@lorensi
|
Merhaba canlarım! On dördüncü bölümümüz de burada sizlerle. Umarım beğenir ve yorum yapmayı unutmatsınız, sizleri seviyor ve şimdiden teşekkür ediyorum. Canım istediği zaman bölüm atıyorum, jdjdjdjdjdjjffj keyifle okuyun sevgili okurlarım. Asıl kitap şimdi başlıyor.
...Lorensi size keyifli okumalar diler...
Bölüm On Dört - Birbirine Bağlanan Kalpler Günlerdir dilim lâl olmuş, neredeyse evden hastaneye hastaneden eve gidip geliyordum. Arada bir Akel'le konuşuyor, onunla bir iki yürüyüş yaptıktan sonra eve geliyordum. Okulların açılmasına bir ay kalmış, bir ay önceden okula gidip gelen Akel, bir saniye bile oturacak vakit bulamıyordu bu aralar. Baran'ın, yani eniştemin annesi Gülin, kız kardeşleri Selen ve Seren, ablam, annem, ben ve Eda. Durmadan mağaza mağaza gelinlik bakıyor, girdiğimiz beşinci mağazadan da eli boş çıkmıştık. İki hafta sonra ablamın düğünü vardı ve ben günlerdir yüzümde ki moral bozukluğu ile etrafta dolaşıyor, kimseye belli etmemeye çalışıyordum. Baran eniştemin kız kardeşlerinden sarışın olan Selen, henüz üniversiteyi bitirmiş değildi. Benim gibi tıp üniversitesi okuyor, ve benim gibi doktor olmak istiyordu. Branşını sorunca genel cerrah demesi, biraz daha yüzümde tebessüme yer vermişti. Selen sarı saçlara, bal rengi gözlere sahipti. Abisi Baran, yani eniştemin tam zıttıydı. Hafif çekik gözlü ve oldukça dolgun ve şekilli bir dudağa sahipti. Kavisli kaşları görünümüne güzellik katmıştı. Seren ise henüz üniversiteye yeni başlamış, mühendisliğe giden yolda ilk adımı atmıştı. Kumral saçlarının zıttı olan o harika buz mavisi gözleri insana bakarken gözler kamaştırıyordu. Tıpkı abisi Baran gibiydi göz renkleri. Hafif dolgun dudakları ve tıpkı Ömer Asaf'ta olan, her baktığımda kendini belli eden o gamzeler Seren'de de vardı. Onu şimdiden özledim. Günlerdir yüzünü görmüyor sesini duymuyordum. Kim bilir bana o gün nasıl birşey söyleyecekti deli gibi merak ediyordum. Gülin hanımlar sürekli düğün için bize gelip giderken iyice tanışmış, hatta kızlarla kaynaşmıştık. Baran eniştemin en küçük kardeşi, erkek kardeşi olan Bartu'ydu. O da abisi gibi kumral, mavi gözlü bir çocuktu. Şuan abisiyle damatlık bakıyor olmalıydı. İlerleyen saatlerde bugün izin günümün olmasından dolayı annemlerle epey vakit geçirebiliyordum. Karşımıza çıkmış olan bir diğer mağazaya gireceğimiz vakit, telefonumun titremesiyle çaldığını fark ettim. Kaşlarımı çattım, omzuma takmış olduğum çantamın fermuarını çekip, telefonumu çıkardım. Akel arıyor... Annemler mağazaya girip, gelinlik bakmaya vakit harcarken, ben kapıda durup, Akel'e yanıt verdim. "Efendim Akel." "Neredesin canım?" "Ablama gelinlik bakıyoruz." "Aaa ne güzel. Bugün okuldan erken çıktım, konum at yanınıza geleyim." Gülümsedim. Yanımda dilimden ve halimden anlayacak bir arkadaşımın olması güzel olurdu benim için. "Tamam" dedim ve "görüşürüz" diyerek telefonu kapadım. Okulların açılmasına bir bir ay kaldığından dolayı sürekli okula gidip geliyordu kız arkadaşım. Hızla ona konum atıp, mağazaya girerek ablama yardımcı olmak adına gelinliklerde göz gezdirdim, o harika kumaşlara el değdirdim. "Bu nasıl?" Seren'den gelen soruyla herkes onun tutmuş olduğu gelinliğe çevirdi bakışlarını. Eda Selim' i köşede, pusetinin içinde uyutmaya çalışırken, canım ve dünyalar tatlısı yeğenim yedi aylık olmak üzereydi. Gitgide abime benziyordu neredeyse. Ama o yeşil gözleri tıpkı benimkiler gibiydi. "Ay çok güzel" deyince Selen, Seren'nin yanına yaklaştı, gelinliğe şöyle bir baktı. "Bence de çok güzel" dedi Eda yan tarafta oturmaya, Selim'i uyutmaya devam ederken. "Bunu dene o zaman güzel kızım" diyen Gülin hanımın bakışları ablama kaydı, ablam onaylar gibi bana baktı, ona yardımcı olmak adına yanına yaklaştım ve gelinliği alıp, deneme kabinlerine doğru yol aldık. O üstündekileri çıkartıp, yardımım ile üzerine geçirirken, yaklaşık on on beş dakikanın ardından tekrardan annemlerin önüne çıktık. Kızlar gözlerini büyüterek bakarken, annem ve Gülin hanım birbirine gülümsüyordu. O kadar çok güzel olmuştu ki gelinlik, neredeyse bende deneyecek kadar çok istiyordum. Gelinliğin alt kısmı aşağı doğru hafif kabarık ve üzerinde beyaz, çiçek şeklinde bir tül sarkıyordu. Omuzları ise açıkta, omuzlarından az aşağıya uzanan kollar vardı. Bel kıvrımı ise dar ve gayet ablamın üzerine tam oturmuştu. Yakası ise V şeklinde, aslında tam da sayılmazdı. Ablam gelinliğini beğendiğini belli eden bir gülümsemeyle aynanın önünde kendine bakarken, telefonumun bir kez daha titremesiyle çantamın içinden çıkarıp, Akel' in geldim yazmış olmasıyla dışarı yöneldim. "Buradayım." Gülerek etrafta bakışlarını gezdiren Akel, bana döner dönmez yüzüne daha derin bir gülümseme yerleştirdi. "Yanlış geldim sandım" dedi ve mağazanın içerisine baktı dışarıdan. "Kalabalık mı?" "Hım hım" dediğimde birlikte mağazaya girdik. Gün boyunca mağazada gelinlik hakkında konuşup, durduk, ayrıca bu sefer gerçekten aldık. Sonunda elimiz boş değilde, dolu çıkınca kendimizi hızla bir lokantaya atıp, yemek yemeye koyulmuştuk. Herkes yemiş olduğu kahvaltı ile duruyordu ve oldukça midelerinden gelen açlık gurultuları ile aç olduklarını belli ediyorlardı. Lokantada yer alan uzun bir masaya herkes sıralanmış, masayı Gülin hanımın isteği ile kebapla donatmışlardı. Abim ve İlker' de bize eşlik etmiş, abim Eda'nın yanına, İlker benim yanıma oturmuştu. Oturur oturmaz yanağıma bir öpücük kondurmuş, gülümseyerek ona bakmama neden olmuştu. Herkes önündeki tabağı ile ilgilenirken, ben de rahat ve bir o kadar iştahsızlık ile yemeğimi yemeye başladım. "Siz ne zaman evlendiniz oğlum?" Gülin hanımın abime yöneltmiş olduğu soruyu işiten abim, kendisine sorulduğunu ve tüm gözlerin ona döndüğünü fark edince ağzındaki lokmayı gayretle yuttu, ve yanında ki eşine baktı. "İki yıl olacak" dedi içinde ki aşkı sesinede yansıtırken. Eda'nın kucağındaki Selim, eline almış olduğu kaşığı masaya vurup, rastgele sesler çıkartarak kaşığı ağzına alıyordu tekrardan. Gitgide büyüyor ve daha da şirin oluyordu. "Maşallah maşallah. Allah sevginizi bozmasın." Annemler ve abimler topluca "amin" derken, biz bir kez daha kebaba gömüldük. Lokantada herşey günlük gülistanlık geçip giderken, ne ara ayaklanıp lokantadan çıktığımızın farkında değildim. Akel'le kol kola kaldırımda yürürken, annemler önden yürüyordu. Günler sonra düğünümüzün olduğunu bilmek, beni heyecanlandırıyordu. "Hala konuşmuyor musun?" Akel'in sorusu düşüncelerimden gerçeğe dönmeme neden olunca, yutkundum ve yandan ona baktım. "Kiminle?" "Ömer Asaf" dedi kısık sesiyle annemlerin önden yürüyor olduğunu hesaba katarak. Ömer Asaf günlerdir bana ne mesaj yazıyor, ne de karşıma çıkıyordu. Acaba tamamen unutmuş olabilir miydi beni? Tamamen silmiş olabilir miydi? O gün bana neler diyeceğini o kadar çok merak edip duruyordum ki, içimde ki özleme engel olamıyordum. Derin bir nefes aldım ve Akel'e dönüp bakarak yürümeye devam ettik. "Hayır. Hiç yazmadı. Aramadı da" dedim sesimde ki üzüntüyü belli etmemek ister gibi. "Sen ara. Hem bak geçen yanına gelmiş, seni o Cihan'dan kurtarmış. Ayrıca hataydı demiş." Kaşlarımı çattım, yürümeye devam ederek önüme baktım. "İstemiyorum. Söylediklerinde nasıl bir hata olabilir ki Akel?" dedim kısık sesimle. "Bilmiyorum" dediğinde başımı ona çevirdim ve derin bir nefes aldım. "Boşver. Unutmak istiyorum." "İstemiyorsun. Şuan bile aklından çıkmıyor çünkü seviyorsun." "Akel tamam" dediğim vakit, telefonumdan gelen bugün bilmem kaçıncı mesaj bildirimiyle elimdeki telefonumun ekranına baktım. Nutkum tutuldu, ellerimin içi hem terledi hem de titredi. Günler sonra onun bana yazmış olmasından ne çıkarmam gerekiyordu? Ne gibi bir anlam yüklemem gerekiyordu? O bana yazmıştı ve ben şuan kendimi delirecek gibi hissediyordum. Hissediyor ve bunun gerçeklik payına yüksek bir ihtimal veriyordum. Mesaj Ömer Asaf'tan gelmişti. Uzun zaman sonra mesaj kısmına girdim ve onun ismini günler sonra en üstte görmek beni bir kez daha içten içe mutlu etti. "Kimden?" diye soran Akel'e çevirdim başımı. Telefonun ekranını yavaşça ona çevirdim, atmış olduğu mesajı değilde, ondan mesaj geldiğini gösterdim. Gözleri büyüdü, kolumdaki eli değil, lakin diğeri ağzına yaslandı. Bana gülerek baktı. "Ne yazmış?" "Bilmiyorum" dedim ve mesajın içeriğine bakmak için üstten indirip baktım. "Sesli mesaj atmış." "E baksana" deyince, başımı annemlere kaldırdım, abim ve İlker'in Eda'yla önden yürüdüğünü fark ettim. Annem ve Gülin hanım ise birbirleri arasında sohbet ediyor, kızlar ablam ile aralarında konuşuyordu. Ben tekrardan bir mesaja, bir de Akel'e baktım. "Bak hadi bak" dedi ve "görüldünü kapa" diye ekledi. Yutkundum ve görüldümü kapayıp, titreyen parmağımı onun ismine basarak, sesli mesaja baktım. "Dinle." Bir kez daha yutkundum, mesaja bastım ve telefonu kulağıma yasladım. Başta "İkra" dediğini işittim. Sonra da devam etti. "Bana ne kadar kızgın olduğunu biliyorum. Belki de hiç değilsin. Ama şunu bilmeni istiyorum. Geçen sana söylediklerim sadece anlık gaflete düşmüş üsteğmen Ömer Asaf'ın hastasıydı" dedi kendinden bir başkasıymış gibi bahsederken. "Bir TSK mensubu olarak sana bunu söylememem gerekiyor ama içimde ki duygulara dur diyemiyorum. Senin yanıma geldiğin o gün görevden yeni dönmüştüm. Ve seni kaçıran o adamın, iyileştirmiş olduğun o herifin karşısındaydım. Beni seninle tehdit etti. Tabi tam tehdit sayılmaz. Senin hakkında şeyler söyledi. Dayanamadım. Seni kendimden uzaklaştırmak, sana zarar gelmemesi için uzak durmak istedim. Ama yaptığımın bir hata olduğunu çok geç fark ettim. Özür dilerim İkra. O evlenme konusu bile tamamen seni kendimden uzaklaştırmak içindi. Hepsi bir yalandı. Çünkü sana zarar gelmesini istemedim. Bu göğüs kafesimin içinde senin için atan kalbin, senin yıpranışını görmesiyle üzülsün istemedim. Umarım beni anlıyorsundur. Bu mesajı dinler misin bilmiyorum ama sana söylemek istediğim çok şey var. Eğer bu mesajı dinliyorsan, seni size yakın olan çay bahçesinde bekleyeceğim. Eğer gelirsen, söz veriyorum hep yanında olacağım. Ama eğer gelmezsen, asker yemini olsun sana İkra... Karşına çıkmayacağım. Seni rahatsız etmeyeceğim. Ve sana söz veriyorum sonsuza dek hayatından çıkıp gideceğim. Sonsuza dek..." Mesaj biter bitmez hala yürüdüğümü yeni yeni fark edip olduğum yerde durdum ve sızlayan gözlerime söz geçirmek için içten içe çaba sarf ettim. Duygularımın önüne geçebilecek bir neden var mıydı bu dinlediğim mesajdan sonra? Bu mesajın gerçeklik payı ne olabilirdi ki? Ben ona, ona olan duygularımı söylemek için gitmişken, o bana zarar gelmemesi için benden vaz mı geçti? Peki ya gerçekten gitmezsem? O zaman gerçekten hayatımdan çıkıp gidecek miydi? Bunu yapacak mıydı? "Ne oldu?" diyen Akel'in elimden telefonu alıp, mesajı dinlemeye koyulmasıyla yaşarmış gözlerimi sildim ve annemlerin arkasından yürümeye devam ettik. Akel hala mesajı dinliyor, arada bir gözlerini büyütüp, kaşlarını çatıyordu. Ben ise hala o mesajda ki çaresiz sesi kulaklarımda yankılanıyor olmasını düşünüp duruyor, nefes almakta zorlanıyor gibi hissediyordum. Akel nihayetinde mesajı dinlemiş olacak ki telefonu indirdi, bana uzattı ve "ben biliyordum sana öyle demesinin altında bir neden olduğunu?" dedi. "Çok belliydi zaten, durduk yere sana öyle şeyler demesi" diye devam etti. Dudaklarımı ıslattım, önümüze çıkan taksinin durması ve annemlerin bize dönmesiyle yanlarında durduk. "Görüşürüz Gülin hanım. Yine bekleriz." "Siz de bir gün bize gelirsiniz artık dünür sayılırız" deyince Gülin hanım, annemlerle vedalaşıp, sarıldıktan sonra taksiye bindi. Hemen arkasından Selen ve Seren'de el sallayıp, sıcak bir tebessümle taksiye binip, yanımızdan ayrıldılar. "E biz de gidelim, araba yakınlarda." Abimin kulaklarıma ilişen sesine döndüm. Annem başını salladı, Akel ise hızla araya girdi. "Biz İkra'yla dolaşacağız Ayşe teyze. Sonra geliriz olur mu?" diye sorunca Akel, annem gülümsedi, "geç kalmayın ikinizde" deyip, abimin arkasından ilerlemeye koyuldu. Onlar gitgide ablamla birlikte uzaklaşırken, ben Akel'e döndüm. "Nereye gideceğiz?" "Ben değil, sen gideceksin." Kaşlarımı çattım. "Nereye?" "Ya İkra gerçekten saf mısın benim güzel arkadaşım? Nereye olacak, sevdiğin adamın yanına. Hem seni bekliyor duymadın mı?" Hala elinden almamış olduğum telefonumu aldım, dudaklarımı birbirine yaslayıp, baktım. "Gitmeyecek misin?" diye sordu bu seferde. "Bilmiyorum. Gidip ne diyeceğim ki? Yüzüne bakamıyorum doğru düzgün." "Sen birşey demeyeceksin o diyecek. Hem sen onun hayatından çıkıp gitmesini mi istiyorsun? Gideceğini söylüyor. Onu bu denli severken buna izin verme İkra. Git ve ne diyeceklerini dinle. Hem bak hepsinin bir hata olduğunu söylemiş. Pişmanlığını yaşıyor," dedi ve derin bir nefes aldı, benden gelecek bir cevap bekledi. O bana umutla bakarken, ben içimde ki meraka ve duygularıma yenik düşüp, başımı salladım ve "onu kaybetmek istemiyorum" dedim sesimde ki titremeyi kız arkadaşımın duymasını ister gibi. Gülümsedi. Bu buruk bir gülümsemeydi. "Git ve konuş. Baktın olmuyor geri dönersin." "Ben gideyim," dedim ve ileride duran taksiye baktım. Başını salladı, taksiye birlikte ilerledik ve birlikte bindik. Onun o çay bahçesinde bekliyor olduğunu bilmek beni heyecanlandırıyordu. Bana neler söyleyeceğini bilmemek beni daha da heyecandırıyordu. Taksiciye yol boyunca yolu tarif edip, durdum, çay bahçesinin önünde durmasıyla gerekli tutarı ödeyip, Akel ile beraber indik. Taksi yanımızdan ayrılıp, çoktan ortalıktan kaybolurken, Akel bana yaklaştı. "Ben eve gideyim, sen bana anlatırsın sonra istersen." Başımı salladım. O yanaklarıma birer buse kondurup, sıkıca sarıldıktan sonra "görüşürüz" diyerek ayrıldı. Arkasından "görüşürüz" dedim ve esen soğuk rüzgara, göğün üzerinde toplanan kara bulutlara baktım. Çay bahçesine çıkan yüksek merdivenleri titreyen bedenimle çıktım, üstümde ki elbise ve ceketle üşüdüğümü, yağmurun yağacağını hissettim. Çantamın kolunu omzumun üzerinden tutmaya devam ederek merdivenleri çıkmayı bitirdim ve bakışlarımla etrafta onu aradım. Tek tek gezdirdim yeşil bakışlarımı ona ait bir sima bulmak için. Sağdan başlayıp, sola doğru başımı çevireceğim vakit, tam orta masalarda, birinde yer alan onun bedenine arkadan baktım. Sırtı bana dönük, bir dirseği masaya yaslamıştı. Kolundaki koyu yeşil asker saatine bakıp duruyor, derin bir nefes alıp, veriyordu. Gerçekten gelmişti. Buradaydı. Derin bir nefes aldım ve usul usul yanına adımladım. O ise birden ayaklandı, gideceğini hissettirdi. Tam bana doğru döndü ve adımları yerinde durdu, bakışları gözlerimde kayboldu gibi. Yutkundum. Onun bana uzun zaman sonra bakıyor olduğu bakışlarını hissetmek gözlerimin sızlamasına, yerimde öylece durup ona bakmama neden oldu. Esen soğuk yellerden dolayı uçuşan saçlarımı, elimi kaldırdım ve kulağımın arkasına sıkıştırarak bir adım daha attım ona doğru. Ve bir adım daha... Bir adım daha ve tam önünde durdum. Uzun boyundan dolayı ona alttan baktım, "selam" dedim ellerimi önümde birleştirerek. "Hoş geldin." Başımı salladım, ilerledim ve tam karşısında ki sandalyeyi çekip usulca oturdum. O da beni izledi, az önce oturuyor olduğu sandalyeye tekrardan oturdu ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Bana ne söyleyeceğini o kadar çok merak edip, sabırla beklemeye devam ettim ve bir kez daha dudaklarımı ıslatıp, yutkundum. Etrafına bakındı o her saat her dakika bakmak istediğim ela gözleriyle. Elini kaldırdı ve ileride yer alan garsona "iki çay iki tost alabilir miyiz?" diye seslendi. Gece gece tost yemek harika olabilirdi benim için ama onun karşısında nasıl yiyeceğimi hiç bir şekilde bilemiyordum. "Ne yersin diye sormadım?" diyerek bana dönünce, başımı iki yana olumsuzca salladım ve "sorun değil" dedim, ve aç olmamama rağmen sessiz kaldım. Gülümsedi. Masanın üzerine yaslamış olduğu ellerini birbirine sürtüp, kısa süre sonra önümüze getirelen tost ve çaylar ile yüzümde belirsiz bir tebessüm peyda oldu. Derin bir nefes alıp, önüme tostumu çekerken, yan tarafta ki karton bardakta ki şekerlerden bir tane alıp, çayıma atarak karıştırdım. İkimizde konuşmuyor, bu aramızda oluşan sükutu bozmuyorduk. "İkra" dedi sonunda duymak istediğim kelimeyi dudaklarından telaffuz ederken. Derin bir nefes aldım ve elimde ki tostu tabağa bırakarak yutkundum. "Efendim." "Mesajı dinledin." Başımı önümde ki tostun üzerine eğdim, bakışlarımı sıcak çaya odalayıp, başımı salladım. "Ve geldin" dedi sesinde ki pişmanlık kendini apaçık belli ederken. Bir kez daha başımı salladım. "Gelmek istedim, geldim." "Bu özrümü kabul etmiş olduğun anlamına mı geliyor?" Başımı bu sefer büyük bir istekle salladım. "O gün..." dedim ve durdum. Rahat ve derin bir iç çekip, tekrardan başımı ona doğru kaldırdım ve o bakmalara doyamadığım ela gözlerine baktım. "Bana gerçeği söyleyebilirdin. O adamın benim hakkımda böyle düşündüğünü söyleyebilirdin." Dudaklarını birbirine bastırdı. "Haklısın. Ama söyleyemedim." "Hım hım" dedim bir kez daha utangaç bir tavırla başımı önüme eğerek. Önümde ki tostu elime aldım, bir ısırık aldım, tostu tabağa geri bıraktım. "Yarın önemli bir görev için sınır dışına gideceğim." Cümlenin vermiş olduğu bedenen sarsıntı, beni olduğum yere çivilerken, ağzımda ki lokma boğazıma dizildi. Gözlerimin içi nedenini bilmeksizin sızladı. Ela gözlerini gözlerimden kaçırdı ve çay bardağının kenarlarıyla oynadı. Benimle konuşması gereken önemli konu sınır dışına gidiyor olması mıydı? İyide bunu bana ne için söylüyordu? Aramızda birşey yokken, bunu bana neden söyleme gereği duymuştu? Ben ona bakınca her saat, her saniye kasılan bedenime anlam veremezken, o bana böyle bir cümle kuruyordu. Derin bir nefes aldım ve yutkunup dudaklarımı araladım. "Öyle mi?" dedim ve üzüldüğümü belli etmemek adına başımı önüme eğip kaldırdım. Çayımdan bir yudum alıp, onun bir başka cümle kurmasıyla gözlerimiz tekrardan buluştu. "Ben böyle işlerde hiç iyi değilim ama söyleyeceğim galiba." Kaşlarımı çattım ve "n-neyi?" diye sodum. Sesimde ki titreyişin nedenini çözemedim. "Görevden ne zaman döneceğim belli değil. Bu yüzden gitmeden önce içimde kalmasını istemiyorum. Biliyorum henüz bana dargınsın ama söylemek istiyorum." Ben kaşlarımı daha da çok çatarken, o derin bir iç çekti ve dudaklarını gözlerime bakarak araladı. "İkra... Birbirine bağlanan bu kalplere..." Nefesimi tuttum, bakışlarımı gözlerinden ayırmadım. Ne diyeceğini az çok tahmin ederken, onun "bir şans verelim mi?" diye sorması, tutmuş olduğum nefesi serbest bırakmamı gerektirdi. Derin bir nefes aldım, gözlerimin içinin sızlamasıyla dudaklarımı hafif araladım ve ciğerlerime derin bir oksijen çektim. O ela gözleriyle hala gözlerime bakarken, kırmızı kan hücrelerimin yanaklarımı henüz terk etmemişken, daha da çoğalması bir oldu. Yüreğim heyecana kapıldı ve midemde sayısız kelebeklerin uçuşu baş gösterdi. Ona karşı olan bu hal ve hareketlerimin nedeni az çok kalbimde kendini belli ediyor ama dile gelemiyordu. Ellerimin içi yavaş yavaş terlemeye başlarken, göğsüm bir kez daha almış olduğum derin nefes eşliğinde yükselip indi, bana bakan bakışları önüne eğildi ve tekrardan bana kalktı. Etraf sanki derin bir sessizliğe büründü, ve çay bahçesinde sanki sadece ikimiz var gibiydik benim için. Yan masalardan gelen küçük, kısık kahkahalar ve konuşmalar bir bir uzaklaştı ve beni kendime getirecek kadar kuvvetli olan soğuk bir rüzgar esti. Başımı hafif sağa eğip kaldırdım ve gözlerimi gözlerinden hiç ayırmadım. Daha bugüne kadar onunla konuşmuyorken, o şimdi karşıma geçmiş ve bana kız arkadaşı olmamı gerektiğini söylüyordu. Geçen gün söylediklerinin bir hata, asıl gerçeğin bu olduğunu söylüyordu. Ömer Asaf benden bir cevap beklemeye devam ederken, sandalyesinde hareketlendi ve daha rahat bir pozisyon alarak tekrardan gözlerime baktı. "Biliyorum, ansızın oldu. Ama içimde tutamıyorum. Senden özür diliyorum. Ve eğer gerçeğin, senin hakkında ne düşündüğümü gerçekten bilmek istiyorsan," dedi ve "gerçek" diye ekledi. Ardından "bu" dedi. Dudaklarımı ıslattım, sızlayan gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmadım. "Kararın ne olursa olsun saygı duyacağım. Ama şunu bilmeni istiyorum. Seni seviyorum İkra." Seni seviyorum deyişi midem de sayısız kelebeklerin baş göstermesine, cirit atmasına neden olurken, kucağımda yer alan ellerimle elbisemin kumaşını sıktım, asıl amacım terlemiş olmasından dolayı ellerimi kurutmaktı. Karşımda duran üsteğmen, resmen bana benim kız arkadaşım olur musun, bu yolda benimle birlikte yürür müsün diyordu ve ben bunu redderek hayatımın en büyük yanlışını yapmayacaktım. Bu nedenle daha fazla susmayı seçmeyip, dudaklarımı ilk kez bu kadar büyük bir istekle araladım. "V-verelim" dedim nefesimle gülerken. Başka birşey demedi ve geçmişi araya sokup, olmuşların hakkında konuşmak istemedim. Gözlerinin içi hiç beklemediğim bir anda aldığı cevap karşısında gülerken, karşılık vererek gülümsedim. Önüme uçan saçlarımı geriye attım ve derin bir nefes daha aldım. Bakışlarımızı tekrardan buluşurken, kızaran yanaklarımı ondan kaçırdım. Bu ansızın gelen soğuk havanın bana olan avantajı, kızarmış yanaklarımı gizliyor olmasıydı. Gören soğuktan kızarmış diyebilirdi ama ben eminim ki bu kızaran yanaklarımın tek nedeni bana sıcak bir gülümsemeyle bakan üsteğmen Ömer Asaf'tan başkası değildi. 🎻 Çay bahçesinden, tostlarımızı ve çaylarımızı içtikten sonra ayrılmış, benim evime giden yolda yan yana yürüyorduk. Sağ koluma takılı olan çantamın kolunu sağ elimle tutarken, sol elime hiç beklemediğim bir anda değen parmaklarla önüne gülerek bakan Ömer Asaf' ın yan profiline baktım. Diğer eli pantolonun cebinde yer alıyor, diğeri elimi tutmak için benden izin istiyor gibiydi adeta. Önceki konu hakkında hiç konuşmamış, eskiyi gündeme getirip, yeninin heyecanını söndürmemiştik. Yutkunup, bir kez daha kızarmaya başlayan yanaklarımı önüme çevirip, büyük bir cesaretle, isteğine istekle karşılık vererek parmaklarımı önce avucuna dokundurdum, ardından yavaşça avcumu avucuna bastırdım. Sıcak eli bir buzdan farkı olmayan elimi sıkı sıkıya tutarken, yüzünde sıcak bir tebessüm peyda oldu. Başımı çevirip ona döndüm ve onunda bana bakmasına neden oldum. Gözleri gözlerime bakarken, bakışları ellerimize kaydı. Ben de onun gibi başımı ellerimize doğru eğdim, ardından çekinerek ve utanarak önüme çevirdim başımı. Sokak lambalarının altında el ele, yürümeye devam ettik. Ne o konuştu ne ben. Sadece yürüdük. Bu sessizlik bize huzur gibi gelirken, oturuyor olduğum sokağın başına denk gelince kısa süren yola üzülmüş olsam da belli etmemeye çalıştım. Elimi tutmaya devam ederken, bedenini bana doğru çevirdi. O da biliyor ki ailemden çekindiğimi ve başkalarının bizi el ele görmesini istemediğimi. Bu yüzden sokağın başında durduk ve birbirimize döndük. "Yarın saat kaçta göreve gideceksin?" diye sordum aklıma gelen anlık soruyla. Dudaklarında küçük bir tebessüm peyda olunca, dudaklarının kenarlarında ki gamzeler de kendini belli etti. Bu gülüşüne tebessümle karşılık verdim. "Saat beş buçuk gibi" dediği vakit dudaklarımı birbirine yasladım. "Seni bir daha ne zaman göreceğim peki?" diye sordum çekingen bir hal ile. Diğer eli aniden cebinden çıkıp, diğer elimi de tutarken, baş parmakları ellerimin üst derisini şefkatle okşadı. "Gitmeden yanına geleceğim" dedi içimde ki heyecanı ikiye katlarken. Başımı olumluca salladım ve gülümsedim. Aniden başını öne doğru eğip, sıcak dudakları ilk kez kızarmış ve soğumuş yanaklarımdan birinin yüzeyine temas ederken, bedenim yerinde kat katı kesildi ve sayısız kelebekler bir kez daha midemde baş gösterdi. Geri çekilip, ela gözleriyle yeşil gözlerime bakarken, kızaran yanaklarımla dudaklarından dökülen "iyi geceler" kelimeleriyle derin bir nefes verdim ve başımı utanarak salladım. Elleri ellerimi bıraktı, geriye çekildi. Omzumda ki çantamın kolunu her iki elimle birden tutup, apartmanın önüne yürümeye başladım. Hala yanaklarımda sıcak dudaklarının hissi dolaşırken, atmış olduğum üçüncü adımda durdum, omzumun üzerinden hızla ona döndüm. İçimde ki isteğe engel olamayıp, bu davranışını karşılıksız bırakmayıp yavaş adımlarla ilerledim, tam önünde durup bana şaşkınlıkla ve tebessümle bakan bakışlarına baktım. Parmak uçlarımda yükselip, dudaklarımı sağ yanağının üstüne denk getirerek küçük bir buse kondurdum. Geri çekilip, bir kez daha kızarmaya başlayan yanaklarımla "iyi geceler" dedim ve hızla arkamı dönüp koşar adımlarla ilerledim. Arkamdan kıkırdadığını duymuş olsam da dönüp bakmadım, apartmanın önüne gelene dek hızlı hızlı yürüdüm. Nihayetinde kendimi apartmanın önünde bulunca, durup ona baktım ve hala orada olduğunu fark ettim. Ben içeri girmeyene dek onun gitmeyeceğini biliyordum. Ona bakmaya devam ederken cebinden telefonunu çıkardı ve bir kaç tuşa tıkladı. Aniden çantamda titreyen telefonumdan gelen bildirim sesiyle bana mesaj yazmış olduğunu fark edip, hızla telefonumu çıkardım. Ekranı açıp, atmış olduğu mesajın üstüne tıklayarak ne yazdığını okumaya başladım. Ömer Asaf ; Eve girip bana camdan el sallayana dek buradan ayrılmayacağım. Güvende olduğunu bilmek bana kendimi iyi hissettiriyor. Şimdi yukarı çık ve güzel bir uyku çek... Yazmış ve sonuna üç nokta koymuştu. Başımı çevirip ona bakarken, elinde ki telefonla bana bakıyordu. Tek kaşı hafif havalandı ve aklına birşey gelmiş gibi tekrardan başını telefonuna eğdi ve parmakları birşeyler yazdı. Gelen bildirimle bakışlarımı telefonuma çevirdim ve yazmış olduğu kelimenin üzerinde gezdirdim bakışlarımı. Ömer Asaf ; Erik gözlüm ;) Erik gözlüm kelimesi kendimi ona ait hissettiriken, dönüp ona baktım ve gülümseyerek apartmana girdim. Merdiven basamaklarını hızlı hızlı çıkıp, evin kapısını anahtarımla açıktan sonra içeride oturan aileme "ben geldim" diyerek, İlker'e, ablama, abime, Eda'ya, babama, anneme ve annemin dizlerinde uyuyan erkek kardeşime baktım. Başını annemin dizlerine yaslamış, yerde uyuya kalmıştı. Bakışlarımla bir diğer koltukta yan yana oturan ve birbiri ile temas etmeyen abim ve eşine baktım. "Hoş geldin kızım." "Hoş buldum" diyip başka birşey demeden odama yöneldim. İçeride ablamın olmaması büyük bir şansken, yavaşça odamın camını açıp, başımı çıkardım ve hala sokağın başında öylece cama bakarak bekleyen Ömer Asaf' a baktım. Elimi uzatıp, el sallarken onunda gülerek karşılık vermesiyle arkasını dönüp yavaş yavaş ilerlemesi bir oldu. Camı kapadım, sessizce perdeyi kenara çekerek yatağıma oturdum. Elimde ki telefonumu komodinin üzerine bırakırken, tam o sırada odaya aniden giren ablamın kendini sırt üstü yatağına bırakmasıyla üstümde ki montumu çıkardım ve askıya asıp dolaba yerleştirdim. "Yarın hastaneye gidecek misin?" "Evet. Neden sordun?" "Hiiç. Öylesine." Başımla onayladım onu ve hızlı hızlı üzerimi eşofmanlarımla değiştirip, odamın kapısını araladım ve aileme "iyi geceler" diledim. "İyi geceler kızım" diyen annem ve babama tebessüm ederken, İlker' in çoktan odasına çekildiğini fark ettim. Babam televizyonu kapatıp, Kerem' i kucağına alarak odalarında yer alan yer yatağına götürerek, annemin de arkalarından ilerlemesiyle ben de odama girip kapıyı kapadım. Abim ve yengem hala salonda birbiri ile sohbet ediyorlardı. Ablam çoktan kıyafetlerini değiştirip yatağına girmişken, telefonuyla mesajlaşıyordu. Ben de telefonumu komodinin üstünden alıp, yorganımın altına girerek mesaj kısmına girdim bir kez daha. Erik gözlüm yazmış olması sanki dudaklarından çıkıpta sesli bir şekilde söylemiş gibi hissediyordum. İkra ; Eve gittin mi? Mesajı gönderdim ve sabırsız bir şekilde cevap bekledim. Çok geçmeden, gelen mesajla hızla ekrana baktım. Ömer Asaf ; Evet. Oldukça hızlıydı. İkra ; Yarın hastanede olacağım. Ömer Asaf ; Mesajınız alındı doktor hanım ;) Mesajlarıyla bile gönlümü çalmayı başarırken, derin bir nefes aldım ve parmaklarımı kılavyenin üzerinde gezdirdim. İkra ; Gelince beni bulamayabilirsin. Mutlaka haber ver:) Ömer Asaf ; Seni bulacağıma eminim... Erik gözlüm ;) Yüzümde bir kez daha Erik gözlüm kelimesinin mutluluğu peyda olurken, "iyi geceler" yazdım. Ömer Asaf ; İyi geceler.
Bölüm Sonu... Eh! Sonunda aşıklar kavuştu. Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında canlarım. Biraz erken oldu ama önümüzde daha çok günler ve bölümler olduğu için bence geç bile olmuş olabilir. Bir sonra ki bölümde sizce neler neler olacak? Fikirlerinizi, bölüm hakkında ve kitabın gidişatı hakkında ki yorumlarınızı bekliyorum. Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere canlarım, kendinize iyi bakın, hoşçakalın. Beni takip etmeyi unutmayın ;) 😉 |
0% |