@lorensi
|
Hoşgeldiniz. Yepyeni ve bir o kadar uzun bir bölümle geldim. Tşk ederim. Şimdiden iyi okumalar.
...Lorensi size keyifli okumalar diler...
Bölüm Yirmi Dokuz - Piknik Havası Gözlerimi, odanın içerisine vuran güneşin ilk ışınlarıyla araladım. Duvarda asılı duran yelkovan ve akrebin saatin on olduğunu göstermesiyle gözlerim güçlükle aralandı. Sırtımın yaslı olduğu göğsün vermiş olduğu sıcak hararet beni gülümsetti. Dün geceyi hatırladıkça, yanaklarımın kızarmaya başlaması normal miydi?
Derin bir iç çekip, hala yanımda olup olmadığını kontrol etmek amaçlı omzumun üzerinden ona baktım. Uyuyor ve gözleri birbirine huzurla yaslıydı. Kolları arkamdan belime dolanmış, karnımın üzerinde sıkı sıkıya sarmalamıştı beni, sanki hiç bırakmak istemez gibi. Derin bir nefes aldım, başımı tekrardan yastığa yasladım. Onu yanımda ve kendimi güvende hissetmek beni gülümsetmişti. Onunla ilk kez beraber uyumak beni o kadar mutlu, huzurlu hissettirmişti ki, içimde ki tarifi belli olmayan duygulara kapılıyordum.
"İzlemek hoşuna mı gitti?" İşittiğim ve her daim duymak istediğim sesi kulaklarıma çarparken, yutkundum. Dediğini anlamamazlıktan gelerek "efendim?" dedim kısık çıkan sesime anlam veremeyip.
Güldü, ardından başını yastığa gömerek kıkırdadı. Yanaklarım eski günlerde ki gibi gülüşünü duyar duymaz kızarırken, derin nefesler almaya devam ettim.
"Neden gülüyorsun?" diye sordum. Elleri sarıp sarmalamış olduğu karnımın üzerinde gezindi ve içime bir ürperti verdi.
"Neden bana dönmüyorsun?" Soruma soruyla cevap vermesini bir kenara bırakıp, derin bir iç çektikten sonra omuzlarımı kaldırıp indirdim.
"Utanıyorum." Yanaklarım daha çok kızardı.
"Bana dönmeyi mi?" Başımla onayladım.
"Ben beklerim." Bu düşüncesi kalbimi eritirken, içimde ki utangaçlık hissini bir kenara bırakıp ona dönmem gerekiyordu. O benim eşim ve benim ona dönüp bakmam gerekiyordu. Dün gece beynimin içinde kendini hatırlatıp duruyor olsa da benim ona dönmem gerekiyordu.
Başını yastığa yasladığını hissedince, derin bir nefes alarak bedenimi usulca ona döndürdüm. Bu anı bekliyor olacak ki yüzünü yaslamış olduğu yastıktan kaldırdı, kollarını daha rahat dönmem için gevşetti ve gözleri gözlerime baktı. Bakışları anlık dudaklarıma kaydı, tekrardan gözlerime odaklandı. Derin bir iç çekip gözlerini kapatarak yaklaştı ve burnunu burnumun ucuna usulca sürterek "rüyada mıyım acaba?" diye sordu. Elimi kaldırdım, alnına düşmüş nemli saçlarına dokundurup, saçlarıyla oynadım. Ardından buruk bir şekilde gülümseyip bakışlarımı odanın camına çevirdim.
"Sence rüyada mıyız?" diye baktım doğmuş olan güneşe.
"Değiliz" diyen Ömer Asaf' a döndüm bir kez daha.
Tam gülümseyeceğim vakit onun bana bakan belirsizlik bakışlarına takıldım ve kaşlarımı çattım. “Sen de kimsin?” sorusuna yutkundum, dirseğimin üzerinde korkuyla doğruldum.
“Ömer A-Asaf-”
“Şaka şaka.” Elimi yumruk yapıp, hızla omzuna vurdum ve onun kıkırdamasıyla rahat bir nefes verdim.
“Ödümü kopardın.”
Güldü. Hatta kıkırdadı. “Seni bir kez daha unutamam doktor hanım. Bunu istesem de yapamam.”
Gözlerine büyük bir aşkla baktım ve başımı tekrardan yastığa yaslayıp, gözlerine bakmaya devam ettim.
"Birlikte ilk kez uyuduk farkında mısın?" Başını her zaman ki gibi usulca salladı.
"Artık çok birlikte uyuyacağız güzelim. Benim şu kafam yerine geldi ya, artık seni unutması mümkün değil." Kelimeleri ilk günün heyecanı gibi bedenime anlam veremediğim hislere neden olurken, sırt üstü dönüp ellerimi yukarı doğru esnettim. Açıkta kalan çıplak omzuma küçük bir buse kondurarak başını yasladı.
"Birlikte" dedim bedenimi ona çevirerek. "Kimse kalkmadan birlikte kahvaltı hazırlayalım mı?"
Gözleri gözlerime bakarken, dudaklarının kenarı kıvrıldı. Başını aşağı yukarı salladı, ardından ekledi. "Sana ne zaman hayır dedim?" diyerek beni kendine bir kez daha aşık etti. Tekrardan yana dönerek, sıcak bir şekilde gülümsedim. O ise bu anı bekliyormuş gibi hızla eğilip dudaklarını gülüşüme bastırıp geri çekildi. Başı tekrardan yastığa yaslanırken, bana uykulu gözleriyle baktı ve sadece buruk bir şekilde dişlerini göstermeden gülümsedi. Bu gülüşü içimi ısıttı. Elleri çıplak sırtımda geziniyor, omuzlarıma dökülen saçlarımın uçlarıyla oynuyordu. Gözlerime bakmaya devam ederken, her iki elimi boğazımın hizasına doğru kaldırdım ve öylece yastığın üzerine koydum.
Birbirimize dakikalarca baktık öylece. Dakikalarca o beni ben onu izledim. Gözlerimin içi sızladı. Lakin bizi bölen kimse olmadı. İzlememizi engelleyen, manzaramı karartan kimse olmadı.
“Düğün gecesini hatırlıyor musun?” diye sordum ve derin bir nefes alıp ekledim. “Benimle dakikalarca konuştun, ta ki ben uyuyana kadar.”
Başını salladı. “Hatırlıyorum” dedi kısık ve boğazından çıkan sesiyle. Yorganın altından ayakları ayaklarıma değince ürperdim ve gülümsedim. Biraz daha yaklaştım ona, alnımı usulca alnına değdirdim. Göğsümün hizasında duran ellerimden birini kaldırıp, sol göğsüne yasladım. Kalbinin üzerine.
“Kalbinin beni seçtiğini söylemiştin. Milyonlarca kadının arasından beni seçmen…” dedim ve devamını getiremedim. Alnı alnıma yaslıyken, başını hafif öne doğru getirerek çenesini hareket ettirmesi, dudaklarımızı -sanki dün gece hiç birbirine yaslı değilmiş gibi- birleştirdi. Küçük bir öpücük bırakıp geri çekildi ve ardından tekrardan öptü.
Bir kez daha…
Bir kez daha…
Ve bir kez daha…
“Seni çok özledim” diye fısıldadı.
“Özleminin… Dün gece bittiğini düşünmüştüm” dedim bakışlarımı ondan kaçırıp, başımı önüme indirirken. Bir elinin parmakları çenemin altına dokundu, yavaşça başımı kendine doğru kaldırıp bakışlarımızı bir kez daha buluşturdu.
“Benim sana olan özlemim hiç bir zaman son bulmayacak, bitmeyecek Erik gözlüm.”
Beni kendine bir kez daha aşık ederken, aniden yatakta doğruldu ve çıktı.
"Duş alıp kahvaltı yapalım." Başımla onu onaylayıp bakışlarımı kaçırdım. Odada yer alan minik ama güzel banyomuza girerek kapıyı kapattı. Kapatmadan önce başını çıkartıp son kez dönüp baktı ve gülümsedi. Gülüşüne karşılık verip kapıya bakarken bu sefer gerçekten kapattı. Ellerimi saçlarıma atarak "rüyada mıyım Allah'ım?" diye geçirdim onun sormuş olduğu soruyu beynimin içinde yenileyerek. 🎻 Serin bir duşun ardından, odayı toplayıp mutfakta kahvaltı hazırlamak adına başlamış olduğumuz serüvene gülüp durduk. Bugün askeriyeye gitmeyeceğini, Selim komutandan izin aldığını ve tüm gününü benimle ve ailesiyle geçireceğini söylemişti. Bu beni sevindirirken, aynı zaman da duygulandırdı. Aylarca evlenip hayalini kurduğum yuvaya, evlendikten on beş gün sonra kavuşuyordum. Bu tarif edilemez bir duyguydu.
"Domates doğramayı unutmuşum" diye söylenirken, güldüm, masaya peynir, zeytin ve dolapta kahvaltılık ne varsa çıkardım. O ise menemeni yapmaya devam ederken, aynı zaman da yanına yaklaşıp tavada ki biber ve soğanları karıştırıyordum. Normalde tek başıma mutfağa girmeye utanırdım bir başka evdeyken ama şuan yanımda onun olması tüm bu utanç duygularımı yok ediyordu. Çünkü ben ona aittim, onundun ve o nereye aitse ben de ona aittim.
Yandan bana baka baka domates doğrarken, başını eğip burnunu burnuma sabah ki gibi bir kez daha sürterek gözlerini kapatıp açtı. Bu hareketi beni yine güldürdü. Tekrardan işine döndü ve profesyonel bir aşçıymış gibi davrandı. Gerçi her meslek yakışıyor olabilirdi ama askerlik bir başka güzel oluyordu. O yeşil üniforma ona çok güzel yakışıyordu. Hele ki o silah tutuşu ve başımı döndüren o asker adımları
Tüm kahvaltıyı hazırlayıp, menemeni de ortaya koyarak birbirimize bakıp gülümsedik. Lakin ben ona bakar bakmaz onun önünde ki önlük ile karşılaşmam, kıkırdamama neden oldu.
"Gül sen, gül" diye gülüşüme eşlik ederken, yanına adımladım ve kollarımı önden arkasına uzatarak önlüğün bağını çözüp, boynundan çıkardım. Yanağına sıkı bir öpücük bırakarak masayı gösterdim.
"Otur bakalım."
O masaya tebessüm ederek otururken, ocağın üstünde altı yanan çayı kapatıp elime alarak masaya ilerledim. Her ikimizin bardağına da çayları doldurup tekrardan ocağın üzerine bırakarak masaya oturdum bende. Hemen onun çaprazına oturmuş, gözlerine bakarak elime bir dilim ekmek almıştım.
"Aşçı üsteğmenim" dedim yüzüme ciddi bir ifade takınıp. Sesleniş tarzım ona komik gelmiş olacak ki kıkırdayarak ağzına küçük bir zeytin attı. Ben ise istifimi bozmadan devam ettim.
"Menemeninizin tadına bakabilir miyim?" Cevap vermedi, eline almış olduğu ekmekten bir lokma kopararak menemene daldırdı. Ne yapacağını anlayıp, bekledim. Dudaklarına yaklaştırdı ve üfledi. Dumanı üzerinde tüten menemenin etkisi, benim için hazırlamış ve vermek üzere olduğu lokmanın üzerinde de kendini belli ediyordu.
Lokmanın iyice soğuduğuna emin olduktan sonra dudaklarıma yaklaştırdı.
"İlk lokmayı her zaman aşçı verir."
Gözlerim gözlerine bakarken, dudaklarımı araladım ve lokmayı ağzımın içine aldım. Soğumuş olan lokmanın azıcık vermiş olduğu sıcaklık rahatsız edecek türden değildi. Bu da beni memnun ederken, tadıyla gözlerimi birbirine yasladım ve başımı bir sağa bir sola eğip kaldırdım.
"Eee... Söyle bakalım doktor hanım. Aşçınızın menemenini beğendiniz mi?" Lokmayı tadını çıkara çıkara çiğnemeye devam ederken, başımı iki yana salladım.
"Nasıl yani?" dedi aniden kaşlarını çatarak. Hareketimi yanlış anlayarak beni güldürdü.
"Hayatımda yediğim en iyi menemenin, kocamın menemeni olacağını hiç düşünmemiştim. Ellerine sağlık." Bakışlarım masanın üzerinde gezindi ve anlık duraksama yaşayan Ömer Asaf' a baktı. Bakışları bana hayran hayran bakarken, dudağının kenarı kıvrıldı.
"Ne oldu?" diye sordum şaşkın ve hayrete düşen sesimle.
"Ne dedin sen?" Tahtalar tek tek yerine otururken, yanaklarımın kızarmaya başlamasına engel olamayıp derin bir nefes aldım ve çayıma uzandım.
Ben ona kocam demiştim. İlk kez gözlerinin içine baka baka kocam demiş ve bunu büyük bir istekle söylemiştim. Gerçekten de güzel bir duyguymuş bunu en içten hissetmek.
"Benim güzel karım.”
Kelimeler dökülen dudaklarından, naif ve huzur verir gibi çıkarken, gülümseyip başımı salladım. Lakin bu güzel tablo karşısında bir damla göz yaşımı tutamadım. Derin bir nefes alıp tek göz yaşımı silerek kahvaltıma devam ettim.
"Herşeyi hatırlıyorsun değil mi?" Anlık bir duraklama yaşadı, ardından başını salladı.
"Ufak tefek görüntüler gidip geliyor ama..." Durdu ve gözlerimin derinliklerine baktı.
"Seninle ilgili herşeyi hatırlıyorum." Bu cümlesi beni ikna etmeye ve inanmama yetti.
Nasıl hatırladığını merak ediyor olsam da sormak istemiyorum. Kötü düşüncelerden uzak, herşeyden güzel bir gün geçirmek istiyorum onunla.
"Bundan da yesene, ben yaptım" dedim vişne reçelini önüne koyarak. Annemlerde yapmış olduğum reçeli buraya yerleşirken getirmiştim. Bu bizim ilk kahvaltımızı olduğundan dolayı, tadına önceden bakamamıştı.
Reçele tereyağlı ekmeğini batırarak ağzına attı. Çiğnediği lokmayı gözlerini kapatarak yuttu.
"Sanırım" dedi bakışları beni bulurken. "Benden iyi aşçılar var." Gülümseyip masaya yaslı duran elini eğilip öptüm.
"İyi ki varsın." Yaptığım hareket öylece bana bakmasına neden oldu. Ve beklemedi, eğilip yanağımdan sıkı bir öpücük aldı.
"İyi ki varsın. İyi ki hayatımdasın." Buruk bir şekilde gülümseyip kahvaltımızı eski anıların kahkahalarıyla birlikte yaparken, beraber toplayıp birlikte yıkadık kirli tabakaları. Ömer Asaf yine her seferinde yaptığı gibi arkadan belime dolanıyor, yanaklarıma ıslak öpücük izleri bırakıyordu. Bu durum normalde rahatsız edebilirdi ama onun özlemi daha ağır basıyordu.
Lakin ben birinin görecek olması korkusuyla geri çekilmesini istiyor, o ise istemeye istemeye geri çekiliyordu. Tam yanımda durmuş, son bulaşıkları yıkayan bana bakarken, eğilip yanağıma küçük bir buse konduracağı vakit mutfak kapısında beliren ve Sevda hanımın "günaydın çocuklar" sesiyle hızla geri çekildi.
"Aman, aman siz neler yapıyorsunuz böyle?" diyen Sevda hanımın, Ayten hanımın, Şirin’ in, Taha abinin ve Asya' nın aynı anda içeri girmeleri bir oldu. Az önce ki yaklaşımdan dolayı kızaran yanaklarımı belli etmemek adına "günaydın" dedim ve son tabağı da tezgahta ki sarı bezin üzerine yerleştirip, suyu kapatarak arkamı döndüm.
"Günaydın anne."
"Ne yapıyorsunuz bakalım?" diye soran Ferit bey oldu.
Ne cevap vereceğimi bilemediğim için Ömer Asaf' a baktım. O ise anlamış olacak ki gülümseyerek ailesine döndü.
"Birlikte kahvaltı yaptık."
"Oh ne güzel, maşallah benim çocuklarıma!" diyerek bize yaklaşan Sevda hanım ile hızla bize aynı anda sarılmasıyla ben de ona sarıldım.
"Hadi" dedi Ömer Asaf bir iki adım geri çıkıp ellerini havaya kaldırarak.
"Pikniğe gidiyoruz, siz de orada kahvaltı yaparsınız."
"Piknik mi?" diye sordu Taha abi şaşkın çıkan sesiyle.
"Evet" diye onayladı, ardından elimi tutarak “hazırlanın” deyip mutfaktan çıktı. İkimiz aynı anda gülerek merdivenlerden odamıza çıkarken, hızla içeri girip birbirimize baktık.
"Nereden çıktı piknik?" diye sordum yüzümde açan tebessümle.
"Kendimizi biraz dinlendirmek ve doğanın güzelliklerine bırakmak gerek değil mi?" Yüzüne büyük bir aşkla bakarak onayladım.
Tişörtünü üstünden çıkardı, kirli sepetine atarak dolaba yaklaştı. Bende duştan sonra üzerime rahat ve düzgün birşeyler geçirmiş, öyle kahvaltıya inmiştim. Yani Ferit beyin ve Sevda hanımın beni böyle görmeleri biraz utandırmış olsa da pek tepki vermemeleri beni rahat hissettirmişti.
Üstümde ki tişörtü çıkartıp, ben de dolaba yaklaştım. Serin, bol, beyaz bir elbise giyerek üzerime güzel bir kot ceket aldım. Ayaklarıma ise beyaz ve temiz bir spor ayakkabı geçirerek, arkamdan belime sarılan kollar ile gözlerimi kapatıp başımı onun boynuna yasladım, sarmış olduğu kollarının üzerine kollarımı doladım.
"Niye bu kadar güzelsin?"
"Sadece sana güzelim." Dudakları boynuma dokundu, bedenime sıcak hisler bıraktı. Aynadan göz göze gelir gelmez başımı göğsüne yasladım ve halimize baktım. İkimiz de hazırlanmış, ve hiç birşey olmamış, onca şey yaşanmamış gibi pikniğe gidecektik. Bundan güzel daha ne isteyebilirdim ki Allah' tan?
"Hep bunun hayalini kurdum biliyor musun?" diye söyledim aynadan gözlerini bulurken.
"Sana sarılmamın mı?" Buruk bir şekilde güldüm, sırtımı yaslamış olduğum göğsünden ayırıp ona döndüm. Ellerim belinin her iki yanına yerleşti.
"Hayır... Sabahları birlikte uyanmayı ve birlikte hazırlanmayı. Ve..." diyerek parmak uçlarımda yükselip, gözlerimi kapatarak dudaklarına sakin ve yumuşak bir buse kondurup, tekrardan sağlam bir şekilde zemine bastım. Gözleri gözlerimi buldu.
"Her sabah seni böyle öpmeyi" diye tamamladım cümlemi. Gözleri gözlerime bakarken, gözlerinde hafızasının yerinde olmadığı zamanlarda kurmuş olduğu cümlelerin pişmanlığıyla karşılaştım. O güzel ela gözleri yüzümün en ince detayında gezindi, gezinmek istedi. Sol elini kaldırıp, tersiyle usulca sağ yanağımı okşadı, gözleri geçmişin acılarıyla doldu.
“Artık rahat rahat dolaşıp, yan yana gelebiliyor olmamız beni daha da çok mutlu ediyor. Çünkü artık ailmeden sakladığım erkek arkadaşım değil de,...” dedim ve ellerimi göğsüne yaslayıp tişörtün altında kendini belli eden, ona hediye etmiş olduğum asker künyesine dokundum.
“Kocamsın. Hayat arkadaşımsın, herşeyimsin” dedim gözlerimi kapatıp alnımı çenesine yaslayarak. Dudakları hızla saçlarıma dokundu ve boğazından çıkan boğuk sesi konuştu.
"İkra, ben kabul edemiyorum" diye fısıldadı.
"N -neyi?" dedim cümlenin altında yatan nedeni anlamayıp. Başımı kaldırıp ona baktım.
"Kalbini çok kırdım senin. Üstüne çok geldim-" deyince sağ elimi kaldırıp dudaklarına yasladım.
"Şştt... Kendinde değildin Ömer Asaf" dedim ve yutkundum. Elimi dudaklarından indirip, her ikisini birden tuttum. "Evet biraz üzüldüm, çünkü beni hatırlamıyordun, bu bana acı veriyordu ama bak... " deyip etrafa bakınıp, bir kez daha ona odakladım bakışlarımı.
"Birlikteyiz. Beraberiz. Sen beni hatırlıyorsun ve ben çok mutluyum. Hafızan yerinde değildi. Hem ben eminim ki sen bana öyle şeyleri demeyi bırak, düşüncende bile kurmazsın" deyip başımı göğsüne yaslayarak derin bir nefes aldım.
"Asla" dedi.
"Şimdi tüm olanları unutalım olur mu? Birlikte pikniğe gidelim. Eğer bir daha kalbimi kırmaktan, beni üzmekten bahsedersen gerçekten bozuşuruz." Başını usulca salladı.
"Hadi çıkalım" diye fısıldadı. Başımı salladım, yatakta duran çantamı omzuma aldım. O da komodinin üzerinde yer alan ve ne ara oraya koymuş olduğunu fark etmediğim tabancasını, yani silahını eline alarak, belininin kenarına, kemerine yerleştirmiş olduğu cep ile silahını oraya koydu. Asker yeşili bir tişört giymiş, altına ise haki renginde bir pantolon. O kadar yakışıklı ve tatlı duruyordu ki sürekli sarılıp ayrılmamak istiyordum.
"Böyle giyindiğini bilmiyordum." Burnuma küçük bir fiske vurup elimi tuttu.
"Kocan bir tarz" dedi göz kırparak.
Birlikte odadan çıktık, merdivenlerden aşağıya doğru indik. Yalnız biz daha orta basamağa gelmeden arkadan hızla inen Asya' nın ortamızdan birbirine bağlı ellerimizin altından geçip "hadi hadi!" diyerek aşağıya, kapının önünde ki piknik sepetlerinin yanına inmesiyle Ömer Asaf' la birbirimize bakıp gülümsedik.
Ömer Asaf' ın elini bırakıp, mutfaktan elleri dolu çıkan Ayten teyze ve Sevda annemin yanına indim hızlı hızlı.
Her ikisinin elinden de birer poşet alıp kapıya yaklaştım. Ömer Asaf bu hareketime gülerken, annesinin seslenişiyle ona döndü.
"Oğlum, sen bunları arabaya çek. İkra' nın ailesine de haber verdik beraber gidelim diye." Gözlerimin içi aniden Sevda hanıma bakarak gülerken, hızla Ömer Asaf' a döndüm.
"Ben söyleyecektim zaten onlara da, iyi düşünmüşsünüz" dedi ve yerde ki poşetleri es geçip, önce benim elimdekileri aldı. Bu güzel düşüncesine karşılık, sıcak bir tebessümle bakarken ben de Sevda hanımın elinde ki tek poşeti aldım. Ayten teyze çoktan arabaya yerleştirmeye yol almıştı.
"Ağır kızım onlar, sen bırak Ömer Asaf götürür."
"Olsun ben yavaş yavaş götürüm."
“He İkra! Ömer Asaf’a söyle teyzeside gelecek, hem senin için hem de Ömer Asaf için geliyorlar geçmiş olsuna.”
Başımı salladım, elimde ki poşetlerle dışarı çıkıp, sıcak havanın altına attım kendimi. Hem Ferit beyin, hem de Ömer Asaf' ın arabasının bagajı ile birlikte kapıları da açıktı. Sanırım içerisinin havalanması için açık bırakmış olmalıydılar. Sonuçta hava epey sıcak ve arabanın içinin daha sıcak olduğunu herkes tahmin edebilirdi.
Taha abi ve Şirin'de eşyaları arabalara çekerken, ben Ömer Asaf'a ilerledim.
Ömer Asaf elimde ki poşetlere küçük bir bakış atıp, dudakları birbirine yaslı bir şekilde yaklaşırken, "neden ağır taşıyorsun güzelim?" diyerek elimden aldı hızla.
Omuz silktim. "Benim için sorun değil, ayrıca çok ağır değiller." Ters ters bakınca, çocuk gibi gülümsedim ve onunda gülmesine sebebiyet verdim.
“Teyzenler kaç kişi?” onlarla tanışacak olmam beni utandırıyordu.
“Neden sordun?”
“Onlarda geliyorlarmış, annen öyle dedi.”
“Eğer topluca gelirlerse sekiz kişiler.”
Gözlerimi büyüttüm. “Maşallah.” Güldü.
Tam o sırada evin bahçesine kornayla giren arabayla, içinde ki tüm bakışlar ben ve Ömer Asaf’ a baktı. Ömer Asaf kolunu kaldırıp omzuma atarken, ona çekinerek baktım.
Arabadan inen hafif sarı saçlı ve orta yaşlarda ki kadının Ömer Asaf’ ın teyzesi olduğuna emindim. Şoför koltuğundan orta yaşlarda, saçlarının beyazlamış olduğu adamın eniştesi olması yüzde yüzdü. Ömer Asaf derin bir nefes alıp, gülerken arka koltuklardan dört kişi daha indi.
Taha ve Şirin’ de geriye kalan eşyaları kendi arabasına yerleştirirken, Sevda hanım evin kapısını kilitleyip, anahtarı boynuna çapraz asmış olduğu çantasının içine atıp fermuarını çekti. Ardından kardeşine baktı, “Serpil!” diye seslendi ona koşarak. Sanırım uzun zamandır görüşmüyorlardı.
“Ay ay hoş geldiniz. Hani diğer iki hınzır nerede?” diye soran Sevda anneme kaşlarımı çatarak baktım. Tam o vakit arkadan gelen otuzlu yaşlarda erkek ve kadınla birlikte belli belirsiz gülümsedim. Arabada yer olmamasından dolayı yürüyerek gelmiş olmalıydılar.
“Buradayız” dedi en az benim boyumda ve kilomda olan kumral saçlara, kahverengi gözlere sahip kadın.
“Gel, gel seni gelinimle tanıştırayım” cümlesini duyar duymaz Ömer Asaf’ a bakıp yerimde hareketlendim.
“Rahat ol güzelim” diye fısıldadı. Başımla onayladım. Tüm herkes benim önümde dururken, Sevda hanım “gelinim İkra” dedi.
“Ay maşallah maşallah. Ne kadar da güzel bir kızsın sen” diyen Serpil hanımla yüzümde peyda olan tebessüme engel olamadım. Ömer Asaf’ ın bana gülerek bakan bakışlarına bakıp, tekrardan Serpil hanıma döndüm.
“Öpeyim” dedim eline uzanıp öperken.
“Çok efendi bir de maşallah.” Serpil hanım kenara çekilirken, diğer herkes yaklaştı yanımıza.
“Bu kardeşimin eşi Kenan.” Elimi uzatarak “memnun oldum” dedim.
“Bu oğulları Yusuf” dedi on sekiz yaşlarında duran erkek kumral saçlara sahip olan çocuğunu göstererek. Elimi ona karşı da uzatıp, sıktım ve gülümsedim.
“Bu kızları Açelya” dedi sarışın saçlı, ve yüzünde hafif makyajı olan genç kızı göstererek.
“Memnun oldum.”
“Bende” dedi.
“Bu ikisi ikiz, Hasan ve Hüseyin” dedi iki erkeği aynı anda gösterip. “İkra’ nın da ikizi var erkek,” diyen Sevda hanımla, Serpil hanım “öyle mi?” dedi. “Ailesiyle tanışmayı da çok isteriz” deyince, Ömer Asaf “gelecekler zaten” diyerek Serpil hanımın ona sarılmasıyla o da karşılık verdi.
“Bu da küçük oğulları Miraç” diye söyledi Sevda hanım en az Kerem yaşlarında olan küçük çocuğu göstererek.
Arkada yer alan ikiliye baktı herkes.
“Sude ve Ayaz. Sude kardeşimin kızı, bu da eşi Ayaz'” dedi yanında duran, en az Ömer Asaf’ın boyunda ve kilosunda yer alan adamı göstererek.
İkiside “memnun olduk” derken, başımı salladım, “bende” dedim.
"Sen nasılsın Ömer Asaf oğlum?"
"İyiyim teyze, bugün daha iyiyim."
"Oh çok şükür."
“E hadi gidelim” diyen Ferit beye döndü herkes.
“Hoş geldiniz” diyen Taha abi ve Şirin, yan yana bize bakarken biz de onlara döndük.
“E hadi yerleşin arabalara” diyen Sevda hanımla hızla Ömer Asaf’ a dönüyordum ki onun yanımda değilde ileride telefonla konuştuğunu gördüm. Ne ara oraya gitmişti hissetmedim.
“Ben Ömer abinin arabasına bineceğim,” diyen sarışın Açelya, hızla arka kapıyı açtı ve kendini arabanın içerisine attı.
Kenara çekilip, Ömer Asaf’ a bakmaya devam ettim. Telefonda ciddi birşey konuşur gibi ellerini kollarını hareket ettiriyor, yeri geldi mi alayla gülüyordu. Kim ile konuştuğunu o kadar çok merak ederken, herkes arabalara yerleşmeye devam etti.
“Hadi güzel kızım” diyen Sevda hanımın koluma dokunmasıyla bakışlarımı Ömer Asaf’ tan ayırdım ve ona odakladım.
“Sen bin babanın arabasına, biz gidelim o gelir.” Yutkundum ve Ömer Asaf’ın arabasına binemeyeceğimi fark edip, üzüldüğümü belli etmedim. Derin bir nefes aldım, Ömer Asaf’ ın arabasına, binen Taha abi ve Şirin'e baktım. Sevda hanım Ferit beyin arabasına, ön koltuğa binerken, ben de arka kapıya yaklaştım. Kapıyı açıp tam bineceğim vakit Ömer Asaf’ ın “İkra” demesiyle durup ona döndüm. Bir an hiç seslenmeyeceğini düşündüm. Pikniğe onunla gitmek istiyorum. O yanımda olmayınca kendimi rahat hissedemiyordum.
Ömer Asaf yönünü bana doğru çevirmiş, hatta bana doğru geliyordu. “Efendim” dedim.
“Niye binmedin arabaya?” diye sorunca da dudaklarımı birbirine yasladım. Ömer Asaf babasına baktı dudaklarını araladı.
"Önden ben gideceğim, önce İkra' lara uğrayalım." Ferit bey başıyla onayladı herkes birbirine bakarken, ben hangi arabaya bineceğimi şaşırarak, biraz da çekinerek Ömer Asaf' a baktım. Telefonundan gelen küçük bildirime baktı, ardından dudaklarını birbirine yaslayarak telefonu cebine sıkıştırdı.
Tekrardan yanında duran bana bakıp, elini omzuma atarak kendi arabasına ilerletti. İçten içe gülümsesemde belli etmedim.
"Şuan ne düşündüğünden o kadar çok eminim ki?" dedi kıkırdayarak.
Cümlesinin vermiş olduğu etkiyle yutkunup "ne?" diyebildim sadece.
"Senden ayrı gider miyim hiç?"
Gerçekten düşüncemi mi okudun der gibi bir bakış atıp, kızaran yanaklarımı önüme eğdim. Benim için arabasının arka kapısını açtı, geçmem için alan tanıdı. Lakin içerinin dolu olduğunu fark edince kaşlarını çattı. Ben ise bozuntuya vermeyip, Ömer Asaf’ a dönüp alttan baktım.
“Ben diğer arabaya binerim.”
Gülümsedi ve arabaya doğru eğildi. “Yusuf, senin kadınların arasında oturman hiç hoş değil.” Yusuf, Ömer Asaf’ ın ne demek istediğini anlamış olacak ki arabadan indi, “kusura bakma İkra yenge” diyerek gülümsedi.
“Gerek yoktu aslında” deyip Ömer Asaf’ a baktım.
“Sen teyzenle git” dedi babasının arabasını göstererek. Yusuf başıyla onaylayıp o tarafa doğru yaklaşırken, Ömer Asaf kulağıma doğru eğildi, “senin yerin benim yanım Erik gözlüm” diye fısıldadı. Gülmemek için zor dururken, yanaklarımın kızarmasıyla onun arabanın kapısını tutması bir oldu.
"Geç bakalım İkra Bozdağ."
İsmimi onun soy ismiyle dudaklarından çıktığını duymak beni gülümsetti. Arabaya bindim, kemerimi takarak arabaya geçmesini bekledim. Önden dolaştı, kapıyı açarak şoför koltuğuna oturup, kemerini taktı. Ardından arabayı çalıştırıp iki katlı evlerinin küçük bahçesinden önce o çıktı. Bahçeden çıkar çıkmaz ana yola girince yüzüme çarpan güneşle başımı biraz geriye doğru kaldırdım ve koltukta daha rahat bir pozisyon aldım. Ayaklarımın dibine koymuş olduğum çantamı alıp, gözlük var mı yok mu diye kontrol ettim. Gözlüğün olmaması beni zorlayacak olsa da belli etmedim.
Çantamı kapatıp kucağımda tuttum, gözlerimi kısarak arkaya doğru yaslanırken, Şirin’ in, Açelya’ nın ve Taha abinin gözlük taktığını fark ettim. Keşke evden çıkmadan önce kendime bir gözlük alabilseydim. En azından şu an can çekişiyor gibi durmazdım.
Ellerimle yüzümü kapatacağım vakit dikiz aynasından göz göze geldiğim Ömer Asaf’ ın bana gülümsemesiyle ben de gülümsedim. Güneş onun yüzüne de fazlasıyla vuruyor gibiydi.
Ömer Asaf ise aniden abisine doğru eğildi, önünde ki torpidoyu açarak içerisinden iki gözlük çıkardı. Şaşkınlıkla ona bakarken, torpidonun kapağını kapadı, gözlüklerden birini kendine alıp, diğerini ise, onunkinden biraz farklı model olan, daha çok kadınların gözlüğüne benzeyen gözlüğü önden bana uzattı.
"Teşekkür ederim." Gözlüğü alıp gözlerime geçirerek, dikiz aynasından bir kez daha ona bakıp tebessüm ettim.
Bu ince düşüncesine karşılık derin bir iç çekip, arkama yaslandım. Şirin ve Açelya aralarında konuşmaya başlamışken, ben sadece tek başıma arkama yaslandım. Sonunda bizim mahalleye girince, ailemi kapıda, İlker' in arabasının -bagajı açık bir şekilde- yanında gördüm. Ömer Asaf kornaya basarak selam verirken, kenarda durdu, arabadan ilk ben indim kemerimi çözerek. Ferit babamlar ise onlar da arkada dururken, ablamın beni görmesiyle koşup sarılması bir oldu.
"Hoş geldiniz!"
"Hoş bulduk" diye karşılık verdim.
Anneme ve babama da aynı şekil sarılıp, küçük erkek kardeşimin yanaklarına birer buse kondurdum. Doğrulup yanıma gelen ve kolunu omzuma atan İlker' e gülümseyerek baktım.
"Ne iyi düşündünüz pikniği" diyen annem, Ömer Asaf' a baktı.
"Nasılsın oğlum, daha iyi misin?" Ömer Asaf göz ucuyla bana bakarken, tekrardan anneme döndü. Eğilip elini öpeceği sırada annemin izin vermeyerek ona kocaman sarılmasıyla o da karşılık verdi.
"Hayırlı sabahlar dünür!" Ferit bey arkadan babama doğru el uzatarak gelirken, selamlaştılar.
“Bu bacanağım ve baldızım. Çocukları ve damadı” dedi herkes arabadan inip kalabalık bir ortam yaratırken.
“Merhaba, hoş geldiniz.”
“İkra’ nın annesi Ayşe hanım ve babası Fehmi bey. Kendisi askerlik arkadaşım, can dostum” dedi Ferit bey babamı göstererek.
“Oh! Arkadaşsınız bir de dünür mü olalım dediniz? Çocukları evlendirmişsiniz.”
Herkes güldü, ben ise kızarıp, Ömer Asaf’ a döndüm yavaşça. Gözlerinde ki güneş gözlükleriyle üstten bana bakıyor, ellerini ceplerine yerleştirmiş, otuz iki diş sırıtıyordu. İşaret parmağımı kaldırdım, tam kaslı karnının üzerine vurarak tek kaşımı havalandırdım. Geri çekildi, diğerlerine çevirdi gözlüğün gizliyor olduğu o gülen güzel ela bakışlarını.
“İkizi İlker” dedi Ferit bey İlker’ i gösterip. “Bu da ablası Sedef ve erkek kardeşi Kerem.”
Ablam eniştemi evde bırakıp bizimle pikniğe gelecekti anlaşılan. Ablamı da baya özlemiştim diyeceğim ama daha dün beraberdik.
Ferit bey kaşlarını çattı, etrafa baktı. “Barış ve Eda nerede?”
Ben de kaşlarımı çattım. “Onlar pikniğe gideceğimizi bilmiyorlardı. Biz de bilmiyorduk erkenden gezmeye çıktılar. Ararız gelirler.”
Demek abim ve Eda erkenden çıkmışlardı. Bu sorun değildi, gelirlerdi elbet bizim oraya. Çünkü abim arabasını kendiyle götürmüş, İlker’e doğum gününde hediye almış olduğu arabayı hazırlamıştı ailem.
Herkes birbiriyle selamlaşdıktan sonra İlker' ın arabası da hazır olunca, herkes tekrardan arabalara yerleşti. Ben ise Ömer Asaf’ a dönüp, “ben annemlerle gidebilir miyim?” diye sordum fısıldayan sesimle.
“Neden?”
“Çekiniyorum. Hem tanımıyorum pek fazla kuzenini.” Güldü, şakağıma küçük bir buse kondurup “tamam” dedi. Benimle birlikte annemlerin arabasına kadar eşlik etti. Kapıyı benim için açtı, içeri geçmem ile kapadı ve camdan bakıp el salladı.
“Fehmi, sen bizimle gel! Sıkışmayın!”
Ferit beyin babama seslenişiyle babam başını olumluca salladı, Ferit beyin arabasının ön tarafına oturdu.
“Sen niye Ömer Asaf’ la gitmedin” diye şoför koltuğunda oturmuş halde soran İlker’ e dikiz aynasından baktım.
“Sizinle gelmek istedim, ineyim mi yoksa?” deyince hızla bana döndü. “Valla hepsini atarım seni atmam canım ikizim” diyerek yanağımdan makas alınca gülümsedik.
“Bak bak” dedi Annem. “Sen kimi atıyorsun?” diye şakasına sorarken, hepimiz güldük. İlker’in yanına oturan annem, kemerini takar takmaz araba çalıştı.
Yol boyunca Ömer Asaf’ ın arkasından ilerledik. Hemen arkasında biz, bizim arkamızda Ferit beyler ve en sonda Serpil hanımlar vardı.
Arkama yaslanıp, yanımda ki ablam ve erkek kardeşimle konuşmaya başlamıştım. Bana seneye okula başlayacağını, büyüyünce benim gibi keman çalmak istediğini söylemişti. Gerçi annem benim kemanımın üzerine döşek koyup, kırılmasına neden olmasaydı, kardeşime gösterebilirdim. Keman çalmayı unutacak olduğumdan korkuyordum.
Pahalı olduğundan dolayı alamamıştım. Doktorluğu bıraktığımdan dolayı, kalan paramı çarçur etmemem gerekiyordu. Bu nedenle işler yoluna girene dek keman alma hayalimi bir kenara bıraksam iyi olacaktı. Pek fazla para harcamadığımdan dolayı baya bir birikimim vardı.
Araba kasabın önünde dururken, et alacağımızı düşünerek, bakışlarımı ön tarafta oturan İlker'e çevirdim.
“Biz markete gidelim,” dedi İlker arabadan inerken. Ömer Asaf ön tarafta durmuştu. Arabadan Taha abiyle inerken, gözünde ki güneş gözlükleriyle o kadar yakışıklı duruyordu ki saatlerce izleyebilirdim onu. Elini belinin yanında ki silaha attı, ardından indirip bizim arabaya doğru yaklaştı. Benim için geldiğini hissedebiliyordum. Açık olan benim tarafımda ki cama doğru eğildi, kollarını camın kenarlarına koyup, bana baktı.
“Rahat mısın?”
“Evet” dedim bakışlarımı annemlerden dolayı çekinip, kaçırarak. Yanımda duran ablamın telefon ile eniştemle konuşuyor olduğunu işittim ama Ömer Asaf'a bakmaya devam ettim.
“Et mi alacaksınız?” Başıyla onayladı beni.
"Oğlum, etleri terbiyelemesinler, İkra çok güzel yapar." Annemin cümlesiyle Ömer Asaf’ın bana dönen bakışlarından bakışlarımı kaçırıp önüme eğdim utanarak.
"Öyle mi? O zaman bizzat söylerim yapmamalarını" dedi ve bir kez daha bana baktı.
“Birşey istiyor musun, markete de gireceğim?" Başımı olumsuzca salladım. O da beni onayladı ve arkasını dönüp gideceği vakit annemin, on koltuktan “Fehmi’ ye su almasını söyleseydik, hava sıcak” demesiyle hızla camdan başımı çıkarıp “Asaf!” diye seslendim.
Annemin “İkra, söyleme kızım” demesini duymamazlıktan geldim.
“Efendim güzelim.”
“Soğuk su alır mısın? Hava çok sıcak.”
“Tamam canım” dedi ve hızla eğilerek yanağımdan küçük bir öpücük alıp, koşarak uzaklaştı. Arkasından kızaran yanaklarımla bakarken, o kasaba girdi ellerini cebine yerleştirerek.
Annemin “nasıl da seviyor kızımı” cümlesi kulaklarıma ilişirken, anneme döndüm.
“Aslan damadım benim.” Ablam çoktan telefonu kapamış bana yandan bakarken, annem de gülerek önden bana baktı.
“Niye söyledin çocuğa? Babana söylerdim alırdı.”
“Olsun anne. Hem ben de susadım, içeriz.” Annem seni hınzır der gibi bakarken, dudaklarını araladı.
“Baban alırdı kızım bize, ne gerek vardı şimdi?”
Kaşlarımı çattım ve anneme baktım. “Sen neden kocandan istiyorsun?”
Ablam gülerek yanımda oturduğu için dikiz aynasından anneme bakıp dudaklarını birbirine yasladı.
“Kız doğru söylüyor anne. Kocası onun, ondan istemeyecekte kimden isteyecek?" Annem ikimize de gülerek bakarken, ablamın omzuna yasladım başımı.
Ferit babam ve babam da, hemen kasabın yanında ki büyük markete girip gerekli malzemeleri almaya koyuldular. Annem ve ben öylece beklerken, İlker' in cama vurmasıyla annemden çakmak istemesi bir oldu. Sigara içiyor olması annemin karşı geldiği bir durum olsa da zapt edemiyordu.
"Git buradan oğlum, çakmak yok bende" dedi elini ona uzatarak.
“Anne gördüm semaver için attın çantana, evde unutmuşum ben, ver hadi." Annem direnmeye devam etsede İlker son anda elini çantasına atıp çakmağı çıkarmasıyla koşarak arabanın önüne uzaklaştı. Aniden yanında beliren Asya'yla kaşlarımı çattım. İlker' in ise ona bakan bakışlarının içi gülüyor olması, belli belirsiz gülümsememe neden oldu. Asya yanında durmuş, derin bir sohbetin içindelermiş gibi gülerek konuşuyorlardı.
Annem de fark etmiş olacak ki kıkırdadı. Kısa süre sonra Ömer Asaf kasaptan çıkıp, kendi arabasına doğru elinde büyük bir poşetle ilerlerken, bagajı açtı eti yerleştirip markete ilerledi. Gerçekten sıcaktan fazlasıyla susamış, boğazım yeterince kurmuştu.
Taha abi elindeki poşet ve içinde ki dondurmalarla Ömer Asaf’ ın arabasına ilerledi ve poşeti içeri doğru uzattı. Nedense canım dondurmada çekmişti. Derin bir nefes alıp, kısa süre sonra marketten çıkan babam ve Ferit bey ile gülümsedim. Hemen arkalarından Ömer Asaf telefonuyla ve elinde dolu bir poşetle çıktı. Kaşlarını çatarak telefonla konuşa konuşa çıkıyordu. Buraya yavaş yavaş yaklaştı, telefonunu kapadı ve cebine koyarak tam arabanın açık camının önünde durdu. Poşetten soğuk su çıkardı, “al güzelim” diyerek bana uzattı.
“Teşekkür ederim. Bir sorun mu var?” dedim telefonla konuşmasından bahsederek.
“Yok, askeriyeden.”
Başımı salladım, gülümseyerek suya baktım.
Gülümsedi. “Anne” dedi üç şişe suyu da içeriye doğru uzatırken. Ömer Asaf’ ın elinden alıp, öne doğru anneme ve yanımda oturan ablamlara uzattım.
“Sağol oğlum” dedi annem suyu açıp içmeye başlarken.
“Afiyet olsun.”
Gözlüğümü saçlarımın tepesine yerleştirip, suyun kapağını açmaya çalıştım. Cam şişe olmasından dolayı kapağının açılmıyor olmasıyla, Ömer Asaf’ ın elini uzatıp elimde ki şişeyi elleriyle tutup, kapağını açarken, hayranlıkla baktım. Annem nasıl da açtı, ben açamadım diye düşündüm.
Suyu dudaklarıma yaklaştırdım, kana kana içtim. Ardından kapatıp, kucağıma koyarken, Ömer Asaf’ ın bize elinde ki poşeti uzatmasıyla, içinde ki dodurmalara baktım. Gözlerimin içi gülerken, bakışlarım Ömer Asaf’ a kalktı.
“Ne gerek vardı ki?”
“Çok gerek vardı. Hava sıcak, eritmeden yiyin.”
"Dondurma mı?"
Kerem'in gülerek poşete bekleyen gözlerle bakmasıyla "enişten senin için almış. Teşekkür et bakalım" dedim. Kerem eğilip, arabanın içinden Ömer Asaf'a bakarken, "teşekkür ederim enişte" demesiyle annem kıkırdadı. Önce Kerem'e, sonra anneme ve ablama dondurma verdikten sonra, geriye kalan son iki dondurmalardan birini alıp Ömer Asaf'a baktım.
"Suyun nerede?" diye sordu. Kucağımda duran suyu elime alıp, ona gösterdim. Elimden tebessüm ederek aldı ve arabanın yanında eğilerek sudan bir kaç yudum aldı, doğruldu.
Elimdeki dondurma paketini ona uzattım, paketini açtı ve yemeye koyuldu. Gülerek dondurmasını yerken, bitirip, çubuğunu kenardaki çöpe attı ve herkes arabalara aldıklarını yerleştirip, tekrardan şoför koltuklarında yerini alırken, çok geçmeden piknik alanına gelmiştik.
Arabalar durur durmaz ilk ben indim. Gözlerim direkt olarak gölün üstünde takılı kaldı, ardından etrafta uçan kelebeklere. Doğanın sesi kulaklarıma huzurla ilişirken, gözlerim etrafta gezinmeye devam etti. Gölün üstünde yer alan kurbağalardan gelen sesler, etrafta sayısız uçan güzel kelebekler, piknik yapmaya gelen ailelerin heyecanına eşlik etti.
Ben öylece etrafıma bakınmaya devam ederken, sırtımda hissettiğim, Ömer Asaf' ın göğsüyle tepeden bana bakan bakışlarına kaldırdım başımı.
"Beğendin mi?"
Düşünmeden başımı salladım. "Burası, çok güzel Asaf."
Saçlarıma hızla bir buse kondurup geri çekildi ve semaveri yakmaya çalışan İlker' in yanına yaklaştı. El birliğiyle yere annemler ve babamlar, herkes için kahvaltı hazırlarken, semaverin üstündeki çay çoktan kaynamıştı. Babamların almış oldukları sıcak poğaçalar buraya gelene dek biraz soğumuştu.
Herkes yerde ki kahvaltının etrafına yerleşirken, ben ayakta durmuş bu güzel tabloyu izliyordum. Ömer Asaf ise elinde ki çayı kenara bıraktı, ayağa kalkıp arabasının arka bagaj kısmına yaklaştı. Kaşlarımı çatıp ne yaptığını izlemeye koyuldum. Bagajdan büyük siyah bir karton poşetin ağzı kapalı bir şekilde çıkartarak bana baktı.
"O ne oğlum?" Annesinin sorusuyla bakışları bir ona bir de bana baktı tekrardan.
"İkra' ya aldım. Düğünden sonra hediye olarak verecektim ama kısmet bugüneymiş." Bana almış olmasına mı yoksa ne almış olmasına mı heyecanlanmalıydım bilemedim.
"Bana mı?" dedim adımları önümde dururken. Başını salladı, elinde ki siyah hediye poşetini bana uzattı.
"Kesin elbise almıştır, İkra elbiseye giymeye bayılıyor ya" diyen İlker' e Ömer Asaf gülerek bakarken, ben derin bir nefes alıp paketi ucundan yırttım. Heyecandan titreyen ellerimle her iki yana ayırdığım paketin ağzıyla içine baktım. Nefesim durdu, nutkum tutuldu. Gözlerim hızla gözlerine baktı ve bunun gerçek olup olmadığını idrak etmeye çalıştı. Yutkundum ve bir kez daha paketin içine baktım.
"Bu" dedim lakin devamını getiremedim.
Tüm herkesin bakışları bize bakarken, Serpil hanımın “nedir o?" demesiyle bir kez daha yutkundum.
"Beğendin mi?" diye sorunca da, keman çantasını poşetin içerisinden çıkarıp, poşeti kenara bıraktım. Bir tepki veremeyip çantanın fermuarını açarak kapağını kaldırdım. Gözlerim gördüğüm yepyeni keman ile yaşarmaya başlarken, bir kez daha Ömer Asaf' a baktım.
"Bu... Benim mi?"
Başını salladı. Gözlerim doldu, dudaklarım titredi. Aylar önce beğendiğim ve pahalı olduğundan dolayı alamadığım keman şuan ellerimin içindeydi. Ve bana hediye olarak Ömer Asaf almıştı bunu. Ama bunu kabul etmem doğru olur muydu bilemem. Bu nedenle fermuarı çekip, kemanı ona uzattım.
"Bu çok güzel bir hediye ama... Ben bunu kabul edemem." Tüm herkesin bize bakan bakışları çatılırken, Ömer Asaf' ın bakışları da onlara eşlik etti.
"Neden?"
Omuz silktim, göz yaşlarımı zor zapt ettim.
"Çok pahalı bu, yani bu çok pahalı bir hediye Ömer Asaf. Ben bunu kabul edemem" deyince, elinde ki kemanla yaklaştı yanıma. O kemanı ne kadar çok istediğimi biliyordu ve bana almıştı. Üstelik evlenmeden önce. Henüz sözlüydük kemanım annem tarafından kırılınca. Evli değilken almıştı bunu bana. Zaten evi benden habersiz almışken, bir de bunu alamazdım.
"İkra, bunu sana aldım. Düğün hediyesi olarak, sen pahalı olup olmadığına neden bakıyorsun ki?" Bu keman onun asker maaşının yarısıydı. Çünkü eskilerden kalma ve güzel bir kemandı. Yine de kabul edemezdim.
"Alsana güzel kızım" dedi Sevda hanım.
"Olmaz anne" dedim ellerimi arkamda birbirine kenetleyip onlara dönerken. Ben ona albüm hediye ettim. Doğum günü için. Aslında ben de düğünde vermeyi düşünüyordum ama düğün geçince doğum günü için vermiştim. Benim ki çok doğal ve ucuz bir hediyeydi. Ama onun ki...
"İkra." Ömer Asaf' ın sesiyle ona döndüm. Gözleri gözlerime bakarken, elinde ki kemanı bir kez daha bana uzattı.
"Üzülüyorum" dedi. Üzülmesini hiç istemedim.
"Hem bu kemanı sana değil de kime alacağım." Kemanı bir kez daha parmaklarımın arasına yerleştirdi, kolları gövdeme dolandı. Ve ben bu cümlesine ve davranışına karşı bu kemanı hediye olarak kabul edip kollarımı sıkıca beline doladım. Gözlerimden bir iki damla yaşın yanaklarımı bulup süzülmesiyle bir elimle hızla silip "teşekkür ederim" diye fısıldadım. Ardından sadece onun duyabileceği bir şekilde "seni çok seviyorum" diye ekledim.
Kahvaltı yapan ailemden gelen küçük alkış ve İlker' in "bravo enişte" diyen sesiyle Ömer Asaf' ın kulaklarıma gülerek "ben de seni seviyorum doktor hanım" demesi ilişti. Ayrılıp onun elleriyle göz yaşlarımı silmesiyle bize bakan bakışlardan utanıp, elimde ki kemana baktım.
“Sen keman çalabiliyor musun?” diye soran Açelya’ ya başımı salladım.
“Müzikle mi ilgileniyorsun?” diye sordu bu sefer de Sevda hanımın yeğeni Sude. Eşinin yanına oturmuş omzunu omzuna yaslamıştı.
“Aslında doktorum. Keman çalmak çocukluk hayalimdi” deyince, Serpil hanımın açılan gözleriyle “doktor musun?” demesi bir oldu.
“Bir kaç aylığına bıraktı. Ramazan ayından sonra tekrardan başlayacak.” Ömer Asaf’ ı başımla onaylayıp derin bir nefes aldım.
“Maşallah güzel kızım.”
Annem ve babam birbirlerine bakıp, ardından Serpil hanıma döndüler. Benimle gurur duydukları gözlerinden belli oluyordu. Bu da beni mutlu ediyordu.
Aradan geçen saatlerinden aradından onlar kahvaltı yapmış tabakaları toplarken, ben ve Ömer Asaf gölün kenarında yan yana yürüyor, ben göle bakarken o da bana bakıyordu. Bakmasamda hissedebiliyordum.
Derin bir nefes aldım, bakışlarımı yanımda ki sevdiğim adama çevirdim.
"Buraya daha önce geldin mi?"
"Hayır, ilk kez seninle ve ailemle geliyorum."
Kaşlarımı çattım. "Peki buradan nasıl haberin oldu?"
"Kuşlar söyledi" deyince gülerek gözlerimi devirip bir kez daha baktım ona.
"Keman için tekrardan teşekkür ederim. Ama almana gerek-"
"Vardı İkra. Kemanın kırılınca ne kadar üzgün olduğunu gördüm. Ayrıca çok güzel çalıyorsun bunu kendinde biliyorsun."
Bakışlarımı önüme indirdim, üstümde ki kot ceketin önünü tutarak yürümeye devam ettim. Ceket kısa olduğu için, karnımın üstüne kadar yetişiyordu. Bu da beni zerre rahatsız etmiyordu.
“İyi ki varsın biliyor musun?” dedim kendime engel olamayıp.
“Ben sana olan bu aşkımı nasıl hissettireceğim?”
Kaşlarımı çattım ve gülümseyerek tekrardan kaldırdım. “Hissediyorum Ömer Asaf.”
Güldü. Ömer Asaf ile göl kenarında yürüyüp, tekrardan piknik alanına varırken, ablamların kurmuş olduğu hamağa baktım. Gözlerim kocaman açılırken, gidip oturacağım sırada, Ferit beyin ve Sevda hanımın burada olduğunu hatırlayınca vazgeçip olduğum yerde durdum.
"Az ileride mescid vardı gelirken gördüm. Öğle namazına veda edip gelelim biz" diyerek ayaklanan annemlere, babamlara ve Serpil hanımlara baktım. Ayten hanım ve ablam da peşlerine takıldılar. Küçük erkek kardeşim de annemin elini tutarak giderken, Asya ve İlker kirli bulaşıkları gölün yanında ki çeşmeye götürüyorlardı. Taha abi ve Şirin göl kenarında el ele yürürken Sude ve eşi Ayaz’ da annemlerin arkalarından yavaş yavaş ilerlemeye başladılar. Açelya ve Yusuf top oynamaya başlamışken, en az on iki on üç yaşlarında olan ikizler, balık tutmak için oltalarla göl kenarına yanaşmıştı.
Ben ve Ömer Asaf çok garip bir şekilde sanki bilerek yalnız bırakılmıştık. Ben öylece etrafıma bakarken, Ömer Asaf ise kendini hamağa bırakarak arkasına yaslandı.
"Erken kalktık ya, uykum geliyor baya" diye söylendi hamakta. Usulca yanına yaklaştım ve ona üstten baktım. Ardından bakışlarım Asya ve İlker' e kaydı.
"Sanırım kardeşin sadece görümcem değil, yengem olacak." Ömer Asaf kurmuş olduğum cümleyle aniden kardeşine bakarken, yanında İlker' in olduğunu fark edince kaşlarını kaldırdı. Rahatsız oldu ama belli etmek istemedi. Yanına bıraktım kendimi, Asya ve İlker' i izlemeye koyuldum.
"Tek isteğim mutlu olması" dedi Ömer Asaf.
“Eğer öyle birşey olursa için rahat olsun. İlker sevgisine sadık bir insan. Sonuçta benim ikizim" dedim omuz silkip ona yandan bakarak.
"Öyle mi?" diyerek kolunu hızla belime atıp beni göğsüne çekmesiyle ne yapacağımı bilemeyip öylece ellerimi göğsüne dokundurdum.
Başımı salladım, "ö-öyle" diye fısıldadım.
"Çok uykum var İkra" dedi başını geriye atıp kolunu iki yana açarak.
Başım hızla göğsüne yaslanırken, kolu belimin altından uzandı ve belime dolandı. Dudakları saçlarıma yaslandı ve gözlerini kapadı.
“Teyzenler ne kadar çok kalabalık.”
“Öyledir” dedi gülerek. “Burada yaşamıyorlardı aslında. Tatil amaçlı gelmişlerdi baktılar güzel, buraya yerleştiler.” Başım göğsüne yaslı dururken olumluca salladım ve “tatlı bir aile” dedim.
“Hım hım” dedi uykuya dalmak üzereyken.
Buraya otururken, gerçekten bende ne kadar çok uykumun olduğunun farkında değildim. Gözlerim kendime engel olamadan açıp kapanırken hiç farkında olmadan uykuya daldık. Yazar Mescidden öğle namazına veda edip, yavaşça yürüye yürüye birlikte dönen Şanlı, Bozdağ ve Yörük ailesi, elinde bulaşık kovasıyla yaklaşan İlker ve Asya'ya baktılar. Top oynayan Açelya ve Yusuf ikilisi de oldukça yorulmuş ve nefes nefese kendilerini yerde ki örtünün üzerine bırakırken, ikizler de oltayı göl kenarına sabitlenmiş ve geri dönmüşlerdi. Taha ve Şirin' de yan yana göl kenarından dönerken herkes birbirine baktı.
Yalnız İkra ve Ömer Asaf' ı göremeyen bakışlar, anında hamağa kaydı. Ayşe hanım, öylece hamakta uyuyan kızına ve damadına bakarken gülümsedi, Fehmi bey bakışlarını tebessüm ederek kaçırdı. İlker ve Asya birbirine bakıp güldü. Taha ve Şirin’ de aynı şekil ikiliye sıcak bir tebessümle bakarken, bakışlarını kaçırdılar.
Ömer Asaf kolunu İkra' nın beline dolamış, başını kendine çekip göğsüne yaslamıştı. İkra' nın bir eli Ömer Asaf'ın sakince inip kalkan göğsüne yaslı, diğeri ise Ömer Asaf'ın koluna yaslı başının altında duruyordu. Ömer Asaf' ın burnu ve dudakları İkra'nın saçlarına yaslanmış, kokusunu içine çeke çeke yatıyor gibiydi adeta.
Tatlı ve huzurlu aileler, bu tablo karşısında gülüp tebessüm ederken, Fehmi bey, Ferit bey, ve İlker mangalı yakmaya başladılar. Taha ve Kenan arabaları gölgelik tarafa çekiyor, tüm kızlar yemek için el birliğiyle birbirlerine yardım ediyorlardı.
Mangalla uğraşan üçlü, mangalı ortaya koyup, üzerine de kömür yerleştirip köz olmasını bekleyene dek, önceden İkra' nın terbiyelemiş olduğu etleri mangal şişine dizdiler. İlker bir yandan elinde ki yelpazeyle hava veriyor, diğer yandan yüzüne uçan dumanı engellemeye çalışıyordu. Ayşe, Sevd, Ayten ve Serpil hanım salata yapmaya başlamışken, Sedef, Sude, Şirin ve Açelya birbirleriyle sohbet ede ede bardakları ve içecekleri hazırlıyorlardı. Sedef evden getirmiş oldukları ev yapımı yoğurdu ayran yapıyordu. Etin yanında ayran bir harikaydı.
Hala hamakta yatmaya devam eden ikiliye kimse dokunmuyordu. Dokunmak istemiyordu çünkü. O kadar zor zamanlardan geçmiştiler ki, kızlarını iki hafta bitkin bir halde gören Şanlı ailesi, huzurlarının bozulmasını bile istemiyorlardı. Aynı şey Bozdağ ailesi içinde geçerliydi. Oğulları iki hafta boyunca onları hatırlamakta güçlük çekiyordu. Bu aileyi oldukça yıpratmıştı.
“Ömer Asaf nasıl?” diye soru Serpil hanım ablasına bakarak. Sevda hanım domates doğrayarak bakışlarını hamağa çevirdi.
“Ömer Asaf iyi Allah'a şükür. Benim güzel gelinim epey yıprandı. Düğün günü kocası göreve gitti, geri döndüğünde onu hatırlamıyordu Serpil. Sen olsan ne yaparsın?” Serpil hanım başını anladığını belirterek salladı.
“Valla epey yıprandı ikisi de. Allah mutluluklarını bozmasın bir daha inşallah” diyen Ayşe hanımı, iki kardeş birlikte onayladı.
Herkes dört bir yandan yemeği hazırlamaya başlarken, iki saatlik bir uykunun ardından başına konan kelebekle gözlerini aralayan İkra, Ömer Asaf' ın da uyanmasına neden oldu. Kozasından çıkmak üzere olan bir kelebekmiş gibi açtı ve kıpırdandı. Bakışları hızla onlara arkası dönük ailesine bakar bakmaz doğruldu.
"Ömer Asaf" dedi kısık sesiyle. Kırmızı kan hücreleri yanaklarına akın etmeye hücum etmiş gibiydi. Ömer Asaf neyin ne olduğunu anlayınca, hızla doğruldu. İkra ayağa kalkınca, Ömer Asaf boğazını temizleyerek hamaktan kalktı ve mangalın başına yanaştı. İkra ise saçlarını arkaya atarak, derin bir iç çeke çeke annelerinin yanına yaklaştı.
"Günaydın çocuklar. Erken kalkmak size yaramadı galiba" diye söylenen Fehmi beyle, hamakta az evvel uyuyan ikili birbirine baktı. İkra utanarak bakışlarını kaçırırken, Ömer Asaf mangalın başına eğilerek, "sabah dörtte uyuyup altı da kalmışlığım var görev için. Tabi günlerdir durumdan ötürü operasyonlara gidemediğim için, geç yatıp geç kalkıyorum baba. Erken kalkınca uyku tuttu" diye yanıtladı kayınpederini.
"Yardım edeyim" dedi İkra Sevda hanımın yanına eğilerek.
"Yok kuzum bitti zaten. Sen sofrayı ser etler de pişer şimdi."
Serpil ve Ayşe hanım gülerek İkra’ ya bakarken, Serpil hanımın “utandı kızcağız” demesiyle üçüde birlikte güldü.
“İkra hep utangaçtır başkalarına karşı.”
"Yemekten sonra yakar top oynayacağız." İlker' in cümlesi hepsini birden güldürdü.
"Ben damadımla olurum" diye hemen atladı Fehmi bey.
Ömer Asaf, İkra' ya bakıp tebessüm ettikten sonra başını salladı.
"Ben İlker' le olacağım" diye atladı İkra. Ömer kardeşine öpücük gönderirken, İkra' da boş geçmeyip kalp işareti yaptı kalbinin üzerinden bir çocuk edasıyla.
"O zaman ben, Asya ve Şirin" dedi Sedef. Yan yana duran üçlü beşlik çaktılar. Diğerleri de kendi aralarında anlaşıp takım oldular.
Yemek çoktan hazırlanmış, birlikte başlanmıştı etleri yemeye. Herkes birer tane yerken, İkra üçüncüyü yiyordu. Mangal etine bir başka aşıktı. Her gün yese bıkmayacak bir şeydi.
Ömer Asaf onu ağzında etle gülerek izlerken, bunun kimse farkında değildi. En sonunda İlker, babasına bakarak konuştu.
"Bu kızın canavar gerçekten. Önüme koyduğum eti aldı" diye söylendi. Herkes kahkalarla gülerken, İkra kendinden bahsedildiğini fark edince, elinde etiyle durdu ve hepsinin gözlerine teker teker baktı.
Ardından kafaya takmayıp yemeğine devam etti. Yemeğin sonunda herşey toparlanmış, son olarak oyun oynanmaya gelmişti sıra. Gruplar yemekten önce belirlendiği için, ilk grup olarak İkra ve İlker giriyor, sedef ve Ömer Asaf onları vurmaya çalışacaktı. Fehmi bey yaşından dolayı kenarda durmuş, topu tutması için Sedef' ten yardım istemişti. Sedef ise Asya' yla olduğu için sorun değildi.
Sedef' te başlayan top, önce İkra' ya atıldı. İkra hızla kenara geçip, yüzünü Ömer Asaf' a dönerek gülümsedi. Ömer Asaf topu son sürat ile İlker' e atarak İlker'in toptan kaçmasına neden oldu. Bu sefer Sedef' e döndüler, ardından tekrar Ömer Asaf' a. Ömer Asaf her defasında İkra' yı pas geçip, İlker' i vurmaya çalışırken, İlker soluk soluğa bir yandan bağırıyordu.
"Karısını vurmuyor haksızlık!" İkra şaşkınlıkla ikizine dönüp, "elenmemi mi istiyorsun?" diye sorunca ilker hızla başını salladı.
"Kocan benden vazgeçmiyor!" diye yükseltti sesini Ömer Asaf' ın atmış olduğu bir başka toptan kaçarak. İlker gülerek, Ömer Asaf' a baktı, "ablam da bana atıyor!" diye bağırırken, Sedef bir kez daha topu atarken, topun İlker' e çarpmasıyla ilker nefesi tükenmiş bir şekilde yere yığıldı.
"Hadi şimdi vurma görelim!" diye bağırdı Ömer Asaf' a gülerek. Ömer Asaf İkra'ya baktı, dudaklarını büzerek topu gönderdi. Sedef topu başlatırken, İkra durmadan bir sağa bir sola kaçtı. Gülerek toptan kaçıyor, elbisesinin uçmaması için elleriyle tutup gayret gösteriyordu. Lakin Sedef' in son anda atmış olduğu topla vurulması, Ömer Asaf' ın İlker'e bakmasına neden oldu.
"Yok arkadaş" dedi İlker ailesine bakarken. "Karısını vurmuyor."
Oyun hızla devam ederken, nasıl geçtiğini anlamadılar.
Saat beşe gelmiş, İkra göl kenarında yer alan oltalara tek başına merakla yaklaşmıştı. Diğer herkes birbiriyle sohbet ediyor, İkra ise oltalara yaklaşarak eline almıştı bir tanesini. Oltayı çekmeye çalışırken, yanında hissettiği sersem adımlara baktı.
Bir adamın üstü başı toz halinde olması ve elinde ki gazeteye sarılmış içki şişesiyle İkra’ ya bakmasıyla İkra korkarak ikiledi. Göle uzak oturmuş olan Aile, İkra’ yı görmüyorlardı bile. Çekirdek yiyerek sohebtlerine devam ediyorlardı. Kalabalık olduklarından dolayı, herkesin görüş açısı göl kenarına karşı kapanmıştı.
İkra geri giderken, oltayı sıkıca tuttu ve yanındaki adamı görmezden geldi.
“Bu ne güzellik ya! Senin gibi kızlar kaldımı bu devirde” dedi sarhoş, ayyaş adam. Elinde ki içkiden bir yudum daha aldı ve sendelendi.
İkra cevap vermedi ve biraz daha uzaklaştı. Tatsızlık çıksın istemedi. Derin bir nefes aldı ve adamın biraz daha yaklaşmasıyla oltayı hızla bıraktı ve arkasını dönüp ilerledi. Daha ikinci adımı atmadan adamın hızla önüne geçmesiyle korkuyla durdu yerinde. Böyle şeylerden hep korkan biriydi İkra. Çünkü başına daha önce bir kez daha gelmişti.
“Çekil önümden” dedi titreyen sesiyle. İkra yana kaydı, lakin adam da yana kaydı.
“Neden? Sen benim olacaktın varyaaa neler neler yapacaktım!” deyince İkra cümlenin vermiş olduğu mide bulantısıyla yüzünü buruşturdu. Ömer Asaf’ a seslenmek istedi ama kalabalığın arasında onu nasıl duyacak görecekti? Her bir yandan sesler yükseliyordu. Bu sarhoş adam da kafayı bulmuş ve piknikçilerin arasına dalmıştı. Gözüne de İkra’ yı kestirmiş, şimdide başına bela olmuştu.
İkra tekrardan hareketlenip ayrılacağı vakit, koluna dolanan parmaklarla, korkuyla irkildi.
“Bıraksana kardeşim” dedi sessiz çıkan sesiyle. Bazı piknikçilerin ona dönen bakışlarına, İkra’ nın annesi de dahildi. Kızını adamın parmakları arasından kurtulmaya çalıştığını görünce “ay! “ dedi korkuyla ardından ayağa kalktı.
“İkra!” dedi. Ömer Asaf kaşlarını çatarak arkasını dönerken İkra’ yı tutan adamı ve İkra’ nın kolunu çekmeye çalışmasını görünce hızla ayağa kalktı, adeta kükredi.
“Lan!”
Bölüm Sonu… Uzun bir bölüm oldu canlarım. Bol bol okuduğunuzu düşünüyorum, beğendiyseniz ne mutlu bana. Oy vermeden geçmeyin, sizce bir sonraki bölümde Ömer Asaf o adama neler yapar? Dhjdjdjdjf Kendinize iyi bakın, hoşçakalın. Bir sonra ki bölüm yarın burada sizlerle. |
0% |