@lorensi
|
Herkese tekrardan merhaba arkadaşlar. Kısa bir aradan sonra yeni bölümle karşınızdayım. Kitabımı şimdiden okuyan herkese teşekkür ederim. ...Lorensi size keyifli okumalar diler... Bölüm Üç - Hasretin Vuslatı Gözlerimi yepyeni bir güne uyanarak birbirinden ayırmış, hızla sıcak bir duşun ve kahvaltının ardından sonra hastaneye vakit kaybetmeden gelmiş ve vaka bakmaya başlamıştım. Arkadaşım Deha ve Yusuf hocamın bir kez daha geçmiş olsunlarını alıp, teşekkür ettikten sonra herkes işinin başına dönmüştü. "Fatih bey, acaba bize daha önce hiç ilaç kullanıp kullanmadığınızı söyler misiniz?" Deha' nın sorusuyla elimde yer alan, karşımda ki hastanın dosyasında göz gezdirip duruyordum. "Ya kullanmadım diyorum ya" diye çıkıştı Fatih bey yüksek sesiyle. Kaşlarımı çattım, tebessümle konuştum. "Biz yine de test yapalım, ne olur ne olmaz." Deha beni başıyla onaylarken, hastanın "istemiyorum!" diyen ani çıkışlı sesiyle Deha' yla birbirimize bakıp, tekrardan hastaya döndük. "Sadece kan alacağız beyfe-" "İstemiyorum!" Bir kez daha lafımı bölünce, araya giren arkadaşımın, "ses tonunuza dikkat edin!" diyişiyle elimi koluna attım ve ona engel olarak "sakin ol" dedim. Biraz agresif bir hastaya denk gelmiş olmamıza pek şaşırıyor değildik. Neredeyse tüm hastalar, böyle ani çıkış ve yüksek sesle öfkelerini hakim olamıyorlar. Eh... Buna hastalıklarıda dahil. "Bakın Fatih bey" diye başladım bir başka cümleyle. Derin bir nefes alıp, beni öfkeli bakışlarla izleyen adama bakmaya devam ederek konuşmama devam ettim. "Eğer daha önce ilaç kullandıysanız, size yapacağımız yanlış müdahale sizin hayatınıza son verebilir. Ve hasta hatası olduğundan dolayı bu bizi hiç ilgilendirmez" dedim ve Deha' ya bakıp tekrardan Fatih beye döndüm. Adam kaşlarını çatarak önüne bakmaya devam ederken "istemiyorum" dedi bir kez daha. Derin ve bıkkınla bir nefes verip, Deha' yla birlitke hastayı içeride bırakıp dışarı çıktık. "Şeytan diyor çak bir tane ağzına!" "Sakin ol. Kesinlikle ilaç kullanmış olmalı bu kadar direndiğine göre" diyip, elimde ki dosyayı Deha' ya uzattım. "Şu değerlere baksana, adam çürümüş resmen" diyerek elimden dosyayı alınca, ellerimi önümde ki önlüğümün ceplerine yerleştirdim. "Müdahale edemeyiz. Kullanmış olduğu ilaçları tespit etmeliyiz, yoksa vereceğimiz yanlış bir ilaçla hayatı son bulabilir" diyince onu başımla onayladım ve derin bir nefes alıp ne yapabileceğimizi düşündüm. Bakışlarım etrafta gezinmeye devam ederken, başım sol omzuma dönünce görmüş olduğum kişinin kalp ritimlerimin yükselmesine neden olması, midemin kasılmasına ve nedense sayısız kelebeklerin uçmasına neden oldu. Derin bir nefes aldım, Deha' nın "ne oldu?" sorusuna çevirdim hızla bakışlarımı. "Y-yok birşey" diyip, "sen test yap ben hemen geliyorum" diyerek ona arkamı döndüm ve ileride bana bakan ela gözlerin sahibi olan üsteğmene yaklaştım. Ellerim nedenini bilmeksizin titreyip, ardından terlemeye başlarken, yüreğim hızlı hızlı nefes almaya devam etti. Onu her gördüğümde atan kalp atışlarımın ritimlerini değiştirmesi normal miydi? Kalbim göğüs kafesimi delecekmişcesine atıyordu hızlı hızlı. Tam karşısında durup, gözlerine bakmaya devam ederken, buraya neden ve ne için geldiğini merak edemeden duramadım. "Selam" dedi o boğazından gelen hırıltı sesinin azıcık etkisini belli ettiği sesiyle. Önüme düşen bir tutam saçımı sağ kulağımın arkasına alarak ellerimi önümde birbirine kenetledim ve "selam" dedim karşılık vererek. Bakışları beni baştan aşağı belli belirsiz süzerken, bakışlarını gözlerime çevirdi. Ne yapacağımı bilemeyip öylece bakmaya devam edince, ellerinden birini kaldırdı ve pantolonun sağ cebine atarak bir telefon çıkardı. Telefona ilişen bakışlarım benim telefonum olduğunu fark edince kaşlarımı çattım ve ellerimle önlüğümün ceplerini yokladım. "Fark etmediğini söylemeyeceksin değil mi?" diye sorunca, yüzümde belli belirsiz bir tebessüm peyda oldu. Dün ona teşekkür amaçlı askeriyeye gidince, annem mesaj atmıştı ekmek almam için. Lakin ben telefonu masaya bırakmış, bir daha da almamıştım. Eve gelince de hiç elime alma gereği duymamış, telefonumu orada unuttuğumun farkına bile varmamıştım. Bugün biraz geç kalktığım için hızlı hızlı duş alıp hazırlanmış ve evden çıkmıştım. Ama telefonum hiç aklıma gelmemişti. "Fark etmedim" dedim sesimde ki hafif titremeye anlam veremeyerek. Telefonu elinden alıp, ekranına baktıktan sonra önlüğümün cebine yerleştirdim ve onun "anlaşılan ikimiz de yeşil giyiyoruz" demesiyle ister istemez tebessüm ettim. Lakin hissettiğim yüksek ısı, yanaklarıma akın eden sayısız kan hücrelerimin nedeniydi. Derin bir nefes alıp bakışlarımı ondan kaçırırken, "bu sefer siz geldiniz, bir çay içer misiniz?" diye sordum. Kolunu önüne kaldırdı, bileğinde ki asker saatine bakıp, tekrardan ela gözleriyle yeşil gözlerime baktı. "Sanırım beş on dakikam var" dedi elleri üstünde ki ceketinin ceplerine yerleşirken. Gülümsedim ve ne yapacağımı bilemeyip, ona arkamda ki asansörü işaret ettim. "Kantine inelim o zaman." Başıyla onayladı beni. Yan yana ilerleyip, asansöre yaklaşırken, açılan boş asansörün içine önce benim geçmem için eliyle gösterdi, tebessüm edip asansöre geçtim. Arkamdan o geldi, ve kapılar kapandı etrafımız derin bir sessizliğe gömüldü. Umarım Deha sorunsuz bir şekilde çaktırmadan o testi halledebilirdi. Gerçi bitirdikten sonra beni etrafta göremeyecek olması biraz aramızda tartışmaya neden olabilirdi. Asansör kantin katına inene dek sessiz kaldık. Arada bir yeşil gözlerimi yandan ona çeviriyor, onun ani hareketiyle hızla önüme dönüyordum. Kantin katına inene dek hiç bir şekilde konuşmayıp, asansör açılınca iki koridoru geride bırakıp, kantine girince herhangi bir masaya oturdum ve garsona elimle iki çay siparişi verdim. "Hoş geldiniz demiş miydim?" dedim sesimde ki nedensiz utancı ve çekingenliği belli etmemek adına. "Hoş buldum" dedi sıcak bir tebessüm sergilerken. Derin bir nefes aldım, önümüze garson tarafından getirilen çaylara baktım. Çay bardaklarından birini kendi önüme çekerken, diğerini ona uzattım. "Telefonumu nasıl unutmuşum, hala çok şaşkınım" diyerek bir konu açmaya çalıştım. Böyle sessiz sessiz oturup ne diyeceğimi ve yahut ne konu hakkında konuşacağımızı bilememek beni utandırıyordu. "Daha erken getirecektim, lakin göreve gitmek zorunda kaldım. Bugüne kaldı getirmek." Cevabı karşısında, çok içten bir gülümseme sergileyip, derin bir nefesin ardından, "bir kez daha karşılaşıyoruz" demesiyle bakışlarım gözlerine sabit tutuldu. O gözlerime bakan ela gözleri resmen bakışlarını ayırma diyordu. Neden bu kadar çok takmıştım ki kafama onu ve o her baktığımda başımı döndüren ela bakışlarına? "Öyle oldu" dedim ve ekledim. "Benim unutkanlığım yüzünden." Aniden kurmuş olduğum cümlenin yanlış anlaşılma olasılığı beynimin içinde dört dönerken, derin bir nefes aldım ve öylece baktım gözlerime bakan bakışlara. "Neden? Buraya gelmem sizi rahatsız mı etti?" Gözlerim hızla açıldı, dudaklarım hızla aralandı. "Yok yok. Yani belki getirmek istemezsin-" "Ama geldim" diye sakinlikle lafımı bölerken, yanaklarımın kızarmasına neden olamadım. "Geldiniz" dedim ellerim çay bardağının kenarlarıyla oynarken. "İstemesem gelmezdim, ama istedim" dedi öne doğru eğilip o bakışlarını bir an olsun gözlerimden kaçırmazken. Nefesimle gülerken, derin bir iç çektim ve bakışlarımı gözlerinden kendime gelir gibi ayırdım. "Çay içelim" dedim çay bardağımı elime alıp, dudaklarıma yaklaştırdım ve bir kaç yudum içtim. Büyük bir yudum alıp, dilimin yanmasını belli etmemek adına ona bakmadım ve ağzımda ki yudumun soğumasını bekleyip, ardından yuttum. "Asker olmak zor mu?" diye sordum bir başka soru sorarak. Nedense onunla konuşmak, onun sesini duymak istiyordum. Anlam veremediğim bir anda bu askerin bakışları bana neden iyi geliyordu? Neden onu her gördüğümde, her baktığımda içimde anlamsız bir hareketlenme oluyordu. Sanki midemde sayısız kelebekler baş gösteriyordu ama ben eminim ki bu kelebeklerin tek nedeni üsteğmen Ömer Asaf' ın bana bakan ela bakışlarıydı. "İşini severek yaparsan, hiç bir meslek insanın ruhen yükünden daha ağır ve zor değildir." Bu güzel cümlesine karşı başımı olumluca salladım, çayımdan bir yudum aldım ona eşlik ederek. "İkimiz de hayat kurtarıyoruz." "Hım hım" dedim çekindiğimi belli ederek. Bunu fark ettimi yoksa görmezden mi geldi bilmiyorum ama, yüzünde aniden anlam veremediğim bir tebessüm peyda oldu, daha sonrasında boğazını temizleyip ne ara içtiğini fark etmediğim çayından son yudumu alıp ayağa kalktı. "Bana müsaade o zaman." "Gidiyor musunuz?" Sesimde ki üzgün tona anlam veremedim. "Burada kalıp, sizin gibi güzel bir hanımefendiyle sohbet etmek çok isterdim. Ama hayat kurtarmam gereken meseleler var." Göz kırpınca, içimde ki heyecan nedenini bilmeksizin daha da arttı. Ne diyeceğimi bilemeyip, "telefonum için teşekkür ederim" dedim. Gülümsedi. "Önemli değil. Sizi görmüş oldum." Yanaklarım cümlesine karşı eş zamanla kızarmaya başlarken, ne demek istediğini anlamış değildim. Yine de kendime gelip, bir şey belli etmemek adına yutkundum. Onu hastanenin çıkışına kadar yolcu ederken, dönüp bana baktı. Elini uzattı ve karşılık beklerken, elinin içine elimi uzatıp tebessüm ettim. "Görüşmek üzere" dedim ve kurmuş olduğu cümlesine karşı nefesimi tuttum. "Görüşeceğimize eminim." 🎻 Yazar Askeriyenin sıcak asfaltında, şınav çeken Atmaca timi kan ter içinde kalmış, birbirleriyle alay ede ede şınav çekiyorlardı. Sırtını atlama direğine yaslamış, kalçasının üzerine oturmuş vaziyette duran Bayırlı, elinde ki su şişesini şakağından akan terlerle birlikte başına kaldırırken, yüzüne çarpan güneş ışınlarıyla gözlerini kıstı, ardından gülerek arkadaşlarına baktı. "Ömer Asaf komutanım nerede?" diye sordu kaşlarını çatıp, etrafına bakınıp tekrardan askerlere dönerken. "Dün gelen doktorun yanına gitmiştir kesin" diyen Veysel, son şınavı çekip, kendini sırt üstü yere bırakarak kollarını iki yana açtı ve hiddetle inip kalkan göğsüyle nefes alıp verdi. "Dün o doktor mu geldi?" diye sordu Sakaryalı kendini Bayırlı' nın yanına, yere sırt üstü bırakarak. "Geldi. Hem de nasıl geldi. Valla komutanıma her baktığında yüzü gülüyordu" dedi Veysel gülerek kenarda duran şişelerden birini eline alıp, kapağını açarak dudaklarına yaslarken. "E tabii" dedi Yiğit son şınavı çekmek için göğsünü yere doğru indirip, "komutanım yakışıklı adam" diyerek yere yaslı avuçlarından destek alarak göğsünü kaldırıp, kendini nefes nefese doğrulturken. "Komutanımda pek pas vermiş gibi değildi ama bilirsiniz komutanım böyle işlerde iyi değil. Ama size birşey diyeyim mi?" dedi parmağını diliyle ıslatıp, asfaltın üzerinde hareket ettirdi, ve "komutanım o kızı kaçırmaz" diyerek "buraya da yazıyorum" diye devam etti. "Hadi oradan" dedi timin keskin nişancısı olan Kartal. "İleride komutanımın düğününe gidince hadi oradan dersin" dedi Veysel eli ona karşı sallayıp, ellerini başının altına alarak mekik çekmeye başlarken. Güneşin altında çalışmaya devam eden tim, yanlarına yaklaşan Ömer Asaf' ı görür görmez hepsi ayaklandı bir anda. Hazır ola geçtiler, komutanlarının onlara güneşten dolayı bakan çatık kaşlarıyla "rahat" demesiyle hazır oldan rahata döndüler. "Çalışıyor muyuz beyler?" diye sordu Ömer Asaf. "Ne yapacağız komutanım başka? Siz neredeydiniz?" diye sordu Bayırlı kendine hakim olamayıp. Tüm tim birbirine bakarken, Ömer Asaf kaşları çatık bir şekilde hepsinin yüzüne baktı, ardından dudakaklarını araladı. "Küçük bir işim vardı" dedi elinde ki telefonunu cebine sıkıştırarak. İkra' nın ona bakan o yeşil gözlerine bir kez daha bakmak adına, telefonunu ona vermek için gitmişti hastaneye. Günlerdir aklından çıkaramadığı o kızın yeşil gözleri, aklından çıkmadığı gibi de sonsuza dek kazınmış gibiydi. Ömer Asaf herşeye rağmen ona bakınca hızlanan kalp atışlarının ritimlerini anlam veremiyor olsa da bu hissin ve bu duygunun tam olarak ne olduğunu biliyor gibiydi. Yahut tahmin ediyor olabilirdi de. Herkes öylece etrafına bakınırken, Bayırlı' nın ela bakışlarına rast gelen koyu kahve bakışlar onun yüzünde açan tebessümün nedeni olurken, nişanlısına uzaktan baktı. Ömer Asaf derin bir nefes alıp, askerlerine bakarken, Bayırlı' nın bir tarafa kilitlenmiş bir şekilde bakıyor olduğunu görmek, omzunun üzerinden arkasına bakmasına neden oldu. Bakışları, Bayırlı' nın, kumral, açık kahve gözlü ve orta boylarda ki zayıf nişanlısı Öykü' ye kayarken, yüzünde sıcak bir tebessüm peyda oldu ve gülümseyerek askerine döndü. Boğazını temizleyince, tüm askerlerin bakışları ona döndü, buna nişanlısına gülümseyerek bakan Bayırlı' da dahil. Ömer Asaf tıpkı onunkiler gibi ela gözlere sahip olan askerine baktı, ardından başıyla omzunun üzerinden nişanlısı Öykü' yü göstererek, "hadi hadi" dedi ve ekledi. "Bakacağına gidip sarılsana oğlum" dedi gülerek. Bayırlı' nın yanında yer alan Veysel, hızla Bayırlı' nın ensesine şaplak atarken, "aşık bu komutanım" diyince Bayırlı çekine çekine "sağolun komutanım" diyerek nişanlısına doğru adımladı. Teğmen olan Veysel, Ömer Asaf' ın olmadığı vakitler komutanlık onun elindeydi. Ardından bir sonra ki emir komuta, Asteğmen olan Bayırlı' nın dı. Bir diğer Astsubay Kıdemli Başçavuş Kartal' ındı. Kartal' dan sonra ise astsubay baş çavuş Sakaryalı vardı. Astsubay Kıdemli Üstçavuş rütbesi ise hem Cihangir' e hem de Yiğit' e aitti. Son olarak Astsubay Üstçavuş rütbesi ise timin en genci olan Oflaz' a aitti. Aralarında daha çok komutan asker ilişkisi değilde kardeş ilişkisi vardı her birinde. Kimse normal durumlarda birbirini -Ömer Üsteğmenleri hariç- komutan olarak görmüyorlardı. Ama söz görev olunca, akan sular duruyordu her biri için. Asteğmen olan Bayırlı, nişanlısının yanına yaklaşırken, yüzünde açan tebessümün tek nedeni aşık olduğu o açık kahve gözleriydi. Ona her baktığında eski günlere, yağmurun altında karşısına çıkan o açık kahve bakışların ona bakan gözlerine gidiyordu. Onu her hatırladığında, her aklına geldiğinde ne kadar çok sevdiğini fark edip, tebessüm ediyordu her saat, her dakika, her saniye. Tam önünde durdu, kolları vakit kaybetmeden beline dolandı ve elleri saçlarını okşadı sevdiği kadının. Öykü'nün kolları sevdiği adamın beline dolanırken, boyunun kısa olmasından kaynaklanıyordu. Bayırlı'nın göğsüne denk geliyordu başı. "Günaydın" dedi genç kız askerinin bedeninden ayrılıp bir adım geriye doğru uzaklaşırken. "Günaydın. Hoş geldin." "Hoş buldum canım. Kek getirdim size, annemle birlikte yaptık." Öykü yere bırakmış olduğu poşeti eline alıp, içinden kek kabını dikkatle çıkartarak sevdiği adamın önünde tuttu ve kapağını araladı. "Oh! Mis gibi kokuyor bir de" dedi Bayırlı eğilip dudaklarını sevdiği kızın yumuşak yanaklarına, başını omzuna doğru eğerek bastırırken. "Yesene. Beğenecek misin bakalım?" dedi bir dilim eline alıp, Bayırlı' nın ağzına atarken. Büyük bir ısırık alan Asteğmen, çiğnedikçe çiğnedi ve dudakaklarını zevkle ve tadıyla birbirine bastırdı. "Hayatımda yediğim en iyi kek" dedi bir ısırık daha alırken. "Gerçekten beğendin mi?" diye sordu içinde ki sevinci zapt edemeyen Öykü, boncuk gözleriyle bakarken. "Hem de çok." Öykü kek kabının kapağını kapatıp, Bayırlı'ya verirken, "Alp" dedi ona ismiyle hitap ederek. Asker, aşk dolu bakışlarla yarine baktı. "Efendim meleğim." "Babam düğünü erkene almak istiyor." Alp çiğnediği keki duymuş olduğu cümleyle ağzında tuttu, bir müddet çiğneme görevini kenara bırakıp, tekrardan dişlerini hareket ettirerek çiğnemeye koyuldu. "İki ay kaldı zaten" dedi Bayırlı son lokmayı ağzına atıp, sevdiği kıza çatık kaşlarla bakmaya devam ederken. "Biliyorum. Ama babamlar Rize'ye gidecekler, biliyorsun yazın çay toplama işi var. Babam sen gelme, sonuçta tekrar geri dönmek zorunda kalacaksın, konuş Alp' le önümüzde ki haftalarda yapalım düğünü dedi. Ben net bir cevap veremedim sana sormadan." Bayırlı' nın gözlerine yerleşen istek ve belirsizlik dudaklarını birbirine yaslanmasına neden oldu. Derin bir nefes aldı, Öykü' nün gözlerine bakmaya devam etti. Bahar ayının son ayında olmaları, bir de Öykü' nün Rize' li olması böyle bir duruma denk getirmişti her iki aileyi. Yazın aile çay toplamak için Rize' ye gidecekti. "Ne diyeceğimi bilemiyorum. Madem öyle demiş, o zaman dediğiniz gibi olsun, ben ailemle konuşurum" diyince, Öykü dudaklarını birbirine yaslayıp, araladı. "Eğer senin için sorun olacaksa istediğin zaman da olur." "Yok yok. Ben sadece senin mutlu olmanı istiyorum" diyince, Öykü' nün yüzünde açan tebessümün tek nedeni kurmuş olduğu cümlesi oldu. "Ben sadece senin yanında mutlu olurum. Sadece sen yüzümde açan tebessümün nedeni olabilirsin" dedi ve bir kez daha ona sıkıca sarıldı. Elinde ki kek kabıyla sevdiği kızı sarıp sarmalarken, yanına yaklaşan komutanı ve kardeşleriyle boğazını temizleyerek ayrıldı. "Hoş geldiniz yenge" diyen Cihangir' e döndü herkes. Ömer Asaf gülerek bakarken, Bayırlı' nın Oflaz' a uzatmış olduğu kek kabının kapağını açan Veysel, "yenge yine döktürmüş" dedi bir dilim kek eline alırken. "Afiyet olsun" diyen Öykü, gülümseyerek kek yiyen askerlere baktı. Bayırlı nasıl başlayacağını, düğünü erkene aldıklarını nasıl söyleyeceğini bilemezken, şimdilik sessiz kalmayı tercih etti ve daha sonra onlara müsait bir zamanda dile getireceğini düşündü. "Ben gideyim" dedi Öykü Bayırlı' ya dönerken. Ömer Asaf ve diğerleri "Allah'a emanet" diyerek yanlarından ayrılırken, Bayırlı yarini kapıya kadar geçirdi, taksiye binmesine yardımcı olup, bir de bir miktar para verip, onu evine kadar götürmesi gerektiğini şoföre adresini vererek söyledi. Öykü ona minnetle bakarken, taksinin camından el salladı ve taksi askeriyenin önünden ayrıldı. Askeriyenin, oturma odasında yer alan askerler, hepsinin gözleri Ömer Asaf komutanlarına dönmüştü. Hepsi arkasına yaslanmış, komutanlarının dalgın bakışlarına bakıyorlardı. Ömer Asaf ise dirseğini yaslamış olduğu koltuğun kenarına koymuş, baş ve işaret parmağının arasına çenesiyle şakağını yaslamış, öylece bakıyordu önünde ki sehpanın üzerinde yer alan ve çevirmiş olduğu kum saatinin akan kumlarına. Aklında yer alan sadece İkra' nın o yeşil gözleri vardı o kadar. Tüm aklında ki kötü düşünceleri ve ihtimalleri bir kenara bırakmış, hafızasına onu kazımıştı. Onun ona bakıp gülerken kısılan bakışlarını, ve heyecandan titreyen dudaklarını hatırlayıp duruyordu. Derin ve dertli bir iç çekip, üstünde hissettiği bakışlarla istifini bozmadan arkadaşlarına baktı. Cihangir daha fazla sessizliğini koruyamayıp, "düşünceli gördük komutanım sizi" diyerek öne doğru eğilip, kollarını bacaklarının üzerine yerleştirerek komutanına baktı. Ömer Asaf duruş şeklini değiştirip, dudakaklarını aralayacağı vakit, Veysel' in "doktoru düşünüyordur" demesiyle Ömer Asaf öfkelenmeyi bekledi lakin o duygu ondan o kadar uzaktı ki, kaşlarını belli belirsiz çattı. "Sahi komutanım doktor hanımın adı ne?" diye sordu Oflaz ileride ki koltukta hala kek yemekle meşgulken. Ömer Asaf "İkra" dedi yüzünde anlamsız bir gülümseme peyda olurken. "Bakın nasıl da gülüyor komutanım" diyen Bayırlı' yla herkesin bakışları Ömer Asaf' a kaydı. Ömer Asaf ise boğazını temizleyip, öne doğru doğruldu ve derin bir nefes çekti. İlk görüşte aşk mı bu diye düşündü kendi kendine ama hissettiği duygulara bir isim bulamadı. Daha önce hiç bir kadına bakarken, yüreği hiç o kadar hızlı atmamıştı. Üstelik bir kere değil, tam üç kere. Dün İkra' nın askeriyeye geldiğini fark edince kalbi bir kez daha şiddetle atmaya başlamış, onun ona bakan bakışlarında kaybolmuş gibi hissetmişti kendini anlık. O depoda onun o çaresizliği gözlerinin önüne gelince, kalbi bir kez daha şiddetle atıyor, hafızası hep ona yer veriyordu. Bugün bir kez daha aynı şeyleri hissetmek, ve unutmuş olduğu telefonu tekrardan ona götürmek için yanına gitmiş, güzel bir çay içmişti onunla. Hastaneden çıktığı andan beri de sürekli aklı o yeşil gözlerde takılı durmuş, düşünmeden edemiyordu. "Merak etmeyin komutanım. Ben insana bakınca bakışlarından anlarım. O kız sizi düşünüp duruyordur kesin şimdi" diyen Sakaryalı, arkadaşlarına baktı ve ardından komutanına döndü. "Ben sizin ne düşündüğünüzü de söyleyeyim mi?" dedi ve ekledi. "Unutamıyorsunuz doktoru. Her saat her dakika aklınızda gibi bence" diyip gülerek arkadaşlarına bakarken, Ömer Asaf bir cevap veremedi çünkü doğru söze ne hacet diye düşündü. Herkes anlık susup, komutanlarına bakarken Ömer Asaf, "Çürük' ten bir haber var mı?" dedi, depoda yaralı olan ve İkra' nın kurtarmış olduğu ve o kurşun izini kapatmış olduğu terörle iş birliği yapan, terör lideri olan adamdan bahsederek. "Oğlu kaçırmış, nerede olduğu henüz tespit edilmedi. Bakıyorlar ihalarla" dedi Kartal komutanını yanıtlayarak. Oflaz elinde ki kek kabını önünde ki masaya koydu, ayağa kalkıp kendine yan tarafta ki damacanadan bir bardak su doldurdu. Ömer Asaf arkasına yaslandı, elleriyle gözlerini sıvazlayıp, bir kez daha yeşil gözlerin sahibi olan, kalbini ona kaptıran İkra' yı düşündü. 🎻 İkra Şanlı Saat akşamın sekizi olmuştu. Ailemle güzel bir akşam yemeğinin ardından, salonda ki koltuklara oturmuş, her zamanki gibi çaylarımızı içiyorduk. İlker arada bir bana önünde ki çerez tabağından fındık atıyor, gülümseyerek yakalayıp ağzıma alıyordum. Küçük erkek kardeşim Kerem, yine annemin dizlerine uyuya kalmış, ablamın onu kucaklayıp, annemlerin odasına götürmesiyle geri gelmişti. Öylece tatlı tatlı sohbet edip, çaylarımızı içmeye devam ederken, kapının çalmasıyla kaşlarımı çatıp, elimde ki bardağı yerde ki çay tepsisinin içine bırakarak doğruldum ve kapıyı açmak için koridora girdim. Bu saatte, üstelik haber vermeden kim gelmiş olabilirdi ki? Kapının önüne geldiğim vakit, ellerimi kapının yüzeyine yaslayıp, kapı deliğinden bakmak için parmak uçlarımda yükseldim. Lakin siyah, koca bir karanlık görmem ile kapıyı kaşlarımı çatarak yavaşça araladım, ve gelenin kim olduğuna baktım. Gözlerim gördüğüm kişinin gerçek olup olmadığını sorgulamaya başlarken, derin ve titrek bir nefes alıp, elimi sol göğsüme yasladım. Gözlerimin içi sızladı, hiç beklemediğim birini karşımda görüyor olmam beni daha da sevindirdi ve mutlu etti. Bacaklarım yerinde titrerken, daha fazla dayanamayıp kollarımı açarak, yaklaşık dört yıldır bizden uzakta olan abimin kollarına atladım. "Abi!" dedim akan sıcak göz yaşlarımla kollarımı boynuna sıkı sıkıya dolarken. "Dur güzelim" dedi elinde ki çantaları elinden yere bırakıp kollarını belime sıkıca dolarken. Sıkı sıkıya sarılmaya devam ettiğim abimin sıcak dudakları boynuma dokunurken, gözlerimden ardı ardına yaşların akması bir oldu. "İkra! Kim geldi annem!" Annemin içeriden sesleniyor olmasıyla kapı eşiğinde beliren İlker' i gören abimin "İlker" demesiyle ben de ondan ayrıldım. "Abi!" "Kardeşim" dedi abim İlker' i de benim gibi sarıp sarmalarken. Onları öylece izlemeye devam ederken, yan tarafta yer alan kadına ve elinde ki pusetin içinde ki bebeğe bakıp durdum. Abimin gözleri gibi açık kahve gözlere sahip olan kadının hafif kızıla kaçan saçlarına harika bir uyum sağlamıştı. İnce ve zayıf bedenin üzerinde taşıyor olduğu beyaz, diz kapaklarının aşağısına kadar uzanan elbisenin geniş askılıkları harika bir görünüm katmıştı. Yüzünde yer alan ufak çiller, güzelliğine güzellik eklemişti. Bu kadının kim olduğunu düşünüp dururken, abimin İlker' den ayrılıp, omzuna dokunmuş olduğu eline, ve parmağına takılı olan yüzüğe bakıp yutkundum. Bakışlarım hızla yan tarafta öylece nasıl davranacağını ve çekindiğimi apaçık belli eden kıza bakıp, durdu. Bakışlarım elinde ki bebeğe, ardından birkez daha ona ve bir kez daha abime döndü. "Abi mi dedi o?" diyen ve içeriden koşarak kapıya gelen Sedef, abimi görür görmez sarılma sırası ondaydı. Annem ve babam da bizim gibi kapı eşiğine dolu gözlerle yaklaşırken, annemin "aman! Barış' ım!" diye bağırmasıyla abime sarılması bir oldu. Abim yaklaşık dört yıldır bizimle değil, kendisi İstanbul' da çalışıyordu. Bir avukat olarak orada çalışıyor olmasına kimse karşı değildi. Lakin şimdi yanımıza gelmiş, üstelik tek başına değildi. Evlenmiş miydi? Parmağında ki yüzükte neyin nesiydi? "İçeri geçelim mi?" diyen İlker' de hafif başını çıkarırken, yan tarafta görmüş olduğu kıza takıldı bakışları. Başını bana çevirdi, bu kim der gibi iki yana salladı kafasını. Bilmiyorum der gibi omuzlarımı kaldırıp indirdim. Abim ayakkabılarını çıkartıp, annemlerin içeri geçmesiyle ben de dairenin önünde durmayı bırakıp, içeri geçtim ve kapı kenarına çekildim. Abim, adını bilmediğimiz genç kızın elinde ki bebeği alıp, genç kızı da önden eve sokarken onun abime bakan bakışlarının içinde güven var gibiydi. Abim de eve girip kapıyı kapatırken, eşyalar şimdilik kapının önünde kalmıştı. Yanına yaklaşan kızın yanında durmasıyla ona yabancı olmamızdan kaynaklanıyordu. Annem, ablam ve babam henüz kızı görmüş değillerdi. Bu yüzden İlker' le birbirimize baktık, ardından usulca, hep birlikte içeri ilerledik. Genç kızı ve abimin elinde tutmuş olduğu pusetin içindeki bebeği gören ablamın, annemin ve babamın ayağa kalkmasıyla kaşları çatıldı. Genç kız abimin koluna elini atıp, yanında öylece dururken, abim elindeki bebeği yavaşça kenara bıraktı, ardından babamın "bu arkadaşın kim oğlum?" diyen sorusuyla adını bilmediğimiz kıza bakan abimin babama dönmesi bir oldu. "Eşim Eda, oğlum Selim" dedi ve etrafta derin bir sessizliğin oluşmasına neden oldu. Annem yerde duran, pusetin içinde başı görünen bebeğe gözleri kocaman bir şekilde bakarken, abimin koluna kolunu atmış olan, adının Eda olduğunu öğrenmiş olduğumuz kadına bakıp durdu. Babam şok üstüne şok yaşarken, ben ve İlker birbirimize bakıp, ablama döndük. O da ağzı açık bir şekilde bize bakıyor, bir kez daha yerdeki bebeğe ve abimin yanında ki kıza bakıp duruyordu. "Eşin ve... Oğlun" dedi babam güçlükle. Abim başını belli belirsiz salladı ve "anlatacağım" dedi her yanlışın tek sorusu olan anlatacağım sorusu babamın kulaklarına ilişirken, babam kendini koltuğa bıraktı, elleriyle yüzünü sıvazladı. Annem elini ağzına yaslayarak kendini, abime bakarak babamın yanına koltuğa serbest bırakırken, ablam da oturdu ve karşılarında dikilen abimden bir açıklama beklediler. Hemen annem ve babamın karşısında yer alan koltuğa oturan abim ve Eda, öylece annemlere baktılar. İlker ilerleyip, kendini ablamın yanına bırakırken, ben ayakta öylece durup, yerde ki yeğenim olduğunu öğrendiğim bebeğin yüzüne bakıp durdum. İster istemez gülümsedim ve bu gülüşümü fark eden Eda'nın bana bakan bakışlarını görünce, ister istemez ona da tebessüm ettim. Tebessümüm ona iyi gelmiş olacak ki o da hafif bir şekilde tebessüm edip, önüne eğdi başını. Herkes abime çevirdi benimle birlikte bakışlarını. Annem ve babam bir açıklama beklerken, abim nihayetinde dudaklarını araladı. "Gerçi anlatacağım dedim ama anlatacak birşey de yok" diye başladı cümlesine. Ellerimi önümde birleştirip, öylece abime baktım. "Sevdim, evlendim baba. Haber vermedim çünkü senin masrafa girmeni istemedim" diyince babamın dolu bakışları abimi buldu. Öfkelenmiş gibiydi ama ona olan sevgisi daha ağır basıyordu. "Eda" dedi yanındaki eşine bakıp tekrardan annemlere dönerken. İlker' le bakışıp, abime döndük bir kez daha. "Bir ailesi yok. Kendisi yetimhanede büyümüş. Tanıştık, sevdik, evlendik. Biliyorum kızmak bağırmak en büyük hakkın ama ona aile olmak istedim" dedi abim ve bu cümlesi herkesin içini yaktı. Eda öylece abime sızlayan gözleriyle bakarken, derin bir nefes aldım. "Buraya da sizin sevginize, bana gösterdiğiniz sevgiyi ona da göstereceğinize emin olduğum için geldim" diyince, annem ve babam birbirine baktılar. Böyle konuları kafalarına takan iki birey değillerdi pek fazla. Üstelik kimsesiz bir kızla evlenmiş olması, onları içten içe daha memnun etmiş olabilirdi. Çünkü ailesiyle tanışmadan, etmeden evlenmiş olsaydı, iki aileyi birbirine düşman kılabilirdi. Ayrıca kimsesi olmayan bir kıza aile olması, babamın takdir edeceği bir durumdu. Annem ve babam, abimin evlenmesini, çocuk sahibi olmasını çok istiyorlardı ve son yıllarda abime fazlasıyla baskı yapıyorlardı. Bu duruma böylelikle pek fazla kızamıyorlardı. "Bu yaptığın şey kolay kolay affedilecek bir durum değil" diye başladı babam cümlesine. "Bize haber vermeden evlenmen, kırdı bizi" diye devam etti. Gözleri sızlamaya devam ederken, cümlesine cümle ekledi. "Seni affederim ama bir şartla" diyince tüm bakışlar babama döndü. "Burada bizimle kalıp, o İstanbul'a bir daha gitmeyeceksin" dedi titreyen sesiyle. Abimin yüzünde açan tebessüm, ayağa kalkmasına, babamın eline uzanıp öpmesine neden oldu. "Emrindeyim babam" dedi yanaklarını da sıkı sıkı öpüp önünde dizlerinin üzerine eğilirken. "Sen beni şaşırtmadın ve eşime utandırmadın ya, bundan sonra seni asla bırakmam babam" diyip dizlerini öptükten sonra hemen yanında sulu gözlerle oturan anneme sarıldı. "Oğlum benim!" dedi dört yılın sonrasında sona eren hasretle. Babam yanında anneme sarılan abimin omzuna vururken, bakışları koltukta çekine çekine oturan ve abime gülümseyerek bakan Eda'ya kaydı. Ayağa kalktı, "gel güzel kızım" dedi. Eda'nın bakışları anında abime kaydı ve abimin annemden ayrılıp ona bakan bakışlarından onay alıp babama yaklaştı. Babam daha birşey anlamadan hızla uzanıp elini öperken, babamın ona sarılan kollarıyla o da doladı kollarını babama. Babam kollarını ayırdı, omuzlarına yerleştirdi. "Habersiz evlenmiş olmanız yanlış bir davranış" dedi. "Ama şunu bil güzel kızım. Bundan sonra bir ailen olduğunu, anne babaya sahip olduğunu unutma." Eda, dolan gözlerinden akan bir iki damla küçük yaşları hızla sildi, burnunu çekerek "teşekkür ederim efendim" dedi. "Efendim mi?" diyen annem, babamın yanına yaklaştı ve elini kaldırıp Eda'nın omzunu okşadı. "Baba diyeceksin. Bana da anne" dedi ve o da vakit kaybetmeden "aramıza hoş geldin güzel kızım" diyerek kollarını ona da doladı. Eda karşılık vererek anneme de sarıldıktan sonra, ben yaklaştım ona. Gülümseyerek baktım en az benimle aynı yaşlarda ve aynı boyda olan Eda'ya "ailemize hoş geldin" diyerek kollarımı omuzlarından sırtına doladım. "Teşekkür ederim." Ablam ve İlker' de karşılık veririken, abimin Eda'nın yanına gelip, elini beline yerleştirmesiyle annem ve babamı işaret etti. "Annem Ayşe, babam Fehmi." Eliyle ben ve İlker' i gösterdi. "İkisi başımın tatlı belaları, ikizler, İlker ve İkra" dedi. Tebessüm ettim bir kez daha. "Bu da Sedef, kendisi ben de bir yaş büyük ablam" diyince kaşlarını çattı ve "benim küçük kardeşim nerede?" diye sordu. "Yatıyor oğlum yatıyor" diyen annem, gülerek Eda'ya döndü ve "kardeşinin büyüdüğünü telefondan izledi" dedi dolu gözlerle. Lakin benim aklıma gelen ve bakışlarıma takılan pusetin içinde ki bebeğe ilerledim. Puseti kucağıma alıp, annem ve babamın, hatta İlker ve ablamın da yaklaşmalarıyla güzel, teni abim gibi bembeyaz olan bebeğe bakıp durduk. Başında ki mavi şapkası ve ellerinde ki mavi eldivenleriyle o kadar tatlı uyuyordu ki, gözlerimin dolmasına engel olamadım. "Barış! Oğlum bu çok tatlı annem!" dedi annem elimden puseti alıp, koltuğa otururken. Hemen koltuğun arkasına ben ve İlker geçip, ayakta bebeğe baktık. "Selim adı. Henüz dört aylık" dedi abim yeni doğmuş bebeğini bize tanıtırken. "Allah analı babalı büyütsün. Fehmi! Görüyor musun torun sahibi de olduk." Herkes annemin cümlesine kahkalarla gülerken, bakışlarım birbirine bakan abim ve Eda'ya kayınca, gözlerimi hızla onlardan kaçırdım ve bebeğe odaklandım. Ailemize gelen yeni iki güzel insan. Biri henüz dünyaya tam gözlerini aralayamamışken, diğeri onu doğuran kimsesiz bir anneydi. Abimin ve ailesinin gelişiyle sanki evin içi huzur dolmuş, tüm bakışlar bebeğe odaklanmıştı. Buna benim bakışlarım da dahil... 🎻 Çay içip, yol yorgunu olan abimlerin odasını hazırlıyorduk. Abimin odası zaten onun bıraktığı gibiydi. Çift kişilik yatağı öylece dururken, üstünde ki nevresimleri değiştiriyor, odanın şeklini evli bir çiftin odası haline getiriyorduk ben ve ablam. Güzel, yıkanmış temiz çarşafları yatağın üzerine sererek, yastık kılıflarını da değiştirdik. Abimin aynalığının üstünde ki tozları, dolapların ve yatağın her iki yanında yer alan komidinlerin üstünde ki gece lambalarının da tozlarını alırken, ablamın valizleri odaya çekmesiyle doğruldum ve her yeri temizlemiş olduğumuzu fark ettim. Odanın her iki camını açıp, perdeleri kenara çekerek biraz havalanmasına neden oldum. "Ailemize iki yeni birey katıldı. Ne kadar güzel değil mi abla?" diye sorunca ablamın gülümseyerek onaylamasıyla yerde ki kürk halıyı ayağımla düzeltip, odadan ışığı kapatarak, kapıyı hava alması için açık bırakıp çıktık. Ablam salona, koltuğa kendini yorulmuş ve tebessüm ederek bırakırken, ben osırada abim ve İlker' in kapı ağzında sokmaya çalıştıkları parçalara baktım. Kaşlarımı çatıp onlara doğru ilerledim. "Bunlar ne?" diye sordum. "Oğlumun beşiği. İstanbul' da almıştım parçalara ayrılıp takılıyor. İçeri alabilsek kuracağım" dedi kan ter içinde kalan abim. Oğlum demesi ve onun çocuk sahibi olması beni içten içe gülümsetti ve babalığın ona ne kadar çok yakıştığını fark ettirdi. "Abi hadi, binanın içi çok sıcak." "Dur oğlum, kapıdan girse sokacağım" dedi abim İlker'e arkasını dönüp bakarken. Daha fazla yerimde durmayıp , gülerek onlara doğru yaklaştım. Yardım eli uzatıp, parçaları onların odasına doğru çektik. Abim odasına uzun zaman sonra ilk kez girerken, "vayy" dedi etrafa göz gezdirip. "Havalandırdık, çarşafları yastık kılıflarını değiştirdik. Herşey ter temiz" dedim abimin bakışlarını üzerime çekerek. "Ellerinize sağlık çiçeğim" dedi elinde ki parçaları yavaşça kenara bırakıp şakağıma küçük bir buse kondururken. Gülümseyip, "beşik hangi tarafta olacak" diye sordum. "Şu tarafta ben yatacağım kapıya yakın. Eda diğer tarafta olur, biz ona yakın kuralım beşiği" diyerek parçaları tekrardan eline aldı ve benim ona yardım eli uzatmam ile gülümsedi. Beşiği hemen kapının yanında ki yatağın diğer tarafına çekerken, ben ve abim beşiği kurmaya çalıştık. İlker abimin İstanbul'dan getirmiş olduğu hediyeleri ve yiyeceklere bakarken, alet çantasını alıp, tekrardan abimin odasına girerek yanına bıraktım. Önceden beşik kurma tecrübesi olan abimin hızlı hızlı bana verdiği talimatlar ile beşiği kurmamız ile içerisine yeğenim Selim' in beşik yatağını ve yastığını yerleştirdik. Beşiğin uzun çubuğuna, abimin üzerine atmış olduğu tülü beşiğin tepesini kapatmasıyla, "hazır" diye doğruldu alnında ki teri silerek. Gülümseyerek birbirimize baktık ve odadan alet çantasını abimin almasıyla birlikte çıktık. O çantayı yerine koyarken, ben ellerimi yıkayıp, salonda geliniyle sohbet eden annemin yanına oturdum ve Eda'nın kucağında uyanmış ve küçücük bedeninde yer alan o küçücük gözleriyle etrafa şaşkınlıkla, "bunlarda kim?" der gibi bakan Selim'e baktım. Abim ellerini yıkayıp, küçük oğlunu eşinin kucağından dikkatle alarak yanıma oturmasıyla gözlerim dolu bir şekilde baktım ikisine. Bu tablo gerçekten çok güzeldi. "Kucağına alacak mısın?" diye soran abimin kısık sesine, başımı sallayarak onayladım. Bebeği yavaşça kucağıma bıraktı, ve gözlerime bakan yeşil gözlere bakmama neden oldu. "Gözleri yeşil" dedim abime dönerken. Beni gülümseyerek başıyla onayladı ve bir kolunu sırtımı yaslamış olduğum koltuğun arkasına atarak, diğeriyle oğlunun o küçük eliyle parmağını tutmasına izin verdi. "Bu çok tatlı" diye fısıldadım bir kez daha abime bakarken. Dudaklarını şakağıma yasladı ve ayrılıp "senin gibi" dedi kısık sesiyle. Gülerek Selim' in bana bakan ve aniden gülümseyen yüzüne baktım. "Güldü." Abim şaşkınlıkla annemle konuşan eşine döndü. "Bu oğlumuz bizi sevmiyor" dedi eliyle kucağımda ki Selim'i göstererek. "Bize bir kez gülmeyen Selim, halasına gülüyor" dedi yüzümde açan tebessümün nedeni olurken. Herkes bize bakıp gülerken, babamın İlker' in kafasına oturduğu koltuktan eğilip hafif şaplak atmasıyla bu sefer topluca yüksek sesle güldük. "Oğlum çıkarma, dökeceksin dedim sana. Vallahi annen seni dövse haktır" diyen babam elinde ki kuru kayısı poşetini İlker' in önüne bıraktı. Annem babamın cümlesiyle ayağında ki terliği çıkartarak İlker' e sallayıp ayağa kalkınca gülümsemem daha derin bir hal aldı. "Anne valla babam döktü" dedi İlker, yerde ki kuru kayısıları göstererek. Babam gülerek arkasına yaslanırken, "yalan söylüyor hanım" dedi ve bir kez daha gülerek o tombik göbeğinin üzerine yaslamış olduğu ellerinin kıkırdayarak kalkıp inmesine neden oldu. Annem İlker' in omzuna elinde ki terlikle hafif vururken, ben bir kez daha Selim' e döndüm. O küçük işaret parmağını dudakaklarının üzerine yaslamış, öylece bakıyordu bana. Bir elimle tutup, diğeriyle başından çıkmış olduğu şapkasını çıkarıp kenara koydum. Saçlarının siyahlığı, abime çekmiş olmasından dolayıydı. "İkinizin karışımı gibi birşey bu bebek" dedim abime dönerek. "En çokta sana benziyor" dedi göz kırparak omzumu okşarken. Gecenin ilerleyen saatlerinde, herkes odalarına çekilmiş, ben sadece bugün hastaneye gelen üsteğmeni bir kez daha düşünüyor, kendimi düşünmeden edemiyordum. Bazen acaba o da beni düşünüyor mudur diye aklımdan geçiriyor, yine de bunun olma ihtimaliyle kendimi avutuyordum. Elimde ki telefonumu komodinin üzerine bırakıp, ablamın çoktan yatmış olmasıyla ben de gözlerimi kapadım ve bu güzel günün mutlulukla sonanmış olmasıyla kendimi uykunun kollarına serbest bıraktım. Bölüm Sonu... Eveeet! Bir bölümün sonuna daha geldik. Yorumlarınızı ve beğenip beğendiğinizi çok merak ediyorum. Oy ve yorum yapmadan geçmeyin, ilerleyen bölümler bomba gibi gelecek. Yazmak için sabırsızlanıyorum. Kendinize iyi bakın, hoşçakalın. Beni takip etmeyi unutma ;) 😉 |
0% |