem baya yakışmıştı sana."

Buruk bir şekilde gülümsedim. "Olsun. Ben getirdim."

O bir kez daha gülümsedi ve eliyle koridorun ortasında yer alan kapıyı, yani içeriyi gösterdi.

"Geçsene."

Kısa koridordan, onun almış olduğum hediyeyi, elbiseyle birlikte kapı kenarında yer alan dolabın içine yerleştirip, benimle birlikte salona girdi. Geniş, beyazın hakim olduğu salon. Koltuklarda oturan Atmaca timi. Timin adını kuaförde Bahar' dan öğrenmiştim.

Timin hepsi koltuklarda oturmuş, bizim içeri girmemiz ile tüm bakışlar bize dönmüştü.

"Bakın kim geldi!?" diye içeri girdi Öykü heyecanlı sesiyle. Yanaklarım kızarırken, direkt olarak üzerimde hissettiğim ela bakışlara bakıp, bakışlarımı önüme indirdim. Tim aniden üzerini düzeltip ayağa kalkarken, o da kalktı.

"Hoş geldiniz."

Hepsiyle tek tek el sıkışıp, "hoş buldum" dedim tebessüm ederek. En son Ömer Asaf' a gelince, elini uzattı, bakışlarını belli belirsiz kaçırıp, "hoş geldin" dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım, elini sıktım ve bırakmak istemedim.

"Hoş buldum" dedim.

Bir müddet gözlerime bakarken, elini çeken o oldu. Her zaman elini çeken ben olurken, bu kez o oldu. Derin bir nefes aldım, hemen mutfaktan elleri dolu çıkan kızlara bakıp gülümsedim.

"İkra!"

İkisi de bana doğru gelirken, her ikisine tek tek sarılıp, ayrıldıktan sonra buruk bir şekilde tebessüm ettim.

"Hoş geldin. Özledim seni."

"Hoş buldum. Ben de sizi özledim" dedim kaçamak bir bakış bana bakmakta olan üsteğmene atıp, tekrardan önüme dönerken. En çokta onu özlemiş olabilirim.

"E hadi, kahvaltı hazır."

Nazlı' nın yükselen sesiyle hepsi bir kez daha ayağa kalktı. On iki kişilik büyük masaya adımladım, direkt olarak kızların oturduğu tarafa, Bahar' ın yanına oturdum. Çantamı sandalyenin omzuna atarak, önüme döndüm ve masada ki bin bir türlü yiyeceklere baktım. Güzel bir masaydı. İştah açıcı.

Herkes aralarında sohbet ede ede kahvaltısına başlarken, Oflaz' ın "yenge yine döktürmüş" demesiyle menemenden bir lokma daha aldı. Bu hareketine buruk bir şekilde gülümsedim, ardından ağzıma bir parça yumurta daha aldım.

"Eee İkra. Sakıncası yoksa neden gittiniz apar topar?"

Bahar' dan gelen soruyla, boğazıma dizilen lokmayı zar zor yuttum ve dedemin aklıma gelişiyle birlikte gözlerimin sızlamasına engel olamadım. Dudaklarımı ıslattım, tüm herkesin üzerimde hissettiğim bakışlarına döndüm. Söylememde bir zararın olacağını düşünmeyip, Öykü' nün "biz yabancı değiliz, herkesi az çok tanıyorsun" demesiyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Hemen Bahar' ın yanında oturmuş, başını bana doğru çevirmişti masaya hafif eğerek. Anlatıp anlatmamak arasından gidip gelen aklıma dur deyip, derin bir nefes aldım.

"Şey..." dedim ellerim kucağıma inerken. Bakışlarım tabağımda gezindi. Derin bir nefes aldım, gözlerimin daha çok sızlamasına neden oldum.

"Dedemi kaybettim."

Aniden birbirine bakan bakışlar hissettim. Lakin ela bakışlar tam karşımda oturmuş, benim üzerimden ayrılmıyordu. Ona bakmasam da hissedebiliyordum. Timden bir kaç kişinin dudaklarını birbirine bastırmaları, ne kadar üzülmüş oldukları anlamına mı geliyordu?

"Başın sağolsun." Hepsinden aldığım baş sağlığı ile gülümseyip, zorluklada olsa derin bir iç çekebilmeyi başarabilmiştim. Ömer Asaf susup, elindeki çatalıyla birlikte tabağında yer alan zeytini hareket ettirip dururken, ben başımı önüme eğip kaldırdım.

Herkesin bir ona bir bana bakmalarına anlam verememiş olsam da, yutkundum ve başımı bir kez daha önüme indirip, hemen yanımda oturan Bahar' a döndüm. Ev onun olmamasına rağmen lavabonun yerini bildiğini düşünerek "lavabo hangi tarafta?" diye sordum kısık çıkan sesimle.

"Koridoru düz ilerle, sola dön direkt karşıda."

Başımı salladım, üzüntümü onlara yansıtmamak adına ayaklandım ve masadan üzerimde hissettiğim bir çift ela bakışlarla ayrıldım. Lavaboya doğru ilerledim. Bahar' ın dediği gibi koridor sonu sola dönüp, direkt karşıda ki kapıyı açıp, banyo olduğunu fark edince, içeri girdim; ve ışığı açıp, hızla ellerimi yıkadım. Dedemi hatırladıkça hep böyle mi olacaktım? Hep böyle üzülecek, acı mı çekecektim? Derin bir nefes aldım, "olanla ölmüşe çare yok" diye fısıldadım aynadan kendime bakarak.

"Dedem beni böyle görse çok üzülür" diye geçirdim içimden. "Görse belki çok kızar" diye geçirdim. Bu yüzden toparlanmam gerek olduğunun farkına varıp, derin bir nefes alarak, suyu kapattım. Ellerimi köşede duran havluyla kurutup, kapıyı açtım ve karşımda bana bakan kişiyle kalakaldım. Üstünde ki kısa kol siyah tişörtü ve altında ki tişörtün üzerine çekmiş olduğu siyah pantolonuyla ve o yakışıklılığı ile bana bakıyordu.

Ömer Asaf' ın ela bakışları beni bulurken, kapıyı arkamı dönmeden usulca kapadım ve ellerimi kapı kolunda, arkamda tutarak ona baktım. Önüme inen ellerimi birbirine değdirip, ona bakmaya devam ettim.

"Benimle konuşmak istememen," dedi ve durdu. Ardından ekledi. "Üzüntünü yansıtmamak için miydi?"

Gözlerim doldu. Böyle düşünmesi, beni üzdü. Ama doğruydu. Ben Ömer Asaf' a üzüntümü yansıtmamak için böyle davranmıştım. Dedemin acısı tazeyken, onunla konuşup bir de ona üzüntümü yansıtmamak istemiştim. Ama olan böyle olmuştu.

Başımı usulca salladım, önüme eğip kaldırdım. "Seninle öyle konuşmak istemedim. Öyle demek istemedim" dedim ve ekledim. "Özür dilerim."

Hiç beklemediğim bir anda kollarının omuzlarıma dolanmasıyla, başımı göğsüne yaslamasıyla ağzım açık bir şekilde ellerim havada kaldı. Kalbim ritimlerini artırırken, göğsüm hızlı ama dikkatli bir şekilde inip kalkmaya başladı. Derin bir nefes aldım, kollarımı yanaklarımdan süzülen tek bir yaş ile, yavaşça ona doladım.

"Başın sağolsun" dedi salonda demediğibi burada diyerek.

Başımı salladım, saçlarımın tepesine yaslanan çenesinin vermiş olduğu ürperti ile titredim ama belli etmedim. Bir kolu omuzlarımı okşarken, diğer saçlarımı okşadı. Omzuma dokunan eli kalkıp indi beni tesselli etmek ister gibi. Ona sarılınca sanki içimde ki tüm acı kendini rahatlamaya bırakmış gibiydi. Dudaklarım titrerken, daha fazla üzülmeyi bırakıp, dedem için mutlu olmaya çalışacaktım. Dedem sadece benim, tüm torunlarının mutlu olmasını isterdi o kadar.

Bir iki dakika öylece birbirimize sarılı dururken, ilk ayrılan ve kollarını gevşetip geri çekilen ben oldum.

"Buradan çıktıktan sonra benimle gelmeni istiyorum."

Gözlerime bakarak kurmuş olduğu cümlenin vermiş olduğu merak ile dudaklarımı araladım.

Kaşlarımı çattım. "Benimle konuşuyor musun?" dedim saçma bir soru sorarak.

"Neden konuşmayayım? Benimle konuşmak istemeyen sendin."

Kalbime bir acı saplandı. "Öyle demek istememişti-"

"Şaka yapıyorum" dedi sırıtarak.

Kaşlarımı çatmaya devam ederek, sırıtışına anlam veremedim. Yine de titrek bir nefes aldım ve ekledim. "Nereye?" diye sordum az önce sormuş olduğu soruyu hatırlayarak.

"Sürekli bana tamam dediğin, lakin bir türlü gidemediğimiz yere" dedi ve ekledi. "Barınağa."

Yüzümde açan tebessümün nedeni olan kelimeyle ona gülümseyerek baktım. Gülüşüm daha derin bir hal alırken, kızaran yanaklarımı ondan kaçırdım ve o güzel, her baktıkça içime heyecan kıpırtıları gönderen, başımı döndüren ela bakışlarından bakışlarımı kaçırdım.

"Böyle işte. Aynen böyle gül."

Cümlesinin vermiş olduğu etkiyle yanaklarım bir kez daha kızardı ve bakışlarım gözlerinde kayboldu.

🎻

Kahvaltıdan sonra evden çıkmış, barınağa doğru ilerliyorduk arabayla. Ön tarafta, hemen yanında oturmuş, onun gözlerinde ki gözlükleriyle yan profiline bakıyor ve ne kadar yakışıklı olduğunu düşünüyordum. Bazen gülümsüyor, bazen de düşünüyordum. Karşıma böyle birinin çıkmış olmasının ne kadar büyük bir şans olabildiğini. Ülkede o kadar doktor varken, beni kaçırdılar ve üsteğmen ile karşılaşmama neden oldular. Hala aramızda hiç birşey yokken, yaklaşımı hoşuma gidiyordu.

Derin bir nefes aldım önüme döneceğim vakit, "bakıp bakıp ne kadar yakışıklı olduğumu mu düşünüyorsun?" cümlesiyle gözlerim açıldı. Ondan duymuş olduğum bu cümle nutkumun tutulmasına neden olurken, hiç beklemediğim bir anda öksürdüm.

Kocaman açılan gözlerim ile yutkundum; önüme dönerek "ne!" dedim ve "ben bunu dıştan mı söyledim?" diye ekledim.

Kırmızı ışıkta durdu, kollarından birini dirseğinden yaslanmış olduğu koltuğun tepesine attı, gözlerinde ki gözlüklerle bana baktı.

"Öyle mi düşünüyordun?" diye sordu.

"Ne!"

Yanaklarım hızlı hızlı kızarmaya başlarken, güldüğünü ve gamzelerinin belirginleştiğini fark ettim. Utanarak bir kez daha bakışlarımı o güzel gözlerinden kaçırıp, önüme dönerken "öyle birşey demedim" diye inkar ettim.

"Ben aldım mesajımı" derken utanarak bakışlarımı cama doğru çevirdim, ağlak bir yüz ifadesiyle baktım. Lakin onun kulaklarıma ilişen kıkırdayışına engel olamayıp, gülümsedim. Araba tekrardan hareket ederken, gülüşümün solmasına izin vermedim. Her zaman beni tebessüm ettiren üsteğmen, umarım hep böyle yanımda olurdu.

Arabanın kısa süre sonra ilk kez geliyor olduğum barınağın önünde dururken, arabadan birlikte indik. Barınağa doğru yaklaştık ve içeri girer girmez kedi köpek sesleriyle karşılaştık. Gülümseyerek hızla kafeste yer alan küçük, yeni doğmuş ve miyavlayan kediye doğru koştum.

"Kıyamam sana" dedim ellerimi uzatıp onun patilerini tutmaya çalışırken. Her iki patisiyle elimi tuttu, o masum gözleriyle gözlerime baktı. Bir hayvana dokunmak nedense bana iyi gelmişti.

Ömer Asaf tam yanımda, elleri pantolonun cebinde dururken, bakışları bana baktı. Ona bakıp, bir müddet gözlerinde gezindikten sonra tekrardan kediye döndüm. Barınak ile ilgilenen, en az benim yaşlarımda ki çocuğun yanımıza yaklaşmasıyla gülümseyerek baktım.

"Kucağıma alabilir miyim?"

"Elbette. Uysal bir hayvandır."

Kafesin kapağını açtı, kediyi kucağıma bırakmak için dikkatle eline aldı. Kucağıma alıp, Ömer Asaf' a döndüm.

"Bu çok tatlı."

Yabancı adamın yanımızdan uzaklaşmasıyla Ömer Asaf'ta ellerini kaldırdı, kucağımda öylece usul usul oturan kediye her iki eliyle dokunup okşadı.

"Senin gibi."

Yanaklarım yine her zaman ki gibi tek bir cümlesiyle kızarmaya başlarken, yutkundum. Ardından bir kez daha kediye baktım.

"Annem küçüklüğümden beri hiç evde kedi bakmama izin vermezdi. Tüyleri dökülür" diye dedim ve ekledim.

"Ben de evlenip kendi evime çıkınca sahiplenmeyi düşünüyorum."

Cümlem ile Ömer Asaf' ın çatılan kaşlarını fark edince, hızla bakışlarımı kaçırdım ve kediye odaklandım.

"Evlenmek mi?"

Yalnız sorusunu sormak için geç kalmamıştı. Kediyle ilgilenen bakışlarım bir kez daha onun o güzel ela gözlerine tırmandı ve dudaklarım belli belirsiz aralandı.

"Hım hım. Sevdiğim adamla bir kedi sahiplenmek" dedi ve dudaklarımı büzüp, düşündüm. "Kötü bir fikir değil bence" dedim bu sefer de.

Yüzünde açan tebessüme anlam veremedim. "Hayallerimden biride buydu."

Kaşlarımı çattım. "Hayvan sahiplenmek mi?"

Güldü. "Hayır. Sevdiğim kadınla bir hayvan edinmek."

Ne ima etmek istediğini az çok anlıyor olsam da yanaklarımın kızarmasına engel olamamıştım. Kendime engel olamayıp sordum.

"Sevdiğin biri var mı?"

"Var. Kalbimi çalan doktor bir kız var. Henüz birşey yok ama olacağına inanıyorum."

Benden bahsediyor olduğuna o kadar çok emin olurken, kendime engel olamayıp tebessüm ettim ona karşı. Kalbini çalanın ben olduğumu bilmek, bana kendimi nedense iyi hissettiriyordu. Dedemin üzüntüsünü, yanımda olarak kendimi bana iyi hissettiren üsteğmene hayran hayran bakarken, dudaklarımı ıslattım.

"Peki güzel mi o kız?" diye sordum kendime engel olamayarak.

Gözlerime baktı, elimdeki kediden ellerini çekip, bana bakmaya devam ederek başını salladı. "Hayatımda gördüğüm en güzel kız benim için."

Beni kendine biraz daha aşık ederken bir başka soru daha sordum.

"Seviyor musun?"

Bir iki saniye duraklama yaşadı, ardından derin bir nefes alıp o hafif dolgun dudaklarını araladı. "Seviyorum. Hatta ilk kez birine bu kadar ilgi duyuyorum. İlk kez yüreğim onun için hızlı atıyor."

Beni seviyor olduğunu bilmek, nefesimi tutmama neden olurken, kalp atışlarım hızlandı. Hızlandıkça hızlandı ve göğüs kafesimi delecekmişcesine attı. Ellerimin içi terledi, kediyi tutan kollarım titredi. Bedenim kat katı yerinde kesildi ve bakışlarım gözlerine sabit tutuldu.

Kendime gelir gibi oldum, dudaklarımı son bir soru sormak için araladım.

"Peki o seni seviyor mu? Yani ilgileniyor mu?"

Benim için ne düşündüğünü o kadar çok merak ederken, dudaklarını ıslattı, ellerini ceplerine yerleştirdi. Derin bir nefes alıp, göğsünün inip kalkmasına neden olarak dudakaklarını araladı ve soruya soruyla cevap verdi.

"Bunu ona sormak lazım. Sence seviyor mudur?"

Bir kez daha nutkum tutuldu ve içinde olduğumuz barınak kayboldu gibi. Sanki ben, o ve elimde ki yavru kedi vardık sadece. Zaman bizim için durmuş gibiydi lakin kalp atışlarım kulaklarıma ilişmişti. Ne diyeceğimi nasıl bir cevap vereceğimi bilemezken, gözlerine bakmaya devam ettim ve dudaklarımı büyük bir istekle araladım.

"Bence..." dedim ve kalbimden geçeni büyük bir istekle ona karşı çekinmeden söyledim. "Seviyor."

Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm peyda oldu, ardından başını omzuna eğip kaldırdı. Dudaklarını ıslattı, hiç beklemediğim bir anda araladı.

"Buna zaman karar verecek" dedi ve ekledi. "Bir gün söyleyeceğim."

Gülümsedim. Gülümsedim ve onunla birlikte barınakta ki hayvanlara bakmaya devam ettik. Baktık, ve Ömer Asaf' a telefonumu uzatarak kucağımda ki kediyle fotoğrafımı çekmesi gerektiğini söyledim. Beni kırmayıp, fotoğrafımı çekerken, gülümseyerek kameralara poz vermeye devam ettim. İlk yaz aynının son haftaları olabilirdi bu haftalar. Neredeyse yaz ayının ikinci ayına girecektik. Oysaki Ömer Asaf' la tanıştığım gün, bahar ayının ortasıydı. Şimdi yaz ayına girmiş, onunla birlikte bir mevsim daha değiştirecek olmam beni heyecanlandırıyordu. Kim bilir nereye kadar gidecekti bu birbirimize olan kaçamak bakışlarımız. Birbirimize olan bu hayran hayran bakan gözlerimiz.

🎻

Saat akşam sekizi bulmuştu.

Kara bulutlar, barınaktan beri beni takip edip dururken, yaz ayında olmamıza rağmen bu bulutların hayra alamet olmasını diliyordum. Mardin' in üzerini kaplamış, yağmur damlaları düştü düşecekti. Dışarıda soğuk rüzgar esiyor, lakin üşütür cinsten değildi. Ömer Asaf beni yine her zaman ki gibi sokağın başına bırakmış, vedalaştıktan sonra yanından ayrılmıştım. Ben apartmana girene dek sokağın başından ayrılmamış, ben içeri girer girmez araba teker lastiklerinin tiz sesi kulaklarıma ilişmişti.

Abim ve yengem benden bir saat önce eve gelmiş, abimin başarıyla geçen mahkemesinin detaylarını dinliyorduk çay eşliğinde. Dedemin üzüntüsünü unutup, mutlu olmaya çalışıyorduk ama her zaman bir yanımız buruk bir şekilde eksik kalacaktı.

Önümde ki çayımdan bir yudum daha alıp, kendimi tekrardan koltukta arkama yaslı bıraktım ve abimin "annemler haftaya geliyorlar" diyişini şaşkınlıkla başım ile onayladım. Derin bir nefes aldım, Eda'nın mutfaktan elinde çerez tabakaları ile gelmesiyle önümüze koyması bir oldu.

"Afiyet olsun."

"Sağol."

Artık o da bizim aileden biri olmuş, yabancılık çekmiyordu. Bu da beni memnun ediyordu haliyle. Bir kız kardeşim daha olmuştu ve o da bunun farkındaydı.

Selim odada beşiğinde mışıl mışıl uyurken etraf sessizliğe bürünmüştü. Sürekli yatıyor, uyanmak bilmiyordu. Eh bebekti sonuçta daha o. Eda tekrardan nedenini bilmeksizin mutfağa ilerleyeceği vakit, aniden sendelenmesiyle abim ayaklanıp tuttu onu.

"Eda?"

"Başım döndü biraz" dedi elini kaldırıp şakağına dokunurken. Abimin ince beline dolanan koluyla onu koltuğa oturtup, yüzünde ki korku ifadesiyle bakmasıyla ben de ayağa kalktım.

"İyi misin?"

"Bilmiyorum" dedi ve ekledi. "Sabah yine başım dönmüştü. Bugün yine tekrardan bu ikinci" diyince, abimin bana dönen çatık kaşlarla bakan yüz ifadesi, benim bakışlarımı bulunca dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Miden bulanıyor mu?"

"Hayır. Geçer şimdi, bugün hava sabah çok sıcaktı."

Abim eşine korkuyla bakarken, elini kaldırdı ve önüne düşen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı.

"İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim Barış."

Abim emin olmak ister gibi bakınca, o bir kez daha "gerçekten iyiyim" diyerek eğilip, abimin yanağına küçük bir buse kondurdu. Utanarak geri çekilirken, "tansiyonun düşmüş olmalı" dedim. Beni başıyla onayladı. Yanında oturmaya devam ederken, kasvete bürünmüş gökyüzünün aniden gürlemesi ve bir yıldırımın daha çarpmasıyla odadan yükselen Selim' in çığlığı ile üçümüz de ayağa kalktık.

"Oğlum!"

Eda önden koştu, kapıyı açıp, beşikte uyanmış olan Selim' e yaklaştı ve hızla kucağına aldı az önce başının dönmesine rağmen. Omzuna doğru yatırdı oğlunu, sırtını okşayarak ağlayan oğluna "geçti anneciğim" dedi ağlayan sesiyle.

"Geçti bebeğim. Geçti oğlum, annen burada" diye fısıldadı. Abim yanlarına yaklaştı, oğlunun ağlayan sesine rağmen başına bir öpücük kondurdu. Selim bir iki dakikanın ardından annesinin omzunda tekrardan uykuya dalarken, Eda kucağındaki Selim' i tekrardan beşiğinde bırakıp abimle birlikte tekrardan odadan çıkacakları vakit onlardan önce ben çıktım. Kapıyı yavaşça kapadılar, tekrardan salonda yerlerini aldılar. Ben bir kez daha yerime oturup, telefonumu elime alarak Ömer Asaf' tan gelen mesaja gülümseyerek baktım.

Ömer Asaf ;

Nasılsın?

Ne yapıyorsun?

İkra ;

Abim ve eşiyle oturuyorum.

Çay eşliğinde.

Sen?

Ömer Asaf ;

Ben de tim ile oturuyorum.

Sevdiğimi düşünüyorum.

Dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm peyda oldu ve bakışlarım kendi aralarında konuşan abimlere döndü. Ardından tekrar mesaj kısmına bakıp, parmaklarımı kılavyenin üzerinde hareket ettirdim.

İkra ;

Sanırım hiç aklınızdan çıkmıyor.

Ömer Asaf ;

Güzelliğinin ve o gülüşünün aklımdan çıkması mümkün değil doktor hanım.

İkra ;

Belki o da sizi düşünüyordur.

Gülümsedim ve yazacağı bir başka mesajı bekledim.

Ömer Asaf ;

Kim bilir. Belki de hiç aklından çıkmıyorumdur.

Güldüm.

İkra ;

Kim bilir.

Ömer Asaf ;

Yarın önemli bir göreve gidiyorum, gitmeden önce seni görebilme şansım var mı?

Göreve gidecek olması beni biraz endişelendirirken, parmaklarım hızlı hızlı hareket etti önümde ki kılavyenin üzerinde.

İkra ;

Var. Yanına gelebilirim.

Ömer Asaf ;

Peki şuan sesini duyma şansım var mı?

İçim kıpır kıpır olurken, bir mesaj yazmayıp ayağa kalktım ve hızla önümde ki sehpanın üzerinde yer alan çayları ve çerez tabağını alıp, dikkat çekmemek için mutfağa ilerledim. Kendi aralarında konuşan ikili benimle oralı bile olmadılar. Elimdekileri mutfak tezgahına bırakıp, hızla mutfak balkonuna çıkıp, kapıyı yavaşça kapadım ve rehbere girip onu aradım. Telefon bir iki kere çaldı ve hemen açıldı.

"Bir an vazgeçtiğini düşündüm."

Gülümsedim. "Balkona geçtim."

"Benimle konuşmak için mi?"

Yüzümde sıcak bir tebessüm peyda oldu. "Evet."

"Sevindim."

Güldüm ve karşı apartmanın açık camına değdi gözlerim. Gördüğüm manzara ile sırtımı hızla ters dönüp, kaşlarımı çattım.

"Bu yaşta daha neler göreceğim?"

Aniden kendi kendime sormuş olduğum soruyla kaşlarımı çattım.

"Ne gördün?"

Yanaklarım kızardı. "Yok birşey."

"Sahi sen kaç yaşındasın İkra?"

"Yirmi beş?"

Anlık bir duraklama yaşadı.

"İleride ki eşinin senden iki yaş büyük olması sorun olur mu?"

Ne demek istediğinin farkına varıp, kendi kendime güldüm. Az çokta utandım.

"Eğer eşim benden iki yaş büyük olduğunu kabul edecekse benim için sorun yok."

Onunda gülüşünü işittim.

"Buna da sevindim."

"Yarın göreve gideceksin, tutmayayım ben seni istersen."

"Şuan seni tutan benim. Ve rahatsız değilim. Seninle konuşmak bana iyi geliyor."

"Sevdiğin kızmasın sonra?"

Bir kez daha kıkırdadı. "Sevdiğimin onu sevdiğimden haberi var mı yahut farkında mı bilmiyorum."

Bu sefer ben kıkırdadım. Sırtımı balkon korkuluklarına yaslayıp, esen soğuk hava ile kollarımı sardım.

"Bence farkında olabilir."

"Olabilir."

"Peki neden ona onu sevdiğini söylemiyorsun?"

Anlık bir duraklama yaşadı, ardından bir kez daha sesi geldi.

"Bilmem. Erken olabilir. Kendisini henüz pek fazla tanımıyorum. Nelerden hoşlanır, neleri sever bilmiyorum. Tek bildiğim çok güzel olduğu" dedi ve bir kez daha yüzümde açan tebessümün nedeni oldu. Derin bir nefes alıp verdim. Ömer Asaf benim hakkımda böyle üstü kapalı konuşurken, yaptığı şey sadece hoşuma gidiyordu.

"Haklı olabilirsin. Sonuçta tercih sana ve sevdiğine kalmış."

"Doğru söylüyorsun."

Yanan mutfak ışığı ile hızla sırtımı korkuluklardan ayırıp, her iki elimle telefonu tutarak yerimde hareketlendim.

"O zaman görüşürüz üsteğmen."

"Görüşürüz doktor hanım."

Telefonu kapadım ve balkon kapısını açan abimin bana bakan yüz ifadesine gülümsedim.

"Ne yapıyorsun bu soğukta?"

Dudaklarımı ıslattım ve hızla, "Akel ile konuşuyordum" dedim. Anladığını belli eden bir yüz ifadesi takınıp,beni başıyla onayladı ve "içeri gir abicim üşüteceksin" dedi. O içeri geçerken, arkasından ben geçtim ve balkon kapısını kapatıp, hızla gördüğüm manzarayı da unutarak odama ilerledim. Geçmeden önce abim ve Eda'ya "iyi geceler" dedim.

Yatağıma uzanır uzanmaz, gözlerim yorgunlukla kapandı ve ruhum güzel bir uykunun kollarına teslim oldu.

🎻

Ertesi gün ise güzel, serin bir duşun ardından askeriyeye gitmiş, Ömer Asaf' ı son kez göreve gitmeden görebilmiştim. Bu beni ne kadar mutlu etse de içimde bir yerlerde anlam veremediğim bir sıkıntı vardı. Nedenini ne olursa olsun hiçbir şekilde anlam veremiyordum.

Ömer Asaf göreve gitmeden önce bana bir kez daha papatya hediye etmiş, o her zamanki başımı döndüren gülüşüyle tebessüm etmişti.

Hayat böyleydi işte. Ansızın karşınıza çıkan bir gülüş, hayatınızı tamamen değiştirebilecek kadar güçlü olabilir.

 

Bölüm Sonu...

Bölümü nasıl buldunuz canlarım? Ömer Asaf ve İkra' yı yazarken gerçekten bayılıyorum.

Yani bu ikili beni o kadar çok mutlu ediyor ki daha neler neler yazacağım.

Bir sonra ki bölüm bomba gibi haftaya cuma sizlerle.

Şimdiden okuduğunuz ve oy verdiğiniz için tşk ederim. Yıldıza basmadan geçmeyin canlarım.

Hoşçakalın, kendinize iyi bakın.

Beni takip etmeyi unutmayın ;) 😉

Loading...
0%