Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm -&- Kısa Bir Veda

@lorensi

Kusura bakmayın bölüm biraz geç geldi. Ama güzel bir bölümle geldim. Umarım beğenirsiniz sevgili okurlarım. Şimdiden oy vermeyi unutmayın.

 

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

 

Bölüm Yirmi Dört - Kısa bir veda

Sabah gözlerimi yanıyor şekilde açtım. Bedenim cayır cayır yanıyor, ellerim üşüyordu. Yatakta tir tir titriyor, annemin ikidebir başımdaki bezi değiştiryor olmasıyla daha da üşüyor ve titriyordum. Gözlerimi açacak halim yoktu şuan. Midem bulanıyor, kendimi hastaneye götürecek takati bile bulamıyordum dizlerimde. Derman tükenmiş, ellerim sanki bocalmış gibiydi.

"Kızım, sana yiyecek birşeyler getireyim mi?" Titreyen vücudum ile başımı mide bulantısıyla iki yana salladım.

"Yok. İstemiyorum, midem bulanıyor."

Eli alnıma dokundu ve ateşimi ölçtü. "Kızım, bak çarşafların terlemiş, üstün de. Ateşinde var. Hadi sen kalk ılık bir duş al, ben de çarşaflarını temizleriyle değiştireyim, sana çorba yapayım olur mu?"

Ne kadar çok istemiyor olsamda, daha çok yapabileceğimi sanmıyor olsamda başımı salladım, yavaşça doğruldum.

"Anne ben çok hastayım ya" dedim ağlak çıkan sesimle. Bedenimdeki halsizlik sesimede yansımıştı.

"İyileşirsin kuzum. Allah'ın izniyle iyi olacaksın, hadi sen duşa git, ben havlunu iç çamaşırlarını ve kıyafetlerini getiririm."

Onu başımla onayladım ve yavaşça odamdan çıktım. İlker ve babam işe gitmişti, abim ise koltukta oturuyordu. Eda akşam için yemek yaparken, ben odadan çıktığımda abimin bakışlarını üzerimde hissedince, "güzelim" diyerek ayağa kalktı.

"İyi misin?"

"Değilim. Çok başım ağrıyor ve halsizim. Duş alacağım" dediğim vakit, eli alnıma dokundu.

"Al al. Yanıyorsun güzelim, yemekte ye, iyi olursun, olmazsan hastaneye götürürüm seni" deyince başımı salladım ve banyoya doğru ilerledim. Banyo mutfağın hemen karşısında olduğundan dolayı, Eda'nın beni fark etmesiyle "iyi misin canım?" demesi bir oldu. Elindeki tahta kaşıkla yemeği karıştırıyordu.

Gülümsedim, "iyiyim" dedim ve derin bir nefes alıp, verdim. Banyoya girdim, kıyafetlerimi yavaş yavaş çıkardım, duşakabine girip, tabureye oturdum. Ayakta duracak mecalim yoktu şuan.

Ilık bir duşu, titreye titreye alırken, banyonun kapısı açıldı ve ben korkuyla "kimsin!" diyebildim.

"Benim güzel kızım. Havlunu ve kıyafetlerini getirdim sana. Giy yatağına yat yeniden. Çarşaflarıda değiştirdim."

Annem beni görmesede başımla onayladım ve "tamam, teşekkür ederim" dedim. O çıkınca, ben kendimi durulayıp duşakabinden çıkar çıkmaz üstümü giyinmek için kapıyı kilitledim ve havluyla kendimi kuruladım. O sırada kapı çaldı. Muhtemelen babam gelmiş olacaktı öğle yemeği için. Ben ne sabah kahvaltısı yapmış, ne de yemek yemiştim. İştahım yoktu pek fazla.

Havluyu kenara bıraktım, iç çamaşırlarımı giyip, annemin getirmiş olduğu kalın, yünlü pijama takımımı giydim ve havluyla saçlarımı kuruttum. Aynada halsiz yüzüme bakıp, saçlarımı bir süre taradıktan sonra kirli çamaşırlarımı havluyla birlikte alıp, banyodan çıktım. Hemen banyonun yanında yer alan küçük bölmedeki kirli çamaşır dolabına attım ve odamın kapısı salona açıldığı için salona doğru ilerledim. İçeri girer girmez babamın geldiğini fark etmem pek uzun süremi almadı.

"Hoş geldin baba."

"Benim meleğim hastalanmış mı?" dedi ve ayağa kalkıp, önümde durduğu vakit elleri yanaklarıma dokundu.

"Nasılsın kızım?"

İlgisinin şefkatini tüm hücrelerimde hissedince, gözlerimin yaşarmasına engel olamadım.

"İyiyim baba."

"Yat dinlen sen, ateşin düşmüş gibi. Annen söyledi baya ateşi varmış."

Onu başımla onayladım, odama çekildim. Yatağıma oturacağım vakit, bir kez daha evin kapısı çaldı ve kapı açıldı. Ben yatağıma oturdum, bacaklarımı yatağa kaldırdım ve uzandım. Gözlerimi kapatıp uyumak istedim ama yapamadım. Başımdaki ağrı buna izin vermedi. Böylelikle tavanı izlemeye koyulunca, aradan geçen on dakikanın ardından odamın kapısı açıldı ve bakışlarım o tarafa kaydı. Ömer Asaf'ı ayakta, buruk bir gülümsemeyle bana baktığını görünce, refleks olarak hızla ama halsiz bir şekilde doğruldum.

"Ömer Asaf?"

"Hasta mı oldun sen?" dedi sesini inceltip, bir çocukla konuşuyormuş gibi. Utandım ve gözlerimin dolmasına engel olamadım. Üstüne lacivert, boğazlı bir kazak giymiş, onun üstüne ise siyah deri ceketini geçirmişti. Kolunda her zamanki gibi asker saati ve bacaklarına ise siyah pantolonlardan birini geçirmişti. Saçlarını bugün taramamış, alnına düşmüştü. O kadar yakışıklıydı ki, neredeyse şükredecektim onun gibi iyi biriyle karşılaştığım için.

"Hoş geldin."

"Hoş buldum" dedi ve yatağa yanıma yan bir şekilde yavaşça oturdu. Elindeki karton poşeti yere bıraktı, açık kapıda beliren anneme baktı.

"Çay getireyim mi oğlum?"

"Yok zahmet etmeyin. İkra'yı görmeye geldim, gideceğim" dedi ve ben dudaklarımı birbirine yasladım.

"Tamam oğlum." Annem odadan çıktı, kapıyı yarım açık bıraktı. Bu hareketinin babamın evde olmasından dolayı kaynaklanıyordu.

"Dikişlerin ağrıyor mu?"

"Yok yok. Beni bırak, sen nasılsın?" dedi ve sordu. "İyi misin?"

Arkama yaslandım yavaşça. "Hım hım."

"Yüzün solgun görünüyor" dediğinde, ellerim yanaklarıma yaslandı.

"Kötü mü gözüküyorum?"

Kısık sesle kıkırdadı, ardından eli elimi tuttu. Elleri sıcaktı benimkilerin aksine. "Senin benim gözümde kötü gözükme ihtimalin yok. Bunu anla tamam mı?" dedi ve elimi kaldırıp dudaklarına yasladı.

"Hem bak, sana ne aldım?" deyince, yatağıma oturduğu vakit yere bırakmış olduğu karton poşeti aldı, bana uzattı.

"Aç bakalım." Poşet en ufak boydu. İçindekini o kadar çok merak ederken, önüme düşen hafif ıslak saçlarımı geriye attım, paketi elinden alıp, kapağını açtım.

İçinden küçük, kırmızı bir kutu çıkardım. Dokunuşu kadife gibiydi. Kaşlarımı çatıp, ona buruk bir gülümsemeyle bakınca, onun "açsana" demesiyle kutunun kapağını yavaşça açtım, içindeki güzel kolyeye baktım. Kolyenin ucundaki kalbe ve gümüş zincirine.

"Bu çok güzel Ömer Asaf?"

"İçine bakmadın?"

"İçide mi var?" dedim şaşkınlıkla. Başını salladı, "aç" dedi. Kolayeyi kutusundan çıkardım, kutuyu yatağa bırakıp, kolyenin kalpli kısmını tutarak iki yana açtım. Bakışlarım şaşkınlıkla açıldı ve bu güzel fotoğrafın karşısında sızladı. Ağlamamak için dudaklarımı birbirine yasladım, ona kaldırdım başımı.

"Beğendin mi?"

"Bu çok güzel."

Nişanlandığımız an, kız kardeşi Asya tarafından çekilmiş olduğumuz iki fotoğraf vardı. Birinde parmaklarımızdaki yüzük, diğerinde ise boydan çekilmiş bir fotoğrafımız vardı yan yana. Her iki fotoğrafın güzelliğine kapılacağımı fark edince, tekrardan onun gözlerine baktım.

"Bu çok güzel bir hediye."

"Beğenmene sevindim."

Elimi tutan elini kaldırdım ve dudaklarıma yasladım. Hızla elini indirdi, gülerek eğildi ve dudakları alnıma dokundu. "Sana defalarca hasta olmaman için dikkat etmeni söyledim. Hadi kalk seni doktora götüreyim bir serum taksınlar iyi olursun."

Başımı olumsuzca salladım ve gitmek istemediğimi belli ettim. "İstemiyorum. İyiyim, aslında yemek yesem iyi olacağım."

"O zaman neden yemiyorsun?"

"Yemediğimi nereden biliyorsun?"

Gülümsedi ve eli yatağın her iki kenarına yaslandı, gözlerime öyle baktı. "On dakikadır baban, annen ve abinle sohbet ediyorum. Annen söyledi" dediği vakit, bu sefer ben çattım kaşlarımı.

"Annem beni sana mı şikayet etti?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Tam şikayet denmez. Hatta benim seninle konuşmamı ve yemek yemeni istememi söyledi. Çünkü yemiyorsun ve bu kadar zayıf olmamın nedeni sırf yemek yememen."

Kıkırdadım. "Yiyorum. Ama iştah-"

"İtiraz istemiyorum."

İster istemez başımı salladım. "Tamam. Yemeye çalışacağım."

Derin bir nefes aldı, kolundaki saate bakmak için kolunu kaldırdı. "Gitsem iyi olacak. Askeriyeye uğrayacağım, dışarda biraz işlerim var" dediğinde onu başımla onayladım.

"Seni yolcu edeyim" dedim yataktan kalkmaya çalışırken. Kolumu tuttu, beni arkama yasladı.

"Zahmet etme. Ben giderim, sen yat dinlen ve iyi ol. Çünkü yarın seni bir yere götüreceğim" dediği vakit, içimde anlamsız bir kıpırtı baş gösterdi.

"Nereye?"

"Söylemem" dedi ve yataktan ayağa kalktı. "Yemeğini ye tamam mı?"

Onu gülümseyerek, başımla onayladım. "Sen de dikkat et."

Odamdan son kez bana bakıp, salona çıktı. Kapı açık kaldığından ve odamın salona çıkıyor olmasından dolayı konuşmalarına kulak verdim.

"Ben gideyim müsaadenizle."

"Ay oğlum bir çay içseydin, olmadı böyle" dedi annem.

"Hiç gerek yok, teşekkür ederim. İkra yemek yesin olur mu? Böyle iyileşemez" dediği vakit beni düşünmesiyle gülümsedim.

"Ben vereceğim oğlum ona, sen merak etme. Allah'ın izniyle iyileşecek."

"İnşallah."

Birlikte kapıya doğru yaklaştıklarını hissettim. Babamla abim, annem onunla konuşa konuşa yavaşça kapıyı kapadı her hangi birisi ve içeri girdiler tekrar. Kısa süre sonra annem elinde çorba tepsisiyle odama girince, yatağımın kenarına oturdu ve tepsiyi yavaşça önüme koydu.

"Güzelce ye kızım tamam mı?" dedi, bakışları hemen hala elimde tutuyor olduğum kolyeye kaydı.

"Aman aman, bu nedir?"

Kolyeye baktım, buruk bir şekilde gülümsedim ve annem "Ömer Asaf yaptırmış" dediğimde bakışlarımı ona kaldırdım.

"Bak sen bizim damada." Gülümsedim. Annemin bakışları bana baktı. Gözlerime ve elini kaldırıp yanağımı okşadı. "Sen çok mu seviyorsun onu?" diye sordu hiç beklemediğim bir anda. Utandım, kızardım ve çekindim. Böylelikle başımı salladım.

"Hım hım."

"Peki emin misin kızım?"

Kaşlarımı çattım ve başımı hafif omzuma eğdim. "Elbette. Biliyorsun ben evlenmek istemiyordum. Bu zaman dek hiç bir zaman erkek arkadaşım olmadı. O ilk anne. Ve ben ona bakar bakmaz aşık oldum. Bana, kaçırıldığım o depoda güvendesin deyişi ve gözlerime bakışı. Birbirimize iki yabancıydık ama zamanla alıştık. Duygularımızı söyledik ve bir karar aldık. Erken oldu biliyorum ama beklemeye ne gerek var ki anne?" dedim ve derin bir nefes alıp, kızaran yanaklarımı annemden gizledim.

"O da seni seviyor değil mi kızım? Bak evlendikten öbür gün sonra erken oldu, yapamayız deyip boşanmazsınız değil mi?" diye sorunca, gözlerim şaşkınlıkla açıldı.

"Anne Allah korusun de. Ömer Asaf öyle biri gibi mi geldi gözünüze? Anne, onu sadece ben tanıyorum. Siz zamanla tanıyacaksınız ve en doğru kararımın bu karar olduğunu anlayacaksınız."

Annem elini gelişi güzel salladı, başını yana eğip kaldırdı ve "sen bana bakma kızım. Anneyim ben, ne kadarda tanıdık biri olsa kızım için endişelenirim."

Annemin böyle düşünmesinin nedeni benim henüz küçük olmamdı. Evet yirmi iki yaşındaydım ama küçük değildim.

"Anne" dedim uzanıp elini tutarak. "Ben ona güveniyorum. Ve emin ol hayatım boyunca bir erkeği ilk kez bu kadar sevdim. O çok farklı anne. Diğerleri gibi değil, çok farklı. Bana bağırmıyor, kalbimi kıracak tek bir söz bile söylemiyor ve yanlış davranışta bulunmuyor. O iyi biri anne."

Annem sızlayan gözleriyle dudaklarını birbirine yasladı, "asker o" dedi.

"Biliyorum."

"Asker eşi zor derler. Görmüyor musun, bu aralar çok haberlerde şehit haberi-"

"Anne deme öyle" diye bölüm hızla lafını. Yutkundum. "Eğer kaderde varsa, elbette bir gün biz de öleceğiz. İster asker olsun, ister başka birşey. Ölüm eğer alnında yazılıysa, buna kimse engel olamaz" dedim ve derin bir nefes aldım.

"Ah güzel kızım. Bir ömür mutlu ol inşallah." Gözlerim sızlarken, annem çorbaya baktı.

"Hadi iç, soğuyacak."

Alnıma öpücük bıraktı, odadan çıktı ve kapıyı kapadı. Dizlerime bırakmış olduğu tepsinin üzerinde yer alan ve hala dumanı üstünde tüten tarhana çorbasından bir kaşık aldım ve midemin bulunmasına engel oldum. Çorbayı yavaş yavaş içip, tepsiyi komidinin üzerine bırakarak elime telefonu aldım ve Ömer Asaf'a mesaj yazmak için mesaj kısmına girdim.

İkra ;

Eve gittin mi?

Kısa süre sonra mesaj geldi.

Ömer Asaf ;

Şimdi vardım.

Odamdayım.

Sen nasıl oldun?

İkra ;

Çorba içtim, iyiyim biraz.

Ama hala midem bulanıyor.

Ömer Asaf ;

Gelip doktora götüreyim mi?

Gülümsedim.

İkra ;

Teşekkür ederim.

Ama iyiyim.

Hem yarın hastaneye gidip, istifamı vereceğim.

Ömer Asaf ;

Emin misin ?

İkra 

Sadece düğüne kadar.

Sonrasında tekrardan başlayacağım.

Ömer Asaf ;

Yanındayım, biliyorsun değil mi?

İkra ;

Biliyorum.

Ömer Asaf ;

Yat ve dinlen.

Yarın görüşürüz.

İkra ;

Görüşürüz.

🎻

Sabahın erken saatlerinde ufak bir mide bulantısıyla, dün akşam yemiş olduğum tüm yemekleri çıkartırken, kendimi hastanede koluma serum takılırken bulmuştum. Saat sabahın yedisine geliyordu ve ben hastane yatağında, öylece bir yanımda annem, bir yanımda abim uzanıyordum.

"Daha iyi misin kızım?"

"Hım hım. İyiyim. Hatta buraya gelmişken, şu istifa mektubumu da vereyim" dedim yatakta hafif doğrularak. Yusuf hocam hala hastaneye giriş yapmış değildi ve ben onu kolumdaki serum ile sabırla bekliyordum.

"Eminsin değil mi kızım?"

"Eminim anne. Hem doktorluğu hepten bırakmıyorum, sadece bir kaç aylığına" dediğimde, acilden içeriye giren Ömer Asaf'ın bedenine hayretler içerisinde baktım. Hızlı adımları, bakışları hemen bizi görür görmez yanımıza gelmeye hareketlenince, annem ve abimde ayağa kalktı.

"İkra."

"Ömer?"

"İyi misin?" diye sordu ve yavaşça yanıma oturdu. Yutkundum. Annem ve abime baktım.

"Seni aradım, açmadın. Abini arayınca hastanede olduğunuzu söyledi" der demez bakışlarım bir kez daha ona ve abime kaydı. Abim gülümsedi, ardından kolumdaki seruma baktı.

"İyiyim" dedim bakışlarımı tekrardan Ömer Asaf'a çevirerek.

"Kusunca, biz de getirmek istedik."

"İyi yaptınız" diyerek anneme döndü Ömer Asaf. Göğsüm derin bir şekilde kalkıp inerken, annemin bana olan bakışlarını fark edip, gülümsedim.

"İkra?"

Hemen yatağın sonunda beliren Yusuf hocamla birlikte iyice doğrulmaya çalıştım lakin buna izin vermedi.

"Kalkma kalkma, Ayşe teyze? Ne oldu?"

"Midesi bulanıyordu, ateşi vardı Yusuf oğlum" dedi annem. Hocam ve Deha annemin oğulları sayılırdı. Öz evladı gibi görüyordu her ikisinide. Sever ve sayardı.

"Biz de hastaneye getirdik."

Yusuf hocam başını salladı, "geçmiş olsun" diyerek elini alnıma yasladı. "Ateşi düşmüş, serumda bitmek üzere" dedi. Ben onu başımla onayladım Ömer Asaf elimi tutmuş hala okşarken.

"Hocam!"

Arkadan seslenen Deha'nın sesiyle bedeni yanımızda belirdi. "Güzellik. Geçmiş olsun" deyince, aniden elimi okşayan Ömer Asaf'ın duraklayan eliyle bakışlarım ona kaydı. Çenesi kasılmış, kaşları çatılmış gibiydi. Öfkelenmiş miydi? Umarım değil.

"Teşekkür ederim. Sizinle birşey konuşmak istiyorum hocam."

Herkes bana şaşkınlıkla bakınca, dudaklarımı birbirine bastırdım ve aileme döndüm. "İzin verir misiniz?"

Ömer Asaf gözlerime baktı, başını ister istemez salladı ve ayağa kalktı. Belindeki silahı bana sırtını dönünce fark ettim. Üstünü düzeltti, ailemle birlikte acil kapısına ilerleyip, orada durdular. Havanın yağmurlu olmasından dolayı dışarı çıkmadılar.

"Nedir?" diye sordu Yusuf hoca yanıma otururken. Gözlerimin içi sızladı. Deha'ya, arkadaşıma baktım. Onunla espirili günlerimizi ve güldüğümüz anları hatırladım. Yine de konuşmaya başladım.

"Ben... Bir kaç aylığına istifa edeceğim."

İkisininde kaşları çatıldı, Deha bir adım yaklaştı bana doğru. "Nasıl, niye?"

Dudaklarımı ıslattım. "Sadece bir kaç aylığına. Yani ilk baharda düğünüm var. Düğünden sonra tekrardan başlayacağım" dedim ve ikiside düşünmeye başladı. Düşündüler, dalıp gittiler. İleride durmuş bize bakan Ömer Asaf'ın bakışlarıyla göz göze gelir gelmez gülümsedi ve annemlere döndü. Onlarla konuşmaya çalıştı.

"Emin misin?"

"Hım hım. Hatta..." dedim ve yanımda duran çantamdan yazmış olduğum istifa dilekçemi çıkardım. Henüz hasta olmadığım o akşam yazmış, sabah buraya gelecekken yataktan kalkamamıştım.

"Bu da istifa dilekçem. Sizi çok seviyorum, geri döneceğim zaten. Eğer hastane beni tekrardan kabul ederse, geri geleceğim."

Deha'nın sızlayan gözlerini fark edince ona buruk bir gülümsemeyle baktım. Yusuf hoca başını dilekçeye eğdi, sonra kaldırdı.

"Geleceksin değil mi?"

"Hım hım. Düğünden sonra, ramazan aynından sonra tekrardan başlayacağım" dedim ve ekledim. "Peki ya siz. Ben geldiğimde tekrar öğrenciniz olarak kabul edebilecek misiniz?"

"O nasıl soru? Sen benim öğrencimsin ve benim rehberliğim altında cerrah olacaksın. Anlaştık mı?" Gözlerimden istemsiz bir şekilde süzülen bir iki damla yaşla kollarımı Yusuf hocama doladım. Onu hep bir abi olarak gördüm, sevdim. Sanırım ondan daha iyi bir hoca edinemezdim.

Belime dolanan kollarıyla sıkıca sarıldı bana. Ayrıldığımız vakit, Deha baktı bana. "Senide çok seviyorum."

"Seni bekleyeceğiz güzellik" dedi ve o da eğilerek bana sarıldı sıkıca. Ben de ona sarıldım, kısa süre sonra ayrıldık ve serumun bitmesiyle yavaş yavaş ayaklandım. Bu sürede hocam ve Deha ile baya sohbet etmiştik.

"Bunu nereye vereceğini biliyorsun?"

Başımı salladım ve istifa dilekçemi gerekli yere götürüp, bir kaç imzadan sonra istifa etmiştim. Kapıda beni bekleyen aileme ilerledim yavaşça. Yusuf hocam ve Deha'da benimle birlikte kapıya kadar yürüyordu.

"Gel arada bir. Uğra buraya."

Gülümsedim, Deha'ya döndüm. "Elbette. Hep geleceğim" dedim ve abimin yanıma yaklaşmasıyla onlara gülümsedim, sıkıca sarıldım ve yanlarından son kez el sallayarak ayrıldım. Hastanede ki diğer tanıdıklar ile bir sonra ki gelişimde vedalaşırdım çünkü şuan gerçekten yapabileceğimi düşünmüyordum.

Hastaneden çıkıp, abim ve Ömer Asaf'a baktım. Üşüyen kollarımı kollarımla sarmaya çalışınca, abim üstündeki kazaga baktı ve dudaklarını birbirine yasladı. Tam o vakit Ömer Asaf ceketini çıkarıp, omuzlarıma bıraktı ve ben biraz da olsa ısındım. Gözlerine bakıp gülümsemek istedim ama o gözlerini benden kaçırdı ve annem ve abime döndü.

"İkra'yı ben alsam olur mu?"

"Oğlum gelin eve, kahvaltı yapın, sonra çıkarsınız."

"Yok teşekkürler. Biz yeriz birşeyler," deyince, abim elini onun omzuna koydu, "tamam tamam" dedi ve bana bakarak gülümsedi.

"Hadi görüşürüz."

"Görüşürüz abi, dikkatli gidin."

"Siz de Allah'a emanet."

Annem ve abim arabasına binip, kornaya basarak uzaklaşırken, Ömer Asaf durup bana baktı. Ama gözlerime bakmadı, sadece bakıyormuş gibi yaptı.

"Bir sorun mu var?" diye sordum ceketine sıkı sıkı sarılıp.

"Hayır. Bir sorun yok, gidelim mi?" Sesinde değişik bir tonlama mevcuttu. Bir sorun vardı biliyorum ama o söylemiyordu. Neden bana söylemiyordu.

O arabaya doğru ilerleyince, beni olduğum yer de bıraktı. Şaşkınlıkla peşinden ilerledim, onun kapıyı açmasına elimle engel olup, gözlerine baktım.

"Neye kızdın?"

Yutkundu. "Kızmadım. Onu da nerede çıka-"

"Üzülüyorum. Şu an kalbimi kırıyorsun."

Bir kez daha ağır bir şekilde yutkundu, gözleri bu sefer gözlerime baktı. "Sana kızgın değilim" dedi ve dudakları alnıma yaslandı. Ardından kulağıma kısık sesle fısıldadı. "Sanırım... Seni kıskanıyorum."

Yüzümde aniden oluşan anlamsız tebessüm ile kaşlarımı çattım. "Ne?"

"Tamam kapatalım konuyu. Şimdi gidelim ve sürprizi gör."

Beni kimden kıskandığını hala anlamış değildim ama aklıma sadece Deha ve Yusuf hoca geliyordu. Onlardan kıskanma ihtimali ne kadar yüksekti? Hiç bilmiyordum.

Arabanın kapısını benim için açtı ve ben içeri geçip oturdum, çantamı kenara koydum, arkama yaslanarak kemerimi taktım. O da aynı şekil şoför koltuğuna geçer geçmez kısa süre sonra yola çıktık.

"Önce kahvaltı yapalım."

Onu başımla onayladım ve biz herhangi bir restoranın önünde durduk, arabadan indik. Allah'tan evden çıkarken üzerime güzel birşeyler giyinmiştim. Üstüme belime kadar gelen ince bir düğmeli gömlek, üstüme de üstünde papatyaların yer aldığı yeşil bir hırka giymiş, boynumu açıkta bırakmıştım. Altıma ise koyu lacivert İspanyol paça bir pantolon geçirmiş, ayaklarıma ise beyaz spor ayakkabımı geçirmiştim. Şimdi de hastaneden çıktıktan sonra Ömer Asaf'ın ceketini atmıştım omuzlarıma. Başımı döndüren parfümüne karışan is va barut kokusunun vermiş olduğu güzel his gülümsememe neden oluyordu.

Karşılıklı bir masaya oturup, masanın altındaki bacaklarımı yavaşça ayak ayak üstüne attım, ellerimi masanın üzerine birleştirdim. Önüme düşen, yumuşak ve düz kumral saçlarımı hafif geriye attım, Ömer Asaf'ın gözlerine kentlendim. O bizim için çoktan sipariş verirken, aniden elleri masaya yaslı ellerimin üzerine tutundu.

"Üşüyor musun?"

"Hayır."

Kahvaltımız kısa süre sonra geldi, biz kahvaltımızı yapıp, Ömer Asaf'ın hesabı ödemesiyle tekrardan arabaya binmiştik. Hiç tanımadığım yollardan geçip, çok geçmeden tek katlı bir evin bahçesinde durduk. Ev tek katlı ve oldukça güzel görünüyordu. Acaba Bahar'ların olabilir miydi? Ama sürpriz dedi. Baharlar ne alaka?

"Hadi in bakalım."

Arabanın durduğunu yeni yeni fark edip, yavaşça indim aşağıya. Soğuk hava bedenime çarptı, önüme uçan saçlarım bir oldu.

"Kimin evi burası?"

İlerleyip, el ele tam evin önünde durduk. Kenarlarında çiçekler mevcuttu ve oldukça güzel görünüyordu. Camlarında perdeler yoktu ve sanırım bu ev boştu. Derin bir nefes aldım, verdim ve evin beyazlığına, güzelliğine baktım.

"Bugün günlerden ne?"

Dudaklarımı büzdüm. "Bilmiyorum."

Telefonum çantamın içinde arabada kaldığı için bakamadım. O ise bana bakarak konuştu.

"Bugün, 13 Ekim."

Gözlerim açıldı, dudaklarımda şaşkınlıkla bir tebessüm peyda oldu. Bugün on üç ekim miydi? Bugün benim ve İlker'in doğum günüydü. Bugün biz doğmuştuk ve isimlerimiz koyulmuştu. Bugün bizim günümüzdü. Ömer Asaf gözlerime gülümseyerek baktı ve hiç beklemediğim bir anda cebinden bir anahtar çıkardı.

"Doğum günün kutlu olsun. İyiki doğdun, iyiki girdin hayatıma."

Elindeki anahtarı bana uzattı ve "bu da sana hediyem" dedi ve evin anahtarını ben şaşkınlıkla ona bakarken, o bana uzattı. Yutkundum. Bakışlarım elindeki anahtara takılı kaldı. Kalbim tekledi, yüreğim hızlandı. Gözlerim yavaşça gözlerine baktı ve boğazım ağır bir şekilde yutkundu. Bir iki adım geri gittim, ona öyle baktım.

"Bu..." dedim lakin devamını getiremedim. "Bu ev bizim mi?"

Gülümsedi, gülümseyerek başını salladı. "Bizim. Ama daha çok senin" deyince, bir kez daha yutkundum. Bu hediyeyi nasıl kabul edebilirdim ki? Edemem. Çok pahalı. Bu hediye çok pahalı ve bana bunu doğum günü hediyesi olarak vermesi olmaz, olmamalı.

"Ömer Asaf?"

"Alsana."

Başımı olumsuzca salladım. "Alamam. Neden bunu bana hediye ediyorsun?"

Kaşları çatıldı. "Neden mi? İçerisini birlikte anılarımızla doldurmak ve süslemek için. Bir dakika bir dakika," dedi ve kolları aniden gülerek bedenime dolandı.

"Merak etme. Ne düşündüğünü biliyorum. Bu ev ikimizin tamam mı? Sadece sana doğum günü hediyen olarak ben veriyorum."

Düşüncelerimi okumuş gibi başını salladı ve dudakları alnıma dokundu. "Anlaştık mı?"

Derin derin nefesler aldım, bu cümlesine karşı rahatça gülümsedim. "Anlaştık. Ama keşke sorsaydın. En azından ben de bir miktar-"

"Duymamış olayım İkra. Hadi aç bakalım kapıyı" dedi ve elindeki anahtarı bana uzattı. Gözlerim sızlamaya başladı ve ben elime aldım anahtarı. Gülerek yaklaştım kapıya. Bu evin ikimiz için olması beni biraz daha rahatlatmıştı. Sadece bana doğum günüm için hediye ediyordu ama bu ev ikimizindi.

Kapıyı açar açmaz güzel bir oda karşıladı beni. Lakin mobilyaları yoktu henüz. Alınmamıştı ama evin içi böyle bile çok güzeldi.

"Dört artı bir" dedi Ömer Asaf.

"Nasıl yani? Beş odalı mı?" dediğimde, başını salladı ve elleri pantolonun cebine yerleşti.

"Evet. Mobilya alacaktım ama senin iznin olmadan almadım. Sonuçta nasıl seversin bilmiyorum. Birlikte alırız diye düşündüm."

Ona hayranlıkla baktım. "Odaları gezelim mi?" diye sorunca, hızla başımı salladım ve omuzlarımda ki cekete daha sıkı sarıldım. Evin içi biraz soğuktu çünkü.

Koridor boyunca yürüdük ve o bana banyoyu gösterdi. "Burası banyo."

Duşakabin ve klozetin mevcut olduğu banyoda, bir de ayanın etrafında dolap vardı. Gayet şık ve güzel bir banyoydu. Mermeri beyazdı.

Banyodan çıktık, hemen koridorun sonunda ki mutfak olduğunu fark ettiğim odaya girdik. "Burası da mutfak. Dolaplar beyaz, ama sen istemezsen değiştiririz."

Gözlerim yaşlarla doldu ama akmalarına izin vermedim. Doların beyazlığı, tezgahın siyah mermeri harikaydı.

"Çok güzel, gerek yok" dedim heyecanla.

Mutfaktan çıktık, hemen diğer odaya girdik. Boştu ama geniş bir odaydı. "Burası da bizim odamız olacak. Arka bahçeye kapısı var" dedi ve sürgülü, boydan camı gösterdi. Burası da çok güzeldi.

"Hemen karşı odaya geçelim" dedi ve biz birlikte o odaya geçtik.

"Bu da," dedi ve durdu. Bana baktı, gülümsedi. "İnşallah ileride doğacak olan bebeğimiz için düşündüm."

Gözlerimin içinde ki yaşlar titredi ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Ondan bir bebeğim olduğunu hayal etmek, çok güzel bir duyguydu. Ömer Asaf'ın çocuğunu taşımak, birlikte bir isim vermek çok güzel bir duygu olmalıydı.

"Ne oldu?" diye sordu adımları bana doğru gelirken.

"Duygulandım" dedim ve o kıkırdayarak belime doladı kollarını.

"Güzel günler bizi bekliyor."

Başımı salladım. "Hep yanımda ol. Asla ama asla elimi bırakma."

Başını olumsuzca salladı. "Asla ama asla bırakmayacağım. Seni son nefesime kadar hep ilk günkü gibi seveceğim."

Bir süre oylece durduk ve ayrıldığımız vakit salona geçtik. Salonda baya büyük bir odaydı. Hemen onun yanında küçük bir misafir odası olarak adlandırdığımız odayı da öyle ayarlamıştık. Birlikte evi inceleyip, dışarı çıktıktan sonra tekrardan Ömer Asaf'a baktım. O kapıyı kilitleyip, anahtarı elimi tutarak içine koyarken, gözlerine büyük bir aşkla baktım.

"Dikişlerin nasıl?" diye sordum.

Gülümsedi. "İyi iyi. Bir hafta sonraya çıkaracağım."

Onu başımla onayladım ve yanağına sıkı bir öpücük kondurdum.

🎻

Ömer Asaf beni eve bıraktığında saat altıyı gösteriyordu. Birlikte sokaklarda el ele yürümüş, birşeyler yemiş ve tekrardan sohbete dalmıştık. Geleceğimiz için hayaller kurmuş, birbirimize bakıp gülümsemiştik. Şimdi ise arabadan inmeden önce eğilip onun yanağına sıkı bir öpücük bıraktım, "görüşüz" diyerek ayrıldım.

O da "görüşürüz" dedikten sonra ben arabadan iner inmez, apartmana yaklaştım. El salladım, o da yavaşça ayrıldı ve ben tam merdivenleri çıkacağım vakit, İlker'i gördüm.

"İkra. Nasılsın?"

"İyiyim. Sen nereden geliyorsun?"

"Ekmek almaya gönderdiler, fırın kapalıymış. Yakını mı ne vefat etmiş. Bakkallarda da ekmek yoktu bende geri geldim." Onu gülümseyerek onayladım, birlikte yukarıya doğru çıktık. Tam dairenin önüne gelir gelmez, aklıma gelen düşünceyle durup ona döndüm.

"İyiki doğdun."

Gülümsedi. "Sen de iyi ki doğdun güzelim."

Dudaklarımı birbirine yasladım. "Sanırım bu sefer unutluduk."

Kıkırdadım. "Senle ben, biz bize yeteriz. Hadi gel, dolapta paketli kek var. Mum koyup dilek tutarak üfleyelim."

Eğilip yanağıma sıkı bir öpücük bıraktı ve başını salladı. "Canım kardeşim."

"Sen de benim" dedim ve anahtarımla kapıyı açtım. Selim uyuduğundan dolayı kapıyı çalmıyorduk bu saatlerde. Derin bir nefes alıp, içeri girer girmez ışıkların kapalı olmasıyla İlker'e döndüm.

"Evde değiller mi?"

"Evdeydiler. Yarım saat önce çıktım evden" dedi ve ekledi. "Acaba birşey mi oldu da apar topar gittler?"

"Bize haber vermemişler."

İlker güldü. "Gördün mü? Bir kez daha unutluduk."

"Olsun İlker. Hem pozitif düşün" dedim hala evin ışıklarını açmış değilken. Kapının açık olmasıyla binadaki ışık koridora vuruyordu.

"Hepimiz sağlıklı ve iyiyiz. Doğum günümüz bundan önemli değil."

"Biliyorum güzelim. Sadece en azından nereye gittiklerini haber verselerdi."

Dudaklarımı birbirine yasladım, çantamı kapı arkasında ki askılığa asıp, telefonumu çantamdan alıp, pantolonumun arka cebine koydum ve İlker'e "arasana abimi" dedim. Hava kış olduğundan dolayı erken kararıyordu. Kapıyı kapadık, ben salona doğru, İlker'in kolunu tutarak ilerlerken, tam ışığı açacağım vakit, aniden patlatılan konfeti ile ben ve İlker'de yerimizde sıçradık. Işıklar açıldı, hepsi bir ağızdan "iyi doğdunuz!" diye bağırdı. Ablam ve eniştem Baran'ı burada görmem, abimin elinde ki kocaman pastayla bize bakması, gözlerimin sızlamasına neden oldu.

"Unuttuk sandınız değil mi?" dedi babam kahkalarla.

"Biz sizi unutur muyuz, benim yavrularım!" Annem bize her iki kollarını açıp, yan yana duran ben ve İlker'e sıkıca sarılırken, gülümsemeden edemedim.

"İyi ki doğdun abla, iyi ki doğdun abi! İyiki doğdunuz ikizler!"

Kerem'in bize bakarak koltukta zıplayarak söylediği cümlelere ikimizde güldük.

"İyiki doğdunuz!" diye bağırdı ablam ve herkes topluca alkış yaptı. İlker'le birbirimize baktık, onunda gözlerinin sızladığına emindim. Abim bize pastayı uzatırken, gözlerimden akan bir iki damla yaşa engel olamadım. İlker ve ben aynı anda tuttuk pastayı. Birbirimize döndük, birbirimize baktık.

"İyiki doğduk."

Başımı salladım. "İyiki doğduk."

"Seni çok seviyorum."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ben de seni çok seviyorum."

Aynı anda gözlerimizi kapadık ve dileklerimizi diledik. Derin bir nefesin ardından, açılan gözlerimizle aynı anda çikolatalı pastayı üfledik. İkimizinde en sevdiği pasta çikolatalı olanlardı. Bunu o da, ben de, onlar da biliyordu.

"İyiki doğdunuz!"

Kerem bize alttan sarılırken, abim elimizden pastayı aldı ve İlker Kerem'i kucağına kaldırdı. Eğilip yanağına küçük bir öpücük bıraktım, gülümsedim.

"İyiki doğdunuz."

Baran eniştemin sesiyle ona döndük. "Teşekkür ederiz" dedik aynı anda ilker'le. "Hoş geldin" diye devam ettim ben.

"Hoş bulduk" dedi ve ablama bakıp, tebessüm etti.

"Benim güzel çocuklarım."

Babamın bana, İlker'e ve İlker'in kucağında ki Kerem'e de sarılmasıyla biz de ona sarıldık.

"Evet. Şimdi hediyeler" dedi ablam ve ben ve İlker heyecanlandık. İlker Kerem'i kucağından yere bıraktı, abim pastayı masaya koydu. Eda'da bize gülümserken, abimin yanına yaklaştı ve kucağındaki Selim' le bize baktı.

"Bu annenle bizim hediyemiz" dedi İlker'e babam. Ve ona bir zarf uzattı kese kağıdının içinde.

"Bu nedir? Evi üstüme mi yaptın yoksa baba?" deyince İlker, aynı anda kahkahalar eşliğinde güldük.

İlker kağıdı açmaya koyulurken, ben onu izliyordum. "Kızım, bu da senin."

Annemin elindeki kapağı kapalı siyah kutuya baktım aniden. Gülümseyerek aldım ve İlker'in aniden "ne!" diye bağırmasıyla kağıdı açtığını fark etttim.

Babam ve annem aynı anda güldü. "Bir dakika bir dakika. Ehliyet bu!"

Gözlerim açıldı ve ben kağıda doğru eğilip baktım. Babam ve annem İlker'e ehliyet almışlardı. İlker bir yıl önce sınava girmişti ve babamlar ona ehliyet alamamıştı. Aslında ben ona hediye olarak almayı düşünüyordum ama vaktim olmuyordu ve böylelikle unutuyordum.

"Ehliyet mi aldınız?"

"Evet." İlker sıkıca atladı onların boynuna.

"Dur oğlum dur. Öldüreceksin bizi!" dedi babam kahkalarla. Derin bir nefes aldım, elimdeki kutunun kapağını yavaşça kaldırdım. İçinde görmüş olduğum flaşa baktım ve kaşlarımı çattım.

"Bu nedir?"

"Senin yürüdüğünün ilk görüntüleri." Gözlerim açıldı, bakışlarım şaşkınlıkla çatıldı.

"Ne?"

"Evet. Sana söylemedik ama videoya almıştık o günleri." Bu güzel hediyeyi refleks olarak göğsüme bastırırken, annem ve babama sarılmak için öne atıldım hızla.

"Teşekkür ederim."

"Güzel kızım benim."

Geri çekildim ve bize yaklaşan abime baktık. "Kalpten gitme İlker" dedi ve İlker'e kırmızı bir kutu uzattı. İlker heyecanla abime baktı ve "abi" dedi. "Senin arabanı kullanırım değil mi? Bir iki tur atarım ana yollarda" dediği vakit, abim ve Eda birbirine baktı.

"Asla vermem" deyince abim, benimde kaşlarım refleks olarak çatıldı. İlker'in yüzü düştü, belli etmedi. "Şakasına söyledim" dedi İlker ve kutunun kapağını bozulduğunu belli etmemek adına yavaşça kaldırdı.

"Vermem çünkü sana arabayı boşuna almış oluruz o zaman" deyince, gözlerim bir abime bir İlker'e baktı. Kutunun içine bakmak için yanına adımladım, içinde yer alan araba anahtarına baktım. Gözlerim kocaman açıldı, bakışlarım şaşkınlıkla İlker'e kaydı.

"Şaka değil mi?" dedi aniden akan göz yaşlarını tutamayıp. Bu onun tek hayali olabilirdi. Ehliyete sahip olmak ve kendi arabasını dilediği gibi sürmek. İlker'in tek hayali olabilirdi.

"Değil. Araban aşağıda, benimkinin arkasında. Bu da benim ve yengenin hediyesi. O da yardımcı oldu baya" deyince, İlker göz yaşlarıyla kutuya baka baka koltuğa ilerledi ve oturdu. Ben şaşkınlıkla ona bakarken, "niye ağlıyorsun lan!" dedi abim ilerleyip yanına otururken.

"Hayalimdi bu benim" dedi ve elleriyle göz yaşlarını silmeye koyuldu.

"Aslanım!" dedi abim onun sırtını okşayarak. "Biliyorum. Bu yüzden aldık ya" dedi eşine bakıp, tekrardan kardeşine dönerken.

"Abim benim be!" Aniden abimin boynuna atlayınca, sıkıca sarıldı ve geri çekilip, orada öylece onlara kucağında Selim'le bakan Eda'ya yaklaştı.

"Yengem. Melek misin sen?"

"İyi ki doğdun. Abin hayali olduğunu söyleyince, katkıda bulunmak istedim. Güle güle kullan."

Eda'ya da sarılıp, kucağındaki Selim' i öptü ve derin bir nefes alıp, anahtarına baktı. "Teşekkür ederim."

"Cimcimem. Senide unutmadık" diyerek yanımıza yaklaştı, kenarda duran paketi bana uzattı. "İlker'in ki kadar büyük değil ama umarım beğenirsin."

"Düşünmen yeterli abi." Paketi aldım, açtım ve içerisinde ki kutuya baktım.

"Bu nedir?"

"Aç bak" deyince, derin bir nefes aldım ve büyük kutunun kapağını kaldırdım.

"Albüm."

"Evet. Hepimizin, küçüklük ve şimdi ki fotoğrafları. Sen böyle şeyleri seviyorsun, biz de anı yaptırdık. Evlenince, kendinle götürürsün."

Gözlerimdeki yaşlara izin vermeyip, derin bir nefes aldım ve yutkundum. "Bu çok güzel."

Hem Eda'ya, hem abime sıkıca sarıldım ve eniştem ve ablamın hediyesinide aldık. Bana uzun zmandır arıyor olduğum kitabı hediye etmiişlerdi. İlker'e ise yeni arabası için, Beşiktaşlı kafa yastığı almıştı araba koltukları için.

Ailemin doğum günü hediyelerinden sonra birer dilim pasta yiyip sohbet ettik. İlker tabi ki heyecandan durmamış, aşağıya montunu giyerek arabasına bakmak adına inmişti. Eh... Tabi ki ben de onlarla inmiştim. Erkek kardeşim Kerem şoför koltuğuna oturmuş, bir iki kere kornaya basarken, İlker arabanın içini yokluyordu.

"Aynı seninki abi" dedi İlker başını arabadan çıkartıp, bize bakarken.

"E sen benimkini baya beğenmiştin? Ben de aynısını aldım. Baştan sona aynı, plaka farklı sadece" deyince, İlker bir kez daha abime sarıldı ve derin bir nefes aldı.

"Aslan abim."

Arabayı yeteri kadar inceleyen İlker'le birlikte yukarıya doğru çıktık tekrardan. Ablam ve eniştem akşam saatlerine doğru evlerine yol aldı, biz ise odalarımıza. Güzel bir günün sonuydu bugün. Mutluyduk, aşıktım, ve huzurluydum.

 

Bölüm Sonu...

Eveeett! Bir sonra ki bölüm bomba gibi geliyor. Bu bölümü nasıl buldunuz? Ev hakkında ne düşünüyorsunuz.

Oy verirseniz çok sevinirim canlarım. Bol bol oy verin. Engel olduğu için yorum yapın demiyorum ama yapabilen varsa çok sevinirim.

Kendinize iyi bakın, Instagram hesabım takip etmeyi unutmayın.

lorensilorensi_0

Beni takip etmeyi unutmayın ;) 😉

 

Loading...
0%