Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm -&- Veda Öpücüğü

@lorensi

Yepyeni bir bölümle geldim. Başlıktan anlayacağınız üzere biraz hüzünlü bir bölüm olabilir. Ve bu bölüm sadece İkra ve Ömer Asaf'ı anlatıyor. Umarım beğenirsiniz, şimdiden okuduğunuz için teşekkür ederim. Ama siz bekleyin, daha neler neler olacak. 😁

Instagram hesabım: lorensilorensi_0

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

Bölüm On Beş - Veda Çiçeği

 

"Deha, İkra!"

Yan taraftan bize doğru koşan hemşireye döndük ben ve uzun zamandır görmediğim arkadaşım. Öyle bir hızla geliyordu ki yaslandığımız masadan korkuyla doğrulduk.

"Yusuf hoca sizi acile çağırıyor acil hasta geliyor!" Deha'yla göz göze gelir gelmez ikimiz de aynı anda koşmaya başladık. Asansörlerin dolu olduğunu görmek, merdivenlerden inmemize neden oldu. Bugün hastanede uzun bir aradan sonra ilk günümdü. Doktor arkadaşım Deha içinde öyle. Hatta Yusuf hocam bile annesinin durumunun iyiye gitmesinden dolayı hastaneye, şehir dışından dönmüş ve çoktan işinin başına dönmüştü.

"Kesin bizi haşlayacak" diyen Deha' ya alayla bakıp güldüm, hızlı hızlı ilerlemeye devam ettik.

"Sanmıyorum. Bu sefer doğrayacak galiba!" dedim ikimiz de bir kez daha gülüp, yürümeye durmadan gayret ederken. Merdivenlerin bitiminde, sağ tarafta acile açılan sensörlü kapıyı elimi kaldırarak daha hızlı açılmasına neden oldum.

İçeri girdiğimizde hastayı, başında Yusuf hocayla sedyeden yatağa alırlarken, Deha' yla bir kez daha hastaya doğru aynı anda koştuk.

"Geldik hocam!"

"Nerdesiniz!" diyen Yusuf hoca ellerine eldiven geçirirken, biz de boş durmayıp aynısını yaptık. Parmaklarıma geçirdiğim eldivenle hastaya odaklandım. Yusuf hocanın "trafik kazası, otuzlu yaşlarda" demesiyle stetoskopu kulağına takıp, hastanın göğsünü dinlemeye koyuldu. Boş durmayıp seruma anestezi vererek, uyanmasına engel oldum.

"Hava yolu tıkanmış, akciğerlerine kan toplanıyor" dedi Yusuf hoca göğsünü dinlemeye devam ederken. Ardından doğruldu ve "göğüs tüpü takacağım" deyince yan taraftan tüp getiren hemşireye minnetle baktım. Eline neşteri alan Yusuf hocanın yanına Deha yaklaştı.

Pamuğa dökmüş olduğu tentürdiyotu sol göğsünün kenarına sürdü ve kenara çekildi. Yusuf hoca neşteri deriye değdirip, küçük bir kesik atarken, tüpün ince borusunu göğsüne yerleştirdi ve beyaz pansuman bantı ile sabitledi. Geri doğruldu, monitörden değerleri öğrenmek için bana baktı. Bana dönük olan monitöre dönüp, "tansiyon yüz otuza yedi, saturasyon doksan, kalp atışları ise seksen üç. Hasta stabilize oluyor hocam."

Derin bir nefes alan Yusuf hocanın sergilemiş olduğu performans ben ve Deha' yı da güldürdü.

"Hastayı tedbir amaçlı yoğum bakıma alın, ailesine haber verin. Yarın sabaha karşı ameliyat olacak. Ayrıca iç organlarının röntgen ve ultrasonunu da istiyorum."

Yusuf hocayı, Deha ve ben de başımızla onaylarken, yanımızdan ayrılmadan önce bize baktı.

"Bir dahakine daha hızlı, benden önce gelmelisiniz aşağıya!" Bir kez daha onu başımızla onaylarken, yanımızdan ayrılıp acil kapısından çıktı. Hastanın yüzünde ki çizikler için pansuman yapmasını istediğim hemşireden, bir de sabah erkenden getirilen hasta için kan testi ve hastanın yoğum bakıma alınması için erkek hemşirelerin bakmasını rica ettim.

Deha elinde ki dosyalara bakıp, "ben bunları Yusuf hocaya göstermedim. Şimdi göstermesem beni doğrar" deyince gözlerini büyüttü, yerinde hareketlendi.

Arkasını döndü ve acil kapısından çıkıp, beni acilde yalnız bıraktı. Derin bir nefes alıp verdim, elimde ki eldivenleri çıkartıp, kenarda ki çöp kutusuna atarak, önlüğümüde nefes alabilmek adına çıkartıp askıya astım ve arka kapıdan hastanenin bahçesine çıktım, kendimi banklardan birine oturttum ve önlüğümün cebinden çıkarmış olduğum telefonumun ekranına baktım. Saat üç buçuk olmuştu. Bu saatten sonra yanıma gelir miydi ki üsteğmen? Sanmıyorum. Oysa ki beni görmeye geleceğini söylemişti. Derin bir nefes aldım, kendime engel olamadım ve gözlerimin sızlamasına izin verdim.

Telefonumdan mesaj kısmına girip, ona bir mesaj yazdım.

İkra ;

Geleceğini söylemiştin.

Mesaj görüldü bile olmadı. Ama ona ulaşmıştı. Derin bir nefes aldım, öylece arkama yaslanıp kollarımı elimde ki telefonumla önümde birleştirdim. Bugün hava dünküne göre daha da soğuktu. Nedeni sonbahara girecek olmamızdan kaynaklanıyordu.

Bu soğuk hava da dışarıda oturuyor olmam ne kadar doğruydu bilmiyorum. Ama benim gibi bir çok doktor da soğuğu tercih etmiş olmalı ki bahçede yer alıyordu.

Öylece oturmaya devam ederken, hiç beklemediğim bir anda, arkadan gözlerime kapanan ellerle gülümsemek istedim. Hatta gülümsedim. İçimde amansız bir heyecan peyda olduğunda, oturduğum yerden hareketlenip, göğsümün üzerinde bağlamış olduğum kollarımı birbirinden ayırdım.

"Ben kimim?" deyişi, yüzümde aniden solan tebessümün nedeni olurken, oturduğum yerden hızla doğruldum ve ellerini gözlerimden çekmesine neden oldum. Arkamı dönüp bana iğrenç bakışlarla bakan Cihan' ın bakışları beni baştan aşağı süzünce korkuyla yutkundum.

"Ne işin var burada? Ne hakla dokunuyorsun bana!"" dedim hafif çıkan yüksek sesimle.

"İleride ki kocan olarak dokunuyorum sana. Sevdiğimi görmeye geldim." Sevdiğim kelimesi ve cümleleri bana midemi bulandırdı ve ben bu iğrenç insanın önünde öğürmemek için zor durdum.

"Bana bak ben senin sevdiğin falan değilim" dedim parmağım ona doğru kalkarken. Bankın arkasına ellerini dayadı öne doğru eğildi.

"Sevdiğimsin. Karımda olacaksın!" deyişi bir kez daha midemi bulandırdı.

"Sen kendini çok akıllı sanıyorsun. Şunu o kalın kafana sok Cihan bey. Ben seni sevmiyorum, istemiyorum." Cümlelerim gözlerine aniden öfkenin yerleşmesine neden oldu, bankın etrafından dolaşıp tam önüme denk geldi. Bir iki adım geriledim, onun "neden?" sorusuna kaşlarımı çattım.

"Seni sevmiyor olmamdan daha açık bir neden var mı?" diyerek elimi kaldırdım.

"Çık git buradan" dedim dişlerim birbirine yaslanırken.

"Babandan istemeye geleceğim seni. Bakalım o zaman da karşı çıkabilecek misin!" deyişi kulaklarımı kanatırken derin bir nefes alıp verdim ve arkamı döndüm ona. Tam bir adım atacağım vakit, koluma dolanan parmaklarıyla, tenime değen eliyle yutkundum.

"Bırak!" dedim dişlerimin arasından. Bedeni biraz daha yaklaştı bana doğru.

"Evlenincede böyle kaçacak mısın?" sorusu bir kez daha midemin çalkalanmasına neden olurken, "seninle- evlenmeyeceğim" dedim dişlerimi birbirine sıkı sıkıya bastırarak. Kolumu çekmek için diğer elimle o iğrenç elini atmaya çalıştım. Lakin ne çekti ne de kolumu bıraktı. Biraz daha yaklaştı, ben bir adım daha uzaklaştım.

Tam o sırada hemen arkamdan, sağ tarafımdan Cihan' ın yüzüne uçan yumrukla, nefesimi tuttum. Ona eğilen adamın, bana dönük olan sırtının Ömer Asaf' a ait olması, beni içten içe sevindirip, içten içe de kötü hissettirdi. Beni o adamla yan yana görmesi nedense beni kötü hissettirdi.

"Seni bir daha bu kızın etrafında görürsem, ecelin olurum demedim mi!" diyen yüksek sesiyle bahçedeki tüm herkesin bakışları bize döndü. Cihan' ı ilk gördüğü vakit öyle dememişti ama öyle demeye getirmişti.

"Senin bir kez daha İkra' ya dokunduğunu görmeyeceğim!"

Ömer Asaf bir yumruk daha Cihan' ın yüzüne geçirirken, havaya kalkan bir başka yumruğu her iki elimle öne atılarak durdurdum. Göğsüm korkuyla inip kalkarken "tamam" dedim kısık çıkan sesimle. Ömer Asaf bana baktı, korkmuş yüzümü fark edince hızla doğruldu Cihan' ın üstünden.

Cihan burnunu tuta tuta ayağa kalkarken, göğsü hiddetle derin nefesler almaya başlamıştı. Bana öfkeyle bakıp, hızla arkasını döndü ve koşar adımlarla hastanenin bahçesinden çıktı. Ömer Asaf bana döndü, az önce Cihan' nın tutmuş olduğu kolumu nazikçe tutup, kızarmış olduğuna bakmadan emin olacağım koluma baktı. Dokunuşu içimi ürpertirken, hassas tenimde yer alan kızarıklığa dişlerini birbirine yaslayarak baktı. Öfkelenmiş gibiydi.

"İyi misin?" dedi baş parmağı kızarmış kolumu usulca okşarken.

"Hım hım."

"Kolların buz gibi olmuş, üşüteceksin" deyip aniden kolumu bırakarak üstündeki ceketi kollarından ve omuzlarından çıkartınca, "gerek yok" dedim durdurmak ister gibi. Derin bir nefes alıp verdim ve onun "gerek var" diyerek başımın üstünden kollarını ceketle kaldırıp sırtıma almasıyla omuzlarıma yerleştirdi sıkı sıkıya. Onun kolsuz ve kaslı kolları gözlerimin önüne serilirken, bakışlarımı kaçırdım ve "sen üşüteceksin" dedim.

"Sen üşüme, ben alışığım soğuğa" deyince dudaklarımı birbirine yasladım. Kim bilir kışın nasıl görevlere, karda kışta, yağmurda nasıl görevlere gidiyorlardı?

Ben hala az önce ki olayın şokunu atlatabilmiş değilken, derin bir nefes aldım ve cekete daha sıkı sarıldım.

"Ne istiyordu senden?" diye soran sorusuyla bakışlarımız bir kez daha buluştu.

"Saçma sapan konuştu" diye başladım. "Onunla evlenecekmişim, babamdan istemeye gelecekmiş. Karısı olacakmışım" dedim ve yüzümü buruşturdum. Onun karısı olduğumu hayal edince midem her zaman böyle bulanacaktı.

"Alla alla" dedi Ömer Asaf elleri ceplerine yerleşirken. Akabinde, "dallamaya bak" dedi sert bir tonlamayla.

Yüzüne nedense aniden belli belirsiz bir öfke yerleşti. Onu ilk kez böyle öfkeli görmüş olduğumu söyleyebilirdim. Bahçedeki bize bakan bakışlar yavaş yavaş ilgi odağını başka tarafa çevirirken, Ömer Asaf bana bakmaya devam etti.

"Gelmeyeceğini düşünmüştüm" dedim, elimde ki telefonumu sıkı sıkıya tuttum. Elleri cebinden çıktı, omuzlarıma yerleştirdi.

"Sana çok önceden sözümün eri olan bir asker olduğumu söylemiştim" dedi ve beklemediğim bir anda kolları omuzlarıma dolandı, beni kendine yasladı. Ellerim sıcak göğsüne değerken, ayaklarımızın ucu birbirine değdi. Yutkundum ve yanaklarıma hücum eden kan hücrelerimin dağılmasını istedim. Düne kadar aramızda hiç birşey yokken, şimdi onun kız arkadaşıydım.

"Ve emin ol sana daha çok söz vereceğim" diye fısıldadı, sesi kulağıma huzur gibi ilişti. Derin bir nefes alıp verdim ve kara bulutlardan dolayı kararan havaya baktım. Lakin onun bana üstten bakan bakışlarıyla karşılaştım. Bu cümlesi seni bırakmayacağım anlamına mı geliyor anlayamadım. Ama bildiğim tek birşey var o da onun beni asla bırakmamasını istediğim. Beni hiç bir zaman bıraksın istemiyorum. Ona bağlanmışken, beni bırakmasını istemiyorum.

"Sana mesaj yazabilir miyim?" dedim gözlerine bakarken.

"Müsait olunca ilk işim yazdıklarına bakmak olacak." Başımı salladım ve bakışlarımı ondan kaçırdım. Ben bu hareketi yaparken, onun "kaçırma o yeşil gözlerini" demesiyle bakışlarım alttan bir kez daha ona baktı. Gözlerim gözlerine sabit tutuldu ve aklıma onun Erik gözlüm deyişi geldi. Derin bir nefes alıp, dudaklarımı araladım.

"Bana Erik gözlüm dedin dün akşam" dedim ve kızaran yanaklarımı fark etmemesini diledim. Saçlarımda hissettiğim elleriyle, bir tutam saçımı parmaklarına dolayıp, "değil misin?" diye kısık sesle sorması, nefesimi tutmama neden oldu. Biraz daha bana o güzel gözleriyle bakmaya devam ederse, kalpten gideceğimi düşünüyordum. Az önce bana dokunan Cihan' ın parmakları beni o kadar çok rahatsız ederken, şimdi bana sarılı olan Ömer Asaf' ın ve saçlarımla oynayan parmakları beni zerre rahatsız etmiyordu. Gözlerime bakan bakışları bana iyi geliyordu.

"Ne zaman geleceksin?"

"Bilmiyorum" dedi, boğazıma yumrunun oturmasına ve yutkunmama engel oldu.

"Ama şunu bil. Döner dönmez ilk işim yanına gelmek olacak." Gözlerimin içi sızlarken, yutkundum ve gözlerimi ondan kaçırarak başımı öne eğdim. Salladım. Saçımı dolamış olduğu parmağını çıkardı, ardından usulca çeneme dokundu. Benden biraz ayrılıp, diğer kolunu da bedenimden çekip ellerimden birini tutarak, çenemi dokunduğu parmaklarıyla başımı kendine doğru kaldırdı. Gözlerimiz bir kez daha birbiriyle buluştu.

"Ben gelene kadar kendine dikkat et. O şerefsizin sana dokunmasına dahi izin verme." Başım otomatik olarak onu onaylarken, elimde ki telefonumun saatine baktım.

Saat henüz dört olmuştu. O ise beşte gideceğini söylemişti.

"Endişelenme, yarım saat daha durabilirim." Yanaklarım duyduğum cümlenin etkisiyle bir kez daha dalından yeni koparılmış taze bir domates gibi kızarırken, başımı salladım ve birlikte yanımızda yer alan banka oturduk.

Arkama yaslandım, ne diyeceğimi yahut nasıl konuşmaya başlayacağımı bilemedim. Daha doğrusu ne konuşacağımı. Ne onun dudaklarından, ne de benim dudaklarımdan bir çift kelam döküldü. Öylece sessiz sessiz oturmayı sürdürürken, "böyle susacak mıyız?" diye sordu, aramızda ki sükutu bozan o oldu. Bedenimle birlikte bakışlarım da ona döndü. Dizlerim bana dönmesinden dolayı dizlerime değerken, içime bir ürperti geldi. Lakin yine de ona bakmaya devam ettim.

"Yarım saat sonra buradan ayrılacak ve önemli bir göreve gideceğim. Ne zaman geleceğimi bilmiyorum ve biz susuyoruz. Neden susuyoruz İkra? O kalemle..." dedi ve bakışları dudaklarıma anlık bir saniyeyle kayıp, tekrardan gözlerime baktı.

"Çizilmiş dudaklarından neden bana karşı birşeyler dökülmüyor" diye devam ettirdi yarım bırakmış olduğu cümlesini. Sert bir şekilde yutkundum ve tutmuş olduğum nefesimi serbest bıraktım. İçimde ki utanç duygusunu yenip, onunla konuşmam gerekiyordu. O bana nasıl davranıyorsa ben de ona öyle davranmalıydım. Ama her seferinde yanaklarımın kızarmasına engel olamayacağımı biliyordum.

Bir başka derin nefesin ardından anlık bir cesaretle, telefonumu tutan elimi değilde diğer boşta kalan elimi kaldırıp elinin üzerine dokundurdum. Eli hızla elimi tuttu, baş parmağı elimin üst derisini okşadı.

"Benim daha önce hiç erkek arkadaşım olmadı" diye başladım içimde ki utanç duygusunu zor zapt ederek.

"Nasıl davranılır bilmiyorum" diye itiraf ettim. Yüzünde anlık bir gülümseme peyda olunca dudaklarının kenarlarında ki gamzeler kendini hafif belli etti. Eli elimi okşamaya devam edince, bakışları ceketini işaret etti.

"Ceketinin iç cebine baksana." Kaşlarımı çattım, telefonumu dizimin üzerine bırakıp, elimi ceketin sağ iç cebine attım. Tek iç cep bu vardı zaten.

Elimi atar atmaz hissettiğim yumuşak yapraklar bana nedense kendimi iyi hissettiriken, dikkatle parmaklarıma değen çiçeği çıkardım ve papatya olduğunu fark ettim. İki dal orta büyüklükte ki papatyaların bana bakan yüzünü burnuma yaklaştırdım ve derin bir iç çektim. Yalnız papatyanın yaz ayına ait olan bir çiçek olması kaşlarımı çatmama neden olsa da nereden bulduğunu kafama takmadım. Çünkü neredeyse son bahar ayına girecektik ve papatyaların hala etrafta olduğunu sanmıyordum.

"Bu... Çok güzel" dedim gözlerimin içi sızlarken. İlk kez bir çiçek alıyordum -aylar önce bana vermiş olduğu papatyaları saymazsak- sevdiğim adamdan. Ve bu çiçek benim en sevdiğim türden bir çiçekti.

Elimde ki papatyalardan birini alıp, usulca yanağıma dokundurup, ardından kulağımın arkasına sıkıştırmasıyla gözleri gözlerime baktı ve eli saçlarımın kenarlarıyla oynarken, başımı döndürecek bir başka cümle kurdu.

"İşte şimdi tam bir çiçek oldun. Güzel, naif ve... Utangaç bir çiçek" diye fısıldadı. Hiç etkisini yitirmeyen kızarık yanaklarımın ateşlerinin derecesi yükseldi.

"Benim çiçeğim" diye fısıldadı bir başka cümlesiyle dudakları.

"Senden birşey istiyorum." Aniden bu isteği kaşlarımı çatmama neden olurken, "nedir?" diye sordum.

"Fotoğraf" deyince kaşlarımı çattım lakin o telefonunu pantolonun cebinden çıkardı ve kamerayı açtı.

"İzinin var mı?" diye sordu. Bu tatlı ve masum isteğini nasıl geri çevirebilirdim ki? Sevdiğim ve sevgisinden emin olduğum adam benden bir fotoğraf istiyordu ve ben ona hayır demeyecektim.

Başımı salladım o ön kamerayı bize doğru tutarken. Yanıma biraz daha yaklaştı ve boşta kalan kolunu omzumun üzerinden önüme, boğazıma doğru attı ve hafif sardı. Gülümseyip ona bakamadım. Kameraya döndüm ve başımı hafif sağa eğerek gülümsedim. Gülüşüme gülüşüyle karşılık verdi ve kameraya basıp bir kaç fotoğraf çekti. Telefonu indirip, dudaklarını yanaklarıma içli içli bastırdı, başım sağa doğru eğilirken sıkı bir öpücük aldı. Geri çekildiğinde ise başımı ona doğru çevirdim ve bana gülümseyerek bakıyor olan yüzüne ben de gülümseyerek baktım. Aradan geçen uzun dakikaların ardından bir başka cümle kurdu.

"Sanırım gitmem gerek" dedi ve kolundaki koyu yeşil asker saatine baktı.

Aniden yüzüm düştü, gözlerimin içi sızladı. O ayağa kalkarken dizlerimde yer alan telefonumu elime alıp, ayağa kalktım ve önünde durdum.

"Seni bekleyeceğim."

"Biliyorum."

"Sağ salim dön tamam mı?"

Güldü. "Neden? Bir parçam eksik dönsem yine de beni sevmez misin?"

Ona birşey olacak korkusu anlık beynimin içinde kendini hatırlatırken, kötü düşünmeyip gülümsemeye çalıştım. "Seni bedenen sevdiğimi nereden çıkardın?"

Kaşlarını çatma sırası ondaydı. "Yakışıklı olduğumu düşünüyorum."

"Öylesin" dedim çekinmeden doğruyu söyleyerek. Lakin onun sırıtması utanmama neden oldu.

"Yani inkar etmiyorsun?" diye sorunca, başımı olumsuzca salladım.

"Gözlerin" dedim ve büyük bir cesaretle devam ettim. "Gözlerime baksın, bu bana yeter."

Gülüşü daha derin bir hal aldı ve kolları belime dolandı. Sanki yıllarca birlikteymişiz gibi hissediyordum. Yıllarca yan yana yürümüş, defalarca birbirimize sarılmış gibiydik. Oysaki sadece aradan üç ay geçmiş, üç ayın sonunda bu birbiri için atan kalplere bir şans vermiştik. Şimdi ise göreve gideceği için bir veda sarılması gerçekleştiriyorduk.

Kollarımı beline doladım başımı usulca göğsüne yasladım. Bizi kimin göreceği umrumda bile değildi. Bir müddet öylece dururken, elleri saçlarımı okşadıktan sonra bedeni ayrıldı bedenimi saran kollarıyla. Omuzlarımda ki ceketi çıkartıp, ona uzattım. İstemeyerek olsa da aldı ve omuzlarına tekrardan geçirip, "üşüteceksin, içeri gir" dedi. Başımla onu onaylarken, o bir kez daha konuştu.

"Kendine dikkat et, iyi bak."

"Sen de. Allah'a emanet ol."

Beni başıyla onayladı, ardından arkasını dönüp o asker adımlarıyla ilerlemeye başladı. Arkasından sızlayan gözlerimle bakarken, derin bir iç çekip, dediğini yaparak üşütmemek için kendimi hastanenin bahçesinden hastaneye attım.

Akşamın ilerleyen saatlerine dek acil de gelen ufak tefek hastalara bakıp, tüm günümü hastanede geçirdikten sonra kıyafetlerimi değiştirip, eve gitmek üzere hastaneden çıktım. Arkadaşım Deha' yı hastanenin girişinde görmek, tebessüm ettirdi.

"İyi akşamlar."

"İyi akşamlar güzellik. Gel bırakayım seni" dedi ileride ki arabasını eliyle işaret ederken.

"Yok, biraz hava alacağım" deyip bu güzel teklifini reddederek derin bir iç çekip, ellerimi üstümde ki montumun ceplerine yerleştirdim ve hastanenin önünden, aklımda Ömer Asaf varken ayrıldım.

Kısa süre sonra eve geldiğim vakit, İlker' in ve ablamın bana bakan bakışlarının içi gülümsedi, babamın ve erkek kardeşimin yatıyor olması da tebessüm ettirdi. Abim ve yengemde ortalıkta olmadıklarına göre yatmış olduklarını farz ettim. Annem ve ablam salonda televizyon izleyerek çay içerken, İlker telefonuyla ilgileniyordu. Herkese selam verip, odama çekildim ve kıyafetlerimi hızlı hızlı değiştirdim.

Kendimi yatağıma bıraktım, yorganın altına girerek derin bir uykuya, aklımda ve düşlerimde sevdiğim adamla daldım.

Bölüm Sonu...

Yorumlarınızı bekliyorum arkadaşlar. Bölümü nasıl buldunuz?

Ben yazarken Cihan'a deli oldum adeta. Ama maalesef daha çok yer

alacak kitapta. Sonrasında defolup gidecek inşallah. Dhdhdbjdjdd

Bölümü beğendiyseniz, yıldıza basmayı unutmayın. Sizleri çok seviyorum, kendinize iyi bakın hoşçakalın.

Beni takip etmeyi unutmayın ;) 😉

Loading...
0%