18. Bölüm

18. Bölüm -&- Düğün Günü

NİSA
lorensi

Merhaba sevgili okurlarım. Yepyeni bir bölümle geldim karşınıza. Umarım beğenirsiniz, şimdiden keyifli okumalar dilerim.

Instagram hesabım : lorensilorensi_0

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

Bölüm On Sekiz - Düğün Günü

Yarın bizim için en büyük günlerden biri olduğu gibi, en hüzünlü günümüzde olabilirdi. Ablam evleniyordu. Evimizden bir birey eksiliyordu. Odamdan, sırlarımdan ve bu evden biri eksiliyordu. Çok uzağa gitmiyordu ama yine de burada, yanımızda olmayacaktı. Geceleri balkonda, abimlerle kahve içerken o olmayacaktı. Meyve yerken, akşam yemek masasının üzerine toplanırken, sabah kahvaltılarda, hiçbir yerde olmayacaktı.

Ama aşktı bu... Ne kadar da ailenden ayrılmak istemiyor olsan da, başkasına duyduğun sevda ve o büyük aşk buna engel oluyordu. Herşeyi bir kenara bırakıp, sadece onunla vakit geçirmek için çabalıyor ve istiyordun. Sonuçta dünyaya bir kere geliyor, bir kere gerçek aşkı yaşamak istiyor insan.

Ben ilk kez aşık oldum. Küçük yaşlarımda ki, küçük çocuklara olan ilgilimi görmezden gelirsek, ilk kez bir adama aşık oldum. Ve bunun ne bir asker olacağını, ne de bu kadar güzel bakan ve yakışklı olacağını düşünmemiştim. Oysa ki dikkatimi çeken bunlar değilde o kalbinin güzelliği ve bana karşı olan düşünceleriydi. Kim bilebilirdi ki kaçırılacağımı ve karşıma çıkan üsteğmene aşık olacağımı? Kimse bilemezdi.

Sabah erkenden kalkmış, hastaneden ablamın yarın ki düğünü için iki gün izin almıştım. Raporumu hastaneye vermiş, iki gün olmayacağımı, Yusuf hocama da bunu haber etmiştim. Şimdi ise mutfakta dün Ömer Asaf'la konuşmamızın etkisinden sonra ona kısır ve kazandibi yapıyordum. Görünce ne tapki vereceğini hiç bilmiyor, beğenecek mi onu bile kestiremiyordum.

Ama elimin lezzetli olduğunu biliyordum. Hele ki kısır konusunda. Saat öğlen bire geliyor, evde temizlikler başlamış ve çoktan bitmişti. Ben de annemlerin yorgunluğunu bahane edip, Ömer Asaf'a kısır yapmak için size yapayım demiştim. Kazandibinin muhallebisi soğuyunca, içini şeker ve azıcık muhallebi ile yakmış olduğum dikdörtgen tepsinin içine döktüm, ardından dolaba gönderip, kısırın içine turşu doğramaya devam ettim. Ömer Asaf dün bana kornişon turşuyuda ne kadar çok sevdiğini söylemişti. Gerçi ona kısır ve tatlı getireceğimden, onun yanına gideceğimden bile haberi yoktu. Tamamen sürpriz olacaktı.

Kısırın içine turşuları koydum, elime mutfak için almış olduğum siyah eldivenlerden bir tane geçirip, kısırın içine daldırdım ve karıştırmaya başladım. Salçasını önceden yedirdiğim için, tüm malzemeleride elimle karıştırdım.

"Ooo.... Yaptın mı?"

"Bitti sayılır" dedim mutfaktan içeri giren Eda ile.

"Çok güzel görünüyor."

Gülümsedim. "Kendimi övmek gibi olmasın ama baya iyi yaparım kısırı."

Kıkırdadı. "Eh kimin kızısın. Yani annenin yemeklerini yemesem, sana inanmayacağım. Harika yapıyor gerçekten" dediğinde ona önüme düşen saçımı bandanamın arkasına atarak baktım.

"Annem gerçekten güzel yapıyor" dediğimde kısırı karıştırmayı bırakıp, elimde ki eldiveni çıkardım ve hemen tezgahın altındaki dolaptan nar ekşisini çıkardım.

"Bol koyar mısın? Ben de bayılırım valla kısıra."

Eda'nın sesiyle nar ekşisinin kapağını açtım, gülerek "sen iste yeterki yengeciğim" dedim ve eğilip yanağına bir buse kondurdum. Artık onunla da epey iyi anlaşıyorduk. Gülerek bana bakınca, "ben de tabakaları hazırlayayım" deyip dolaptan tabak çıkarmaya başladı.

Kısırı tamamen halledip, Eda'nın tabakalara doldurmasıyla ben kap çıkartıp, Ömer Asaf'a doldurdum.

"O kime?"

Aniden Eda'dan gelen soruyla yutkundum, yan bir bakış attım ona ve hızla "Akel'e!" dedim. "Yanına gideceğim" diye ekledim.

"Haa! Ay o da hiç gelmiyor buraya. Gerçi okul açılacak okula gidiyordur şimdi hazırlık için."

Onu başımla onayladım, kısırı iyice doldurdum ve kapağını kapatıp, dolaba yerleştirmiş olduğum kazandibini çıkardım. Eda annemler ve kendi için kısır doldurunca tabağa, ben de iyice soğumuş olan kazandibini rulo şeklinde tepsiden altı güzel çıkacak şekilde çıkardım ve kapağı çıtçıtlı olan kabın içine iki dilim koydum. Onunda ağzını kapatıp masanın üzerine önceden getirip koymuş olduğum karton poşetin içine yerleştirdim, bir de kaşık çatal koydum. Eda o sırada kendileri için doldurmuş oldukları kısırı ve tatlıyı salona çekiyordu. Ben de tezgahı güzelce temizledim, poşeti aldım ve dış kapı yanında ki aynaya yaklaştım.

Bandanamı çıkardım, havanın soğukluğunu hesaba katarak montumu geçirdim kollarıma. Aynada saçlarıma güzel şekil verip, gelişi güzel bir topuz yaptım, omzuma çantamı ve elime poşeti aldım. Mutfakta bırakmış olduğum telefonumu almak için geri dönerken, aynı zamanda salona doğru "ben çıktım" diye seslendim.

"Nereye!?" diye seslenerek soran annem oldu.

"Akel'e!"

"Tamam geç kalma güzel kızım!" deyince annem, onu o görmesede başımla onayladım ve evden çıktım. Apartmandan dikkatle inip, esen soğuk rüzgarların altına attım kendimi. Mardin sokaklarında, beni askeriyeye götürebilecek bir taksi aradım. Buralarda bulamayacağımı anlamam pek vaktimi almadı. Ana caddeye çıkmak için, sokaklarda hızlı hızlı yürüdüm, köşeleri döndüm ve baya bir sokak geride bıraktım. Son köşeyi döneceğim vakit, bir kez daha aynı şekil karşılaşmış olduğum Cihan'ın mavi gözleri gözlerimle buluşunca, yutkundum ve bir iki adım geriledim.

"Günaydın."

İğrenç insan. Bir hafta önce bana yaptığı şeyden sonra bir de günaydın mı diyordu? Şeytan yüzüne vur birtane çek git diyor ama yapmayacağım.

Yönümü hızla yan tarafa doğru çevirdim ve ondan uzaklaşmak istedim. Yine her zaman yaptığı şeyi yaptı, elini koluma attı ve tutmasına izin vermeden öfkeyle kolumu çektim, "dokunma!" dedim birbirine -onu görmemin etkisiyle- sıkı sıkıya yaslamış olduğum dişlerimin arasından.

"Artık günaydın demekte mi yok?"

Alayla güldüm. "Ben sana hiçbir zaman günaydın demedim. Şimdi git işine" dedim ve bir kez daha hareketlendim. O yine karşıma geçti, ellerini ceplerine yasladı ve "baban erkek arkadaşın olduğunu biliyor mu?" diye sordu hiç beklemediğim bir anda. Bedenim yerinde durdu, kat katı kesildi ve nefes almayı unutur gibi oldu. Ellerimin içi terledi, bakışlarım o iğrenç gözlerine kaydı.

"Erkek arkadaşım yok benim."

"O adam kim?"

Ya sabır der gibi bir nefes çektim içime, ardından asfalta odaklamış olduğum bakışlarımı ona kaldırdım. "Seni hiç ilgilendirmez. Ayrıca arkadaşım olamaz mı?"

"Bilmem. Belki de sadece arkadaşın değildir-"

"Bana bak, sana açıklama yapmak zorunda değilim! Peşimi bırak anlıyor musun! Sen dönsene Sivas'a! Yeter ya!"

"Yarın düğüne geleceğim! Güzel ol tamam-"

"Ya taş yok mu ya taş! Taş yok mu!" diyerek kaldırımın kenarında ki orta büyüklükte bulunan taşı eğilip aldım ve hızla ona fırlattım.

"Yürü git buradan! Defol!"

Yoldan geçen insanların yan bakışları beni rahatsız edecek derecede artarken, onun sırıtarak ortadan kaybolmasıyla yerimde derin bir nefes aldım. Hayvan oğlu hayvan! Babasını ezelden beri hiç sevmedim, oğlunu doğduğundan beri. Düşmedi yakamdan ve bu gidişlede düşmeyecek!

Ana caddeye sinirli bir şekilde çıktım, kendimi ilk bulduğum taksiye atarak, yüzümdeki öfkeyi söküp aldım ve Ömer Asaf'ı görecek olmamın heyecanıyla yüzüme sıcak bir tebessüm ekleyerek askeriyenin önünde indim. Taksi yanımdan ayrıldı, ben ise askeriyenin önünde ki nöbet tutan askere ilerledim. Beni görür görmez bir iki adım öne çıktı, başıyla selam verip, "buyrun" dedi.

"Üsteğmen Ömer Asaf'la görüşecektim."

"Kusura bakmayın hanımefendi şuan görüş yasağı var, daha sonra tekrardan gelirsiniz! Askeriyeye sivil almam yasak şuan!"

Cümleleri idrak edebilmem sadece bir dakikamı aldı. "Nasıl yani? Giremez miyim şimdi?"

"Maalesef. Yarına kadar görüş yok, yani daha doğrusu askeriyeye sivil izni yok."

Dudaklarımı birbirine bastırdım, askeriyenin demir kapısından içeriye bakıp, ardından elimde ki yiyeceklere eğdim başımı. "Peki arasanız, o buraya gelse," diye sordum bu seferde askere bakarak.

"Maalesef. Siz yarın gelin-"

"Ama benim üsteğmeni görmem lazım. Bir kerececik arasanız. Hem İkra geldi derseniz mutlaka gelir buraya. Bir kere, lütfen" dedim ona umutla bakmaya devam ederken. Dudaklarını birbirine yasladı, tam hayır diyeceği vakit yan taraftan işitmiş olduğum "İkra" sesiyle askeriyeden üniformasıyla bana doğru yaklaşan Ömer Asaf'a çevirdim bakışlarımı. Yüzümde derin bir gülümseme peyda oldu, onun ise o harika gamzeleri ortaya çıktı.

Hemen asker adımlarıyla karşımda durdu, yanımda ki nöbet tutan askere selam verdikten sonra "ben hallederim" diyerek onu başıyla yerine dönmesi için komut verdi.

"Anlaşıldı komutanım."

Asker yanımızdan ayrılır ayrılmaz, ben kollarımı onun gövdesine doladım, onun ise kıkırdamasına şahit oldum. Kolları başımın etrafına dolandı, saçlarımı okşadı elleriyle.

"Hoş geldin."

Başımı sallayarak kollarımı ondan ayırdım ve gövdesinden geriye çekilerek, "hoş buldum" dedim. "Beni içeri almadılar" dedim hızla, sanki şikayet ediyormuş gibi ama amacım bu değildi.

"Bugün görüş yasağı var askeriyede. İçeriye sivil izni yok, yani ondandır." Askerin dediklerinin aynısını bana o söyledi. Derin bir nefes aldım, "oturalım mı?" diye sordum ona getirmiş olduğum yemekleri yedirmek için. Dudağının kenarıyla güldü, "oturalım güzelim" dedi ve hemen askeriyenin dışında yer alan oturaklı masalara baktı. Bunları daha önce burada görmediğime emindim. Sanırım sonradan koymuş olmalıydılar.

İkimiz birlikte o masalara doğru ilerledik, o karşıma oturdu ve masanın üzerine bırakmış olduğum poşete baktı. Ben ise tekrardan ayağa kalktım, "sana birşey getirdim" dedim poşetin ağzını açıp, elime mavi kabı alarak çıkartırken.

"Nedir?"

Sorusuna gülümsedim, içi gözükmeyen kapları çıkardım ve poşetin içine koymuş olduğum küçük, yemek bezini önüne, masaya serdim.

"Yemek mi getirdin?"

Onu başımla onayladım, kaşık ve çatal çıkardım poşetten. Önüne koydum, onun "ben de acıkmıştım baya, saat yedide kahvaltı yapmıştım" demesi beni biraz daha sevindirdi. Yemeklerin kapağını açmadan önce ona baktım, eğilip, büyük bir cesaretle yanağından öptüm ve "tahmin etmiştim" diyerek kısırın kapağını açtım.

"Hadii canım!"

Kısıra hayretler içerisinde baktı, gözleri gözlerime kaydı. Bakışlarında aşkı gördüm sanki. Gerçekten buna şahit oldum diyebilirim. Kısıra öylece bakıp, bir de bana bakmaya devam ederken, "sen bana kısır mı yaptın?" diye sordu. Sıcak bir tebessüm ve kızaran yanaklarımla başımı salladım, "sadece kısır yapmadım" diyerek elimle kazandibinin içinde yer aldığı kabın kapağını tuttum, açmadan önce "en sevdiğin tatlı neydi?" diyerek kaldırdım kapağı.

"Yok artık!"

Kazandibini görür görmez eli bir kez daha ağzına yaslandı, gözlerime hayranlıkla baktı. "Sen bunları benim için mi yaptın?"

"Hım hım... Hepsi bitecek anlaştık mı?"

Tekrardan karşısında yerimi aldım, bana hala şaşkınlıkla bakıyor olduğu yüz ifadesine baktım. "Hadi başlasana" dedim elimde ki kabın kapağını kenara, masanın üzerine bırakarak.

"Ya seni yerim ben" dedi elini uzatıp elime attığında. Dudaklarına yasladı, sıkı bir öpücük bıraktı ve eline kaşığı aldı.

"Uzun zaman oldu yemeyeli."

Gülümsedim. "Sen bana dün öyle bahsedince, yapmak istedim."

Hayran hayran baktı bana. "Sen yedin mi?"

Başımı olumsuzca salladım. O ise yana kaydı, eliyle yanını gösterdi, "gel beraber yiyelim o zaman" dedi. Sıcak bir tebessüm peyda oldu dudaklarımda. Ayağa kalktım, yanına oturdum ve onun kaşığı kısıra daldırmasına baktım. Kendimi düşünmeyip, sadece bir kaşık ve çatal getirmiştim. Olsun, o yesin bu bana yeterdi.

Kısırın içine daldırmış olduğu kaşığı çıkardı, bana yaklaştırdı. Başımı geriye çektim ve "önce sen ye" dedim tepkisini deli gibi merak ederken.

Kaşığı ağzına götürdü, kısırı ağzına aldı ve çiğnemeye başladı. Dudaklarımı dilimle ıslattım, ona baktım.

"Nasıl olmuş, beğendin mi?"

Kaşlarını çattı, elindeki kaşıkla bana baktı. "Bunu gerçekten sen mi yaptın?"

"Hım hım."

Merakla bir tepki bekledim. "Harika olmuş. Hatta bugüne dek yediğim en iyi kısır olabilir."

Bakışlarım ve dudaklarım bu cümleyi bekliyormuş gibi aniden tebessüm edince, kendime engel olmayıp "gerçekten beğendin mi?" diye sordum.

"Evet. Hatta bayıldım " dedi, bir kaşık daha aldı ağzına.

Gülümsedim ve dirseğimi masaya yaslayıp, yanağımı avcuma koydum ve ona hayranlıkla baktım. Kısırı kaşığa daldırdı, bana uzattı. Doğrulup ağzıma aldım ve tadıyla gözlerimi kapatıp açtım.

"Gerçekten güzel olmuş." Eğildi, ağzında ki lokmayla yanağıma küçük bir öpücük bıraktı, bir kez daha ağzına kısır aldı önceki lokmayı yutarak.

"Sen yaparsında kötü olur mu?" dediğinde, bir kaşık daha verdi ağzıma. Onuda aldım, çiğnemeye başlayarak onun o yakışıklı yan profiline baktım. Bir kez daha ağzını öne doğru getirerek bir kaşık daha aldı ağzına. Tebessümle baktım, burnumu çektim ve masada yer alan elinin üzerine utangaç halimi kenara bırakıp, elimi attım ve baş parmağım ile okşadım. Bakışlar önce bana, sonrada ellerimize kaydı. Elini elimin altından çekti, gülümseyerek masaya düşen elimin üzerine elini koydu ve parmaklarıyla tuttu, hafifçe sıktı.

"Söyle bakalım" dedi ve "ne oldu?" diye ekledi.

Kaşlarımı çattım, dudaklarımı araladım. "Nasıl yani?"

"Farketmedim sanıyorsun ama fark ediyorum. Birşey olmuş."

Yutkundum. Gerçekten hissetmiş miydi? Buraya geldiğimden beri ona belli etmemeye ve içten bile dile getirmemeye çalıştım ama o hissetmiş olabilir miydi? Dudaklarımı ıslattım, "birşey olmadı" dedim doğrulup, dirseğimi masanın üzerinden çekerek.

"İkra. Ben senin erkek arkadaşınım. Dün birbirimizin herşeyini öğrendik. Paylaştık birbirimizle. Birşey olduğunu hissediyorum. Hadi söyle bana. Bak ben yalandan nefret ederim güzelim. Zor durumda kaldığım sürece söylemem. Senden de aynı şeyi bekliyorum. Hadi söyle... Ne oldu?"

Cümleleriyle dudaklarım birbirine yaslandı, yüreğim onun için attı bir kez daha. Dilimi dudaklarımla ıslattım, pek bir tepki vermedim ona karşı lakin konuştum.

"Bu sabah Cihan'la karşılaştım. Beni seninle tehdit etti gibi tarzı birşey oldu" dedim ve onun aniden bedenini bana çevirmesiyle, "sana birşey yaptı mı?" diye sorması aynı anda oldu.

"Yok yok" dedim telaşla. "Saçma sapan konuştu yine. Ömer Asaf ben bunları sana söylemek istemiyorum. Benim yüzümden, onunla karşı karşıya gelmeni istemiyor-"

"Ben gerekirse onunla karşı karşıya gelirim. Bana bak biz seninle bir yola girdik. Bunun sonu nereye gider bilemem ama ben senin hayatında olduğum sürece sana benden başkası dokunamaz, yan gözle bakamaz."

Beni bu denli sahiplenişi, içten içe sevindirsede, güvende hissettiriyor olsa da, dudaklarımı birbirine yasladım.

"Seni bunca derdin arasında, bir de benim derdimle ilgilen iste-"

"İlgileneceğim. Ben senin hayatında olduğum sürece, senin derdin benim derdim. Ayrıca o Cihan konusuna gelecek olursakta, sen içini ferah tut. Yarın konuşmaya cesaret bile edemeyecek" dedi ve eğilip yanağıma içli içli bir öpücük bıraktı. Onun dokunuşuyla gözlerim birbirine yaslandı, o dudaklarını yanağımdan ayırınca, bakışlarım bir kez daha ona baktı.

"Teşekkür ederim."

"Ne için?"

Buruk bir tebessümle kıkırdadım. "Herşey için."

"Asıl ben teşekkür ederim" dediğinde, tıpkı onun gibi "ne için?" dedim.

Gülümsedi, eğilip dudaklarını şakağıma dokundurdu ve "var olduğun için" diye fısıldadı.

🎻

Aradan geçen dakikaların ardından o kısırı ve tatlıyı yiyip, "eline sağlık" derken, kapların kapağını kapatıyordu.

"Afiyet olsun. Sen ne zaman istersen söyle, ben sana her zaman yaparım" dedim ona yardım amaçlı kapları elinden alıp, poşete koyarak. Gülümseyerek baktı. Önünde ki bezinde gelişi güzel silkeleyip katladım ve poşetin içine düzgünce bıraktım.

"Görüş yasağı yarında var mı?"

"Ne önemi var ki?" diye sorunca kaşlarımı çattım. "Yarın düğün varya. Bütün gün sana bakabileceğim" dediğinde kolları belime dolandı ve dudakları şakağıma dokundu.

"Doğru" dedim kıkırdayarak. "Unutmuşum."

"Unutturmuş olabilirim. Eh, cazibeme dayanamayan çok kız var" dediğinde, yüzünde çapkın bir gülümseme belirdi.

"Öyle mi?" diye sordum. Sesimde manayı anlamış olacak ki, bana baktı, yanlış birşey söylemiş gibi dudakaklarını araladı ve gülümsedi.

"Öyle" dedi ve ekledi. "Ama dikkatimi çeken sadece bir kişi var."

Ona ters bir bakış attım, eğilip yanağımdan öpmesine izin verdim. Bakışlarım belinin sol tarafında ki tabancaya kaydı. Kaşlarımı çattım.

"Sen solak mısın?"

Baktığım yere baktı, kıkırdadı. "Hım hım."

Gülümsedim. "Ama az önce sağ elle yemek yedin" dedim kaşlarımı daha da çok çattığımda.

"Annem sol elle haram olduğunu bildiği için, küçükken yemek yerken hep sol elimi bağlarmış arkaya. Sağ elle yemeye alışayım diye. Ama yazı yazarken ve silah tutarken sol elimi kullanıyorum."

Bu ilginç ve zeki yöntem için annesini içten içe tebrik ettim.

"Senin adına sevindim."

"Ben de sağ elle yiyor olduğum için mutluyum. Gerçi annem böyle bir yönteme başvurmamış olsaydı, ben yinede sağ elle yemek yemeye çalışırdım."

Hayran hayran baktım yüzüne. Lakin bakışlarım aniden kolumdaki saatime ilişti ve kaşları havalandı.

"Gitsem iyi olacak."

"Hemen mi?"

Gülümsedim. "Gitmeyeyim mi?"

"Eğer iznimi istiyorsan vermiyorum. Seni biraz daha izlemek istiyorum" diyerek masanın üzerinde yaslamış olduğum elime parmakları değdi. Bu anın gerçek olup olmadığını sorgulamaya çalıştım adeta.

"Sana birşey sorabilir miyim?"

"Herşeyi" dediğinde parmakları parmaklarımla oynuyordu.

Dudaklarımı ıslattım, yutkundum ve konuşmaya başladım. "İleride bir yuva kurmayı düşünüyor musun?"

İleri zamanlarda ne olacağı hiç belli değildi. Belki de biz ayrılacak, bambaşka insanlarla karşılaşacaktık. Ama şuan içimde ona karşı o kadar büyük bir aşk taşıyordum ki onun için atan kalbimin içinde. Hiç bir şekilde ondan ayrılmak gibi bir düşünce yoktu aklımda.

"Elbette" diye yanıtladı beni. "Sevdiğim kadınla" dedi ve gözleri gözlerime baktı. "Bir ömür yaşamak güzel," dedi ve "sen?" diye ekledi.

Gülümsedim, dirseğimi tekrardan masaya yaslayıp, avcuma başımı yasladım. "Bana bunu aylar önce sorsalar hayır derdim. Çünkü evlenmekten korkuyorum."

"Neden?" dedi naif ve yumuşak çıkan sesiyle.

"Bilmem. Herşeyini bir adamla paylaşacak, onunla beraber uyuyacak ve uyanacak, yeri geldimi kavga, yeri geldi-" kelimelerimi parmağını dudaklarıma yaslayarak böldü. Ona şaşkınlıkla baktım ve onun parmağını indirmesiyle, "o söylediklerin hepsi, görücü usulü evlenmekte var" dedi.

Kaşlarımı çattım. "Nasıl yani?"

Kıkırdadı. "Evlilik bir insanı korkutmamalı. Ayrıca senin dediklerinin hepsi, birbirini tanımadan şak diye görücü usulüyle evlenenler için geçerli. Oysa tanıdığın, aşık olduğun" dedi, gözleri gözlerime baktı. "Kalbinin sadece onun için attığı biriyle evlenmek korkutucu değil, hatta çok güzel bir his."

Bu cümleleri bana cesaret beraberinde, bir miktar sevgi daha ekledi onun için arsızca atan kalbime. Derin bir nefes aldım, verdim.

"Haklı olabilirsin" dediğim vakit, telefonunun çalması bir oldu. Cebine uzandı, telefonunu açtı ve kulağına yasladı.

"Emredin komutanım? Evet. Tamam. Anlaşıldı, kontrol edeceğim. Tamamdır."

Telefon konuşması açtığı gibi biterken, bana döndü. "Gitmen mi gerekiyor?" diye sordum.

Gülümsedi. "Hım hım."

"Peki ben izin vermezsem."

"Bir TSK mensubu olarak burada izni ben veririm" dedi ve beni güldürdü. Haklıydı. O bir askerdi ve işinin her daim eri olmalıydı.

Ayağa kalktık, elime poşeti aldım ve ona döndüm. "Yarın görüşürüz o zaman."

Başını salladı, kolları vedalaşmak amacıyla omuzlarıma dolandı ve elleri saçlarımı yavaşça okşadı, dudakları saçlarımın tepesine küçük bir buse bıraktı.

"Görüşürüz güzelim. Kendine iyi bak, hasta olma."

Kıkırdadım, kollarımı sırtına dolayarak başımı ona kaldırdım. "Doktorum ben. Hasta olsam bulurum bir çaresini" dediğimde, alnıma küçük bir öpücük bıraktı.

"Bazen doktor bile kendine derman bulamaz" deyince, onu gülerek onayladım.

Gözlerinin içine baktım ve kısa süre sonra ondan ve askeriyeden el sallayarak ayrıldım, Akel'e uğrayıp, küçük bir sohbetten sonra evime geçtim, kapları yıkayıp, balkonda temiz bir hava aldıktan sonra, yeğenim Selim ile oynamaya başladım. Zaman su gibi akıp geçti, akşam yemeğinden sonra herkes yarının heyecanı ile odalarına çekildi ve güzel bir uyku çekmek adına yataklarına gömüldü.

🎻

Sabahın erken saatlerinde, kuaförde yerimizi çoktan almış, ablamın saç ve gelinliğini halletmiş, makyajı da unutmadan eve gelmiştik. O evin içerisinde heyecanla, damadın onu almaya gelmesini beklerken, ben dudaklarım buruk bir şekilde onu izliyordum. Hâlâ onun evimizden ayrılacak olduğuna inanamıyordum. Bu gece yalnız yatacağıma, tek başıma kalkacağıma inanamıyordum.

Ev biraz kalabalıktı. Babamın ablası, yani Kıymet halam ve eşi Yavuz eniştem gelmiş, annemlerle sohbet ediyorlardı geniş salonumuzda. Biz ise Eda, ben, abim, İlker ve ablam benim odamda oturmuş, öylece sessiz sessiz duruyorduk.

Ablamın yüzünde hüzün var gibiydi. Bu evden ayrılacak olmanın üzüntüsü vardı biraz. Ama mutlu olacağını bilmek beni de, hatta tüm herkesi mutlu ediyordu.

"Durgun gibisin?"

Eda'nın sorusu, tüm bakışları ablamın üzerine çekti.

"Heyecandan" dedi derin bir nefes alıp, omuzlarını kaldırıp indirerek.

Gülümsedim ve tam o vakit çalan korna sesleriyle, herkes ayaklandı. Cama koştum, açtım ve dışarıya baktım. Gerçekten de Baran eniştem ve ailesi gelmişlerdi.

Onlar yavaş yavaş arabalarından inerken, biz salona geçtik ablamla. Annem ve babamdan yanımıza geldi, annemin elindeki kırmızı kuşağa baktık. Gözlerimin içi sızladı. Annem sulu gözlerle abime uzatırken, abim başını salladı, eline aldı ve bize bakarak ablamın önüne yaklaştı. Saatlerdir göz yaşlarını tutan ablam, artık engel olamadı ve sessiz sessiz akmalarına izin verdi. Abim kuşağı üç kez bağlar gibi yaptı, ardından beline bağladı ve tam o sırada kapı çaldı. Kıymet halam kapıyı açmaya giderken, abim ablamın alnına sıkı bir öpücük bıraktı ve gülümseyerek akan yaşlarını sildi.

Hepimiz tek tek sarıldık ona, salondan içeriye giren damadın ablama atmış olduğu hayran bakışlara baktık. Yutkundu, yavaşça yaklaştı ona doğru. Herkese selam verdi, arkasında ki erkek kardeşi ile kenard durdu.

"Merhaba" dedi annemlere ve elini öptü onların.

"Hoş geldiniz."

Ablama yaklaştı, "hoş bulduk" dedi ve "gidelim mi?" diye ekledi. Uzatmaya ne gerek vardı ki?

"Gidelim gidelim."

Ablam, eniştemin ona uzatmış olduğu koluna girdi ve yavaşça evden çıkıp, apartmandan indik aşağıya. Halamlar da arkamızdan geldi, ev kısa süre içinde boşaldı.

Herkes arabalara yerleşti ve biz kısa süre sonra düğün salonunun önüne varmıştık. Ablam ve eniştem, gelin odasında nikah memurunun gelmesini beklerken, ben etrafta Fehmi bey ve Sevda hanımların, yani Ömer Asaf'ların gelmesini beklerken, bakışlarım sadece ela gözleri arıyordu. Ayrıca başıma bela olan Cihan'ı. Umarım gelmez, ve bugün düğün olduğunu unutmuştur.

"İkra, canım Barış'ı gördün mü?"

"Yok yenge, sanırım dışarıya çıktı," dediğimde kucağında ki Selim'e teşekkür edip, kapıya yaklaştı. Derin bir nefes aldım, verdim ve kendimi baştan aşağı süzdüm. Yeşilin en güzel tonu olan bir renk elbise giymiştim. Elbisenin göğüs dekoltesi V şeklindeydi ama pek ortada değildi. Rahatsız edecek bir durum değildi benim için. Saçlarımı önlerden birer tutam almış, kulağımın arkasına çıtçıtlı, düz gümüş tokalarla sabitlemiş, geriye kalan saçlarımı üstüne getirmiştim. Elbisemin alt kısımları tüllüydü ve dizlerimin altına uzanıyordu. Hemen belimin arkasında fermuarı yer alıyordu. Saçlarım ise düz ve yumuşak bir şekilde arkadan fermuarı kapatıyordu. Elimdeki telefonumla etrafta dolaşmaya devam ederken, kapıdan içeri girenlere takıldı bakışlarım. Nefesimi tuttum, yutkundum.

"Hoş geldiniz!"

Annemle babam onlara doğru ilerlerken, ben ellerimi birbirine sürttüm, yavaşça yaklaştım onlara doğru. Ömer Asaf elleri cebindeyken girmişti içeriye. O güzel bakışları etrafta gezinirken, babamın hoş geldiniz diye bağırmasıyla bakışları beni bulmuştu. Çenesi kasıldı, bakışları baştan aşağı süzdü beni. Ayağıma geçirmiş olduğum beyaz topuklu ayakkabılarımla hala ondan kısaydım.

Bana bakan bakışlarının içi belli belirsiz gülümsedi, ardından babamın ona "hoş geldin oğlum" deyişiyle Ömer Asaf elini cebinden çıkardı, "hoş buldum efendim" dedi.

"Buyrun, masaya geçelim."

Ben de "hoş geldiniz" dedikten sonra herkes masaya ilerledi. Ömer Asaf, ben masaya oturana kadar beni izlemekten asla ama asla vazgeçmedi. Bunu hissedebiliyordum. Herkes masaya oturduktan sonra o tam karşımda yerini aldı, bana kaçamak bir bakış attıktan sonra telefonunu çıkardı. Kısa süre sonra elimdeki telefonum titredi ve ben ekrana bakınca onun mesaj attığını fark ettim.

Gülümseyerek, yanımda oturan abimin ne ara geldiğini fark etmeyip, dümdüz Ömer Asaf' a baktığını görünce, mesaja bakmadan önce abimin koluna dokundum.

Bakışları beni buldu. "Abi" dedim ve o "efendim" dedi.

"Öyle bakmasan mı?"

Buruk bir şekilde gülümsedi, eğilip yanağımdan öptü. "Tamam güzelim."

Önüme döndüm, mesajı açtım.

Ömer Asaf ;

Çok güzel olmanı söylemiştim, nefesimi kesmeni değil.

Yüzümde sıcak bir tebessüm peyda oldu ve göz ucuyla ona baktım. Gülümsüyordu. Yanaklarım kızardı, göğsüm derin bir nefes aldı. Üstünde ki siyah takım elbiseye, ve siyah gömleğine baktım.

İkra ;

Sen de çok yakışıklı olmuşsun.

Ömer Asaf ;

Sen çok güzel olmuşsun ama...

İkra ;

Bence mesajlaşmayı bıraksak iyi olacak. Bu arada, abim bizi biliyor.

Ömer Asaf'a baktım ve kaşlarının havalandığını gördüm. Dudaklarını birbirine yasladı, eşiyle birşeyler konuşan abime baktı. Derin bir nefes aldı, mesaj yazdı tekrardan.

Ömer Asaf ;

Öyle mi? Sen mi söyledin?

İkra ;

Hayır. Dün bizi el ele görmüş. Sorunca anlatmak zorunda kaldım. Ayrıca anlayışla karşıladı.

Ömer Asaf ;

Sevindim. O zaman abinin yanında rahat olabilirim.

Gülümsedim.

İkra ;

Sen nasıl istersen.

Telefonu kapatıp, masanın üzerine yüz üstü koydum ve derin bir nefes alıp, arkama yaslandım. Tam o vakit babamın arkasında beliren Cihan ile gözlerim açıldı, bakışlarım büyüdü ve derin bir nefes çektim içime.

"Fehmi amca."

"Ooo, hoş geldin Cihan oğlum."

Babam ve o sarılırken, ben kaçamak bir bakış Ömer Asaf'a attım. Onun ise pür dikkat Cihan' ı izlediğini farkettim. Arkasına yaşlanmış, Cihan'ı izliyordu. Cihan bana bakınca, önüme indirdim bakışlarımı. Derin bir nefes aldım, verdim ve yutkundum.

"Hoş buldum, nasılsınız?"

"İyiyiz oğlum, iyiyiz, gel otur."

Bana baka baka masanın etrafından dolaştı, tam yanımda ki boş sandalyeye oturdu. Ömer Asaf'ın hareketlendiğini fark ettim ve çenesinin kasıldığını. Sandalyemi abime doğru çektim biraz. Ömer Asaf bunu fark etmiş olacak ki telefonunu eline aldı ve beklemediğim bir anda mesaj yazdı.

Ömer Asaf ;

Rahat ol güzelim. En ufak yanlış harekette söyle bana. Burada olduğumu unutma ve emin ol o bu gece keyfimizi bozamayacak.

İkra ;

Umarım.

🎻

"Siz Sedef Şanlı, Baran Soykan'ı, hastalıkta sağlıkta, bir ömür boyu, eş olarak kabul ediyor musunuz?"

Ablama sorulan soruyuyla ellerimi birleştirdim, dudaklarıma yasladım ve sızlayan gözlerimle baktım.

"Evet."

Güçlü bir alkış koptu, ayağa kalktık annemler ve babamlarla. Abim ıslık çaldı, Seren ve Selin bana bakıp gülümsedi. Babam eniştemin ailesiyle tanıştırmıştı askerlik arkadaşı, Ferit beyin ailesini. Alkışı bırakan herkes, Nikah memuruna baktı.

"Siz Baran Soykan, Sedef Şanlı'yı, hastalıkta sağlıkta, bir ömür boyu eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

Baran eniştem hiç ama hiç düşünmeden ablama baktı, mikrafona eğildi ve gür bir sesle "Evet!" diye bağırdı.

Tekrar yüksek bir alkış koptu ve bir çift dünya evine girdi. Alkış sesleri durmadan yükselmeye devam etti ve deftere imzalar atıldı. Ablamın şahidi öğretmen arkadaşıydı, Baran'ın ise erkek kardeşi. Herkes tek tek alkışa devam ederken, derin bir nefes aldı gelin ve damat.

"Ayağına bas!" diye bağırdı Seren abisine canıma deysin bakışı atarken. O sırada ablam ayağına basmıştı. Nikah memuru ayağa kalkınca, onlarda kalktı ve nikah cüzdanı ablama uzatıldı. Ablam mutlulukla alıp, Baran enişteme dönünce, eniştem alnına küçük bir buse kondurup, geri çekildi. Alkışlar daha da yükseldi ve nihayetinde gelin ve damat dansa kalktı.

Tekrardan yerime oturup, bana bakan Cihan'a gözlerimi devirdim, derin bir nefes alıp verdim.

Abim Eda'yı gülerek dansa kaldırırken, İlker bana baktı. Gülümseyerek ne demek istediğini anladım ve ayağa kalktım. Elimi tuttu, dans edenlerin arasına karıştık. Kolları belime dolandı, kollarım boynuna dolandı. Eğilip yanağıma küçük bir öpücük bırakınca, gülümsedim. Müzik eşliğinde yavaş yavaş dans etmeye başladık. Ömer Asaf'ın bakışlarını üzerimde hissedince, hayatım boyunca ilk kez onunla, Öykü ve Alp'in düğününde dans ettiğimi hatırladım. Gözleri gözlerime bakmaya devam etti, ben bakışlarımı İlker'in güzel yeşil gözlerine kaldırdım.

"Sıra sana mı geliyor yoksa bana mı?" diye sordum kıkırdayarak.

"Yok öyle canım. Sen evlenemezsin," dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Neden?" dedim alayla.

"Öyle. Ben evlenmeden olmaz."

"Sen de evlen o zaman" dediğimde, aniden "neden?" diye sordu ve "sen evlenmek mi istiyorsun?" dedi.

Dudaklarım açıldı, kapandı. Derin bir nefes alıp, "ne alakası var?" dedim ve "öylesine dedim" diye ekledim. Biz İlker'le dans ederken, aniden Ömer Asaf'ın kız kardeşi Asya'yı tam yanımızda durarak dansa kaldırmasıyla göz ucumla baktım ona. Göz kırptı, kardeşine döndü ve gülümseyerek birşeyler anlattı.

İlker'in bakışlarını, Ömer Asaf'ın kız kardeşi Asya'nın üzerinde hissederken, kaşlarımı çattım, bir de öyle baktım bana dönen kardeşimin bakışlarına.

Göz kırpıp, "hayırdır" deyince, "ne hayırdır?" dedi ve gülümsedi.

Gözlerimi devirdim, kıkırdayarak aniden bize omuz değdiren Ömer Asaf'a baktım. Gözlerim açıldı, kaşlarım çatıldı. İlker ise, aniden beklemediğim bir anda eğilip, kulağıma "bana bir iylik yap" diyerek aniden partner değiştirirken, ne olduğunu anlamadan kendimi Ömer Asaf'ın önünde buldum. Bana öylece baktı, kızaran yanaklarımı İlker'e çevirdim ve onun Asya'yla gelişi güzel bir sohbete başladığını fark ettim. Ömer Asaf usulca yaklaştı, ve o ferahlatıcı parfümüne karışan doğal barut ve is kokusu başımı döndürdü adeta.

Kolları bir anda belime dolanınca, annemlere çevirdim başımı. Babam, Annem, Ferit bey ve Sevda hanım bize bakarken, babamın ve annemin kaşları çatılmıştı. Ben kızaran yanaklarımı önüme çevirdim, kollarımı kaldırdım ve Ömer Asaf'ın ensesine doladım. Derin bir nefes alıp verdim. Abimin gülümseyen bakışlarını üzerimde hissedince, yanaklarım daha da kızardı. Ömer Asaf'ın kıkırdayışı ona bakmamı gerektirdi.

Derin bir nefes aldım, bir sağa bir sola hareket edip durduk. Hayat o kadar güzel ve mucizelerle doluydu ki, bu düğünde Ömer Asaf'la dans edeceğimi asla düşünmezdim. Düşünmez ve hayal bile edemezdim.

 

Bölüm Sonu...

Evet arkadaşlar. Valla bende hiç düşünmezdim Ömer Asaf ve İkra'nın bu düğünde dans edeceğini shhdhdjdjd

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz. Umarım beğenmişsinizdir, sizleri seviyorum.

Oy vermeyi unutmayın, hoşçakalın.

Beni takip etmeyi unutma ;) 😉

 

Bölüm : 12.11.2024 18:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
NİSA / KURŞUN İZİ / 18. Bölüm -&- Düğün Günü
NİSA
KURŞUN İZİ

80.99k Okunma

5.53k Oy

0 Takip
60
Bölümlü Kitap
1. Bölüm -&- Tehlike!2. Bölüm -&- Akılda Kalan Gözler3. Bölüm -&- Hasretin Vuslatı4. Bölüm -&- Tesadüfler5. Bölüm -&- Uzun Zaman Sonra6. Bölüm -&- Hissedilen Duygular7. Bölüm -&- Tatlı Bir Telaş8. Bölüm -&- Büyük Bir Kayıp9. Bölüm -&- Sivas Topraklarında Özlem10. Bölüm -&- Barınak11. Bölüm -&-Beklenmedik Kişi12. Bölüm -&- Sevda Çıkmazı13. Bölüm -&- Acıyla Atan Kalp14. Bölüm -&- Birbirine Bağlanan Kalpler15. Bölüm -&- Veda Çiçeği16. Bölüm -&- Havada ki Şahinler17. Bölüm -&- Ansızın Atan Yürek18. Bölüm -&- Düğün Günü19. Bölüm -&- Şaşırtmalı Oyun20. Bölüm -&- Verilen Sözler21. Bölüm -&- Seçilen Alyanslar22. Bölüm -&- Kalp Yakan Acı Haber23. Bölüm -&- Hasta Ziyareti24. Bölüm -&- Kısa Bir Veda25. Bölüm -&- Mutluluğun Güzelliği26. Bölüm -&- Yeni bir HayatDuyuru!!!!27. Bölüm -&- Geçmişin Anıları28. Bölüm -&- Sona Eren Vuslat29. Bölüm -&- Piknik Havası30. Bölüm -&- Mucizenin Meyvesi31. Bölüm -&- Tatlıya Bağlanan Sorun32. Bölüm -&- Güzel Haber33. Bölüm -&- Acı Ve Tatlı34. Bölüm -&- Tatilin En Güzeli35. Bölüm -&- Tatlı Heves36. Bölüm -&- İlk Sahur37. Bölüm -&- Bela38. Bölüm -&- Güzel Haber39. Bölüm -&- Çaresizlik40. Bölüm -&- Acının Çaresiz Yanı41. Bölüm -&- Acı Ve Suçluluk42. Bölüm -&- İntikam Ateşi43. Bölüm -&- Veda mı?44. Bölüm -&- Kelebeğin Tekrar Doğuşu45. Bölüm -&- Yüksek Bağırış46. Bölüm -&- Köye Erzak47. Bölüm -&- Veda ÖpücüğüŞİMAL48. Bölüm -&- Hasret49. Bölüm -&- Tehlikeli KararDuyuru!!!!50. Bölüm -&- Son Bulan Sıkıntılar51. Bölüm -&- Ailenin Yeni Üyesi52. Bölüm -&- Anlamlı Video53. Bölüm -&- Sebredilen UmutlarDuyuru!!!FİNAL 🎻ÖMER ASAF & İKRADuyuru!!!!
Hikayeyi Paylaş
Loading...