@lorensi
|
Merhaba sevgili okurlarıımmm! Bugünkü bölümümüz harika ötesi bir şey olabilir benim için. Hatta bugüne dek en sevdiğim bölümlerden biri de olabilir. Umarım siz de seversiniz. Şimdiden oy vermeyi unutmayın.
İKRA ŞANLI Erkek başrol karakterimizi istediğiniz gibi gözünüzde canlandırabilirsiniz. Diğer karakterleride olduğu gibi, ama eğer erkek karakter koymamı isterseniz koyarım. Hayal gücünüzü bırakıyorum, ama İkra karakterimiz bu. ...Lorensi size keyifli okumalar diler... Bölüm On Bir - Beklenmedik Kişi Ömer Asaf' ın görevden dönmesinin üstünden tam bir gün geçmişti. O gün içerisinde onunla bir kez daha görüşmüş, bu sefer birlikte güzel bir lokantada yemek yemiştik. Ertesi gün ise annemlerin bir sonra ki gün geleceklerini öğrenmiştim. Ablam ise okulların kapanmış olmasından dolayı, Sivas'ta rahattı. Bir sonra ki gün ise annemler gelmiş, babamlar eve iyice yerleşmişti. Günün sonuna dek, akşam birlikte çay içmiş, babamın daha da iyi olduğunu fark etmiştim. Babasının ölümünü yavaş yavaş kabulleniyor, artık kendini daha iyi hissediyor gibiydi. Babamların gelişinin üzerinden ise iki gün geçmiş, babam manavı tekrardan açmış ve herşeyi yoluna yavaş yavaş sokmuştu. Kendisi emekli eczacı olmasına rağmen, evde oturup sıkıldığından dolayı manava gidiyor, orayı gayet güzel işletiyordu. Bugün ise babamın eve gelecek olan askerlik arkadaşına, ve ailesine güzel bir yemek hazırlıyorduk. Asker diyince, aklım sürekli her yan yana geldiğimizde güzelliğimden, gülüşümden ve o baş döndürücü sözleriyle beni tesiri altına alan üsteğmen Ömer Asaf' a gidiyordu. Saat öğlen ikiye geliyor, babamın öğlen yemeğine davet ettiği arkadaşı ve ailesi saat iki, iki buçuk gibi burada olacaklarını söylemişlerdi. İlk kez babamın arkadaşının ailesiyle tanışacak olduğumun heyecan kıpırtıları vardı içimde. "Buna biraz daha su koysam mı acaba?" diye sordum elinde ki kabın içinde yer alan kremayı karıştıran Eda' ya dönerek. Yanıma yaklaştı, elimin altında ki leğenin içinde yer alan hamura baktı. "Ay yok. Bence bu kadar yeterli, sen iyice yoğur onu." "Tatlı olarak baklava vardı, annem ta bir ay önce yapmıştı neredeyse?" dedim Eda' yı başımla kendi sözümü onaylar şekilde sallarken. Tam o vakit çalan kapı ile kirpiklerimin arasında ki mesafe büyüdü, başım otomatik olarak Eda' ya çevrildi. "Geldiler mi?" "Galiba" dedi elinde ki kremayı "bu da bitti" diyerek buz dolabına yaklaşıp dolaba yerleştirirken. "Ben kapıya gideyim." Onu başımla onayladım, saçlarımın hamura dökülmemesi için bandanamı biraz daha geriye çektim. Elimin tersiyle alnımda ter olmamasına rağmen, kenardan yüzüme düşen saçımı geriye atarak "of" ladım. Bugünlerde dolabımda fark etmiş olduğum, her elbiseme uygun olan bandanalarımı elbiseme uygun başıma takıyordum. Zaten bandana takmaya bayılırdım. "Hoş geldiniz, hoş geldiniz!" Gerçekten de gelmişlerdi. Annem ve babamın kulağıma ilişen hoş geldinleri bunu belirtiyordu. Hamuru hızlı hızlı yoğurmaya başladım, lakin elimden kaçan leğen ile, leğeni lavabo ve kendi aramla yere düşmesine engel olarak gözlerimi büyütüp, yere düşen unlara baktım. "Of!" Ellerimi leğenin içerisinden çıkarıp, dizlerimin üzerine eğilerek mermere dökülmüş olan unu, tezgahtan temiz bir tabak alıp içine toplamaya başladım. Ben unu toplarken, yönümü kapıya doğru çevirdim ve bir çift siyah çorap giymiş ayakla karşılaştım. Bakışlarım direkt olarak yavaş yavaş ayaklarından siyah pantolonun sarmış olduğu bacaklarına, bacaklarından dizlerine, dizilerinden ise siyah gömleğin giyili olduğu göğsüne ve göğsünden yüzüne tırmandı. Kaşlarım havalandı, gözlerim açıldı. Dizlerimin üzerinde durmayı es geçip, ayaklarımın üzerine bıraktım kendimi. Derin bir nefes aldım, görüyor olduğum bedenin şaka olmasını istedim. Günlerdir doğru dürüst göremediğim Ömer Asaf' ın karşımda duruyor olması, ellerini cebine yerleştirerek bana sırıtarak bakıyor olması beni yeteri kadar utandırırken, hızla kendimi aniden ayakta buldum. "Ü-üsteğmen?" "Seni burada görmek güzel doktor hanım" dedi ve mutfağın içine, bana doğru adımladı. Gözleri yüzüme tırmandı, başıma geçirmiş olduğum sarı, üzerinde kır çiçeklerinin yer aldığı bandanaya baktı. "Böyle ayrı bir güzel olmuşsun" diye fısıldadı gözleri bedenimi baştan aşağı yoklamaya başlamışken. Yutkundum... Ben hala hiçbir şey idrak etmiş değilken, başımı belli belirsiz sağa sola salladım ve "sen" dedim. "Burada ne işin var?" Çapkın bir gülüş sergiledi, ardından elleri cebinden çıkıp, tezgaha belini yaslayarak ellerinide arkadan yasladı. "E baban bizi yemeğe davet etmiş, gelmemek ayıp olurdu" diyince, tahtaların tek tek yerine oturuyor olması beni bir kez daha şaşırttı. "Nasıl yani? Babamın asker arkadaşı" dedim ve kaşlarımı çattım. "Senin baban mı?" Başıyla onayladı beni, ardından gözlerini yüzümde gezdirdi ve yutkundu. "Her halinle güzel olmak zorunda mısın?" Yanaklarım kızardı, boğazım ona eşlik edip, yutkundu. Derin bir nefes aldım, olaya bir el attım. "Bir dakika bir dakika" dedim unlu ellerimi önüme kaldırıp ona doğru tutarken. "Babam ve senin baban arkadaş mı?" Sırıtarak başını salladı, "inanır mısın bu tesadüf beni de şaşırttı. Ama hoşuma gitti" dedi ve yüzünde, mutfağa geldiğinden beri silinmeyen sırıtışıyla bana baktı. "Ailem tanıştığımızı bilmemeli. Belli etme tamam mı?" dedim ellerimi önümde kenetleyip, ona umutla bakarken. "Neden? Bence bilseler iyi olur. Belki seni bana verirler. Sonuçta ikimiz de ev de kalmışız" diyince gözlerim açıldı, kaşlarım çatıldı. Henüz aramızda birşeyin olduğunu ikimiz de dile getirmemişken, bu yaklaşımı ne kadar hoşuma gidiyor olsa da yüzüme kızgın bir ifade ekledim. "Ben evde kalmış gibi mi görünüyorum?" Bakışları yerde ki una, ardından leğende ki hamura kaydı. "Valla bu gidişle kalırsın gibi" dedi, güldü ve ekledi. "Ama korkma, seni ben alırım." Sözleri ne kadar bir yandan hoşuma gidiyor olsada, diğer yandan sinir ediyor olabilirdi. Elimi kaldırıp omzuna vuracağım vakit, mutfak kapısından içeri giren annem ile ikimizde hızla duruşumuzu değiştirip, dikleştirerek anneme bakmadık. "Ben size su vereyim Ömer bey" dedim göz ucuyla Ömer' e bakıp, ardından dolaptan bir bardak çıkartıp, arıtma musluğunun altına tutarak. "Kızım, ne yaptın anneceğim?" Annemin sorusunu yanıtlamak için, elimdeki su dolu bardağı Ömer Asaf' a uzattım, kaçamak bir bakış atıp, onun oturarak içmesiyle anneme döndüm. "Yapıyorum, yapıyorum" dedim leğeni tezgahın üzerinden önüme çekerek hamura bakarken. "Bereketiniz bol olsun İkra hanım" dedi suyu istemeden içmiş olmasına rağmen. "Tanıştınız mı kızım siz?" diyen annemin yanıma geçerek Ömer Asaf' ı göstermesi bir oldu. "Babanın, askerlik arkadaşının küçük oğlu Ömer Asaf. Bu da benim küçük kızım İkra." Sanki Ömer Asaf ile önceden değilde, şimdi tanışmış gibiydik adeta. "Memnun oldum." Ömer Asaf dediğimi dikkate alarak yeni tanışmışız gibi davranırken, ben de başımı eğip kaldırdım ve "memnun oldum" dedim. O mutfaktan müsade ister gibi çıkıp, salona geçerken annemin bana dönen kızgın bakışlarına maruz kaldım. "Dökmüşsün yine" dedi yerde ki unlara, ellerini her iki belinin kenarına yerleştirerek bakarken. Dudaklarımı birbirine yasladım, "yapamıyorum hamur işini" diye söylendim. "Bu sefer emin oldum kızım, ispata gerek yok" dedi ve eliyla mutfağın kapısını işaret etti. "Ellerini yıka, misafirlere selam ver, ayıp olur hadi" dedi ve beni kapıya doğru iteledi. Başımı belli belirsiz salladım, direkt olarak mutfağın karşısında yer alan banyoya ilerledim. İçeri girip, kapıyı kapatır kapatmaz direkt olarak karşımda ki aynadan unlu yüzüme bakıp, gözlerimi büyüttüm ve dudaklarımdan küçük bir çığlık bıraktım. Yalnız çığlığım içerdeki misafirlere ulaşmadan ellerimle engel olunca, ellerimi ağzımdan indirdim ve lavabonun önünde ki aynaya yaklaştım. "Bu halim ne benim ya! Ömer Asaf beni böyle mi gördü?" Ağlak çıkan sesimi kaale almayıp, yüzümde ki ağlak ifadeyle suyu açtım ve unları temizlemeye başladım. Hızlı hızlı elimi yüzümü yıkayıp, yanda yer alan havluyla da kuruladıktan sonra ince kaşlarımı düzeltip, dudaklarıma da banyo dolabında bulunan nemlendirici ile küçük renklendirdim. Bandanamı, üzerimde ki yazlık sarı elbiseye göre seçmiş, görünüşüme harika bir görünüm katmıştım. Boğazımı temizleyip, salonda ki misafirlere selam vermek amaçlı banyodan çıkıp, salona ilerledim. Salonda yer alan misafirlerlerden üçü kadın, üçü -Ömer Asaf ile birlikte- erkekti. Sert bir şekilde yutkundum ve içeri girer girmez üzerimde hissettiğim bakışlarla yavaş adımlar ile ilerledim. Ellerimi önümde birleştirip, başımla selam verdim kırklı yaşlarının sonlarında olan beyfendi ve hanımefendiye. "Bu da benim küçük kızım İkra" dedi babam beni eliyle işaret ederken. İlerleyip, abimin yanına kendimi usulca bırakıp, bana bakmakta olan bakışlara bakmadım. "Arkadaşım, Ferit bey" dedi Babam tek tek annemlere tanıştırmış olduğu misafirleri de bana tanıtırken. "Eşi Sevda hanım." Ömer Asaf'ın gözlerini kimden aldığı belliydi. Annesi gibi ela gözlere sahipti adeta. Sevda hanım bana tebessümle başını eğip kaldırırken, o ince kavisli kaşları gülümsediğinden dolayı düz çizgi halini almıştı. Başındaki tülbenti güzelce bağlamış, eşinin yanında oturuyordu. "Büyük oğlu Taha ve eşi Şirin" dedi babam yan yana oturan ikiliyi göstererek. En az Ömer Asaf kadar yakışıklı olan Taha' nın bakışları bana bakarken gülümsedi, selam verir gibi başını eğip kaldırdı. Yanında yer alıyor olduğu eşi Şirin ise, siyah saçlara ve koyu kahve gözlere sahip, en az benim yaşlarımda, çok güzel bir genç kızdı. Ben onlara da başımla selam veririken, hemen karşımızda ki koltukta oturan ikiliye döndüm. Babam ise, "bu küçük oğlu Ömer Asaf. Kendisi asker" diye ekledi. Bana bakan bakışlarının içi belli belirsiz gülümseyip, ardından selam veriri gibi "memnun oldum" dedi. Başımı çekinerek salladım, yanında ki güzel kıza baktım. Kumral saçlara, açık kahve gözlere, ve o doğal pembemsi dudaklara sahip olan genç kızı gösteren babam, "bu da küçük kızı Asya" diye tanıttı bana. Asya bana gülümseyerek bakıp, yerinde daha rahat bir pozisyon alınca, ben de herkese birden bakıp, tekrardan "memnun oldum, hoş geldiniz" demiştim. "Maşallah pekde güzel kızsın." Adının Sevda olduğunu öğrenmiş olduğum Ömer Asaf' ın annesine döndü bakışlarım. Yanaklarım eş zamanlı kızarırken, yutkunmadan edemedim. Dudaklarımı birbirine yaslayıp, kaçamak bir bakış sırıtan Ömer Asaf' a atarak hızla Sevda hanıma döndüm. "Estağfurullah. O sizin güzelliğiniz" dedim ve ayağa kalkıp, mutfağa ne ara geçmiş olduklarının farkına varmadığım ablam ve Eda' nın yanına, mutfağa geçtim. "Heh! İkra, kızım sen cacık yap yemeğin yanına. Ben gideyim içeri, ayıp olmasın." Mutfağa girer girmez bana iş veren annemi başımla onaylayıp, hızla orta boy bir kap aldım ve dolaptan yoğurt doldurdum. Salatalıkları rendeyle iyice rendeledikten sonra yoğurdun içine atıp, biraz da su ilave ederek çırpma teliyle çırptım. Ablam ve Eda gülerek sohbet ede ede tabakaları, kaşık-çatalları hallederken, ben cacığa tuz ekleyip, bitirdim ve kenara bırakıp kıkır kıkır gülen ikiliye döndüm. "Siz neye gülüyorsunuz ben geldiğimden beri" dedim ve bir elimi tezgaha yaslayıp onlara bakarak diğer elimi de belimin kenarına yerleştirdim. Ablam bana bakıp, küçük bir kahkaha serbest bırakırken, Eda' nında kendine engel olamadığını fark ettim. "Ne oluyor ya?" dedim kaşlarımı çatarak. "Ay!" dedi ablam gülüşüne engel olup, sakinlikle konuşmaya devam ederken. "Az önce annem anlattı. Mutfağa girmiş, Ömer Asaf yanındaymış herhalde, yüzün müzün hepsi unmuş. Ay annem anlatınca baya güldük" dedi Eda' yla bir kez daha bana bakarak küçük, kısık bir kahkaha serbest bırakırken. "Ay İkra valla o yakışıklı çocuğa rezil oldun ya, dile benden ne dilersen." Hala dalga geçmekte olan ablamın kurmuş olduğu cümle kanımı dondurdu resmen. Acaba gerçekten de rezil oldum mu ona? Yok canım. Hem güldü. Ama niye gülsün? İçten içe "of" layıp dudaklarımı ıslatarak ablam ve Eda'ya baktım. "Bir kere su içmeye gelmişti bu bir" dedim ve ekledim. "İki, ben rezil olmadım, un yanlışlıkla o gelmeden önce dökülmüştü yüzüme. Üç, ayrıca o kadarda yakışıklı değil" dedim önüme bir kez daha yutkunarak dönerken. Ablam bana ağzı açık bakarken, Eda önünde ki kaşıkları temiz beyaz bir bezle siliyordu. "Kızım sen iyi misin?" dedi o da aynı şekil tabakaları silmeye devam ederken. "Çocuk taş taş. Kusursuz değerli bir taş gibi resmen. Ayrıca asker. Bir de üsteğmenmiş. Valla harika çocuk" dedi ve dudaklarını birbirine bastırıp, bir kez daha gülüşüne engel olamadı. Dudaklarımı ıslattım, cacığı gelişi güzel karıştırıp, Ömer Asaf' ın gözlerimin önüne gelen o yakışıklı yüzüne odaklandım. Yutkundu. Defalarca yutkunup, şuan şu dakika, şu saniye onu düşünmek istemedim. Annem bir kez daha mutfağa girince, bize emir kipiyle masayı hazırlamamız gerektiğini söyledi. Masa örtüsünü alıp, derin bir nefes içime çekerek salona girdim. Ben salona girer girmez vücudumu tesiri altına alan o bakışları hissetmemek mümkün değildi. On iki kişilik katlanan masayı zor da olsa açtım, koluma asmış olduğum örtüyü masaya serdim. Eda ve ablam tabak kaşıkları getirirken, annem yapmış olduğumuz yemekleri masa tabakalarına dolduruyordu. Yaprak sarmalarını çatalla tabağa doldurup, bana uzatınca elinden aldım ve salona doğru götürdüm. Ablam ve Eda salondan çıkıp mutfağa yanımdan, bana bakıp gülerek geçerken, gözlerimi devirdim ve salona girdim. Sarma tabağını masanın ortasına bırakıp, hızla salondan Ömer Asaf' a kaçamak bir bakış atıp, çıktım. Masayı elbirliği ile kurup, herkesin ayağa kalkarak yerleşmeleri ile yanıma oturan küçük erkek kardeşime gülümsedim. Annemin yanına, Ömer Asaf' ın tam karşısında yerimi almışken, sürekli bana atıyor olduğu kaçamak bakışları beni çekindiriyor, aynı zamanda içten içe utandırıyordu. "Ee oğlum, sen evli değilsin galiba." Aniden annemden çıkan cümlenin muhatabı Ömer Asaf olunca, bakışlarım önce anneme, ardından tam karşımda yerini almış olan Ömer Asaf' a kaydı. Ağzına elinde ki çatalıyla sarma atacağı vakit, annemin sorusu onu durdurmuş olmalıydı. Kerem' in benden su isteyen fısıldamaları ile elime bir bardak su aldım ve erkek kardeşim Kerem' e uzattım. Ömer Asaf tam dudakaklarını aralayıp, bir cümle kuracağı vakit araya giren annesi Sevda hanım ile bakışlar ona döndü. "Ay yok Ayşe hanım" dedi Sevda hanım anneme. "Son bir ayda kaç tane kız gösterdim, hiç birini beğenmiyor. Görücü evlenmem diyor" diyince ona bakan ve kısılan gözlerimle dudaklarımı birbirine bastırdım. Anlaşılan çok kız fotoğraflarına, annesi sayesinde bakıyordu. "Öyle mi? Oğlum bak bizim mahallede bir sürü genç ve güzel kız var. Ben sana fotoğraflarınıda gösteririm. Hep sen de maşallah baya yakışıklısın." Ağzıma almış olduğum bir parça zeytin yağlı enginarı çiğnemeye koyulurken, ona bakmamaya ve bozulduğumu belli etmemeye çalıştım. Lokma boğazıma dizildi, konu nasıl evliliğe gelmişti anlamış değildim. "Ben daha çok görücü usulü değilde, kalbimin seçtiği kişiyle bir yola girmek isterim. Yani eğer evlilik yoluna gireceksem, bunu..." dedi, bakışlarım ona kaydı. Annesine dönüp "annem değil" diyerek bir kez daha bana baktı. "Gönlüm kendi seçsin isterim." Nutkum tutulurken, bakışlarını hızla benden kaçırdı, yemeğinden bir çatal daha aldı. Köşede duran hamur kızartmasından bir tane alıp, Kerem' in tabağına koyarak arkama yaslandım. Evlenecek olduğunu, onu bir başkasıyla hayal etmek bile nedense başımı döndürüyor ve midemi bulandırıyordu. Ben öylece önümde ki tabağımdan moralimin bozulduğunu ve neden yemiyorsun tarzı sorulara maruz kalmamak için bir kaç lokma birşeyler ağzıma aldım. Ömer asaf o sırada sürahiye uzanan elinin havada durmasıyla ayağa kalkması bir oldu. "Oğlum otur sen, İkra getirir" diyen annemin sesiyle ayağa kalkacağım vakit Ömer Asaf' ın "sorun değil ben doldururum" demesiyle salondan çıkıp mutfağa girmesi bir oldu. "Ay enginar çok güzel olmuş, ellerinize sağlık" diyen Sevda hanıma döndü bakışlar. "Bir tane daha alır mısınız?" diye sorunca annem, o itiraz etmeden "valla alırım, harika olmuş" diyerek ayağa kalkmama neden oldu. Ömer Asaf' ın mutfakta olduğunu bilmek beni heyecanlandırırken, "ben getiririm" dediğimde tabağı bana uzattı. Tabağı aldım ve salondan çıkıp mutfak kapısına yaklaştım. Kapıya yaklaşır yaklaşmaz, arıtmaya tutmuş olduğu sürahinin dolmasını bekleyen Ömer Asaf' a bakıp, kapı eşiğinde durdum ve gülümseyerek onu izlemeye koyuldum. Bakışlarım gömleğin altından belli olduğu kaslarının üzerinde gezindi, ardından yüzünde ansızın beliren gamzelerinde ve yan çehre profiline. "Yalnız orada durup bana bakarak gülümsemeye devam edersen, dikkatimi dağıtan o gülüşüne kızmak zorunda kalacağım." Yanaklarım hızla kızarmaya hedef kolluyormuş gibi aniden yanmaya ve kızarmaya başlayınca yutkunup elimde ki tabakla içeri girdim. "Şey..." Suyu kapattı, bana baktı. "Beni izlemek hoşuna mı gidiyor?" "Ne!" Midem kasılmaya başladı, ellerim ise terlemeye. Boğazım sert bir şekilde yutkunurken, "hayır bir kere" dedim ve hızla ekledim. "Ama senin kızlara bakmak hoşuna gidiyor sanırım. Baksana annen kaç tane kız göstermiş son bu ayda" dedim altını çizerek. Tezgaha yaklaştım, koluma dokunan eliyle yerimde durdum. "Sen beni mi kıskandın?" Gözlerim açıldı, ellerim terlemeye başladı. Midem bir kez daha kasılırken, yutkunmadan edemedim. "Neden kıskanacağım?" diyip ona döndüm. Lakin bana bakıyor olmasından dolayı yüz yüze gelmemiz, beni bir kez daha yutkunmaya meyil etti. "Aramızda ne var ki kıskanayım?" Gözleri anlık koyulaştı, o kusursuz gamzeleri kendini belli etti. Bir iki adım geri çekildi ve başını yana eğip kaldırdı. "O zaman neden dile getirdin?" Kızardım. Hem de oldukça. "Seni ilgilendirmez. Merak diyelim buna. Sen anlar mısın yoksa başka bir kelimeye mi yorumlarsın bilemem?" Yerimde daha fazla duramayıp, "içeri geçsen iyi olur" dedim ve tezgahın üzerinde duran enginarın içinde yer aldığı bor cama yaklaştım. O kıkırdayarak "öyle olsun" diyip mutfaktan çıktı ve salona geçti. Arkasından ben de enginar tabağı ile geçip, Sevda hanıma uzattım. "Afiyet olsun." "Sağol güzel kızım." Annem ve Kerem' in ortasına geçtim, Ömer Asaf' a bakmamaya çalıştım. Onu saf bir şekilde kıskanıyor olmam çok normaldi. Ama ona ilk görüşte aşık olmak normal miydi onu bilmiyorum? Onu görür görmez tekleyen kalbime söz geçirememek, onun bana olan davranışlarına sürekli utanıp kızarmak. Hepsi beni ona aşık kılıyordu. Ben ona sevgimi nasıl, aşkımı nasıl söyleyip dile getireceğim? Hiç bir şekilde bilmiyorum... Yemeğin ilerleyen saatlerinde sofrayı bize yardım eli uzatan Şirin ve Asya ile birlikte toplayıp mutfakta sohbet ede ede, günlük hayattan konuşup duruyorduk. Ben ve Eda bulaşıkları yıkıyor, ablam kızlarla ayıp olmamasından dolayı sohbet ediyordu. Kimse halinden mutsuz değil, memnundu. Ama aklım Ömer Asaf' ın evlilik konusuna gidince, bir acı ve yanma hissediyordum kalbimin tam ortasında, ona ayırmış olduğum kısmın üzerinde. "Eee senin var mı erkek arkadaşın?" Aniden Asya' dan ablama sorulmuş soruyla bakışlarım ablama kaydı Eda' yla birlikte. Biz ona sırıtarak bakarken, göz kırptım. "Söyle söyle, biliyorum ben zaten" dedim daha rahat olabilmesi için. "Ne!" dedi hafif yüksek çıkan sesiyle. "Ne ne?" dedim ve ekledim. "Biliyorum abla, rahat olabilirsin. Ayrıca ben ve Eda' dan sır çıkmaz" dedim ve Eda' ya dönüp göz kırptım. "Evet evet Sedef abla. Bizden sır çıkmaz." Gülerek bulaşık yıkamaya devam ederken, ablam onlara iki yıllık ilişkisini anlatıp duruyordu. Maşallah iki yıl da olmuş baya. Valla kimsenin gönül ilişkisine karışacak değilim. Ben kendi gönül ilişkim ile ilgilensem iyi olur yoksa bu gidişle Ömer Asaf' ı kaçıracağım. Bulaşıkları bitirdikten sonra içeriye çay eşliğinde, Eda' nın yapmış olduğu tiramisudan götürdük birer dilim. Herkes salonda, koltuklarda otururken, İlker ve abimin ortasına yerleştim. "Naber güzellik?" diyen İlker' e gülümseyerek baktım ve omzumu omzuna yasladım. Abimde başımda ki bandana ile oynarken, kulaklarıma Ferit beyin sesi ilişti. "Başınız sağolsun tekrardan Fehmi. Ahmet amcayı bende çok severdim. Çok çayını içip yemeğini yedim." Herkesin birbirine yaslanan dudakaklarına baktım, babamın konuşan sesine kulak verdim. "Olan oldu Ferit. Acısı devam etsede yaşamak zorundayız. Çocuklarım için ayakta durmak zorundayım." Gözlerimin içi sızladı. Başımı önüme eğdim, derin bir nefes alıp yanıma yaklaşan erkek kardeşime baktım. "Ne oldu ablacığım?" "Parka götürecektin beni. Dün akşam söz vermiştin." Herkesin dikkati benim üzerime çekilirken, dudaklarımı birbirine bastırdım ve erkek kardeşimin elini tuttum. "Ablacığım misafir var ama. Hem ben seni yarın götürürüm olur mu-" "Ama sen bugün götüreceğini söylemiştin" diye böldü lafımı Kerem. Derin bir nefes alıp, yeniden dudaklarımı aralayacağım vakit babamın sesi ilişti kulaklarıma. "İkra. Kızım sen kalk götür kardeşini, söz vermişsin." Bakışlarım anlık Ömer Asaf' a kaydı, ardından babama. Onu başımla onaylayıp, Kerem' in elini tutarak salondan çıktım. Koridorda ki boy aynasından kıyafetime ve bandanama ufak çaplı bir bakış atıp, hemen dış kapının yanında yer alan askılıktan çantamı aldıktan sonra kapıyı açtım ve Kerem' in elini tutarak ayakkabısını giymesine yardımcı oldum. Tam o vakit kapıya, içeriden yaklaşan Ömer Asaf ve annem ile kaşlarımı çattım. "Tekrar görüşmek dileğiyle." "Tabi tabi oğlum. Her zaman bekleriz." Kerem' in çıtçıtlı ayakkabısının çıtçıtını yapıştırıp, kaşlarımı çatarak ayağa kalktım ve kapıda, tam önümde duran Ömer Asaf' ın gözlerine bakıp durdum. "Kızım. Ömer Asaf askeriyeye gidiyormuş, sizi parka bırakabileceğini söyledi" diyince annem, dudaklarımı birbirine bastırdım, Ömer Asaf' tan bakışlarımı anneme çevirdim. "Gerek yoktu aslında-" "Yolumun üstü, bırakırım ben İkra hanım" diyince Ömer Asaf, annem ona gülümseyerek baktı. "Allah razı olsun oğlum. Kerem, anneciğim çok koşup terleme tamam mı?" Annemin Kerem' e söylemiş olduğu dikkat cümlelerine tebessüm edip, bende ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Ömer Asaf arkamızdan ayakkabılarını giyip, apartmana çıkarken annem kapıyı kapattı. Bana sırıtarak bakıp, göz ucuyla Kerem' e döndükten sonra "buyrun İkra hanım" dedi eliyle aşağı inen merdivenleri göstererek. Bizimle parka gelecek olması, daha doğrusu bizi parka bırakacak olması içimde sayısız kelebeklere yer verirken, midem kasıldı bir kez daha. Yüreğim arsız arsız onun için attı resmen şuan, şu dakika. Apartmandan çıkar çıkmaz onun arabasını fark edince oraya doğru çevirdim yönümü. Erkek kardeşim Kerem, elimi sıkı sıkı tutuyor benimle birlikte yürüyordu. Yaz sıcağı tam tepede, başımıza vuruyordu. Ömer Asaf' ın arkamızdan geliyor olduğunu bilmek ve arabayı uzaktan anahtar ile açmasıyla arka kapıya yaklaştım. Kapıyı Kerem için açıp, geçmesine yardımcı oldum ve onu kapıya yaklaşmaması için tembihledim. Ardından kapıyı kapatır kapatmaz ön yolcu koltuğunun kapısını açtım. Ömer Asaf ise bana göz kırpıp, şoför koltuğunun kapısını açtı ve içeri geçti. Yüzümde oluşan belli belirsiz tebessümü arabaya binmeden silip, oturdum ve kapıyı dikkatle kapadım. Araba evin önünde ayrılırken, Kerem' in ayağa kalkarak öne doğru eğilmesiyle bir kolunu benim yaslanmış olduğum koltuğa, diğer kolunu ise şoför koltuğunun arkasına yasladı ve öne doğru, bana baktı ve dudaklarını araladı. "Ömer abi de mi bizimle gelecek abla?" diye sordu bakışları bir bana bir Ömer Asaf' a bakarak. "Yok ablacım. Ömer abin askeriyeye-" "Gelmemi ister misin?" diye sorup, böldü lafımı Ömer Asaf. Kerem hiç beklemediğim bir tepki vererek "evet" diyip, sesini hafif yükselterek yerinde ufak bir zıplama yaşadı. Kaşlarımı çatıp, Ömer Asaf' a döndüm. "Sen askeriyeye gitmiyor musun?" Gamzeleri kendini belli etti. "Sevdiğimle vakit geçirmek için ufak bir yalan olabilir" diyince yüzümde belli belirsiz bir tebessüm peyda oldu, bakışlarım anında dışarıyı öylece izleyen Kerem' e kaydı. Şuan bizi duymuyor gibiydi. "O zaman sevdiğinin yanına git" dedim kısık çıkan sesimle. "Ömer abi, sen beni hızlı sallar mısın salıncakta? Ablam çok yavaş sallıyor." Ömer Asaf' ın bir cevap vermesine engel olan Kerem' in sesi tekrardan aramıza girdi, etrafa kısa bir sessizlik hakim oldu. Ben bakışlarımı Kerem' e çevirip, değişik bir yüz ifadesiyle bakarken, onun bana değilde Ömer Asaf' a baktığını fark ettim. "Sallarım tabi. Sen ne kadar hızlı istersen, o kadar hızlı olurum." Kerem' in yüzünde açan tebessümün nedeni olunca, kendisi de küçük kardeşimin gülüşüne eşlik etti. Derin bir nefes aldım, arabada arkama yaslanıp kısa yolun çabuk bitmesini bekledim. Yaklaşık on dakika sonra parkın önünde duran arabadan önce ben, sonra Ömer Asaf indi. Arka kapıyı açarak Kerem' in inmesine yardımcı oldum, lakin elini tutup parka koşmasına engel olamadım. Elimden kaçıp, parka doğru giderken Ömer Asaf' ın bedenini tam arkamda hissettim. Ellerini cebine yaslamış, bir de öyle bakıyordu ona dönen bakışlarıma. Yaklaşımının vermiş olduğu hisse kapılmamak adına yutkundum, önüme döndüm ve kardeşime doğru hızlı adımlarla yaklaştım. Onun arkamdan geldiğine emindim ama dönüp bakmadım. "Kerem! Ablacım dur orada" dedim salıncak sırasında beklerken. Tam yanına vardığım zaman, elini elime aldım ve ona doğru eğilip tembihledim. "Bundan sonra ablayı arkada bırakıp gitmek yok. Anlaşıldı mı?" Alt dudağını o küçük dişlerinin arasına aldı, başını salladı. "Tamam." Ömer Asaf' ta tam yanımızda durunca, Kerem ona baktı ve "beni sallayacaksın değil mi Ömer abi?" diye sordu. Ömer Asaf bana baktı, kaçamak bir bakış atıp ardından "evet" der gibi başını salladı. Salıncakta sallanan küçük kız çocuğunun bir müddet sallanıp, inmesinden sonra Kerem' i salıncağın önünde durdurdum, koltuk atalarından tutarak salıncağa oturttum. Önüne zincirini çekip, arkasına geçtim. "Ömer abi sallayacak!" Yalnız o bana değil Ömer' e sesleniyordu. Dudaklarım birbirine yaslandı, bedenim kenara çekildi. Ömer Asaf gülerek Kerem' in arkasına geçti, salıncağın zincirlerinden tutarak kendine doğru kaldırdı ve hızla bıraktı. Kerem' in şen kahkahaları kulaklarıma ilişirken, gülmeden edemedim. Omzumu salıncağın ayaklarına yasladım, bir Kerem' e bir de onu sallayan Ömer Asaf' a baktım. İleride kim bilir belki ikimiz bir yuva kurar, böyle doğacak çocuğumuzu parka getirirdik. O sallardı, ben izlerdim. Ne güzel bir hayaldi benim için. Gerçek olması için nelerimi vermezdim. Ömer Asaf' la evlenmek, onunla doyasıya sevgimi ve aşkımı yaşamak. Herşeyden güzel, saf bir hayaldi benim için. Kerem iyice sallanıp, yetmezmiş gibi "daha hızlı Ömer abi!" diye bağırırken, Ömer' in bakışları bana kaydı. Başımı olumsuzca salladım çünkü Kerem düştü düşecekti. O küçük elleriyle zincirleri zar zor tutuyor, Ömer Asaf' ın her güçlü vuruşunda öne doğru eğiliyordu. Aradan geçen on dakikanın ardından Kerem' in inip, kaydırağa koşmasıyla bakışlarımı ondan bir an olsun ayırmadım. Merdivenlerden çıktı, kaydırağın önünde oluşan sıranın arkasına geçip, bana oradan el salladı. Karşılık verip, öpücük gönderdim ve derin bir nefes alıp, yanımda duran Ömer Asaf' a çatık kaşlarla baktım. "Ne oldu?" diye sordum. Yüz ifadesi değişti, başı omzunun üzerinden arkasına döndü ve tekrardan bana baktı. "Çaktırmadan baktığım yere bak ve o adamı tanıyıp tanımadığını söyle bana. Durmadan sana bakıyor." Kaşlarımı çattım, bakışlarımı yüzünden belli belirsiz ayırıp az önce onun baktığı yere çevirdim yeşil gözlerimi. Bakar bakmaz ileride görmek istediğim kişi, en son manzara olabilirdi. Dehşet, vahşet. Bedenim yerinde titredi, adımlarım Ömer Asaf' tan uzaklaştı. Onun bana bakan çatık kaşlarına baktım, bir kez daha uzakta, parkın tek bir köşesinde yer alan devasa çınar ağacının gölgesinde duran Cihan' ın bana bakan keskin bakışları midemi bulandırırken, bir hafta önce o iğrenç sesi çınladı kulaklarımda. "Bir iki hafta sonra Mardin' e geleceğim. Elinde sonunda benim olacaksın. Duyuyor musun!" Sesi kulaklarımı esir aldı, beynimi çalkaladı. Boğazıma oturan koca yumru yutkunmama enge oldu, gözlerim uzakta durmuş bana bakan Cihan' ın gözlerinden ayrılmadı. Bana sırıta sırıta bakıyor, başını sallayıp duruyordu. Ömer Asaf' ı yanımda görmüş olmasını umursamadım, hızla kaydıraktan sıranın ona gelmiş olmasıyla Kerem' in kendini bırakması bir oldu. İlerledim, Ömer Asaf' ın "tanıyor musun?" sorusunu duymazdan gelip keremin elini tuttum, parkın çıkışına doğru yürüdüm. "Ne oldu abla? Kayıyordum hâlâ!" "Ben seni yine getiririm ablacım, annem bizi bekliyor" dedim arkama bakmadan parkın çıkışına etrafta koşuşturan çocukların arasından yürüyüp, çıkmaya çalışırken. "İkra?" Adımı, yanımda yürüyerek söyleyen Ömer Asaf' a bakmadım bile. Cihan' ın aramızda birşey olduğunu bilmesini istemiyorum. Gerçi aramızda birşey yoktu ama o pis zihniyetiyle neler anlardı bilemem. Bu nedenle Ömer Asaf' a bakmadım ve parktan çıktım, eve giden yolda yürümeye başladım. "İkra, durur musun?" dedi ve parmakları koluma dokundu. Refleks olarak hızla çektim, Kerem' i arkama alarak Ömer Asaf' ın ela gözlerine baktım. "Sorun ne?" "Gitmem gerek" dedim ve bir kez daha çınar ağacının altına baktım. Orada değildi. Kim bilir nerede ve nasıl karşıma çıkacaktı. Bedenim amansız korkuya kapılırken, yüreğim korkuyla atmaya başladı. "Tamam ben bırakayım" dedi ve arabayı eliyle işaret verdi. "Yok" dedim ve Kerem' e baktım. "Biz yürüyelim.' "İkra" dedi tam dönüp gideceğim vakit. "Kimdi o çocuk" diye sordu Cihan' ı kastederek. "Bilmiyorum" dedim hızla. Ömer Asaf' ın bunu bilmesine gerek yoktu, olmayacaktı. "Sana o tarafa bak dediğim andan beri bir tuhaf oldun. O adamı tanımıyor olsaydın apar topar gitmek istemezdin. Şimdi ya o adamın kim olduğunu söyle, ya da izin ver sizi eve bırakayım." Ellerimin içi terlemeye başladı, dişlerim yanaklarımı ısırdı. Dönüp Kerem' in bize bakan şaşkın bakışlarına baktım, bir kez daha döndüm Ömer Asaf' a. Ne karar vereceğimi bilmezken, Cihan' ın her an karşıma çıkacak korkusu yüreğimin hızlı hızlı atmasına ve midemin bulunmasına neden oldu. Bu ihtimali göz önüne alarak Ömer Asaf' ın gözlerine baktım ve birşey demeden arabasına doğru Kerem' le ilerledim. Arkamdan kaşlarını çatarak geldiğine emindim. Arabayı uzaktan açtı. Arabanın yanında durdum ve arka kapıyı Kerem için açtım. İçeri oturtup, kapıyı kapattıktan sonra ön kapıyı açtım, girmeden önce etrafa baktım. Alt dudağıma dişlerimi geçirdim, şoför kapısını açan Ömer Asaf' ın bana bakan şaşkın ve anlamsız bakışlarına kapılmamak için arabaya bindim. Kapıyı kapatıp, onunda geçmesiyle çok geçmeden araba çalıştı ve büyük parkın önünden eve doğru yol aldı. Yol boyunca Kerem' in Ömer Asaf' a sormuş olduğu bin bir türlü soruları, kollarımı önümde bağlayıp dinledim ve camdan bakışlarımı ayırmadım. Ne kadar çok Ömer Asaf' ın bana baktığını hissetsem bile dönüp ona, o güzel gözlerine bakamadım. Cihan' ın buraya, Mardin' e gelecek olması gerçekten doğruymuş. Başta yalan söylüyor, beni korkutmaya çalışıyor sanıyordum ama ciddiymiş. Ya babamın karışısına geçip, dalga geçer gibi beni sevdiğini söylerse. Ya babam ona inanıp bana fikrimi -öyle birşey olacağını düşünmesemde - sormadan onay verirse. Kafam allak bullak oldu, araba evin önünde durdu. Durduğunu fark edince kemerimi çözdüm, Kerem' in diğer taraftan kaldırıma inmesiyle ben de kapıyı açtım. İneceğim vakit, Ömer Asaf' ın ince bileğime dokunan parmakları bu sefer kendisine dönmeme neden oldu. "Neler oluyor?" diye sordu sakin sesiyle. Yutkundum. "Birşey yok. Birşey olduğu da yok. Allah'a emanet ol" dedim ve arabadan bir kez daha inmek için hareketlendim. Lakin aynı parmaklar bir kez daha beni yerimde durdurdu ve tekrardan ona dönmemi gerektirdi. "O güzel yüzün bembeyaz." Bakışlarım apartman merdivenlerinde oturmuş ve bize bakmakta olan Kerem' e kaydı anlık. Tekrardan Ömer Asaf' a döndüm. "Birşey oldu. Sana oraya bak dediğim an da birşey oldu." Dudaklarımı ıslattım, derin bir nefes alıp isteksizce yanaklarımın içini kemirmeye başladım. "Birşey olmadı" dedim. "Ayrıca olduysada," deyip, gözlerimin sızlamasına engel olamayıp istemeden devam ettim. "Seni ilgilendirmez." Bakışlarında boşluk, ifadesiz bir bakış gördüm. Parmaklarımı tutan eli gevşedi, adem elması sert bir şekilde hareketlendi. Elini indirdi, başını salladı. Cümlem ona ağır gelmiş olmalı ki önüne döndü. Ona söyleyemezdim. Herşeyimi ona anlatamazdım. Aramızda birşey yokken, onu Cihan'la karşı karşıya getirmezdim. Ben eğer ona Cihan' dan bahsedersem, mutlaka peşine düşecek ve olaylar beklenmedik bir hal alacak. Ve ben böyle olsun istemiyorum. Onu o iğrenç belayla karşı karşıya getirmek istemiyorum. Benim yüzümden olmaz. Yüreğim ne kadar onun için atıyor olsa da, bunu ona yapmayacağım. Daha çok benimle ilgilenmek yerine işiyle ilgilenmesi, mesleğinin yolunda gitmesi gerekiyor. Benim için mesleğini aksatmamalı. Buna izin veremem. Arabanın açık kapısını biraz daha araladım, ve "görüşürüz" dedim. "Görüşürüz." Sesinde ki üzüntülü tınıyı fark etmiş olsam da gözlerimin içi sızlasa da arabadan indim, kapıyı kapatıp ön taraftan yürüyerek kaldırıma çıktım. Hareket etmedi. Biz apartmana girene dek hareket etmeyecekti. Bunu biliyordum. Bu sebeble Kerem' in elini tuttum, oturduğu merdivenden kaldırıp apartmanın kapısını araladım. Önce Kerem girdi, merdivenleri hızlı hızlı çıkmaya başladı. Arkamı dönüp, ona baktım ve anlık göz göze geldik. Arabayı çalıştırdı, kapının önünden ayrıldı. Derin bir iç çektim, kapıyı kapatıp daireye doğru çıktım. "Ablan nerede?" diye sordu Kerem' e kapıyı açmış olan annem. "Geliyor" dedi Kerem ve içeri girdi. Ben de merdivenden çıkıp, dairenin önüne gelince anneme gülümsedim, misafirlerin gitmiş olduğunu fark edip, içeri rahat rahat girdim. Bugün Ömer Asaf' ın kalbini belki ikinci kez kırmış olabilirdim ama içim şimdilik rahattı. Onun bu konuya buluşmaması en iyi karar olabilirdi benim için. Eğer zaten kaderde varsa, bir gün mutlaka öğrenecektir. Bölüm Sonu... Bölümü nasıl buldunuz arkadaşlar!! Ayyy Cihan' ın geleceğine kimler emindi. Ben o sahneleri yazarken Ömer Asaf' a üzüldüm biraz. İkra üzdü benim ela gözlümü. Ama olsun ilerleyen bölümlerde onları çok güzel sahneler bekliyor. Oy ver yorum yapmadan geçmeyin, bölüm ile ilgili fikirlerinizi benimle paylaşın arkadaşlar. Şimdilik görüşmek üzere, kendinize iyi bakın, hoşçakalın. Beni takip etmeyi unutmayın ;) 😉 |
0% |