...Lorensi size keyifli okumalar diler...
Bölüm Otuz Bir - Tatlıya Bağlanan Sorun
Gözlerimi açtığımda Ömer Asaf belime dolanmış kollarının arasında, başım göğsüne yaslıydı ve ellerim beline dolanmıştı. Onun kapalı gözleri huzrula birbirine yaslıydı, burnu saçlarıma değiyordu ve biz birbirimize sıkı sıkıya sarılmıştık. Üstümüzde ki ince pike, bizi yeteri kadar ısıtıyordu ki hava zaten sıcaktı. Başımı yavaşça yaslamış olduğum sıcak göğsünden kaldırdım, ellerimi belinden çektim ve buruk bir tebessümle onun o güzel, pürüzsüz yüzüne baktım. Amca olmanın şokunu henüz atlatabilmiş değildi dün geceden. Bir de baba olmak istemesi.
Onu uyandırmamak adına yavaşça kolları arasından belimi çıkartıp, ona sırtımı dönerek kalkacağım vakit, onun hızla belime dolanan kollarıyla beni üzerine çekmesiyle boynadan boya üstüne uzandım. Onun sırt üstü dönüp, gözlerime açık gözleriyle baktı ve "öpmeden kaçmak ha!" dedi yanlış birşey yapmışım gibi.
Kıkırdadım, boydan boya üzerinde uzanırken, derin bir nefes aldım ve sağ yanağım göğsüne denk gelecek şekilde başımı yasladım, gözlerimi kapatıp açtım ve her iki elimle her iki elini tuttum.
"Yaslandığım ve güvendiğim en iyi yuvam."
Bir eli bir elimi yavaşça bıraktı, saçlarıma dokundu usulca. Kıkırdadı, saçlarımı parmağına dolayıp bıraktı ve hızla beni koltuk altlarımdan tutup, yukarıya doğru çekti ve başım bu sefer tam yüzüne denk geldi. Yutkundum, gözlerine baktım ve bakışlarım dudaklarına kaydı. Bu güzel ana kapılmak istemedim çünkü sonrasında hep utanıyordum. Ama o gözlerime o kadar güzel bakıyordu ki, daha fazla dayanamadım ve gülümsedim.
"Hayatıma girdiğin güne şükürler olsun."
O günü hatırladıkça kıkırdadım. "Bence korkunç bir gündü benim için. Ama sonu muhteşem bitti" dediğimde, başını salladı ve bir eli belime dolandı, diğeri çenesine değen saçlarımı kulağımın arkasına aldı ve eli yanağımı okşadı.
"Seni çok seviyorum" dedi ve yavaşça dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Sağ elimi kaldırıp, saçlarına dokundum ve gözlerim çoktan kapanmıştı. Öylece bekledik birbirimizin dudaklarında. Sadece bekledik ve yavaşça geri çekildim.
"Güneşim, ayım, nefesim ve çiçeğim. Her şeyim. Seni çok seviyorum. Çok..."
Gülümsedim. Saçlarında ki elimi yavaşça dudağının kenarına indirdim, yutkundum ve dudaklarının üzerinde baş parmağımı gezdirdim. O güzel dudaklarının üzerinde. Bakışlarım gözlerine kaydı.
"İyiki varsın. Sen olmasan ben ne yapardım bilmiyorum. Sanırım evde kalmayı seçerdim."
Kıkırdadı. Onunla birlikte ben de kıkırdadım. "Evliliğin kötü birşey olduğunu düşünürdüm. Ama değilmiş. Evlilik gerçekten çok güzel. Hele ki bu sevdiğin ve değer verdiğin biriyle birlikteyken."
Başını beni onaylamak adına salladı, elleri belimde dolaştı ve bedenim ürperdi. Parmaklarıyla sırtımı kaşıdı usulca ve bu o kadar iyi geldi ki gözlerimi kapatarak gülümsemeden edemedim.
"Hoşuna gitti mi?"
Gülümseyerek başımı salladım, onun devam etmesiyle bir kez daha kendimden geçmiş gibi gülümsedim.
"Senin gerçekten hoşuna gidiyor sırtını kaşımam."
"Hım hım" dedim ve gözlerimi açıp, mayışmış bir şekilde ona baktım. "Şuan uyuyabilirim" dediğimde bir eli sırtımda dururken, diğeri önünde kalktı, kolundaki asker saatine baktı.
"Saat yedi. Uyuyabilirsin, annemler henüz kalkmamıştır."
Onu başımla onayladım, bir iki saat daha yatmanın iyi olacağını düşünerek, bir de kızaran yanaklarımla Ömer Asaf'a baktım.
"Asaf?"
Kıkırdadı. "Efendim."
"Sırtımı yavaşça kaşır mısın?" dediğimde, bir kez daha kıkırdayarak başını salladı ve beklemediğim bir anda tişörtümü yukarıya doğru kaldırdı. Aniden kızaran yanaklarımla "ne yapıyorsun?" diyerek doğruldum birazcık.
"Sırtını kaşıyacağım" dedi ve benim beklemediğim bir anda tişörtü üzerimden çekip aldı. Karşısında sadece iç çamaşırı ile kaldım ve eşofmanımı düzelttim.
"Tişörtü çıkarmana gerek yoktu bence" dedim.
"Artık benden utanmaktan vazgeç ve kendini bana bırak." Yutkundum. Gözlerim gözlerine bakarken, o yavaşça parmaklarını sırtımda dolaştırdı ve aniden sütyenimin kopçasını açtı, lakin kollarımdan çıkarmadı. Öylece açmıştı çıtçıtı ve parmakları sırtımda dolaşıyordu. Ben bir kez daha başımı onun göğsüne yaslarken, elleri sırtımda dolaştı.
"Ömer Asaf?"
"Güzelim."
"Uyandığımda yanımda ol tamam mı?"
"Yanındayım" dediği anda benim gözlerim iyice kapandı ve uykunun kollarına teslim oldum.
🎻
Gözlerimi açtığımda hâlâ Ömer Asaf'ın üstünde öylece yatıyordum. Yalnız bedenim biraz yana kaymış ve üstünden düşmek üzereydi. Ben hareketlenince, o da hareketlendi ve gözleri açıldı aniden.
"Günaydın" dedim ve yutkunarak üstünden kalktım.
"Günaydın."
Üzerimdeki sütyeni hızla üstüme tutarak doğruldum ve ona arkamı döndüm. Ellerimi geriye doğru atıp, sütyeni kapatmaya çalışırken, onun "halledeyim" diyerek elini sırtıma atmasıyla yardımcı oldu. Hemen yatağın köşesinde duran tişörtümü de alıp üstüme geçirerek ona çevirdim bedenimi.
"Neden benden utanıyorsun?" diye sordu hiç beklemediğim bir anda. Eli belime dolandı, yutkundu ve gözlerime belirsizlik içerisinde baktı.
"Beni..." dedi ve durdu. Gözleri gözlerime baktı. "Artık sevmek istemiyor-"
"Şşt..." diye durdurdum hızla. "Öyle deme. Ben seni çok seviyorum. Herşeyden çok. Sadece alışamadım. Hem bu seni üzüyorsa, söz veriyorum senden utanmayacağım."
Gülümsedi. Dudakları yanaklarıma dokundu ve sıkı bir öpücük aldı. "Teşekkür ederim. Utanma benden. Hem ben senden utanıyor muyum? Hayır. Birşeyim olsa, birşeye ihtiyacım olsa sana söylerim. Sadece sana."
Böyle düşünmesi beni gülümsetirken, derin bir nefes aldım ve eğilip dudaklarımı dudaklarına yasladım. "Ben de zamanla kıracağım bu davranışımı" dediğimde çoktan ayrılmıştım dudaklarından.
Birlikte kıkırdadık ve aynı anda yataktan çıktık. "Askeriyeye gidecek misin?"
"Gitmeyeyim mi?"
"Bilmem..." dedim ne kadarda gitmesini istemesemde.
"Gitsem iyi olacak."
Üstümdeki tişörtü çıkardım, dolaba yaklaştım. O da aynısını yaptı ve üzerimize kıyafetlerimizi seçtik, geçirdik. O silahını beline yerleştirdi, bugün havanın serin olmasından dolayı ceketini aldı omuzlarına. Ben aynada saçımı yaparken, o makyaj masasının bir kısmında yer alan kendi parfümlerinden her zaman kullandığını sıktı. Sonrasında tarakla saçlarını yana doğru taradı, ellerini arasına daldırıp salladı.
"Ben çıkayım."
"Kahvaltı yapmayacak mısın?"
"Yok, ben yaparım askeriyede, erkenden gitsem iyi olur" dedi ve yanıma yaklaşıp sıkıca sarıldı bana.
"Kendine dikkat et, akşama görüşürüz."
Ben de sarıldım sıkıca ona, ardından gülümseyerek ayrıldım ve dudaklarına küçük bir buse kondurdum.
"Akşama birşey istiyor musun?"
Dudaklarım büzüldü, ardından derin bir nefes çektim ciğerlerime. "Seni istiyorum."
Çapkın bir gülümseme yüzünde peyda olurken, "o zaman" dedi ve ekledi. "Bu akşam seninim."
Kıkırdadım. "Hadi geç kalma" diyerek beline dokundurdum parmaklarımı. O kapıya yaklaştı, kapıyı açtı ve tam çıkacakken durup bana baktı. Hızla bana doğru atıldı ve dudakları dudaklarıma dokundu. Geri çekildiğinde ise, elimi tutup beni de odadan çıkardı.
"Kapıya kadar yolcu et beni" deyince, odamızın kapısını kapadım ve birlikte merdivenlerden aşağıya indik. Mutfaktan gelen çatal kaşık sesleriyle Ömer Asaf dış kapıyı araladı, dışarıya çıktı ve ben ona "Allah'a emanet" dedim.
"Sen de güzelim" diyerek el salladı, arabasına bindi ve evin bahçesinden çıktı.
"Günaydın kızım."
Kapıyı kapatıp, Sevda hanıma döndürdüm bedenimi. "Günaydın anne."
"Ömer Asaf çıktı mı?"
Başımı salladım. "Evet. Çıktı az önce" dedi ve ben ilerleyip, Sevda hanımın önünde durdum.
"Eee... Yeni annemiz nerede?" diye sordum sevinçle.
"Buradayım." Şirin merdivenlerden Taha abiyle birlikte inerken, ben ve Sevda hanım gülümseyerek baktık.
"Günaydın herkese."
"Günaydın."
"Günaydın kızım. Nasılsın, iyi misin?"
Şirin Taha abiye baktı, başını salladı. Ardından tekrardan Sevda hanıma döndü.
"İyiyim anne. Uykum var baya" dedi ve ben hemen girdim araya.
"Bebekten olmalı. Bir iki ay sürekli uyku ve mide bulantısı olacak, ama belirli bir aydan sonra hepsi geçiyor. Aşerme her ayda var ve ansızın meydana gelebilecek bir istek dürtüsü." Taha abi, Şirin ve Sevda hanım beni can kulağı ile dinlerken, Sevda hanımın bana dönen bakışlarında ciddiyet gördüm.
"Maşallah kızıma. Doktorluk pekte yakışıyor" dediğinde yanaklarım çoktan utançtan kızarmıştı.
"Neyse, ben de ofise geçeğim" diyerek merdivenlerden inen Taha abiye baktım ve Şirin'de durduğu basamaktan indi, eşini yolcu etti.
"Allah'a emanet."
"Güle güle oğlum, Allah işini rast getirsin."
Taha abi Şirin'in alnından öpüp, bir de ona gülümseyerek evden çıktı. O da kahvaltı yapmamıştı Ömer Asaf gibi. Hepimiz hep birlikte kapı ağzından uzaklaşıp, salonda kurulan kahvaltı masasına baktık. Sevda hanım ve Ayten hanım hazırlamış olacaktı. Ayten hanımda artık bizimle kalıyordu ve ben buna çoktan alışmıştım.
Derin bir nefes aldım, verdim ve yavaşça hep birlikte masaya yaklaştık.
"Asya nerede?" diye sordu Şirin.
"Bilmiyorum kızım. Sabah erkenden çıkmış, bana da telefondan mesaj yazmış dışarı çıktım diye."
Sandalyemi çekip oturdum ve aklıma gelen düşünceyle gülümsedim. İçimden bir ses İlker'in de dışarıda olduğunu söylüyordu ama pek anlam vermiş değildim. Ben eminim ki ikisi birbirinden gayette hoşlanıyorlardı.
"Annenlerle konuştun mu kızım?"
Kaşlarımı çatıp, elime çatalımı alarak Sevda hanıma döndüm. "Konuşmadım. Neden?"
"Öylesine sordum," deyince, gülümseyerek kahvaltıma başladım. Şimdiden Ömer Asaf'ın yanımdaki yokluğu belliydi. Keşke o da şuan masada olsa ve kahvaltısını bizimle beraber yapsaydı.
"Babam nerede?"
Şirin'e çevirdim bakışlarımı. "O dışarıya çıktı, hava alacakmış."
Ömer Asaf babası emekliydi sonuçta. Ama mühendislik gayette güzel bir meslekti. Herkes kolay kolay yapamıyor maalesef ki. Hem Taha abi de babasından almıştı mesleğini.
Yavaş yavaş, Ayten hanım da mutfaktan çıkıp, bize kahvaltıya katılınca, herkes güzelce kahvaltısını yapmaya koyuldu. Birlikte sohbet ede ede, günlük hayattan konuşa konuşa kahvaltımızı ettik. Sevda hanım Şirin'e kız mı olsun erkek mi olsun diye sorunca, Şirin utanmış olsada belli etmedi ve Taha kız istiyor dedi.
Acaba Ömer Asaf ne isterdi? Bir oğlumu olmasını, yoksa bir kızımı? Ben erkek isterdim. Ömer Asaf gibi küçük bir erkek. Tıpkı onun gibi. Yakışıklı, ela gözlü bir erkek. Herşeyden güzeldi.
Kahvaltının sonunda elbirliği ile masayı ve mutfağı topladık, birer çay içtik bahçedeki üstü kapalı çardakta. Biz öylece oturmuş, Ömer Asaf'ın küçüklüğünden bahsederken, aniden bahçe kapısında beliren, elinde bir demet çiçekle kaşlarımızı çattık.
"Kime geldin oğlum?" diye seslendi Sevda hanım çayını önümüzdeki masaya bırakarak.
"İkra Şanlı!"
"Bana mı?"
Sevda hanım kıkırdayarak bana bakınca, "Ömer Asaf yine yapmış yapacağını!" dedi ve ben yavaşça ayağa kalktım. Benim soyismim Şanlı değildi ki. Hem Ömer Asaf neden İkra Şanlı desin bana? Acaba bilerek mi öyle demişti?
Yavaş adımlarla çiçekçiye yaklaştım, elindeki papatyalara gülümseyerek baktım.
"Parası ödendi, buyrun."
"Teşekkür ederim."
"İyi günler."
"İyi günler" dediğimde çiçeklere bakıyordum adeta. Papatyaların güzelliği başımı döndürürken, küçük bir zarfa takıldı bakışlarım. Not bile yazmış şapşik. Yüzümde açan gülümsemeyle olduğum yerde durdum ve notu küçük zarftan çıkarıp, saçlarımı geriye atarak okumaya başladım.
Evlendin, mutlu musun? Senin peşini bırakacağımı sanıyorsan yanılıyorsun İkra. Sen benimsin. O adamla mutlu olacağını düşünüyorsan düşünmeye devam et. Göreceksin, en kısa zamanda geri döneceğim.
CHN
Bedenim baştan aşağı buz kesti ellerimin içi titredi adeta. Yüzümün ne halde olduğunu görmek bile istemiyordum. Notu okumamın ardından bir dakika geçti ve ben hala yerimde öylece duruyordum. Bu psikopat Cihan'ın bana bunu yollama cesaretini nereden bulabiliyordu? Ayrıca adresimi nereden biliyordu? Geri döneceğim demiş ama o çoktan burada. Korkulu rüyam çoktan burada. Bu çiçeği ve notu Ömer Asaf görse, kim bilir ne yapar? Ona söylememem gerekiyor asla ama asla ona söylememem gerekiyor. Bu çiçeğide ondan geldiğini bilmemeli.
"Kızım!"
Sırtım Sevda hanımlara dönük olunca, onun seslenişiyle birlikte onlara döndüm ve elimde ki notu zarfın içine bırakarak yanlarına ilerledim.
"Bakayım" dedi ve ben çiçekleri ona uzattım.
"Ne yazmış?" diye sordu bu seferde.
"Ay abla sende. Bırak kızcağızı utandırma" deyince Ayten hanım, yanaklarım renkten renge dönmüş olabilirdi. İçimde kötü bir his vardı ama ne. Sanki kötü birşey olacakmış gibi hissediyordum ama ne. Anlamıyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum, bu adamdan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum.
🎻
Herkes öylece aşağıda akşam yemeği için masa hazırlarken, Asya dışarıdan çoktan gelmişti. Ben ise odamda, terasın önünde ki koltukta oturuyor, ışıkları bile açmamıştım. Sadece komidinin üzerinde yanan tek gece ışığı beni aydınlatıyordu.
Sadece düşünüyordum. Sevda hanımın o çiçekleri vazoya koyup, evin bir köşesine koyması ve benim burada kara kara düşünmem. Ömer Asaf'a ne diyecektim ben? Söyleyip söylememek arasında gidip gelen aklıma dur diyemiyorum. Dur diyemiyor, düşünmeden edemiyordum. Öylece başımı geriye atıp, arkama yaslandım ve dirseğimi koltuğun kenarına yaslayıp, şakağımı avuç içine bastırdım. Derin bir nefesin ardından kapı aniden yavaşça açıldı, kapıda o aşık olduğum ela gözlüm belirdi.
"İkra?"
Gözlerimin içi karanlıkta sızladı ve ben yavaşça ayağa kalkıp, onun kapıyı kapatmasıyla önünde durdum ve yavaşça kollarımı sırtına doladım.
"Hoş geldin."
"Neden burada böyle oturuyorsun tek başına?"
Omuz silktim. "Bilmem. Sessizlik güzel geldi."
Başımı göğsünden kaldırıp, kollarımı ondan ayırarak yüzüne baktım. Gözleri gözlerime baktı, elleri her iki yanağımı birden kavradı ve parmakları saçlarımı geriye attı.
"Ne oldu? Canın sıkkın gibi?" diye sorunca, başımı olumsuzca salladım, yutkundum ve gözlerine baktım.
"Yok birşey. Seni özledim." Yalandan nefret ettiğini bildiğim halda ona yalan söylüyordum ama elimde değildi.
"Emin misin?"
Gülümsedim. "Eminim. Hem seni özleyemez miyim?"
Kıkırdadı. "Özlersin. Hem bana sözün var bu gece" deyince, kaşlarım çatıldı bir kez daha.
"Ne zaman söz verdim?" dedim şaşkın sesimle.
"Bilmem. Ben sana her baktıkça söz alıyor gibiyim" dediği vakit nefesleri biraz sıklaşmış gibiydi. Kıkırdayarak üstündeki cekete attım kollarımı ve yavaşça çıkardım.
"Şimdi mi?" diye sorunca, bu sefer kısık bir kahkaha atmadan duramadım.
"Üstünü değiştir, yemeğe inelim."
Gözlerini kısarak bana baktı ve "çok fenasın" dedi. Parmak uçlarımda yükselip, dudaklarına küçük bir buse kondurdum ve "sana fenayım" dedim göz kırparak. Bana ağzı açık, şaşkın şaşkın bakarken, elleri beline yerleşti ansızın.
"Biraz daha böyle devam edersen, gerçekten yemeği falan unuturum" deyince, bir kez daha kıkırdadım ve ona kıyafet vermek için dolaba yaklaştım.
"Çıkarmayayım şimdi. Yemekten sonra çıkarırım" dedi ve bana çapkın bir gülümsemeyle göz kırptı. Utandım, ama belli etmedim.
"Tamam" diyerek kapıya baktım ve birlikte odadan çıktık. Aşağı yemek masasının yanına inince, masadaki sıcak ve o kadar güzel yemeklere baktım. Hepsi harika görünüyordu. Bakışlarım aniden Sevda hanımın salondaki küçük masanın üzerine bırakmış olduğu çiçeklere kaydı. Bu sefer ağır ağır yutkundum, gözlerimi kaçırdım ve masaya oturduk herkes oturmuşken. Taha abi ve Ferit beyde çoktan gelmişti.
"Hadi başlayalım."
Besmele çekerek yemeğime başladım, derin bir nefes aldım. Çorbamdan bir iki kaşık daha içip, sohbet ede ede yemeğimizi yerken, Sevda hanımın aniden kurmuş oldugu cümleyle yutkundum.
"Oğlum ne iyi ettin İkra'ya çiçek göndermekle. Ben de salonun ortasında ki masaya çiçek almayı düşünüyordum, çok güzel durdu valla" dedi ve masada ki çiçeğe bakıp, Ömer Asaf'a döndü. Dişlerim korkuyla birbirine yaslanırken, Ömer Asaf'ın "çiçek mi?" demesiyle Sevda hanım kaşlarını çattı.
"İlahi oğlum. Sabah gönderdin ya" dedi bu seferde. Ömer Asaf bana döndü. Gözleri gözlerime öyle bir baktı ki ben yutkunmak durumunda kaldım. Yutkundum, defalarca yutkundum ve gözlerimi gözlerinden önümde ki tabağıma kaçırdım.
"Doğru" dedi aniden. "Ben gönderdim. Papatyaları çok seviyor" dedi çiçeklere baktığını hissedince.
"Maşallah oğlum sana" dediğinde Sevda hanım, Şirin Taha abiye baktı. Sanırım memnundu çünkü birbirlerine gülümsüyorlardı. Bu da aralarının iyi olduğunu gösteriyordu. Ama Ömer Asaf. Elindeki kaşığı o kadar sıkı tutatarak çorbasını içiyordu ki resmen parmak uçları beyazlaşmıştı. Boynundaki damar kendini belli etmişti. Bu da fazlasıyla öfkeli olduğunun belirtisiydi.
Derin bir nefes aldım, yemek sonuna dek ne ben ne Ömer Asaf konuştuk. Yemeğini yarım yamalak yedi ve müsade isteyip "başım ağrıyor" diyerek odaya çıktı. Ben de başı ağrıyor olmasından dolayı müsaade isteyerek, arkasından çıktım ve odanın önüne gelir gelmez kapıyı yavaşça araladım. Odanın içinde gidip geliyor, elleri ensesinin üzerine yaslıydı.
Derin bir nefes aldım, verdim ve kapıyı yavaşça kapatıp, sırtımı kapıya yasladım. Gözlerime öfkeyle baktı ve "sen" dedi dişlerinin arasından. Kızmıştı. Hem de çok.
"Kim gönderdi o çiçekleri?" diye sordu sakinlikle.
Ben nasıl söyleyeceğimi bilemeyince, o bir kez daha üstüme gelerek dişlerinin arasından hafif sesini yükseltip, "kim gönderdi!" dedi. Ben sırtımı daha da çok kapıya yasladım, gözlerine baktım.
"Sen nasıl söylemezsin bana! Kafayı yiyeceğim ya! Yalandan nefret ettiğimi bile bile benden birşeyler saklıyor kafayı yiyeceğim" dedi kendi kendine konuşmaya başlamışken. Yutkundum. Durmadan yutkundum.
"Konuşsana kim gönderdi!"
"C-Cihan" dedim daha fazla susmaktan vazgeçip. Yüzüne öfke daha çok yayıldı. Dişleri birbirine yaslandı ve bakışları bana baktı.
"Neden sana birşey mi oldu diye sorunca bana söylemedin? Herhalde annem söylemese bana söylemeyecektin!" dedi dişlerinin arasından ve "bir de masanın üzerine koymuşlar" dedi alayla.
"O şerefsizi bulduğum yerde öldüreceğim! Bulduğum yerde sıkacağım kafasına! Düşmedi senin yakandan, düşmedi. Bana sakin ol diyorsun ama olmayacağım. Dua et o karşıma çıkmasın İkra. Dua et. Yoksa katil olacağım gerçekten!" dedi ve ellerini saçlarına attı. Öfkeyle yüzünü sıvazladı ve "o çiçekleri al oradan! Sakın orada görmeyeyim ve sakın benimle konuşma. Şuan seninle konuşmak bile istemiyorum!" dedi ve ceketini yatağın üstünden alıp, bana baktı.
"Çekil kapının önünden!" dedi yüksek sesiyle.
"N-nereye?" dedim sızlayan gözlerimle.
Tüm söylediklerini bir kenara bıraktım ve ona hak verdim. Sonuna kadar haklıydı ve ben şuan sadece nereye diye sormuştum.
"Çekil kapının önünden İkra" dedi bu sefer ve ben bir kez daha "n-nereye?" diye sorunca, o "cehennemin dibine!" diye yükseltti sesini dişlerinin arasından. Ardından ekledi.
"Sana ne! Sana ne ha, sana ne. Sen ne kadar düşünüyorsun ki beni! Yalan söylüyorsun bana yalan. Nefret ettiğimi bile bile! Ben sana güvenemeyecek miyim! Ha! Hiç mi güvenemeyeceğim, ben kimim ya İkra? Ben senin kocan değil miyim!" dedi ve bir iki damla göz yaşı düştü yanaklarıma. Başımı önüme eğdim, kapıya yaslı avuç içlerimle yutkundum.
"Ya sana musallat olmuş herif, çiçek gönderiyor bana bunu eve gelince bile söylemiyorsun! Annemden öğreniyorum. Ne yapacaktın? Annem söylemese söylemeyecektin değil mi bana?" diye sordu sert sesiyle ve ben başımı sallamadım. Öylece ayaklarıma baktım. Haklıydı. Sevda hanım söylemese ben ona söylemeyecektim. Saklayacaktım.
"Çekil!"
Yavaşça kapı önünden geriye çekildim, o ise odadan çıktı, kapıyı sertçe çarptı. Göz yaşlarım ardı ardına düştü yanaklarımdan ve ben ilerleyip yavaşça yatağa oturdum. Yan bir şekilde uzanıp, hıçkırıklarımı tutamadım. O iğrenç insanın yüzünden benim evliliğim zarar görüyordu. Ömer Asaf'la aram bozuluyordu. İlk kez bana isteyerek sesini yükseltmişti. Bunu yapmıştı. Ama haklıydıda. Onu suçlayamazdım çünkü haklıydı.
Ben nasıl kurtulacaktım o Cihan denen adamdan? Nasıl atacağım onu üstümden? Anlayamıyorum. Çok üzgün ve mutsuzum.
🎻
Ben öylece yatakta uzanmaya devam ederken, aradan geçen bir saatin ardından kapının çalmasıyla, akabinde açılması bir oldu.
"İkra, canım."
Şirin'in sesini işittim ama kalkmadım. "Çay içecek misin?" diye sorunca, sesindeki titremeye engel olamayıp "y-yok" dedim. Kaşlarını çattığına emindim. İçeri girdi, açık kalmış ışığın altından bana yaklaştı.
"İyi misin? Ağladın mı sen?" diye sordu sakinlikle. Yavaşça doğruldum, hala akıyor olan yaşlarımı sildim elimle.
"Ne oldu?" diye sordu ve yavaşça yanıma oturdu. Ellerimi önümde birleştirdim, başımı önüme eğdim ve derin bir nefes aldım.
"Kavga ettik."
Gözleri hafif büyüdü ve kaşları çatıldı. "Nedenini anlatmak ister misin?" diye sordu sırtı elimi okşarken. Başımı olumsuzca salladım, çünkü bunu onlara anlatamazdım. Sadece ikimiz biliyorduk bu meseleyi, bizden başkası değil.
"Ömer Asaf apar topar çıktı zaten. Askeriyeye gideceğini söyledi, anlaşılan kavga ettiğiniz için çıkmış" deyince Şirin, onu başımla onayladım.
"Üzülme. Hem biz de kavga ediyoruz Taha'yla arada. Hatta Sevda annemle Ferit babam bile bu yaşta bazen kavga ediyorlar. Sen üzme kendini benim canım eltim" diyetek başını omzuma yasladı ve eli sırtımı okşamaya devam etti.
Buruk bir şekilde gülümsedim, burnumu çektim. "Hadi çay içelim mi?" diye sordu ve başını omzumdan kaldırıp bana baktı.
"Ben biraz uyusam olur mu? Şuan canım istemiyor."
"Olur. Üzme kendini tamam mı? Gelir birazdan zaten" dedi ve yanağıma beklemediğim bir anda öpücük bıraktı.
"Canım eltim."
Gülümsedim. Şirin gerçektende çok Şirin di. O odadan bana gülümseyerek çıkarken, ben bir kez daha yatağa uzandım ve gözlerimi açıp kapadım. Kaç saat öyle durdum bilmiyorum ama herkesin uyuduğuna emin olduktan sonra odamdan çıkıp, bahçedeki çardağa inmiştim. Havanın gece soğuk oluşunu bile hesaba katamadım ve öylece Ömer Asaf'ı bekledim. Çünkü gelecekti biliyorum. Gelecek ve suçu olmadığı halde, sırf bana söylemiş olduğu o kötü sözler için özür dileyecekti. Çünkü tanıyordum onu. Biliyordum.
Ben öylece beklemeye devam ederken, yaklaşık bir saatin sonunda bahçeye biri girdi ve bu oydu. Ben ayağa kalktım, o ise eve doğru ilerleyeceği vakit bakışları beni buldu. Adımları yerinde durdu ve benim dudaklarım titredi. Yağmur yağacak gibiydi. Çünkü hava baya soğuktu. Ama şuan sadece onun bana bakıyor olması içimi ısıtıyordu.
Adımları yerinde hareketlendi, yavaş yavaş bana doğru yaklaştı. Ben ellerimi önümde birleştirdim, başımı eğip kaldırdım ve ona baktım. Yaklaştı ve tam önümde durdu. Dudaklarımı ıslattım, gözlerimi ondan kaçırdım. O ise beklemediğim bir anda, kollarını belime doladı ve beni kendine sıkıca yasladı.
"Özür dilerim."
Biliyordum. Demiştim. Suçu olmadığı halde benden özür dileyeceğini biliyordum. Dilemişti işte. Suçu olmadığı halde benden özür diliyordu. Bu benim kalbimi acıtıyordu.
Derin bir nefes aldım, kollarımı boynuna doladım ve parmak uçlarımda yükseldim. "Ben özür dilerim. Gerçekten çok özür dilerim."
"Şşt... Üstüne fazla geldim."
Kolları belimden ayrılınca, ben de kollarımı boynundan ayırdım. "Küsmedin değil mi bana?" diye sordum şaşkın çıkan sesimle.
"Hayır. Ben sana hiç küser miyim? Sadece kızdım. Çok kızdım. Ama öfkem taze ve ben o şerefsiz yüzünden sana kızamam" dedi ve elleri elbisemin açıkta bırakmış olduğu çıplak kollarıma dokundu.
"Hasta olacaksın, yağmur yağacak" dedi bakışları göğe bakarken.
"Affettin mi beni?" diye sordum ve bakışları bir kez daha beni buldu. Gözlerime öyle bir baktı ki, alnı dudaklarıma değdi.
"Ansızın oldu. Ama o şerefsizi bir bulayım, geberteceğim. Senin için susuyorum. Sadece senin için. Ve bir daha benden böyle bir konuyu saklama" dediği an düşünmeden başımı salladım.
"Söz veriyorum bir daha yapmayacağım. Saklamayacağım" dedim ve o elimi tuttu.
"Hadi eve girelim, hava soğuk, iki gün yağmurlu gösteriyor" dedi ve ben onu başımla onaylayıp, eve girdik. Bakışları masanın üzerinde yer alan çiçeklere kaydı ve adımları oraya ilerledi. Eline alır almaz, ben durdurdum onu.
"Yapma Ömer Asaf. Biliyorum o gönderdi ama çiçeklerin ne suçu var? Bunu o göndermiş gibi görme, annenin salona almış olduğu çiçek olarak gör. Kıyma onlara, onlarda bir can" dedim ve Ömer Asaf bir çiçeklere, bir de bana bakıp durdu. Yutkundu ve başını salladı.
"Tamam."
Birlikte odamıza çıktık, önce ben girdim içeriye, sonrada o. Derin bir nefes alıp verdim, o bana doğru yaklaştı ve ben ne yaptığına anlam veremedim.
"Ne yapıyorsun?"
"Sen iyi bir cezayı hak etmedin mi sence?" dedi ve beklemediğim bir anda önce ceketini, akabinde tişörtünü çıkardı üstünden.
Yutkundum. Geriledim ve bacaklarımın yüksek yatağımıza değmesiyle yanaklarım daha da kızardı. Midemde sayısız kebekler baş gösterdi ve bacaklarım titredi. O üzerime doğru gelirken, ben refleks olarak arkaya düştüm ve o da hemen üzerime eğildi, dudakları boynuma dokundu ve bu gece adeta ateşliydi.
🎻
Saat ikiye geliyordu.
Sıcak bir duşun ardından yatağa girmiş, başımı onun nemli göğsüne yaslamıştım. O ise saçlarımla oynuyor, beni göğsüne sıkı sıkıya bastırıyordu. Dışarıda nedenini bilmeksizin bir yağmur başlamış, sesi kulaklarımıza huzur gibi geliyordu. Lakin aniden gürleyen gök ile refleks olarak kolumu Ömer Asaf' ın göğsüne doladım ve yanağımı sıcak göğsüne biraz daha bastırdım ve cama vuran şiddetli yağmur damlalarının sesine kulak verdim. Eli sırtımda dolaştı, beni kendine yasladı.
"Korktun mu?" dedi o kulağıma iyi gelen sesiyle.
"Hım hım..."
"Korkma. Ben yanındayken hiçbir şeyden korkma." Sırtımda ki eli saçlarıma tırmandı ve saçlarımı tutup bıraktı. Aynı hareketi yavaş yavaş, lakin durmadan yapmaya devam etti. Başım onun göğsüne yaslı dururken, başımı aşağı yukarı olumluca salladım ve "korkmuyorum zaten" dedim.
Kıkırdadı. "E korktun. Gördüm güzelim."
"Ben çocukluğumdan beri hep gök gürlemelerinden korkarım" deyip, yanağımı daha rahat yasladım göğsüne.
"Korkunca yanımda kimse yoktu, ablam okula gidiyordu, ben odada yalnız olurdum" dedim ve göğsünü saran elimi kaldırıp, omzuna attım.
"İşte bu yüzden yalnız kalmaktan hep korktum. Travma gibi birşey olmuş ben de" deyince, dudakları hızla saçlarıma dokundu.
"Kıyamam sana. Bak, artık yalnız değilsin, seni herşeyden çok seven bir kocan var" dedi ıslak saçlarımla oynamaya devam ederken.
Başını göğsünden kaldırıp, ona baktım.
"Gerçekten beni herşeyden çok seviyor musun?" diye sordum.
"İçinde şüphe mi var?"
"Hayır. İçimde sana olan büyük bir aşk var. Sevgi, özlem ve ihtiyaç."
Dudakları saçlarımın tepesine bir iki kere üst üste yaslandı, öptü. "Ben meğer hiç aşık olmamışım senden önce" dedi o bana, ruhuma şifa gibi gelen sesiyle.
Yanağımı sıcak göğsüne sürttüm. "Sen yanımda olunca kendimi o kadar çok güvende, iyi hissediyorum ki, yüreğim hafifliyor seni her gördüğümde."
"Artık çekinmiyorsun ailemden."
Gülümsedim. "Aslında hala çekiniyorum. Ama sen yanımda olunca, kendimi sanki yıllarca bu eve ait hissediyorum. Daha rahat davranıyorum. Sanırım sadece senden çekinmiyorum."
Buruk bir gülümseme ilişti kulaklarıma. Başımı altında olan koluyla, elini kaldırıp önüme düşen saçlarımı geriye attı.
"Bunu bilmek güzel Erik gözlüm."
"Sana birşey sorabilir miyim?"
"Her şeyi."
Derin bir nefes aldım. "Birlikte Hatay' a gidelim mi?"
Kaşlarını çattığının farkındaydım. "Hatay mı? Neden?"
"Biliyorum askersin. Görevlerin var" dedim ve başımı göğsünden kaldırmadan ona baktım.
"Ama seninle vakit geçirmek istiyorum. En azından bir haftalığına. Hem Hatay'da ki Titus Tünelini çok merak ediyorum, hiç gitmedim."
Dudaklarını belli belirsiz birbirine yasladı, ne cevap vereceğini bilemedi. Asker olması buna engel oluyordu. Ne kadar çok istese de bana evet diyebilmekte zorluk çekiyordu.
"Sen çok mu istiyorsun benimle vakit geçirmek?" Bakışlarım hala ona bakmaya devam ederken, kızaran yanaklarımla önüme indirdim.
"Hım hım. El ele dolaşmak, Akdeniz kıyılarında koşmak istiyorum."
"Hayali bile güzel" dedi Ömer Asaf.
Gülümsedim. "Cevap vermedin."
Derin bir iç çekti, dudaklarını saçlarımın tepesine dokundurdu. "Seninle vakit geçirmek, el ele dolaşmak en çok istediğim şeyler arasında. Ama sözüm olsun. Askeriyede bir terslik ve bir görev olmazsa, bu hafta bütün gün seninim."
Yüzümde açan tebessüm kıkırdamaya dönüşürken, başımı kaldırıp ona baktım.
"Eğer senin için sorun olacaksa istediğin zaman da olur. Ama biliyorsun bir buçuk hafta kaldı ramazan ayına."
Kıkırdadı ve bedenini yana doğru çevirip, benim de pozisyonumu bozmama neden oldu. Tek dirseğimin üzerinde yan dururken, gözlerim gözlerine baktı ve ıslak saçlarım yatağa doğru salındı. Gözlerime hayran hayran bakan bakışlarına bakıp, elimi kaldırdım ve "ben çok şanslıyım biliyor musun?" deyip, yanağına yaslayarak fısıldadım.
Gülümsedi ve elimin üzerine elini yasladı. "Ben ne sevap işledim de Allah seni bana yazmış güzelim" deyince hızla eğilip gülüşünden yavaşça öpüp, geri çekildiğimde ise "kalbimi çaldın" dedim ve ekledim.
"Peki senin kalbini kim çaldı acaba?" dedim ve bu sefer ben kıkırdadım.
"Bilmem. Ayşe, Fatma, Selin, Burcu" deyince gözlerim kocaman açıldı, bedenim yatakta az buçuk doğruldu.
"Onlar kim ya!"
"Sadece bir isimden ibaret."
"İsimden ibaret bile olmasınlar. Hem İkra nerede!" diye sordum kıskançlığın bulaşmış olduğu sesimle. Ona öfkeli bakışlarla bakarken, kolunu belime dolayıp beni kendine çekmesiyle dudakları yanaklarıma dokundu.
"Burada" dedi ve ekledi. "Benim yanımda. Ait olduğu yerde. Kocasının, sevgilisinin, tek aşkının ve ilk aşkının yanında." Cümleleri ne kadar çok karnım da kelebeklerin uçuşmasına neden olsa da ciddiyetini bozmadım.
"Ha şöyle. Adam ol" dedim kendimi ona yanaştırıp, göğsüne iyice sokulurken. Çenesi başımın, saçlarımın tepesine yaslandı.
"Sen de benim ol."
"Ben zaten seninim" dedim ve iyice sarıldım ona.
"Evimize hiç gitmedik" dedi aniden kurmuş olduğu cümlenin ve sesinde ki şaşkınlık ile.
Dudaklarımı birbirine bastırdım, omuz silktim. "Ben çocuğumuz olunca o zaman oraya taşınırız diye düşündüm" dedim içimde ki fikri ona da beyan ederken.
"Çocuğumuz mu?"
Kaşlarımı çattım, başımı kaldırdım ve ona baktım. "Neden bu kadar şaşırdın?"
Gözleri gözlerimi buldu. "Çocuğumuz olacak mı?"
Yanaklarım kızardı. "E yani" dedim ve ekledim. "Bence anne baba olmayı hak ediyoruz. Ayrıca senin gibi bir oğlumuz olsa, hiç fena olmaz."
Başımı tekrardan göğsüne yasladım ve onun konuşan sesine kulak verdim. "Oğlumuz mu? Bence senin kadar güzel bir kızımız olsa hiç fena olmaz."
Omuz silktim. "Hayır. Seni benden başka hiç bir kız sevemez."
Kıkırdadı. "A a. Sen daha doğmamış, olmamış bebeğimizi mi kıskanıyorsun?"
"Hayır. Ben senin gibi yakışıklı bir oğlumuz olsun istiyorum. Merhametli, dürüst, sevgisi büyük bir erkek çocuk."
"Sağlıklı olsun, o bize yeter güzelim" dedi eli omzumu okşarken.
"Hım hım. Sağlıklı ve saygılı bir bebek, herşeyden daha güzel."
"Aynen öyle güzelim."
Derin bir nefes aldım ve kapanıp açılan gözlerime söz geçiremedim.
"Birlikte güzel bir uyku çekelim" dedim ve aniden sanki gözleri kapanıp giden ben değilmişim gibi gözlerimi büyütüp doğruldum.
Gözlerine baktım. "Sakın beni kaldırmadan gitme!"
Güldü, dudaklarını kulaklarıma yaklaştırıp, kalın bir sesle fısıldadı. "Yarın bütün gün seninim."
"Gerçekten mi?" .
"Gerçekten."
Yatağa bıraktım kendimi. Onun yarın bütün gün yanımda hissedecek olmam beni tebessüm ettirirken, gözlerimi açıp kapadım ve ona sıkıca sarıldım. Lakin aklıma gelen düşünceyle başımı kaldırdım.
"Time yeni biri gelmişti, Feyza. Ona ne oldu, düğündede göremedim."
"O başka time gönderildi. Niye bilmiyoruz ama kendi istemiş. İyi bir askerdi" dedi ve derin bir nefes alıp, sıkıca sarıldı bana. Pek fazla kafama takmayıp, mırıldandım.
"İyi geceler Ömer Asaf."
"İyi geceler Erik gözlüm."
Dudakları şakağıma dokundu ve biz birlikte güzel bir uykuya daldık.
Bölüm Sonu...
Eveeeett! Nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir, çünkü ben yazarken hem beğendim, hem sevindim.
Oy vermeyi unutmayın, hoşçakalın.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
42.88k Okunma |
2.97k Oy |
0 Takip |
56 Bölümlü Kitap |