@lorensi
|
Yeni bölüm geldi, koşun canlarım!!! Sevgili okurlarım. Instagram'dan beni takip etmeyi unutmayın, şimdiden teşekürler. Instagram; lorensilorensi_0
...Lorensi Size keyifli okumalar diler...
Bölüm Yirmi Yedi - Geçmişin Anıları Bilinmezliğin içine düşmüş olduğum anın en büyüklerinden birinde olabilirdim şuan. Ne yapacağımı bilmiyor, bana yabancıymışım gibi bakan bakışların dudaklarından çıkan soruyu anlamaya çalışıyordum. "Ne?" dedim daha fazla anlamayı bırakıp. "Benim" dedim ve ekledim. "İkra. Şaka mı yapıyorsun Ömer Asaf?" Kaşları çatıldı, aklı düşünür gibi oldu. Bedenime korkunun yerleşmesi bir olurken, derin ve titrek bir nefes alıp, Serhat abiye döndüm. "Serhat abi? Neden bana böyle bakıyor? Neden ilk kez görüyormuş gibi bakıyor?" Korku tüm bedenimi yavaş yavaş ele geçirmeye başlarken, bir kez daha bana bakan ela gözlerine baktım. "Ömer Asaf, benim. İkra" dedim elimle kendimi göstererek. Kaşları çatıldı, yüzüme hayretler ve belirsizlik içersinde baktı. Nefes alıp verdim, "birşey söyleyin" diyerek time döndüm. "Neden bir yabancıymışım gibi bakıyor gözlerime? Neden Serhat abi?" Gözlerime baktı, alt dudağını dişlerinin arasına alarak başını eğip kaldırdı. Ardından derin bir nefes aldı. "Dün gece bir patlama oldu sınıra yakın. Ömer Asaf' ta oradaydı ve o patlamadan etkilenmiş. Şuan" dedi ve durdu. Yüreğim acıyla kavrulurken tahmin ettiğim şeyin gerçek olma ihtimalini bile düşünmedim, düşünmek istemedim. "Patlama nedeninden dolayı travmaya bağlı hafıza kaybı yaşıyor." Başımdan bir kova kaynar suyun dökülmesi bu olsa gerek. Bakışlarım bana bakan ela gözlerine bir kez daha baktı. Gözlerimden yanaklarıma süzülen sıcak yaşlar, usul usul yere düşerken, bedenimi bir boşlukta gibi hissettim. Nefes almayı unuttum, bana yabancıymışım gibi bakan o ela gözlerine baktım. Ben onu evde beklerken onu geri dönmüş olmasına sevinirken, başımıza gelen tüm kötü olayları geride bırakmışken onun beni hatırlamıyor olması titrek ve yüksek sesle bir nefes vermeme neden oldu. "Ne?" "Ne?" dedi Asya benim gibi. Arkada olduğunu çoktan unutmuştum. Yanıma yaklaştı, abisine benimle birlikte baktı. Ömer Asaf' ın bana bakan boş bakışları kalbimi acıttı. Onun yokluğunu kalbimin en ücra köşelerinde hissederken, şimdi beni hatırlamıyor olmasını kaldıramazdım. Buna hazır değildim. Bu olmamalıydı. "Hayır" dedim. "Şaka yapıyorsunuz değil mi?" Ne yapacağımı bilemeyip Ömer Asaf' a yaklaştım. "Ömer?" Hızla geriledi bir adım. Nutkum tutuldu, başım döndü. Benden uzaklaşması canımı fazlasıyla yaktı. "Benim" dedim akan göz yaşlarımla. "Benim Ömer Asaf. İkra... Erik gözlün." Bana bakmaya devam eden bakışlarının içi belirsizlikle doluydu. Herşeyi unutmuş gibiydi. Hiç birşey hatırlamıyor, sanki ilk kez görüyormuş gibiydi beni. Onun için bir yabancıdan farkım yok gibiydi. "Veysel. Sen içeri götür Ömer Asaf' ı, eşyalarını toplayın." "Hayır" dedim Veysel ona doğru yaklaşırken. "İkra" dedi yanımda ki Asya kolumu acıtmayacak şekilde tutarken. Onunda göz yaşları yanaklarını bulmuş, abisi için akıyordu. "Hayır lütfen. Beni hatırlamak zorunda. Beni hatırlamak zorunda bu olmamalı. Bu olmamalı hayır!" Göz yaşlarım bir bir boşalmaya devam ederken, nefes almakta zorlandığımı fark ettim. Geçici mi kalıcı mı olduğu bile belli değilken ben nasıl sakin ve rahat olabilirdim ki? "Kızım" dedi Serhat abi önüme gelip kollarıma dokunurken. Beni yerimde durdurdu, elleri tutmuş olduğu kollarımı okşadı. "Biz de üzgünüz. Ama doktorlar geçici olabilir dedi. Allah'tan ümit kesilmez. Hadi şimdi sakin ol ve Ömer Asaf' ı evine götürelim. Doktor ailesiyle vakit geçirsin belki birşeyler hatırlamasına yardımcı olur dedi" diyerek omuzlarımı okşarken, daha fazla ayakta duracak gücü kendimde bulamayıp başımı sallarken bedenimi serbest bıraktım. "İkra!" "İkra!" "Hemen revire!" 🎻 Eve gelmiş, karşımda oturan Ömer Asaf' ın bize bakan boş bakışlarına bakıp duruyordum. Annem, babam ve ablam akşam yemeğine kalmış, birlikte Ömer Asaf' la güzel bir yemek yemeyi düşünüyorlardı. İlker ise haberi almış, küçük erkek kardeşimle yemeğe geleceklerdi. Bunları benim üzülmemem için yapıyorlardı ama işe yaramıyordu. Kalbim yeterince üzgün ve mutsuzdu. Aynı zamanda acıyla kavruluyordu. Ben ise bu yaşadıklarımı kaldıramayıp bayılmıştım. Askeriyede ki revire kaldırılmış, uyanana kadar Asya başımda durmuştu. Uyandığım vakit ise annem, babam, ablam, Ferit bey, Sevda hanım ve Ömer Asaf' ın abisi Taha çoktan gelip durumu öğrenmişler, koluma takılmış olan serumun bitmesiyle buraya gelmiştik. Ömer Asaf' lara. Abim, Eda ve Selim'de birlikte gelmişlerdi çoktan. İlker ise kardeşimi berbere götürmüş, birazdan burada olurlardı. Koltukta yanıma oturmuş olan anne babama bakıp, tekrardan Ömer Asaf' ın halıyı izleyen bakışlarına baktım. Bakmaya çalıştım ama bakamadım. Ciğerlerim nefes almakta zorlanıyor, kalbim acıyordu. Onu böyle görmek ve dokunamamak kalbimi acıtıyordu. Derin bir nefes aldım, onun başını izlediği halının üstünden kaldırıp, koltukta oturan anne ve babasına bakması bir oldu. "Kimsiniz sizler?" İşte bu herkesin canını yakan tek soruydu. Hiç birşeyi hatırlamıyordu. Bize dair hiçbir şey hatırlamıyor, bilmiyordu. Herkes ona bakmaya devam ederken babası Ferit bey konuştu. "Ben senin babanım" dedi dolu gözlerle ve sesi titredi. "Bu annen" dedi yanında ki eşini göstererek. Ömer Asaf ona da baktı, lakin boş bakışlarla. Ardından Ferit bey kızına döndü. "Asya, kız kardeşin" dedi Asya abisine yaşlı gözlerle bakmaya devam ederken. "Abin Taha, yengen Şirin." Abisi sızlayan gözlerle baktı kardeşine. Ferit bey bir diğer koltukta oturan Ayten hanımı gösterdi. Ayten hanım Ömer Asaf'ın teyzesiydi ve sanırım bir kaç aylığına burada kalmak için gelmişti. Ömer Asaf ona baktı. "Ayten Teyzen. Sen onun yemeklerine bayılırsın" dedi tekrardan titreyen sesiyle ve bakışları bana baktı. Eliyle beni işaret ederken, Ömer Asaf' ın bana bakmasını istediğim bakışları benimkiler ile buluştu. "Eşin İkra. Dün evlendiniz." Gözlerimden birer yaş düşerken, bir umut hatırlamış olduğunu bekledim. Bana bakan bakışlarının içi kararır gibi oldu. "Hatırladın mı?" diye Ferit bey sorunca da başını düşünmeden iki yana sallayarak "hayır" dedi buz gibi bir sesle. Başımı hızla başka tarafa çevirdim, titreyen dudaklarıma engel olamadım. Burada daha fazla duramayacağımı anlayıp "müsaadenizle" diyerek ayağa kalktım. "Nereye kızım?" diye soran babam oldu. "Hava alacağım." Ömer Asaf' ın bana alttan bakan bakışlarına ufak çaplı bakıp, evin çıkış kapısına yöneldim. O sırada İlker çoktan gelmişti fark etmediğimiz bir şekilde, ben ağlayarak yanından geçip evden çıkarken bana aval aval bakıyordu. Henüz haberi yoktu biliyordum. Evden çıktım, kendimi soğuk havanın altına attım. Mardin' in geceleri soğuk olan havası üşütür cinstendi. Nefes almakta zorlanıyor olmamla birlikte başımı göğe kaldırıp hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Canım yanıyor, ruhum ölüyor gibi hissediyordum. Ben onun gelmesini, sabırla ve heyecanla beklerken, o beni hiç bir şekilde hatırlamıyor. Herkese baktığı gibi bana bakmıyor. Sanki sadece beni unutmuş gibi bakıyordu ve bu benim canımı acıtıyordu. "İkra." İlker' in üzgün çıkan sesiyle hızla göz yaşlarımı silip yavaşça ona döndüm. Kollarını hiç vakit kaybetmeden belime dolarken, küçük bir hıçkırık bırakıp, ben de boynuna doladım. "İyi misin?" diye fısıldadı. Başımı olumsuzca salladım, "değilim" diye fısıldadım ağlayan sesimle. Sırtımı okşayan elleri bana iyi gelirken, yavaşça ayrıldım ondan. "Canım çok yanıyor. N -nefes alamıyorum." Elleri saçlarımın kenarlarına dokundu, gözlerime dolu gözlerle baktı. "Şşt... Geçecek. Ben eminim hatırlayacak seni. Hep belki tekrardan aşık olacak sana. O seni sevmedi mi? Sevdi. Eminim yeniden sevecek seni bak göreceksin." Üzülmemem için kurmuş olduğu cümlelere inanmak ister gibi başımı salladım. Lakin pek umudum yoktu bu konuda. Ama öyle olmasını herkesten çok isterdim. "Ben tekrar istemiyorum. Ben şimdi istiyorum, yanımda olsun istiyorum, bana seni seviyorum doktor hanım demesini istiyorum" dedim bir kaç hıçkırık daha serbest bırakırken. Derin bir nefes aldı, bir kez daha sarıldı bana. Ellerim göğsünde dururken, ağlamaya devam ettim. "Diyecek. Bak görürsün ilk seni hatırlayacak. Sadece sabretmeyi öğrenmeliyiz." Bu dediğine inanmak ve sabretmeyi istedim. Derin bir nefes alıp verdim. Aradan geçen dakikaların ardından içeri geçip, yemeğe oturmuştuk. İlker' in yanıma oturmuş olmasıyla boş kalan sanladyeye Asya yerleşmiş, Ömer Asaf tam karşımda ki sandalyeye yerini almıştı. Sakin ve usulca yemeğini yiyordu. Diğerleri de yemeğini yerken ben sadece onu izliyordum. Yemeğini yemeyen ona bakan tek bendim. O ise bana bakmak yerine önünde ki tabağına bakıyordu. Yanımda oturmak yerine karşımda oturuyordu. Bu ne kadar çok canımı yakıyor hissedebiliyordum. "İkra" diyen Ferit beyin sesiyle, önce Ömer Asaf başını kaldırıp bana baktı. Bana bakan bakışlarından bakışlarımı kaçırdım ve Ferit beye döndüm. "E -efendim." "Yesene güzel kızım. Aç aç olmaz hadi bakalım" diyerek önümde ki boş tabağı gösterdi. Herkes tabağına birşeyler almış, lakin ben boş bırakmıştım. Biliyordum onlarda yemek istemiyordu ama Ömer Asaf' ın kendini kötü hissetmemesi için bunu yapıyorlardı. "Ben odama çıkabilir miyim?" dedim daha fazla burada durup canımın yanmasına katlanamayarak. Onu böyle görmek sadece canımı yakmatan başka bir işe yaramıyordu. "Ama daha birşey yemedin" diyen anneme "iştahım yok" diye karşılık verdim. "Peki kızım" dedi Ferit bey başıyla beni onaylayarak. Annemlere döndüm. "İyi geceler" dedim onlara da ve hızla ayağa kalkıp odama çıkmak için merdivenlere ilerledim. Arkamdan nedense onun bana baktığını hissettim. Merdivenlerin başında durdum, bakışlarımı arkama çevirip salon kapısının hemen yanında duran masada oturan onunla göz göze geldim. Ben bakar bakmaz önüne çevirdi o güzel ela bakışlarını. Hızla odama çıktım, içeri geçip kendimi yatağa yüz üstü bıraktım. Hıçkırıklarıma boğulurken, akan göz yaşlarıma engel olamadım. Sanırım ağlamaktan midem bulanıyordu. Ben onunla bir kez bile bu yatakta uyumamışken, bir kez bile birlikte kalkmamışken o beni hatırlamıyor. Bu duruma ne kadar alışacaktım bilmiyorum. Ama böyle yapmasını, beni tanımamasını kaldıramıyorum. Gözlerimi kapatıp açtım, ağlayarak kendimi uykunun kollarına bıraktım. 🎻
Üç gün sonra.... Yine isteksiz bir kahvaltının üstüne oturmuş, sadece tabağımda ki yiyeceklerle ilgileniyor, Ömer Asaf' ın kalkıp, kahvaltıya inmesini sabırla bekliyordum. Anne ve babası onun için yeni bir oda hazırlamış, hemen benim yan odamda kalıyordu. Evli olmamıza rağmen ayrı kalıyor olmamız ruhumda keskin bir acıya yer veriyordu. "Kalkmadı mı hâlâ?" diye sordum kendime hakim olamayıp. "Giyiniyordu kızım. Gelir birazdan." Aradan beş gün geçmiş, üç gündür bu evin içinde sadece Ömer Asaf değil, ben de kendimi yabancı gibi hissediyordum artık. Bedenim sağlam olabilirdi ama ruhum çoktan ölmek üzereydi. Onsuz geçen günlerim artık bana can yakmasından başka bir işe yaramıyordu. Taha abi ve Şirin'de masada yerini alırken, herkes sadece Ömer Asaf'ın masaya inmesine ve boş kalmış sandalyeye oturmasını bekliyordu. Nihayetinde merdivenlerden gelen ayak sesleriyle bakışlarımı o tarafa çevirdim ve onu gördüm. Üzerine haki renginde bir gömlek giymiş, kollarını dirseklerine yakın yerde katlamıştı. Altında ise haki renginden biraz koyu yeşil pantolon giymiş, gömleği pantolonun üstünde bırakmıştı. Alnına düşmüş saçları o kadar yakışıklı gösteriyordu ki onu, bir kez daha aşık oluyordum. Tam ilerledi, karşımda ki sandalyeye kendini bırakarak, "günaydın" dedi. Yanımda varlığını çoktan unutmuş olduğum Asya' nın "günaydın abi" demesiyle anne ve babası da "günaydın" dedi. Kaçamak bir bakış bana atıp, tekrardan tabağına indirdi. "Günaydın" dedim herkes gibi. Tekrar bana baktı, eline çatalını alıp, tabağına birşeyler almaya koyuldu. Lakin tam o sırada parmağında takılı olan yüzüğe ilişti bakışlarım. Yüzümde anlamsız bir tebessüm peyda olurken, dün ona yüzüğü götürmem ve onun bana yüksek sesle bağırması ne kadar canımı acıtmış olsa da yüzüğü takmış olması nedense gülümsememe neden oldu. Dün öğlen vakitlerinde sulu gözlerle yanına gitmiş, evli olduğumuzu, hatırlamak zorunda olduğunu söylemiştim. Ama o "üstüme gelme, yeter!" diye kükreyip göz yaşlarımın şiddetle akmasına ve Sevda hanımın gelip beni odasından almasına neden olmuştu. Ama o şimdi hiç birşey olmamış gibi bana bakıp "günaydın" dedi. Gerçi tek bana değil. Ayrıca yüzüğünü takmıştı. Ben çıkmadan önce yüzüğü yatağına bırakmış, öyle çıkmıştım. O ise şimdi takmış ve kahvaltıya inmişti. Buna nasıl bir tepki vermem gerektiğini hiçbir şekilde bilmiyor, kestiremiyordum. "Yüzüğünü" dedim daha fazla dayanamayıp. "Takmışsın." Bakışları parmağında ki alyansa kaydı. Yutkundu ve başını salladı. "Taktım. Doktor hatırlamak istiyorsan tek başına geçmişin üstüne gitmelesin dedi." Bunu biraz dünkü halime söylemiş gibiydi. Ona hatırlaması için baskı uyguladığım içindi. Yine de başımı salladım, parmağında ki yüzüğe gülümseyerek baktım. Sevda hanım, Ferit bey ve Asya bu gülüşüme karşı gülerken ağzıma bir dilim salatalık aldım. Derin bir iç çekip ona bakmaya devam ettim. O ise tekrar konuştu. "Dün için özür dilerim. Üstüne fazla geldim, ama sen böyle yaptıkça ben hatırlamak istediğimi bile hatırlayamıyorum." Cümleleri biraz acıtmış olsa da başımı anladığımı belirterek aşağı yukarı salladım. "Kusura bakma." Başıyla onayladı beni. Hemen Ömer Asaf' ın yanında oturan Sevda hanım bana bakarak tebessüm ederken ben de utanarak tebessüm ettim. Başımı önüme eğip kaldırdım ve derin bir nefes aldım. Nedense kendimi bugün iyi hissediyordum. Ömer Asaf' ın yüzüğünü takmış olması kendimi bana iyi hissettiriyordu. En azından benimle evli olduğunu, benim onun eşi olduğumu biliyordu. Bu da beni mutlu hissettiriyordu. Kahvaltımızı sessiz sedasız halledip, Ömer Asaf' ın cebinden telefonunu çıkarmasıyla kapalı olduğunu fark etti. Üç gün sonra ilk kez açacaktı. Telefonu açma düğmesine basılı tutarak açarken, bekledi. Ekran açılınca kaşlarını çatıp bana baktı. Neye baktığını o kadar çok merak ederken, ekranı yavaşça bana çevirdi. Bakışlarım birlikte çekmiş olduğumuz, onun odasında da bulunduğu kışın karların altında ve yanağıma kondurmuş olduğu öpücüğün yer aldığı o fotoğraftı. Ben ekrana hiç olmadığım kadar mutlu ve gülümseyerek bakarken, o yanağıma kondurduğu öpücükle gülümsüyordu. Ekranı tekrardan kendine çevirdi, kısa bir süre baktı. "Bunu biz mi çektik?" diye sordu ve tekrardan bana baktı. Başımı salladım. "Bir ay önce" dedim onun gibi. Başını salladı, telefonun kilidi olmadığı için açtı. Ardından ekrana boş boş baktı. Lakin aklıma gelen düşünceyle biraz ona doğru eğildim. "Benimle gelir misin?" Bakışları bakışlarıma kaydı, kısa bir müddet baktı. Ardından başını usulca salladı. Ben gülümseyerek ayağa kalkarken, salondan çıkıp merdivenlere ilerledim. Arkamdan gelip gelmediğini kontrol etmek amaçlı bakınca, geldiğine şahit oldum. Birlikte odamıza girdik, buraya getirilen ve yerleştirmiş olduğum eşyalarımın içinde yer alan albümü hızla çekmecelerin birinden çıkarıp, yatağa oturdum. "Gel" dedim oturması için yatağa bakarken. Çekinerek yahut belirsizlikle gelip yanıma oturdu. Albümü ona uzattım ve tanıştığımız andan beri çekmiş olduğumuz bütün fotoğrafları ona gösterdim. "Aslında bunu senin doğum günün için hazırlamıştım. Bir hafta sonra senin doğum gününde verecektim ama şimdi vermek istiyorum. Aç" dedim açmasını beklerken. Parmakları yavaşça albümün kapağını tuttu, ilk sayfayı açtı. Bir sürü birlikte çekilmiş olduğumuz fotoğraflara baktı. Kaşları havalandı, bakışları bana bakıp tekrardan fotoğraflara döndü. "Ben seni çok mu seviyordum?" Anlık sorusuyla gözlerim doldu, nutkum tutuldu. Böyle bir soruyu bir gün soracağını ömrü hayatım boyunca bir kez olsun düşünmezdim. Derin bir nefes alıp başımı salladım. "Çok" diye fısıldadım sesimin titremesine engel olarak. "Bana hep gün ışığım derdin, çiçeğim derdin. Hatta patlamadan önce, gece benimle sırf yalnız kalmaktan korktuğum için telefonla ben uyuyana kadar konuşmuştun" dedim ve derin bir nefes aldım. Bir başka sayfa çevirdi. "Bak burada nişanlandık. Ne kadar mutluyuz görüyor musun?" Başını salladı. Bir başka sayfa çevirdi. "Burada birlikte çekinmiştik." Fotoğrafta parmaklarını gezdirdi ve yutkundu. Gözlerini kapatıp açtı. Ardından yüzünü buruşturdu. "Ne oldu?" Birşeyler hatırlamış olma ihtimalini göz önüne getirerek "yoksa hatırladın mı?" dedim heyecanla. "Yok. Sadece hafızam zorluyor o kadar." Yüzümde ki tebessüm yerini buruk bir gülümsemeye bırakırken, derin bir nefes aldım. "Bu sen de kalabilir. Sonuçta senin için yaptırmıştım." Bir müddet yüzüme baktı, başını salladı. Ardından ayağa kalktı ve etrafta bakışlarını gezdirirken, iki gün önce gelmiş olan düğün fotoğraflarımıza baktı. Anlık bir duraksama yaşadı. Ardından ilerledi ve çerçeveyi eline aldı. Ayağa kalkıp, yanında durdum. "Dört gün önce evlendik" dedim fotoğrafa onun gibi bakarken. Herşeyi başıyla onayladığı gibi bunu da başıyla onayladı. Beklemeden bir diğer fotoğrafa ve arkadaşlarına baktı. Elime fotoğrafı alıp "kardeşlerin" dedim göstererek. "Birbiriniz için canınızı verecek kadar çok seviyorsunuz." Kardeş gibiydi askerleriyle. Onların komutanı değil de kardeşleri gibiydi. Hepsi hemen hemen aynı yaştaydı. "Burası bizim odamız mı?" Başımla onayladım, ela gözlerine bakarak. "Hım hım." "Abi." Kapıda beliren Asya' ya döndü Ömer Asaf. Kardeşi olduğunu biliyordu ama hatırlamıyordu. Bu yüzden "efendim" diye cevapladı. "Tim geldi." Kaşları çatıldı. Fotoğrafı göstererek "onlar" dedim ve tekrardan yerine bıraktım çerçeveyi. Elinde ki albümü yatağın üzerine bıraktı, odadan çıktı. Buruk bir şekilde Asya' yla birbirimize baktık. "Nasıl hissediyor?" "İyi. Yavaş yavaş açılıyor." Birlikte odadan çıktık, merdivenlerden aşağıya indik. İçeriden gelen sessiz sessiz konuşmalara yaklaştık. "Nasılsın yenge?" diye soran Sakaryalı' ya başımı salladım. Yenge demiş olması Ömer Asaf' ın bana bakmasına neden oldu. "İyiyim, siz nasılsınız?" dedim boş koltuklardan birine Asya' yla otururken. "İyiyiz biz de, komutanımı görmeye gelelim dedik" dedi ellerini dizlerine yaslayarak. "Kızlar niye gelmedi?" "Kalabalık olmasın dediler" diye yanıtladı Bayırlı beni. Başımı salladım, derin bir nefes aldım. "Aslanlarım!" diye kapıdan geniş salona giren Ferit beyle hepsi tek tek ayağa kalktı. Onlarla birlikte ben de kalktım. "Ferit amca" diye ilk Bayırlı sarıldı el öperek. Yalnız Ferit bey izin vermeyip sıkıca sarıldı herkese tek tek. Ardından ilerleyip Ömer Asaf' ın yanına oturdu, ellerini önünde birleştirdi. "Hoş geldiniz" dedi. Konuşmaya başlamaları ve aradan geçen bir saatin ardından ayağa kalkıp, mutfağa geçtim. Asya çoktan dışarıya çıkmış, Şirin, Sevda ve Ayten hanım mutfakta yemek yapmaya koyulmuşlardı. Taha abi ise dışarı çıkmıştı, muhtemelen ofisine gitmiş olmalıydı bir mühendis olarak. "Merhaba" diyerek girdim çekine çekine mutfağa. "Kızım? Hoş geldin." Gülümsedim. "Hoş buldum" dedim ve ekledim. "Ben de yardım edebilir miyim?" Birbirine bakan orta yaşlarda ki iki kadın bana gülümseyerek döndü. "Elbette." "Çorbayı yapmadık, sen yap istersen" deyince hızla başımı salladım. "Mercimek yapabilir miyim?" Sevda hanımın içi gülen gözleriyle bana bakarken, "Ömer Asaf' ımın en sevdiği çorbadır" demesiyle başımı biliyorum der gibi salladım. "Tabi ki" dedi ve bana tencereyi uzattı. Anlaşılan o çorba yapacaktı ve ben ondan önce davrandım. Tüm sebzeleri çıkartıp, tek tek doğruyarak tencerenin içerisinde kızartırken, biraz yeteri kıvama gelince su ekledim. Kendi haline kaynamaya başlarken, geri kalanını Ayten ablanın "ben hallederim" demesiyle ellerimi kurutup, kapıdan çıkmak üzere olan time baktım. "Gidiyor musunuz? Yemeğe kalsaydınız." "Görev geldi, biz gidelim başka zamana geliriz inşallah." "Peki" diyerek ilerledim ve Ömer Asaf' ın önünde durarak giden time baktım. Boyu benden uzun olduğu için gölgesi üzerime düşmüştü. Kolunu kapıya yaslamış, diğeri de belinde duruyordu. Bana baktığına emindim ama dönüp bakmadım. Bana baksın, izlesin istedim. Tim iyice kapıdan uzaklaşırken, Ömer Asaf' ın kapıyı kapatması için önünden kenara çekildim ve kapıyı kapatmasıyla içeri birlikte geçtik. Neredeyse akşam olmak üzereydi ve hava karardı kararacaktı. "Ben biraz dinleneyim." Ömer Asaf' ı başıyla onaylayan babası bana baktı. Ben de dudaklarımı birbirine bastırarak, derin bir nefes aldım. Ömer Asaf ilerleyip merdivenlerden çıkarken, ben arkasından baka kaldım. Derin bir nefes daha içime, ciğerlerime çekip beş dakika sonra ben kendi odama çıktım. Onun kapısının önünden geçerken, kapının yarım olmasıyla bakmadan edemedim. Kapının önünde durdum, onun elinde ki albüme baktığını gördüm. Yüzümde belli belirsiz bir tebessüm peyda olurken, onu izlemeye devam ettim. Fotoğraflara çatık kaşlarla bakıyor, bazıları ona komik geliyor olmalı ki gülümsüyordu. Albümü benim odamdan almış olacaktı. Albüm ona iyi gelmiş olabilir miydi? Umarım öyledir... Ben tam hareket edeceğim sırada bakışlarının beni bulmasıyla hızla kapının önünden ayrılıp, kendi odama yanaştım. Tam içeri gireceğim sırada onun "bekle" demesiyle olduğum yerde durdum. Kahretsin onu izlediğimi fark etti. Şimdi ne diyecektim ben ona? O senin eşi ikra diye yanıtladı beni iç sesim. Derin bir nefes alıp, bedenimi yavaşça ona döndürdüm. Kızarmış ve utanmış bir yüz ifadesiyle baktım. Gözleri gözlerime bakarken, elinde ki albümle bana baktı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken, "birlikte bakalım mı?" diye masumca sorması, bu davranışını bana karşı sergilemiş olması gözlerimin dolmasına ve bir an bile düşünmeden başımı sallamamı gerektirdi. "O -olur." Dönüp odasına ilerledi. Arkasından ilerledim ve odasına girerek, kendimi usulca yatağa bıraktım. Yanıma oturdu, albümü bir kısmını dizine diğer kısmını da benim dizime yerleştirdi. Sayfaları tek tek çevirdik ve tek tek fotoğrafları anlattım ona. Bazen gülüyor bazen durup bakıyordu. Oysa ben her anlattığım fotoğrafa bakarak tebessüm ediyordum. Birlikte saatlerce fotoğraflara bakıp durduk, neyin ne olduğunu herşeyi anlattım ona. Bazen farkında olmadan ikimiz de kahkahalarla güldük, farkında olmadan birbirimize baktığımızı fark ettik. Şuan hayatımın en mutlu dakikalarından birini yaşıyor olabilirdim. Evliydim, buruk bir mutluluk olsa da mutluydum.
Bölüm Sonu... Eveeeett! Bölümü beğendiyseniz oy verip beğenmeyi unutmayın. Yorum yapmadan geçmeyin. Sizleri seviyorum, hoşçakalın :) |
0% |