@lorensi
|
Merhabaaaa. Bir önceki bölümden daha uzun bir bölümle geldim bu sefer. Umarım beğenirsiniz. Oy vermeden geçmeyin, sizi seviyorum. Instagram hesabım: lorensilorensi_0 Bölüm On yedi - Aniden Doğan Güneş Aradan geçen günlerin toplamı bir buçuk haftayı buluyordu. Tam bir hafta Ömer Asaf sınır dışında, ondan haber alamıyordum. Sadece bir hafta önce konuşmuş, bir daha da haber alamamıştım. Ondan öncesinde sık sık mesaj atıp duruyordu. Ne zaman geleceğini bile bilmiyorken, öylece yürüyordum ıslak kaldırımların üzerinde. Her bastığımda çıkan sesin huzur veren hissiyatına kapılmak gibi bir niyetim olmasada kendime engel olamıyordum. Ellerim montumun cebinde yer alıyor, başımda ki bandana düşmek için benden izin istiyor gibiydi. Lakin izin vermeyip, hızla ellerimle başıma iyice sabitledim ve ellerimi tekrardan montumun cebine yerleştirdim. Bugün izin günümdü benim. Art arda iki izin gününü boş bir şekilde geçiriyordum. Onunla arada bir mesajlaşıyor olsam da içimde hala koca bir sıkıntı vardı. Bir haftadır sevdiğim adamdan uzak olmam ona karşı sevgimi kat ve kat ikiye katlıyordu. Keşke daha önceden ilk adımı ben atıp, ona onu sevdiğimi söyleyebilseydim, onunla daha çok vakit geçirmiş olurdum. Ama ona karşı içimde olan utanç duygusu daha ağır bastı. Daha önce hiç erkek arkadaşımın olmaması, onun ilk olması beni yeteri kadar utandırıyordu. Üstelik ailemin bilse nasıl bir tepki verecek olmaları beni daha da çekindirip, utandırıyordu. Islak kaldırımların üzerinde yürümeye devam ederken, parkın yer aldığı demirliklerin kenarlarından yürüyüp, parka gireceğim sırada hiç beklemediğim bir anda belime dolanan kollar, bedenimin yerinde kat katı kesilmesine neden oldu. İs ve barut kokusuna karışan, ferahlatıcı parfümü burun deliklerimi doldururken, içimde ki özlemi zapt edemedim. Dudakları, soğuk yanağım ile temas kurdu, bir sağa bir sola refleks olarak hareket ettik. Dudaklarını çekti, kollarını gevşetti ve benim ışık hızıyla ona dönmeme neden oldu. Ela gözleri yeşil gözlerime bakarken, az önce onu düşünmekten ve merak etmekten deliye dönen bedenim, şimdi karşımda görüyor olduğum bedeni beni hiç beklemediğim bir anda otuz iki diş gülümsetirken, kendime engel olamayıp, "Asaf" dedim ve istemsizce kollarım boynuna dolandı. Ayaklarım yerle teması kesti, kolları bir kez daha belime dolandı ve sıkı sıkıya sarmaladı. "Geldin" dedim gözlerimin içi onun özlemiyle sızlarken. "Geldim" dedi karşılık olarak. Beni sadece iki kere etrafında döndürdüğünde, ayaklarım tekrardan yere temas edince kollarımı boynundan gevşettim ve kendimi ondan kızarmış yanaklarımla ayırdım. "Ne zaman geldin?" "Bu sabah" diye karşılık verdi. "Eve uğradım, sıcak bir duşun ardından hızla yanına geldim. Bugün izin günündü, ben de evden çıkmanı bekledim" diyince nedeninin birinin bizi görmesini istemiyor olmamdı. Böyle düşünüp, ta buraya kadar sessiz sessiz arkamdan gelmiş olması beni ona bir kez daha hayran bıraktı. Bakışlarımı gözlerinden ayırdım, ardından tekrardan ona baktım. "Parkta oturalım mı biraz?" "Olur" dedi eli usulca elimi bulurken. Sıkı sıkıya tuttu ve bana gülümseyerek baktı. Birlikte parkın kenarından yürüyüp, el ele parka girdik. O bana sınır dışına gidişini anlatınca, neler yaşadığını da işin içine eklerken, ben de bir haftadır neler yaptığımı anlattım. Bir haftadır onsuz geçen günlerimi tek tek anlatırken, tanışalı neredeyse dört ay olacağını fark ettim. Bu kadar erken birbirimize bağlanacağımı hiç düşünmezken, bir de el ele kimsenin soğuktan dolayı bulunmadığı parkın içinde dolaşıyorduk. Herhangi kuru bir çardağın içine geçtik, yan yana oturduk. Bedenimi ona çevirdim, gözlerine baktım. "Bir daha gidecek misin?" "Henüz öyle bir görev yok." Gülümsedim. Ne diyeceğimi bilemeyip, sadece ona baktım ve izledim. O ise nefesiyle güldü, yanıma yaklaştı ve kolunu omzuma doğru atıp, beni kendine yasladı. "Ne kadar özledim bir bilsen?" Kıkırdadım. "O kadar mı çok seviyorsun?" "Hem de nasıl?" Başımı göğsüne yasladım, sol elinin belime dolanmasıyla elimi elinin üzerine attım. Şuan nedense ona karşı utangaç bir halim yoktu. Ne kadar da sözleriyle kızarmama neden olsada şuan sadece onu yanımda hissetmek istiyorum. "Peki bunu neden daha önce söylemedin?" Göğsü kabarıp indi. "Zamanı var diye düşündüm." Başımı salladım. "Yine de söyledin ama." Gülümsediğini hissettim. "Yine de söyledim." Omzumdan önüme doğru sarkan eline parmaklarımı değdirdim tutmak için. Kıkırdadı ve parmaklarını parmaklarıma geçirdi. Saçlarımın tepesine bir öpücük kondurdu ve derin bir nefes aldı. "Senin gerçekten evleneceğini düşündüm" dedim neden böyle bir cümle kurduğuma anlam veremedim. "Evleneceğim." "Ne!" Bedenimi doğrultup, yüzüne korkuyla baktım. Güldü. "Niye gülüyorsun?" "Ben gönlümün seçtiği kızla evleneceğim" dedi ve beni birkez daha kendine yasladı. Bu da demek oluyor ki gönlünün seçtiği kız ben miydim? Yanaklarım kızarmaya başladı, bedenim heyecana kapıldı. Cümleleri beni ona bir kez daha hayran bırakıyordu. "Sen hangi ay doğumlusun?" diye soru verdim bir an. Kaşlarını çattığını hissettim. "2 Mart. Sen?" Gözlerimi büyüttüm ve hızla doğrulup, bedenimi ona çevirdim. Kollarını bedenimden indirdi, ellerimi tuttu ve ben dudaklarımı o güzel gözlerine bakarak araladım, akabinde ne diyeceğimi bilemeyip yutkundum ve bakışlarımı yüzünde gezdirip, büyük bir cesaretle bir kez daha onu kendime yasladım ve "13 Ekim" dedim. "Terazi burcusun yani?" Kıkırdadım. "Sen de Balık." Başını salladı. "Benim kız arkadaşımsın ve senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Tek bildiğim" dedi ve dudakları şakaklarıma değdi. Sıkı ve küçük bir öpücükten sonra, kalbimi etriten bir başka cümle fısıldadı. "Sana her baktıkça hızlanacak olduğuna emin olduğum bu arsızca atan yüreğim." Yanaklarım kızardı, kalbim onu yanımda hissetmemin heyecanıyla hızlı hızlı attı. Birlikte sonbahar ayına girmek üzereydik. Neredeyse iki hafta vardı mevsim değiştirecek olmamıza. Ben ona yaslı durmaya devam ederken, "söyle o zaman" dedi ve "en sevdiğin yemek nedir?" diye sordu. Kaşlarım bir kez daha çatıldı. "Soru mu soracağız birbirimize?" Kıkırdadı ve başını salladı. "Evet." Güldüm, bu sefer bedenimi yavaşça ondan ayırdım ve yüzüne döndüm. "Birbirimizi tanımak amaçlı yani?" dedim başımı sağ omzuma doğru eğip, sorumun doğru olup olmadığını anlamak için ondan bir cevap beklerken. "Hım hım, aynen öyle. Ben seninle ilgili herşeyi bilmek istiyorum. Doğruyu, yanlışı, korkularını..." dedi ve ellerimi hala tutmakta olan elleri, baş parmağıyla üst derimi okşadı. "Herşeyini ezberlemek istiyorum. Çünkü" dediğinde bana doğru eğilip, dudaklarını bir kez daha şakağıma dokundurdu, nazik dokunuşundan sonra ayrıldı ve fısıldadı. "Hep yanımda olmanı istiyorum." Gözlerimi fısıltısının vermiş olduğu ürperti ile birbirine yasladım, gülümsedim ve başımı usulca aşağı yukarı sallayıp, tekrardan yeşil gözlerimi aralayıp ona baktım. Az önce bana telaffuz etmiş olduğu cümlenin etkisinden uzaklaşmak adına "tamam" dedim, ardından "hadi başlayalım" diye ekledim. "En sevdiğin yemek diye sormuştum?" Gülümsedim. "Bamya. Ama ekşi olacak" dedim tek kaşımı havaya kaldırıp, başımı hafif omzuma eğerek. Annemin benim için en güzel yaptığı yemek bamya olabilirdi. Tabak tabak yesem asla bıkmayacak olduğum bir yemekti. "Peki senin?" diye sordum. "Kısır" dedi ve kaşlarımı çatmama neden oldu. "Kısır yemekten sayılır mı?" Kaşlarını çatarak dudağının kenarıyla güldü. "Sayılmaz mı?" "Bilmem. Ben böyle daha sıcak bir yemek olur diye düşünmüştüm." "Ya diğer yemekleride seviyorum ama kısır ayrı bir güzel" dediğinde, başımı onu onaylarcasına salladım. "Peki en sevdiğin tatlı?" diye sordum. "Kazandibi" dedi ve gözlerim kocaman açıldı. "Benimde Kazandibi." Gülümsedi. "Öyle mi?" Tutmuş olduğu ellerini refleks olarak sıktım ve "öyle" dedim başımı hızla sallayarak. "Bir ortak noktamız var" dedi ve "bakalım daha ne kadar ortak yönümüz çıkacak" diye ekledi. Tebessüm ettim. "En sevdiğin renk nedir peki?" "Kırmızı beyaz." Tebessüm ettim. Albayrağın rengi olan kırmızı beyazın sevmeyeni varmıdır ki? Eh onun mesleği buydu. Uğruna can verebileceği bir bayrak vardı ortada. Kırmızı beyazın en çok yakıştığı, ay yıldızın süslediği o harika görünüm. Biz yaşayalım diye onlarca, binlerce Mehmetçiğin kanıyla bürünen o görünüm. Elbette bir askerin en sevdiği renk kırmızı beyaz olurdu. Ona büyük bir hayranlıkla baktım, dudaklarımı birbirine bastırdım ve burnumdan ciğerlerlerime derin bir nefes çektim. "Senin" diye sorunca, ben de sevdiğim rengi söyleyiverdim. "Yeşil ve beyaz." Buruk bir tebessüm sergiledi. "Bir ortak noktamız daha oldu" dedi beyaz renkten bahsederek. Başımı salladım. "En sevdiğin hayvan ne?" diye sordum bu seferde. "Aslında tüm hayvanları severim, ama en çok kedi herhalde." Gözlerimi büyüttüm, ona şaşkınlıkla baktım. "Benimde." Birlikte barınağa gittiğimiz günü hatırladım ve bir kez de bunun için gülümsedim. Ne güzel bir gündü hayvanlarla vakit geçirmemiz. Ama o zaman aramızda hiçbir şey yoktu ve biz el ele bile tutuşamıyorduk. Şimdi ise el ele, diz dize oturmuş, birbirimize bakıyorduk. "Daldın gittin." Başımı kendime gelir gibi, onun sesiyle ona çevirdim ve yutkundum. "Yoo..." dedim, gülümsedim. Birbirimiz ile o çardakta baya sohbet ettik ve neredeyse her şeyimizi öğrendik. Onun futbol oynamayı sevdiğini, hatta tim ile birlikte, askeriyede oynadıklarını bile öğrenmiştim. Küçükken hep dışarıda ki arkadaşlarıyla askerlik oyunları oynadığını, üsteğmen olduğunu hayal ettiğini bana anlattı. Hayalinin gerçek olması, beni daha da güldürdü ve mutlu etmişti. Kim bilir o asker olmasaydı, belki de şuan bu sessiz ve yağmurun hafif hafif yağıyor olduğu sokakta birlikte yürümüyor olacaktık. El ele yürümüyor, arada birbirimize kaçamak bakışlar atıp, gülmeyecektik. Ama şuan onun yanımda olması, elimi tutması ve bana atıyor olduğu o kaçamak bakışlar içimi ısıtıyordu. Onun en çok korktuğu şeyin sevdiklerine zarar gelmesi olurken, benim en çok korktuğum durum ise yalnız kalmamdı. Yalnız kalkmaktan, çocukluğumdan beri hep korkardım. Bunu ona söylediğim vakit, yanağıma dokundurduğu buse ile gözlerim dudaklarının sıcak temasıyla birbirine yaslanmıştı. Lakin tam o vakit, çalan telefonum ile kirpiklerimin arasında ki mesafe hızla büyümüş, ellerim çantama dokunmuştu. Arayanın ablam olduğunu fark edince, gelirken manavdan salatalık almam gerektiğini söylemiş, telefonu hızla kapatmıştım. Ablamla konuşmamın ardından hemen sonra, Ömer Asaf'a dün ablamın kınasını yaktığımızı söylemiş, onun benden hiç fotoğraf çekmedin mi sorusuyla kaşlarımı çatmıştım. Nasıl olduğumu merak ettiğinden dolayı, ablamla birlikte çekilmiş olduğumuz bir fotoğrafı kırptım ve ona uzattım. Eline aldığı ve fotoğrafa baktığı vakit gözleri hayranlıkla açıldı, dudaklarının kenarı kıvrıldı. Ben onu seyre dalarken, o fotoğrafı mesajla kendine atmadan önce benden izin istemiş ve öyle atmıştı. Ve tekrardan beni kendine sıkıca cekmiş, kollarını bedenime doladıktan sonra, "güzel olacağını biliyordum" diye fısıldamıştı. O çardakta birbirimizle, neredeyse tüm herşeyimizi paylaşmış, daha sonrasında ablamın bir kez daha aramasıyla ayağa kalkıp parktan ayrılmıştık. El ele bizim manava doğru giden yolda yürüyor, birbirimizle havadan sudan sohbet ediyorduk. İki gün sonra ablamın düğünü olacağı aklıma geldiği vakit, durdum ve heyecanla ona döndüm. "İki gün sonra ablamın düğünü var. Babam senin babanı da davet etmeyi düşünüyor, hatta davetiye gönderdi diye biliyorum. Sen gelecek misin?" diye sordum içimde ona karşı olan büyük bir istekle baş etmeye çaba göstererek. "Öyle mi? Babam hiç bahsetmedi. Gerçi gelir gelmez soluğu senin yanında aldım" dediğinde, eli elimi okşadı. "Gelecek misin?" diye sordum bir kez daha. "Geleyim mi?" Nefesimle güldüm. "Elbette." "Yalnız gelirsem, çok güzel olmalısın" dediği vakit kaşlarımı çattım. "Nasıl yani? Ben güzel olmasam gelmez misin?" diye sordum. Kıkırdadı. "Hayır. Eğer sen güzel olsursan, ben düğün bitimine dek gözlerimi senden alamam. E ben gözlerimi senden alamazsam, ailen bunu fark ederse seni bana verirler. Böylece benimle evlenirsin." Ona şaşkınlıklar içerisinde bakıp durdum ve bu düşünceyi nasıl aklında kurduğuna anlam veremedim. Benimle bu kadar evlenmek istediği için miydi bu cümleleri, yoksa gerçekten de blöf mü yapıyordu? Emin değildim... Ama her ne olursa olsun bu davranışları ve cümleleri hiç olmadığı kadar hoşuma gidiyordu. "Çirkin mi olayım?" diye sordum aniden. Bu sefer güldü ve gamzeleri kendini bir kez daha belli etti. "İstesen de olamazsın. Senin çirkin olabilme gibi bir şansın ve ihtimalin yok." Gülümsedim. Onun bana bakarken gülümseyen dudaklarının kenarlarında ki gamzelere odaklandım ve aklıma gelen düşünceyle gülüşüm yavaş yavaş yüzümde soldu. Yutkundum, Ömer Asaf'ın gözlerine kaldırdım yeşil gözlerimi. Onunda gülüşü yüzümün halini görmüş olmalı ki, "bir sorun mu var?" diye sordu. Yutkundum ve aklımdaki düşünceyi ona söylemenin daha iyi olacağını düşünerek başımı salladım ve dudaklarımı, tutmuş olduğum elinin damarlı üst yüzeyini baş parmağım ile okşayarak araladım. "Düğüne Cihan'da gelecek." Kaşları çatıldı. "Cihan kim?" "Peşimde ki adam. Bizim köylü." Cihan'la karşılaşmıştı lakin adını bilmiyordu. Bana öylece bakıp, dudaklarını birbirine yaslayınca ben ona mutsuz ve üzgün bir yüz ifadesiyle baktım. "Gelsin. Ne olacak? Ben varken sana hiç bir zaman dokuna-" "Mesele bu değil Ömer Asaf" diye böldüm lafını sakinlikle. "Nedir?" Derin ve dertli bir iç çektim. "O eğer düğüne gelirse, babamlarla aynı masada oturacaktır. Haliyle sen de. Ya babama seni benim yanımda gördüğünü, hatta ona vurduğunu söylerse. O zaman ne olacak. Ben ailemden utanırım. Yani babama seninle aramda gönül ilişkisi var diyemem, utanırım. Ama senin o düğüne gelmeni çok istiyorum. En azından bir kaç saat de olsa, uzaktan seni görmek bana iyi gelir" dediğimde, son dediğime ben bile inanamadım. Yanaklarım kurmuş olduğum cümlenin vermiş olduğu utanç etkisiyle kızarmaya yol alınca, yutkundum ve derin bir nefes daha çektim ciğerlerime. "Bence o herif, beni gördüğü an konuşmaya cesaret bile edemeyecek." "Öyle mi diyorsun?" dedim. "Sen merak etme. Ben o gün o düğüne gelecek ve senin ne kadar güzel olduğunu bir kez daha anlayacağım." Yüzümde sıcak bir tebessüm peyda oldu. Dudaklarımı ıslattım, gözlerine kıkırdayarak baktım. O ise öne doğru eğildi, yanağını bana göstererek, bir öpücük istediğini belli etti. Gülüşüm daha derin bir hal alırken, parmak uçlarımda yükseldim, yanağına sıkı lakin kısa bir öpücük bıraktım ve geri çekildim. Lakin ben geri çekilmeden o başını çevirdi, benim onu öptüğüm gibi o da bir buse kondurdu yanağıma. Ardından tekrardan el ele yürümeye devam ettik ve ta ki babamın manavının yer aldığı sokağın başına gelene dek. "Babam eczacı demiştin," dedi çardakta konuştuğumuz sohbeti bana bir kez daha hatırlatarak. "Evet eczacı. Emekli ama. Canı sıkıldığı için, böyle manav işiyle ilgileniyor. Evde oturmak istemiyor" diye yanıtladım onu. Dudaklarını birbirine bastırdı, başını salladı. "Sen al gel gerekeni, ben bekliyorum ileride." Onu başımla onayladım ve gülümsedim. Yanından ayrıldım, babamın manavının doğru yol aldım. Dışarıda meyveleri sulamaya başlamış babam, anlık başını bana doğru çevirdi ve göz göze gelir gelmez elinde ki su fıskiyesini bıraktı, bana kollarını açtı. "Babacığım!" "Güzel kızım. Hoş geldin." Kollarının arasına girdim, sırtını okşadım. Çenem omzuna yaslanırken, kolları sıkı sıkı sardı beni ve aynı anda kollarımızı gevşetip, ayrıldık birbirimizden. "Annem salatalık istiyor, bitmiş." "Vereyim güzel kızım, ben de eve gelecektim bir iki saate," dedi ve hemen hızlıca kenardaki poşetlikten bir poşet alıp, biraz salatalık doldurmaya başladı. Ellerimi montumun cebine soktum, ona gülümseyerek baktım. "Biraz meyvede vereyim, götür olur mu kızım?" Başımı ikiletmeden salladım, "olur baba" dedim. O bana poşetleri hazırlarken, genel olarak manavının gelirinden küçük bir sohebt yaptık, ardından poşetleri aldım ve yanağına bir buse bırakıp, gülümsedim. "Allah'a emanet baba." "Dikkatli git kızım, montunu çek boğazına kadar, üşütme" deyince, onu başımla onayladım ve elimi salladım ona arkamı dönmeden önce. Manavın önünden ayrıldım, köşeyi döndüm ve ileride ki apartmanın altında beni bekleyen ve beni görür görmez yüzünde açan tebessümle bana bakmaya devam eden Ömer Asaf'a baktım. Ona doğru ilerledim, onun bana elini uzatmasıyla, avucunun içine avucumu bırakıp, elini sıkıca tuttum. "İnsanın sevdiğini beklemesi güzelmiş" dedi ve bunu söylerken eğilip elimde ki poşetleri aldı. Bu davranışına hayranlıkla baktım ve dudaklarımı ıslatıp, elini sıkıca tuttum. "İnsanın, ileride onu sevdiğinin beklediğini bilmesi de güzelmiş" dedim ve yandan ona baktım. Dudaklarının kenarı kıvrıldı, sıcak bir tebessüm sergiledi. "Time, babalarımızın arkadaş olduğunu söyleyince, verdikleri tepkiyi görmeliydin" dedi bir anda. "Öyle mi? Şaşırmış olmalılar." "Hem de nasıl? Benden daha çok şaşırdılar." "Hepsi çok iyi insanlar. Arkadaşların ve kızlar. Hatta kızlarla çok iyi anlaştım biliyor musun? Geçen akşam birlikte sinemaya gitmiştik. Sonra orman kenarında beraber yürüdük sohbet ede ede." Yolda yürümeye devam ederken, o konuştu bu sefer. "Onlarla anlaşmana sevindim. Dediğin gibi hepsi iyi kalpli insanlar." Onu başımla onayladım ve yolun ne hızlı bittiğine anlam veremedim. Bizim sokağın başına gelir gelmez, buruk bir şekilde dudaklarımı birbirine yasladım ve ona döndüm. "Bir günün sonuna daha geldik." Başını salladı, kolları sıkıca sarıldı bedenime. "Kendine dikkat et." "Sen de." Onunla yaklaşık bir dakika boyunca sarılı durduk ve ayrılacağım vakit, alnıma küçük bir buse kondurmadan beni bırakmadı. Derin bir nefes alarak, omuzlarını kaldırıp indirdi ve önüme düşen saçımı, elini kaldırarak bandanamın kenarına iteledi. Bakışlarım elinde ki poşetlere kaydı ve eğilip onları elinden bana uzatmasıyla aldım, bir kez daha gülümsedim. Ona arkamı döndüm, apartmana doğru hızlı adımlarla ilerledim. Binaya girmeden önce dönüp hala orada olduğunu fark edince elimi kaldırdım, dudaklarıma yasladım ve ona öpücük gönderdim. O güzel gülüşünü sergiledi, aynısını o yaptı ve bana el salladı. Ben de ona salladım, ardından hızla apartmana girip, daireye doğru çıktım. Kapıyı bana annem açar açmaz, elimdekileri ona verdim, "hoş geldin kızım" demesiyle ben de karşılık verdim. İçeri geçerken, ablam ve Eda'nın çay içiyor olduğunu fark edince onlara katılmadan önce banyoda ellerimi yıkayıp, yeni yeni emeklemeye başlamış olan Selim' in bana doğru gelmesiyle ellerimi kuruladım, hemen mutfakta ki annemin, "babaannesi yesin onu!" demesiyle havluyu kenara bıraktım ve banyonun kapısını kapadım. Annem mutfakta yemek yaparken, ben bana elini uzatan Selim'e eğildim, "kurban olurum sana ya" diyerek kucağıma aldım o hafif ve küçük bedenini. "Sen emekliyor musun?" dedim yönümü salona doğru çevirdiğimde. İçeri girince ablam ve Eda'nın "hoş geldin" demeleriyle, tekli koltuklardan birine oturdum, yerde oturmuş çay içen ikiliye kucağımda ki Selim'le baktım. "Hoş buldum." "Nerelerdeydin?" Bakışlarım ablamı buldu. "Dolaştım dışarıda biraz. Sonra manava uğradım, geldim" dedim ve bakışlarımı Eda'ya çevirdim. "Abim nerede?" "Selim'in bezi bitmiş, onu almaya gitti." "E söyleseydiniz bana, ben alırdım." "Bankada işi varmış, onu halletmeyede gideceğini söyledi" dediğinde Eda, başımı salladım anladığımı belirterek. Ardından Selim'e baktım ve "senin bezin mi bitti?" dedim sevecen bir sesle. "Ya seni yerim ben! Halan seni yer ama" diyince, ayaklarını dizlerimin üzerine koydum, onu koltuk atalarından, yüzü tam önüme denk gelecek şekilde tutarak burnundan öptüm. "Seni yerim ama ben" dedim bir kez daha. Kapı çaldı, Eda herkesten önce ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Muhtemelen ya İlker -nereye gitmiş olduğunu bilmiyordum- ya da abim gelmiş olabilirdi. Eda kapıyı açar açmaz "hoş geldin" derken, abimin geldiğini anlamıştım sesindeki tonlamadan. "Hoş buldum canım" dedi ve kısa süre sonra salonun kapısında belirdi. Bakışları direkt bana baktı, elinde ki poşetin içinde bulunan bezi kenara bıraktı ve bakışları hala bana bakmaya devam etti. "Hoş geldin abi." "Hoş geldin." "Hoş buldum, hoş buldum." Bakışlarında bir değişiklik sezdiğim abim, banoyaya gideceğini belli ederek "ellerimi yıkayayım" dedi. Annemde mutfaktan çıkıp, yanımıza, salona geldi, ben Selim'le ayağa kalktım, "gel babaya bakalım" diyerek koltuğa oturan Eda'ya gülümsedim ve salondan çıktım. Banyoya doğru ilerledim, açık kapıdan abime baktım. "Abi." Gülümseyerek döndü bize, "oğlum" dedi suyu kapatıp, ellerini kuruttuktan sonra banyonun ışığınıda kapatıp Selim'i kucağımdan alarak. "Konuşalım mı güzelim?" dediği vakit kaşlarımı çattım, ne konu hakkında konuşacak olduğunu hiç bir şekilde tahmin edemeyip, "olur" dedim. O bakışlarıyla mutfağı gösterdi, "balkona geçelim" dedi. Ben başımı salladım, onun banyo kapısını çekip, arkamdan gelmesiyle ben balkon kapısını açtım ve içeri geçtim. Dışarıda yağmur yağıyordu ama balkonun sürgülü camlarının kapalı olması balkonu yeteri kadar en azından Selim için sıcak kılıyordu. Abim kucağında Selim'le içeri girdi, karşılıklı koltuklara oturduk ve ellerimi masanın üzerine yasladım. "Ne konu hakkında konuşacağız?" diye sordum sıcak bir gülümsemeyle. Selim'i dizlerine oturttu, onun camdan bakmasını sağladı ve o gözlerime baktı. Selim ellerini cama yaslayarak, abimin onu tutmasıyla dışarıya baktığı vakit, abim bana odaklandı, ve kalp atışlarını hızlandıracak sadece üç kelime fısıldadı. "Sen ve Ömer Asaf?" Gözlerim gözlerine baktı, nutkum tutuldu. Nefeslerim, düzensiz bir hal aldı ve abimin bana bakan bakışlarında sadece soru işaretleri var gibiydi o kadar. Bizi görmüş olmalıydı. Dışarıda bizi görmüş olmalıydı. Ben abimi evde zannederken, o dışarıda bizi görmüştü. Yüreğimin korkuyla atmasına neden olan cümlenin sahibine bakmaya devam ettim. O bana düz bir yüz ifadesiyle, bir yandan Selim'i tutmaya çalışarak bakarken, diğer yandan benden bir cevap bekliyor olduğuna adım gibi emindim. Ne cevap vereceğimi bilemedim, nasıl bir cümle kuracağımı hiç bilemedim. Defalarca yutkundum ve terleyen ellerimi ışık hızıyla kucağıma çektim masanın üzerinden. "Konuşsana abicim. Gördüm sizi, el ele." Bu cümle beni daha da utandırdı, kızarttı. Baştan aşağı kızardığıma emindim. Abimle daha önce bu konu hakkında sadece üstü kapalı konuşmuş, abime bir isim bile vermemiştim. Sadece asker olduğunu söylemiş, onun anlayış göstereceğine inanmıştım. "Şey..." dedim, devamını nasıl getireceğimi bilemedim. "Geçen aylarda bana bahsettiğin asker," dedi ve çatık kaşlarla ekledi. "Ömer Asaf' mıydı?" Yutkundum. Dudaklarımı ıslattım, burun deliklerimin açılıp kapanmasına neden olduktan sonra başımı önüme eğip, ağzını cama yaslamış, ve öylece dışarıyı seyreden Selim'e baktım. "İkra konuşsana güzelim. Kızmayacağım, sadece bilmek istiyorum." Abime döndüm. Son kez yutkundum, başımı salladım. "Hım hım. Ama bilmiyordum abi. Babamın arkadaşının oğlu olduğunu bilmiyordum. Yemin ediyorum bilmiyordum. Sadece herşey tesadüf-" "Dur bir sakin ol güzelim" diyerek beni aniden yarıda kesen abime bir kez daha yutkunarak susup baktım. Neden aniden böyle tereddüt etmiş ve konuşmuştum anlamış değildim. Abim beni susturmamış olsaydı saçma sapan şeyler diyecek olduğuma emindim. "Birşey demedim ki sana. Sakin ol, nefes al." Tırnaklarımı avcumun içine batırdım, derin bir nefes aldım ve başımı salladım. Ben rahatlayana dek abim soru sormadı ve bana yaklaşık beş dakikalık bir süre tanıdı. Benim kendime geldiğime emin olduktan sonra "şimdi sorabilir miyim bir kaç soru?" diye sordu. "Hım hım..." dedim. "Ömer Asaf'la aranda gönül ilişkisi var anlaşılan?" Onu utanarak başımla onayladım. "Kız arkadaşı mısın onun?" Yutkundum ve bir kez daha başımla onayladım abimin sorusunu. "Hım hım.." "Peki gerçekten seviyor musun? Yani güveniyor musun?" Gitgide daha da çok utandım. Ellerim nedenini bilmeksizin abime karşı titredi ve dudaklarım birbirine sıkıca yaslandı. O benden bir cevap beklerken, ben sadece başımı salladım ve "evet" dedim. Dudaklarını ıslattı, başını aşağı yukarı salladı. "Sanırım benden başka kimse bilmiyor" dedi. Bir kez daha başımla onayladım. "Bilmiyor." Derin bir nefes aldı ve nefes verişi balkonun içinde duyuldu adeta. Selim'in "mım" seslerine döndüm ve gülümseyerek baktım. Tekrar abime dönünce, onun buruk bir şekilde "gel buraya" diyerek kolunu yana doğru açmasıyla beni yanına çağırdığını fark ettim. Kaşlarımı çattım, yavaşça ayağa kalktım ve oturduğu koltuğa oturup, kolunun altına girdim. Selim'i camdan cekti, dizlerine oturttu ve koluyla beni sarıp, kendine yasladı. "Fazla görüşme tamam mı? Babamlar anlar bak birisi olduğunu" dediğinde, yüzümde açan belli belirsiz tebessümle başımı, bedenimi hareket ettirmeden ona kaldırdım. "Kızmadın mı?" Kıkırdadı ve oğluna baktı. "Ne diyor senin bu halan oğlum? Beni dizilerde ki ya da o eski nesil abilerinden sanıyor herhalde." Oğluyla benim hakkımda konuşuyor olması, beni rahatlattı ve cümleleri gülümsememe yol açtı. Dudakları aniden saçlarıma dokundu ve "tabiki de kızmadım" dedi, eli omzumu okşadı. "Üstelik tanıdık biri. Öyle serserinin teki değil," dediğinde, başımı salladım. "Hem kızmaya hakkım yok, çünkü size sormadan evlenmeden geldim ve verdiğiniz tepkiyi gördüm. Helki senin ne kadar mutlu olduğunu. Aynı şey değil ama kısmen öyle. Bu yüzden kızmam saçma olur. Ayrıca ben senin, Sedef'in ve İlker'im mutlu olmasını isteyecek biriyim. Elbette yuva kurmak ve birlikte yuva kuracağınız kişiyi elbette siz seçeceksiniz. Ben sadece sizi öyle görünce, gerçeklik payını merak ettim." Dediklerine ve saygı gösterişine minnetle baktım, "babama söylemeyeceksin değil mi abi?" diye sordum ne kadarda söylemeyeceğini bildiğim halde. "Elbette söylemeyeceğim. Sen ne zaman hazır olduğunu hissedince, karşılarına çıkar, söylersin. Ben sadece bunu bilen ve sır olarak saklayan biri olacağım. Yalnız..." dedi ve doğrulup, bana döndü. Onunla birlikte bende doğruldum. "Buralarda yan yana dolaşmayın derim. Yani sizi ben değilde İlker ya da babam görse, bu kadar rahat bir tepki vermeyebilirler." İlker'in ve babamın bizi görecek olma korkusu aklıma düşerken, başımı salladım ve bir kez daha abimin göğsüne yaslandım. "İyi ki varsın" dedim ve Selim'in yanağından makas alarak, "iyiki varsınız" dedim. "Sen de güzelim" dedi, saçıma küçük bir buse kondurup, omzumu okşayarak "sen de" dedi birkez daha. Bölüm Sonu... Tekrardan merhabaaaa.... Umarım beğenirsiniz. Benim çok severek yazdığım bir bölüm oldu. Bir sonraki iki gün sonra burada sizlerle. Hoşçakalın, kendinize iyi bakın. Beni takip etmeyi unutmayın ;) 😉 |
0% |