Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm -&- Havada ki Şahinler

@lorensi

Bir gün sonra tekrardan merhaba. Bu aralar bölümler kısa geliyor ama ilerleyen bölümlerde uzun olacak. Çünkü asıl Ömer Asaf ve İkra'nın hikayesi ileri bölümlerde başlayacak.

Şimdiden desteğiniz için tşk ederim.

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

Bölüm On Altı - Havada ki Şahinler

Bana bugün neden bu kadar mutsuzsun? diye sorsalar, ne diyeceğimi pek bilemezdim. İnsan yaşadığı mutluluğun sevincini bile sevdiği kişi uzakken yaşayamıyor. Onun sevgisini en derin iliklerime kadar hissediyor, şuan görevde olması beni bir tık endişelendiriyordu. Onu bir daha görebilecek olduğumu bilmiyorum, ama yine de pozitif olmaya çalışıyorum.

Apartman merdivenlerini çıkıp, hızla dairenin önüne gelir gelmez zile bastım. Zile basmaktan vazgeçip, kapıyı tıkladım. İçeriden gelen "geldim!" sesiyle yüzümde daha derin bir gülümseme peyda oldu.

Akel'in kapıyı açmasıyla üzerine atlamam bir oldu. Dün ona olanları anlatacaktım ama oldukça yoğun bir gün geçirmiş olmasından dolayı bugüne bırakmıştım.

"Dur kız, dur İkra!"

Gülerek, ikimiz de kıkırdayıp birbirimize sıkı sıkı sarılırken, kız arkadaşımdan ayrıldım ve ayakkabılarımı çıkartıp, kenara koydum.

"Hoş geldin."

"Hoş buldum" dedim nefeslerimi düzene sokmaya gayret ederek. O dış kapıyı kapatıp, eliyle salonu gösterdi ve içeri önden geçti. Üstünde eşofmanları vardı ve uykudan az önce kalkmış gibi duruyordu.

"Baban evde mi?" diye sordum kısa bir an evi yoklayıp, çantamı omzumdan indirdim ve salona geçtim. Yumuşak koltuklardan birine oturup, içerisinin dışarıda ki kara bulutlar nedeniyle kararmış olmasından dolayı, Akel kalkıp ışığı açtı ve tekrardan yerini aldı.

"Evde değil. Eeee... Hadi anlat" dedi buraya ne için geldiğini az çok tahmin etmiş olmalı ki.

Derin bir nefes aldım, verdim. Öne doğru birazcık eğilip, önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına aldım ve konuştum.

"Ben..." dedim ve hızla ekledim. "Artık bir asker yariyim."

Gözleri açıldı, dudakları gülümsedi. Eli ağzına yaslandı ve "yemin et" dedi benden daha çok sevinen arkadaşım. Öyle gözüksede kimse benden daha çok sevinemezdi.

"Evet!" dedim.

"Yiaa çok sevindim!" Ayağa kalkmasıyla refleks olarak bende kalktım. Kolları sıkıca dolandı bedenime ve elleri sırtımı okşadı.

"Hayırlı olsun. Ay seni böyle mutlu görmek... Canım arkadaşım iyiki varsın" dedi yanaklarıma sulu bir öpücük bırakıp, tekrardan ayrılarak yerimize otururken.

"Ne dedi sana o gün?"

"Anlattı. Neden öyle söylediğini ve beni sevdiğini söyledi." Akel bir kez daha sevincini gizlemeyip, gülümsedi ve arkasına yaslandı.

"Çok sevindim İkroş!" İsmimi ş harfiyle bitirmesine gülümsedim, ben de arkama yaslandım.

"Şuan göreve gitti. Gitmeden önce bana söylemek istemiş."

"Hımm... Sen hastaneye mi gidiyorsun?"

Başımı salladım, ayağa kalktım ve kolumda ki saati önüme kaldırdım. "Evet, hatta geç kalacağım."

Kollarımı Akel'e doladım, "görüşürüz sonra" diyip ayrıldık ve kapıya doğru ilerledim.

"Görüşürüz canım. Hem ben de okula gideceğim, saat sekizin sabahı, geç kalmayayım."

Onu başımla onayladım, hızla ayakkabılarımı ayağıma geçirip, onun bana çantamı uzatmasıyla koluma taktım ve ona da el salladıktan sonra kapıyı kapatıp apartmandan indim. Dışarı çıkar çıkmaz çalan telefonumun sesini işitir işitmez, çantama uzandım. Kaldırım boyunca yürüyüp, telefonumdan Öykü'nün arıyor olduğunu fark edince bir kez daha yüzümde tebessüme yer verdim ve telefonu açtım.

"Alo?"

"İkra. Nasılsın?"

"İyiyim, sen nasılsın?"

"Biz de iyiyiz, ay haberi aldım, valla çok sevindim."

Hangi haberden bahsettiğini kısa bir afallama yaşayarak anlamamış olsam da Ömer Asaf'tan bahsediyor olmasıyla yanaklarımın kızarması bir oldu.

"Hım hım" dedim ve onu onayladım, ardından "teşekkür ederim" diye ekledim.

"Ama belliydi zaten. Son üç dört gündür aranız bozulmuş ama aşkla sonlanmış" dedi sesinde ki neşeyi belli edip, benim daha da çok kızarmama sebep oldu.

"Bak ne diyeceğim, dışarıda kızlarla güzel bir kahve içelim mi?" diye sordu aniden. Ben ise hastaneye gidiyor olduğumu hatırlayıp, ileride ki otobüs durağına biraz daha yaklaştım.

"Şuan hastaneye gidiyorum-"

"E tamam çıkışta olsun. Kaç gibi çıkarsın."

Kaşlarımı çattım, kolumda ki saatime baktım. "Beş gibi çıkacağım."

"Tamam şöyle yapalım. Ben kızlara da söyleyeyim, beş gibi hastanenin önünde seni bekliyoruz" deyince onlarla güzel bir kahve içecek olmamın heyecanıyla başımı salladım.

"Olur. Gelince haber ver mutlaka."

"Tamam canım. Görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz" dedim ve telefonu kapatıp, otobüs durağında bekleyen yolcuların yanına geçip, ben de sabırla beklemeye başladım. Aradan geçen on dakikanın ardından gelen otobüse binip, hastaneye yakın durakta inmem ile hızlı hızlı hastaneye yürüdüm. Yusuf hocamın benden sonra gelmesini diledim ve hastaneye Deha'yla aynı anda girdik.

"Günaydın."

"Günaydın. Yine aynı anda girdik bak. Biz ne zaman aynı anda girsek bil ki bugün birşey olacak."

Güldüm. Deha'yla sık sık aynı anda girerdik hastaneye. Yalnız biz ne zaman hastaneye aynı anda girsek, sürekli ortaya birşeyler çıkıyor, ya da derin bir vaka geliyordu hastaneye. Bazen tam terside oluyor, o günü sorunsuz ve hızlı atlatıyorduk

"Dünkü hastayı ameliyathaneye alacak Yusuf hoca bugün. Bir an önce Yusuf hocayı bulsak iyi..."

"Gençler!"

Arkamızdan seslenilen sese döndük ve Yusuf hocanın hastaneye kabanıyla girdiğini farkettik. Nasıl yani bizden sonra mı gelmişti? Bu ayda görülen nadir bir durumdu. Biz hiçbir zaman, ne kadar da erken gelmemiz gerekiyor olsa da, yine de Yusuf hoca bizden on dakika erken gelirdi hep. Ama bugün totemi biz kırdık ve erken geldik.

"Hayırdır. Siz böyle erken gelir miydiniz?" diye sordu alaylı sesiyle. Deha'yla aynı anda gülümsedik.

"Hocam asıl siz hayrola. Böyle geç gelmezdiniz."

Yusuf hoca Deha'nın sorusuyla bakışlarını ona çevirdi, ellerini kabanının cebine yerleştirdi. Dışarısı yaz ayının sonlarında olmamızdan dolayı epey soğuktu. Bu neden bugün kot bir pantolon, ve kazak giymiştim.

"Ben geç kalmadım. Ben hep aynı saatte geldim Deha. Erken gelen sizsiniz" dediği vakit kendimi tutamayıp kıkırdadım. Deha başını önüne eğip, kıkırdayarak bana bakarken, Yusuf hoca da kendini tutamadı.

"Seviyorum sizi" dedi ve ekledi. "Öğrencilerim. Biraz bela ve zor olsanızda... Yine de seviyorum sizi" dedi ve "hadi bakalım, hazırlanın ameliyatheneye gidiyoruz" diyerek önden yürüdü.

Deha'yla birlikte birbirimize bakıp, tebessüm ettik ve Yusuf hocanın arkasından ilerlemeye başladık. Yusuf hoca ne kadar sert görünse de, yine de içinde yufka gibi bir yürek vardı. Bize kızar, ama sevdiğinden. Hata yapmamamız için kızardı hep. Bugün ise bizi sevmediğini düşündüğümüz hocamız bize sizi seviyorum demişti. Bu bizi ne kadar içten içe mutlu etmişti anlayabiliyordum. Mutlu ve cesaret vermişti.

Aradan geçen on dakikanın ardından ameliyathaneye girmiş, dün gelen vakaya başlamıştık. Deha ve ben Yusuf hocanın talimatlarını yerine getiriyor, ameliyatın başarıyla bitmesi için elimizden geleni yapıyorduk. Hastanın yakınları kapı önünde umutla bekliyor, bizden bir mutlu haber istiyorlardı.

Ameliyathenin sonunda, hastanın midesinde açılan deliği kapatmış, kırılan köprücük kemiklerini onarmıştık. Ameliyat yaklaşık bir saat sürdü ve bir saatin sonunda kapıda bekleyen aile mutlu bir haberin ardından göz yaşlarına boğuldu. Üstümde ki önlüğü ve eldivenleri çıkartıp, Yusuf hocanın arkasından ilerledik ben ve Deha. O odasına çekildi, bize ise mola verin der gibi bir bakış attı. Deha kantine çıkarken, ben hastanenin soğuk terasına çıktım ve önlüğümün cebinde ki telefonuma baktım.

Ne bir mesaj ne de bir arama vardı. Onu şimdiden çok özlemiştim. Burada olsa, bana sıkı sıkı sarılıp, bu soğuğun altında üşüyen bedenimi kollarıyla ısıtsa ne güzel olurdu. O kadar çok iyi geliyor ki bana varlığı, kendime engel olamıyor, onu düşünmeden edemiyordum.

Telefonumun ekranına baktım, onun bende hiç bir fotoğrafı olmadığını fark ettim. Bu nedenle üzüldüm ve profil fotoğrafına tıklayıp, bakmaya başladım. Baktık ve yüzümde açan tebessümün sebebi oldum. Bu güzel bir günde, onu yanımda hissediyor olmam ona olan tüm sevgimin tek kanıtı olabilirdi.

Hastanenin ilerleyen saatine baktım, saat neredeyse beşe geliyordu. Kızlarla beşte buluşacağımı biliyor, sürekli telefonuma bakıp duruyordum. Bugün yine hastanede acil kısmında hasta bakmaya başlamış, günümü böyle sonlandırmıştım. Saat tam beşi bulunca, Yusuf hocama haber verip, Deha'yla birlikte çıktık hastaneden. Her zaman beşte çıkmıyorduk. Bazen dokuz, bazen on, bazen gece bir de. Değişiyordu sürekli.

Üstümde ki montumun fermuarını çekip, omzumda ki çantamı iyice koluma sabitledim ve telefonumdan gelen mesaj bildirimine baktım. Hastanede onlara konum atmıştım, yanlış bir hastaneye gitmemeleri adına.

"İkra!"

Kulağıma ilişen ismimle arkamı döndüm, kızların bana doğru geldiklerini fark ettim. Gülümseyerek yanlarına yaklaştım ve tek tek onlara "hoş geldiniz" diyip sıkıca sarıldım.

"Hoş bulduk."

"Nasılsın?" diye sordu Bahar.

"İyiyim, sen nasılsın?"

Gülümsedi, önüne düşen saçını kulağının arkasına aldı ve "iyiyim canım" dedi. Nazlı ise bana tebessüm etmeye devam ederken, "hadi gidelim" diyen Öykü oldu.

Birlikte önümüze çıkan ilk kafeye girdik, birer türk kahvesi siparişi verdik. Öykü yanıma otururken, kızlar karşımıza oturdu. Birlikte derin bir sohbete daldı kahve eşliğinde. Onlara Ömer Asaf'tan ısrar etmelerinden dolayı bahsetmiş, gülümsemeleri ile daha da cesaretlenmiştim.

Çok geçmeden Öykü, "Alp'i arasam açar mı?" diye sorunca, yerimde hareketlendim.

"Bilmem," dedi Bahar, Nazlı ise "Cemil ile dün konuştum," deyince acaba Ömer Asaf' ı arasam açar mı diye bir soru dolaştı beynimin içinde.

"Ay valla arıyorum Alp'i. Hem de görüntülü" dedi ve tuşa basıp, telefonun bir umut açılmasını bekledi. Herkes sabırla beklerken, telefon hiç beklemediğim bir anda açıldı, Alp belirdi ekranda üniformasıyla.

"Alp?"

"Nasılsın birtanem?"

"İyiyiz, siz nasılsınız?"

"İyiyim, nöbetteyim" dedi. Kolumda ki saate baktım, saatin altı olduğunu fark ettim. Oralar şimdi epey karanlıktır belki de

"Biz de kızlarla oturuyoruz," dedi Öykü ve Nazlı'ya, Bahar'a çevirdi telefonu.

"İkra'da yanımızda." Ekranı bana doğru çevirince sıcak bir tebessüm oluştu dudaklarımda.

"Kahve mi içiyorsunuz?" Öykü başını salladı, fincanını eline alıp, telefona gösterdi. Ardından tebessümle baktı. Sakaryalı ve Veysel telefonun ekranında belirir belirmez, Öykü telefonu kızlara çevirdi azıcık. Kızlar gülümseyerek sevdiğine bakarken, içimde sadece Ömer Asaf'ın nerede ve nasıl olduğu vardı. Acaba iyi miydi?

Belki de oralarda bir yerde duruyor, oturuyordu. Kızlar telefonla konuşurken, ellerimi masanın üzerinde birleştirdim, alt dudağımı dişlerimin arasına alarak tırnaklarımla oynadım. Öykü anlık bana gülümseyerek bakıp, kaşlarını kaldırdı ve dudaklarını aralayıp telefonu hızla kendine çevirerek "Ömer abi nerede?" diye sordu. Bunu benim onu ne kadar çok merak ettiğimi hissetmiş olacak ki sormuştu. İçten içe gülümsedim ve Bayırlı'nın "komutanım!" diye seslenişiyle rahat ve derin bir nefes verdim.

Çok geçmeden telefonda Ömer Asaf belirdi ama beni görmedi. "Merhaba" dedi tebessümle. Yakışıklı yüzü ekranda kendini sürdürmeye devam ederken diğer askerler yanlarından ayrıldı ve o kaldı sadece.

Öykü ise, "nasılsın?" dedi ve "bak burada kim var?" diyerek telefonu yavaşça bana çevirdi. Kızarmaya başlayan yanaklarımla dudaklarımı birbirine bastırdım ve onun bana bakan şaşkın bakışlarına baktım. Öykü telefonu bana uzattı, Ömer Asaf' ın "nasılsın?" sorusuyla kızlar birbirine tebessüm ederek sohbete daldı. Ben ise usulca, utandığımdan dolayı ayağa kalktım, kafenin önüne çıktım ve kenarda durarak telefonda ona baktım.

"İyiyim" dedim ve "sen nasılsın?" diye sordum.

"Seni gördüm daha iyi oldum. Ne yapıyorsun?"

Gülümsedim. "Kızlarla kahve içiyoruz."

"Öyle mi?"

Başımı salladım. "Siz ne yapıyorsunuz?"

"Şuan nöbetteyim."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sesin yorgun geliyor."

Buruk bir şekilde tebessüm etti. "Yorgun değilim."

O bir askerdi. Ne kadar yorgun olursa olsun yorgun değilim diyecekti. O bunun mesleğiydi.

"Özledin mi beni?" diye sorunca, yanaklarım bir kez daha kızardı.

"Hım hım" dedim utanıyor olduğumu anlamaması için ama pek becerikli olamadım.

"İnan aklımdan çıkmıyorsun. O yüzün hafızama kazınmış, her yerde adeta." Cümleleri beni tebessüm ettirdi, içimde ona olan özlemi daha da harmanladı.

"Yağmur mu yağıyor?" diye sorunca, başımı göğe kaldırdım ve yüzüme çarpan minik yağmur damlalarına baktım.

"Hım hım... Yağıyor."

"Üşütme sakın. Geldiğimde seni ayakta görmek istiyorum, hasta olarak değil" dediğinde bir kez daha gülümsedim, ve onun bana bakan gözlerinde ki sevginin ve bana olan ihtiyacını gördüm.

Kendime engel olamadım ve içimden geleni söyledim. "Ömer Asaf."

"Efendim."

Durdum. Nasıl diyeceğimi düşündüm ve büyük bir cesaretle dudaklarımı araladım. "Seni..." dedim ama tekrardan durdum. Yanaklarımın kızarmış olduğunu fark ettiğine o kadar eminimki, kıkırdadı ve bakışlarını önüne eğip, güzel bir gülüş sergiledi.

"Ben de seni seviyorum" dedi kısık çıkan sesiyle. Bir kez daha gülümsedim ve parmaklarımı dudaklarımın üzerine dokundurdum, öptüm ve ona gösterdim.

O da aynısını yaptı, parmaklarını ekrana dokundurup, "kendine iyi bak" deyişiyle "sen de" dedim. Ardından telefon kapatmadan kafeye girdim, masaya yaklaştım ve kendi aralarında konuşan kızlara uzattım telefonu.

"Ne oldu? Konuştunuz mu?"

Dudaklarımı birbirine yasladım, başımı salladım. "Hım hım."

"Öykü!"

"Efendim."

Alp Öykü' yle kızlar da sevdiği ile vedalaşıp, telefonu kapattıktan sonra tekrardan birer kahve daha içtik. Havadan sudan sohbet edip, günlük hayattan konuştuktan sonra herkes vedalaşıp, evlerine dağıldı. Ben ise eve gelmiş, kıyafetlerimi değiştirdikten sonra kendimi salona, ailemin yanına, abimin oturduğu koltuğa atmıştım. Selim emeklemeye başlamış, geldiğinde küçücüktü resmen. İlker yere oturmuş ona gelmesi için ellerini uzatmışken, Selim hiç beklemediğim bir anda ayaklarımın dibine doğru yaklaşmasıyla gülümseyip, "ay seni yerim!" diyerek eğildim ve onu kucağıma aldım. Beklemeden kendini kucağıma yaslayıp, başını göğsüme koydu ve nefesler alıp, verdi.

"Ya bu çok tatlı" dedim yanımda oturan abime dönüp.

"Biliyorum" dediğinde Eda'nın kıkırdamalarıyla annem meyve tabakları ile mutfaktan salona giriş yaptı.

"Hadi bakalım benim yavrularım."

Selim'in her iki elini birden tuttum, herkes yere otururken, Eda, büyük sofra bezini yere serdi, tüm herkes babam hariç etrafına toplandı. Annem babama ayrı bir meyve tabağı sehpanın üstüne koyarak babamın karışısına koyunca, babam da elini bıçağa ve meyvelere attı.

Ayakları ağrıyor olduğundan dolayı yerde rahat oturamıyordu. Ablam, abim, erkek kardeşim, topluca meyve yerken, ben Selim'le oynamaya devam ettim. Kerem hiç beklemediğim bir anda elinde ki incirle yanıma oturdu, hala başını göğsüme yaslı durarak oturan Selim'e baktı.

"İncir yer misin Amcacım?""

Gözlerimi büyüttüm, "a a" dedim hayrete düşen sesimle.

"Amcacım mı dedin sen?" diye sordum Kerem'in üzerinde sabit tutmuş olduğum bakışlarımla.

"Evet. Amcası değil miyim abla?"

Abim gülümsedi, Kerem'i hiç beklemediğim bir anda kolundan tutup, koltuktan üzerine doğru çekerek dizlerine yatırdı ve gıdıklamaya başladı. Kerem kahkahalarla gülerken, annem ve babam da eşlik etti. İlker elini Kerem'in saçlarına atıp, karıştırdı, abim ise "çok bilmiş, şuna bakın ya!" diyerek gıdıklamaya devam etti.

"Abi tamam, yeter!" diyordu Kerem. Abim en sonda durup, onun doğrulmasına yardımcı olarak, Kerem'e baktı.

"Yeğenime incir vereceğim değil mi Selim?" dedi ve başını göğsümden kaldırmış, Kerem'in elinde ki incire elini uzatan Selim'e gülümsedi.

"Al bakalım" diyerek gülümsemeye devam etti ve inciri ona değişik hareketlerle uzatmaya devam etti.

"Olmaz ablacağım. Onun dişleri yok henüz. Hadi götür görmesin."

Kerem kaşlarını çattı, kalçasına kadar düşmüş pantolonunu çekti. "Neden?" dedi o küçük elinde ki, büyük inciri tutmaya devam edince.

"Çünkü çok küçük. Henüz dişleri çıkana dek birşey yiyemez. Sadece anne sütü ya da bebek maması."

"Hımm" dedi Kerem ve "o zaman ben de bu inciri saklayayım" diye devam etti. "Büyüyünce yer."

Gülümsedim. "Bence o güzel inciri sen yemelisin. Hem Selim büyüyünce biz yine alırız."

"Peki. Tamam o zaman" dedi ve abimin yanına oturup, elindeki inciri kocaman ısırdı.

İlerleyen saatlerde, Selim kucağımda uyumaya başladığı vakit yerimden kalktım ve abimin odasına doğru yol aldım. Onu sakinlikle ve dikkatle beşiğine bıraktım, yanağına küçük bir öpücük kondurup, odadan sessizce çıktım. Odama geçip, yarınki hastaneye gidecek kombinimi yatağın üzerine güzelce çıkardım ve kenara koyup, aileme "iyi geceler" diledikten sonra yatağa girip, güzel bir uykuya çekildim.

🎻

Bir hafta sonra ...

Sessizliğin hüküm sürdüğü sınır dışında başlamış olan çatışmada kayaların arkasına siper almış olan Atmaca timi ve komutanları üsteğmen Ömer Asaf, durmadan terör unsurlarına ateş etmekte devam ediyorlardı. Askerlerin şakaklarından akan terler ve ellerinde sıkı sıkıya tutmuş oldukları silahlardan çıkan kurşun sayıları eş zamanda çıkıyor gibiydi.

"Komutanım! Mühimmatımız bitti bitecek, hava desteğine ihtiyacımız var!"

Ömer Asaf'ın hemen arkasında yer alan Cihangir'in silahından çıkan son kurşunlarla dişlerini birbirine bastırdı, komutanına döndü ve elinde ki silahının şarjörünü çıkarttı.

"Bu da bitti" dedi yere atıp, "bu son şarjör" diyerek silahına yeni bir şarjör taktı ve tekrardan ateş etmeye devam etti.

Üsteğmen Ömer Asaf başını salladı, göğsünde ki telsize uzandı ve havada ki güneşi aldırmadan, tepeye baktı. Ardından telsizde yer alan bir kaç tuşa basıp, Serhat albay ile iletişime geçti.

"Dinliyorum Ömer Asaf!"

"Komutanım fena sıkıştık. Hava desteğine ihtiyacımız var, mühimmatımız bitti bitecek, bizden sayıca fazlalar" diyen Ömer Asaf, Serhat albay başıyla onayladı, "F-16'lar havada" dedi ve gökyüzünde boğuk bir ses duyuldu. Tim bakışlarını göğe kaldırıp, yaklaşan F-16'ların sesine kulak verdiler.

Ömer Asaf, terör unsurlarından birinin omzuna yüklemiş olduğu füzeyi fark edince, hızla telsize konuştu.

"Komutanım! Beni acil hava desteği ile irtibata geçirin!"

Telsizde kısa bir sessizlik oluştu, yaklaşık bir dakikanın ardından Serhat albayın sesi duyuldu.

"Hava desteği hatta Ömer Asaf."

"Ben üsteğmen Ömer Asaf."

"Burası Şahin 1 Ömer Asaf. Yüzbaşı Betül Çakırcan konuşuyor, dinlemedeyim."

Ömer Asaf bir kez daha sırtını yaslamış olduğu kayalıktan başını dikkatle çıkardı ve omuzlarında füze taşıyan ve göğe odaklanmış olan terör unsuruna baktı, ateş edilen kurşunlardan kaçmak için tekrardan kayalığın arkasına çekildi.

"Ellerindeki füze sizi hedef alıyor komutanım. Alçalmanız çok tehlikeli."

Yüzbaşı Betül bakışlarını etrafta gezdirdi, jet uçağını biraz daha alçalttı. "Terör unsurlarıyla aranızda ki mesafe nedir Ömer Asaf?"

Ömer Asaf etrafına bakındı, "yüz, yüz yirmi metre" dedi.

"Taruzdan büyük etkilenirsiniz."

Ömer Asaf derin bir nefes aldı. "Bizim için hava hoş. Siz gerekeni yapın."

Yüzbaşı Betül gülümsedi, "madem öyle" dedi ve biraz daha alçaldı. "O zaman biz de bu tehlikeyi göze alıp, alçalıyoruz, siper alın."

Ömer Asaf gururla gülümsedi, telsizi kapattı ve son mermileri ateş eden askerlerine baktı.

"SİPER ALIN!" diye bağırdı.

Cihangir, Veysel, Oflaz, Kartal, Yiğit, Bayırlı ve Sakaryalı aynı anda bulundukları kayalıkların arkasına siper aldı, başlarını elleriyle kapatıp yere çömeldiler. Telsizden gelen sese kulak verdi Ömer Asaf.

"Taruza son on saniye."

"On... Dokuz... Sekiz...Yedi...Altı... Beş... Dört."

Ömer Asaf gözlerini kapadı, şahadet getirdi içinden. Tüm askerler şahadet getirip, gözlerini sıkı sıkıya kapadılar. Parlak gökyüzündeki güneşe rağmen hala ateş etmekte olan terör unsurları, F-16'ları hedef almaya koyuldu.

"Üç... İki... Bir!"

Füzeler ateş edildi, yer büyük bir sarsıntıya çalkalandı. Havaya uçan terör unsurlarının bedenleri etrafa yayılırken, üzerilerine fırlayan taş ve toprakları aldırmayan tim, sarsıntının bitmesini sabırla bekledi. Bir iki füze daha şiddetle toprak ile buluşurken, yer bir kez daha sallandı, sarsıntı durur durmaz etraf büyük bir sessizliğe büründü. Ömer Asaf yavaşça doğruldu, ateş eden bir iki teröristi etkisiz hale getiren Sakaryalı ve Bayırlı' ya baktı. Bir kez daha etrafta oluşan sükut ile doğruldu, telsizden gelen sese kulak verdi.

"Ömer Asaf, burası Şahin 1. Taruz başarılı mı?"

Ömer Asaf gülümsedi, başını göğe kaldırdı ve uzaklaşan F-16'lara baktı. "Sizin gibi Şahinlerin gökyüzünde olduğu sürece başarısız olur mu komutanım?" dedi ve Betül Çakırcan, son kez tebessüm edip, dudaklarını gururla araladı.

"Allah yar ve yardımcınız olsun Üsteğmen Ömer Asaf."

Bölüm Sonu...

Tekrardan merhaba.

Bölümle ilgili fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın, ve kendine iyi bakın, hoşçakalın.

Beni takip etmeyi unutmayın ;) 😉

Loading...
0%