Beklettiğim için kusura bakmayın sevgili okurlarım. Kitappad biraz ağır çalışıyordu, bu nedenle giremedim doğru düzgün. Yeni bölümle geldim, şimdiden satır arası yorumlar yapıp, oy verirseniz çok memnun olurum. Teşekkür ederim.
...Lorensi size keyifli okumalar diler...
Bölüm Otuz Üç - Acı Ve Tatlı
Yazar
Ayşe hanım sabah erkenden yatağından kalkar kalkmaz, mutfağa kahvaltı hazırlamak adına girmişti. Mutluydu çünkü anneanne olmanın heyecanı vardı içinde. Kızı İkra gelmişti dün, bugün ise Sedef gelecekti. Bir anne evlatlarını bir arada, yanında görmekten başka ne isteyebilirdi ki?
Evlat bambaşkaydı. Anneler bazen kızar, azarlar hatta terlikle vururlar ama her zaman evlatlarını canından bile çok severlerdi. Ayşe hanımda öyleydi işte. Bugüne dek hiç bir çocuğuna bir kez bile vurmamış olsa bile, evlatlarının hata yapmaması için baya kızardı. Böylelikle hepsini terbiyeli ve merhametli yetiştirmişti.
Kahvaltı hazırlamaya başlarken, misafir odasının yanmayan peteğine kuruması için asmış olduğu mutfak önlüğünü almaya gitmek için misafir odasına ilerledi. İkra ve damadının uyuyor olduğunu bildiği için, sessizce kapıyı araladı, aynı koltukta beraber birbirine sarılı bir şekilde yatan ikiliye bakıp, şaşkınlıkla dudaklarını araladı. Tülbentini iyice başına bağlayıp, kızına sızlayan gözleriyle baktı. Onun mutluluğuna şahit oluyordu ve bu bir anne olarak onu fazlasıyla mutlu ediyordu.
Ömer Asaf kollarını arkadan İkra'nın beline dolamış, burnunu saçlarının içine gömmüştü. İkra ise elleriyle Ömer Asaf'ın kollarını sarmış, iyice göğsüne yaslamıştı sırtını. İkili sessiz sessiz uyumaya devam ederken, Ayşe hanım ilerledi, üzerlerinden düşmüş pikeyi alıp, yavaşça üstlerine örttü, önlüğü alıp, odadan son kez kızına bakıp çıktı ve kapıyı yavaşça kapadı.
Bir anne, sadece evladının mutlu olmasını ister. Acı cekmesini ve yahut üzülmesini değil. İkra'nın mutlu olduğunu herkes görüyordu. Yanında Ömer Asaf varken ne kadar mutlu olduğunu herkes fark ediyordu. Herkes onun bu kadar mutlu olacağını düşünmüyordu bile. Çünkü evlilikten hep kaçan biriydi İkra. Hep kaçtı, durmadan istemiyorum deyip durdu. Meğer kendine iyi gelen birini bulup, onunla yeni bir yuvaya adım atmak demekmiş evlilik. Birbirine sırlarını paylaşan, yeri geldimi kavga edip, yeri geldimi birbiriyle gülen iki insanın yaşadığıymış evlilik.
Menemen yapmak için ocağa tavayla yağ aldı, soğanları ve biberleri doğradı. Kızgın yağa atıp, menemeni yapmaya başlarken, kapı ağzından mutfağa giren ve esneyerek kendisine bakan Eda'ya döndü Ayşe hanımın bakışları.
“Günaydın anne.”
“Oy! Günaydın güzel gelinim.”
"Yarım edeyim" diyerek kayınvalidesinin yanına yaklaştı, ikisi el birliğiyle kahvaltı hazırlamaya başladı.
“İkra kalkmadı mı?” diye sordu salatalık ve domates doğramaya koyulmuşken.
“Yok kızım. Valla ikiside uyuyordu. Hem inanır mısın, bir yatağı boşuna açmışım” deyince Ayşe hanım, Eda kaşlarını çatarak annesine baktı.
“Nasıl yani?”
“İkisi aynı koltukta yatıyorlardı” dedi gülerek.
Eda’da kıkırdamaya başlayınca, başını gülerek salladı ve Barış’a olan aşkını düşündü. Hızla domatesleri doğrayıp, Barış’ın katılacak olduğu duruşmaya geç kalmaması için mutfaktan çıkıp odasına girdi ve yatakta uyuyan eşine baktı. Yavaşça ilerledi, eşinin yanına oturup, ona doğru eğildi ve dudaklarını dudaklarına yaslayarak gözlerini kapadı. Barış, dudaklarına değen dudaklarla bakışlarını yavaşça açtı, Eda tam doğrulacağı vakit buna izin vermedi ve kollarını eşinin beline dolayıp, dudaklarını öptü. İkiside gülümseyerek ayrıldıktan sonra, Barış'ın doğrularak “sabah öpücüğü öyle mi?” demesiyle Eda bir kez daha başını salladı.
“Öyle” dedi ve eğilip bu sefer onun yanağına bıraktı sıkı bir öpücük.
“Seni çok seviyorum.”
“Hayrola güzelim, ölecek miyim yoksa?” diye alayla sorunca Barış, Eda kaşlarını çatmadan edemedi.
“O nasıl söz? Sakın bir daha böyle konuşma” dedi ona parmağını sallayarak. Akabinde gözlerinin içi sızladı ve dudaklarını birbirine bastırdı. Bir anlığına, sadece bir saniyeliğine onun olmadığını düşündü. Selim'i düşündü ve yutkundu.
“Aşkım?” dedi Barış, ellerini kaldırıp sevdiği kadının yanaklarına yaslarken.
“Sana birşey olmasın tamam mı? Hiç bırakma bizi. Sana birşey olursa biz ne yaparız? Kim bize bakar, sahip çıkar?” deyince Eda, Barış buruk bir şekilde gülümsedi ve Eda'yı kendine çekerek sıkıca sarıldı.
“Şşt… Ben son nefesime kadar yanınızda olacağım. Sabah sabah böyle konuşma.”
Eda başını salladı, sıkıca sarıldı kocasına. “Seni çok seviyorum. Selim’de ben de seni çok seviyoruz . Hem Selim dün baba dedi biliyor musun!”
“Şaka yapıyorsun!”
Barış öyle bir yükseltti ki sesini, oğlunun uyanmasına neden oldu. Sevinçle ayağa kalktı, beşiğe yaklaştı.
“Gerçekten baba mı dedi?" diye sordu uyanan oğlunu kucağına alarak.
“Oğlum?”
Selim bir babasına, bir annesine bakıp, aniden sanki babasının bu anı beklediğini hissetmiş gibi “ba-ba” demesi bir oldu.
“Baba dedi! Valla baba diyor!”
“Sanırım bunu duymayan bir tek sendin” diyerek oturduğu yataktan kalkıp, eşi ve oğlunun yanına yaklaşarak gülümsemeye devam etti.
“Ya aslan oğlum benim! Yerim seni ya” deyince Barış, Eda gülerek yanlarında durdu.
“İk-da.”
“Ana! İkra da diyor” deyince Barış, Eda bir kez daha gülümsedi. “Hemen hemen tek heceli kelimeleri söyleyebiliyor. Bir de ikra diyor, sanırım özledi halasını.”
Barış oğlunun yanaklarından sıkı bir öpücük alıp, “halayı uyandırmaya gidelim mi?” diye sordu oğluna ve eşofmanlarıyla odasından çıktı.
“Bak şimdi içeri koyacağım, yürüyor ya, gitsin uyandırsın, biz de kapıdan izleriz” deyince Barış, çoktan misafir odasının kapısının önüne gelmişlerdi. Kapıyı yavaşça araladı, aynı yatakta beraber yatan ikiliye bakıp gülümsedi ve Selim’i yere bıraktı.
“Bak, hala orada, hadi git uyandır” diye fısıldadı oğluna. Ardından kenara çekildi, Selim paytak paytak yürüyerek tam koltuğun yanına gidip, “İk-da” demesiyle İkra ufak bir hareketlenme yaşadı ama uyanmadı. Selim o küçük işaret parmağını kaldırıp, İkra'nın alnına dokunmasıyla İkra'nın gözleri yavaş yavaş açıldı ve Selim’in bir kez daha “İk-da” demesiyle İkra gözlerini daha da büyüttü.
“Hii! Ya yerim seni, sen uyandın mı?” dedi ve kapıda ona bakan abisini ve yengesini fark eder etmez hızla Ömer Asaf’ın kolları arasından çıkıp, onunda uyanmasına neden oldu. Kızarmış yanaklarıyla Selim’e doğru eğildi ve yataktan kalkıp onu kucağına aldı.
“Ya senin İkra diyen dillerini yerim ben!” deyip, yeğenini öptü sıkıca.
“Günaydın uykucular” diyerek içeri girdi Barış ve Eda.
“Ha-da!”
“Ya hala diyor bana!” dedi İkra sevinçle, Selim ile birlikte etrafında döndü.
Ömer Asaf uykulu gözlerini ovuşturdu, İkra'nın gülen yüzüne gülümseyerek baktı.
“Halan yesin seni!” dedi onu yanaklarından sıkı sıkı öpüp, göğsüne bastırırken. Selim ufak bir inilti çıkarınca, İkra gülerek onu yere indirdi ve bir kez daha öptü.
“Ya yerim seni ama!” deyip, doğruldu ve eşofmanlarını düzeltip öyle baktı abisine ve yengesine.
“Günaydın” dedi ve bakışları bir kez daha misafir odasının boydan camına doğru ilerleyen ve ellerini cama dayayarak durmadan "ba-ba!" diyen Selim’e kaydı.
“Baba diyor bir de” dedi İkra saçlarını kulağının arkasına alıp, Ömer Asaf’a dönerek.
“Günaydın.”
Ömer Asaf gülümsedi, “günaydın” dedi ve yataktan doğruldu.
“Hadi kalkın, kahvaltı hazır olur” deyince Eda, ilerledi ve oğlunu kucağına alıp, Barış’la birlikte çıktılar odadan. İkra derin bir nefes aldı, yüzünde ki gülümsemeyle ayakta duran Ömer Asaf’a döndü.
İkra Bozdağ
“Kahvaltı yap, öyle çık olur mu?” diye sordum.
Başını salladı, elleri başımın etrafına dolandı ve kolları sıkıca sarıldı bana.
“Göreve gideceğim, ararsan açamayabilirim” deyince, dudaklarımı birbirine yasladım ve başımı salladım.
“Döner dönmez ara beni. Ayrıca eve gidip, sıcak bir duş aldıktan sonrada dinlen hemen” dediğimde başımı ona doğru kaldırmıştım.
“Hımm” dedi beni onaylarcasına. Derin bir nefes aldı ve dudakları alnıma dokundu.
“Seni özleyeceğim.”
“Ben de seni” dedi ve ayrıldık. Üstünden tişörtünü çıkardı, o kıyafetlerini giyerken, ben yatakları topladım. Toplayıp, koltuklarıda kaldırdıktan sonra çarşafları ve pikeleri koltuğun üzerine bıraktım güzelce.
O kemerini pantolonuna geçirdi, ben ise dün giymiş olduğum beyaz elbisemin üzerine süveterimi geçirdim, yakalarımı düzeltip, saçlarımıda geriye attım ve derin bir nefes aldım.
“Prensesim benim” diyen Ömer Asaf’a baktım. “Valla çok seviyorum seni” deyince, kaşlarım çatıldı ve yüzümde sıcak bir tebessüm peyda oldu. Tam karşısına ilerledim ve “prensim benim” diyerek dudaklarımı yanağına bastırdım.
“Ben de seni çok seviyorum” deyip, elini tutarak okşadım.
“Hadi kahvaltı yapalım."
Odadan birlikte çıktık. Kahvaltı masası yavaş yavaş hazır olurken, Ömer Asaf banyoda elini yüzünü yıkadı ve ben de mutfaktan masaya kahvaltılık çektim annem menemen ile ilgilenirken. Elimdeki doğranmış domates ve salatalıkları masaya koyarken, tekrardan mutfağa ilerledim. O sırada kordirdan salona geçen Ömer Asaf’ın yanağımdan makas almasıyla bir kez daha gülümsedim.
Baban odasından çıkıp, İlker’de abimlere eşlik ederken salonda küçük bir muahbbet açıldı ve sohbet etmeye başladılar. Derin bir nefes aldım ve annem menemeni masaya götürürken, ben de çayı aldım. Çayı da masaya bırakıp, annemin babamlara dönmesiyle “hadi bakalım” demesi bir oldu. Dördü birden ayaklandı, Selim'in kahvaltıya uzanan o küçük ellerine gülümsedim ve abim onunla birlikte yerine oturdu, o vakit kaybetmeden uzanıp bana doğru "ha-da" demesiyle herkes küçük bir kahakaha serbest bıraktı.
“Abi oğluna sahip çık, yoksa ansızın yerim onu” dediğimde, herkes bir kez daha gülmüştü.
“Al senin olsun” dedi abim ve ardından "hayatta oğlumu vermem" diyerek göğsüne bastırdı.
“Değil mi oğlum? Korkma, baban seni bu cadı halana vermez.”
"Cadı mı?" diye sordum çatılan kaşlarımla. Abim göz kırparak gülümseyince, gözlerimi devirerek ben de güldüm.
Ömer Asaf ayakta kaldığında, ona döndüm ve “otursana” diyerek sandalyeyi gösterdim.
O da oturdu ve ben de yanına otururken, abimin “Sedef ne zaman geliyor?” değişiyle annem ona baktı yerine otururken.
“Akşama doğru, saat yedi sekiz gibi. Okula gidecekmiş her ikiside. Ama ben dedim, yatıya geleceksiniz” dediğinde annem, dudaklarımı birbirine yasladım.
“Biz gidelim o zaman. Hem bir gece kaldık, yer de yok-”
“Oy! Kuzum, duymamış olayım. Yer var, siz yine misafir odasında yatarsınız, ben onlara ablan ve senin odanda yer yatağı açarım, siz merak etmeyin” deyince annem, Ömer Asaf’a baktım ve yutkundum. Tekrardan anneme döndüm.
“Ömer Asaf gidecek zaten bugün. O bir geceliğine geldi.”
Tüm bakışlar Ömer Asaf’a döndü. Ben sadece Eda'ya söylemiştim bunu ama diğerleri bilmiyordu. Böylelikle biraz şaşırmış olabilirlerdi.
“Niye oğlum, kalsaydın?”
“Göreve gideceğim, dönüşte eve gelince duş alacağım, bir de yorgunluk” deyince Ömer Asaf, babamın "burada alırsın" demesiyle annem elini uzatıp koluna dokundu alttan babamın.
“Tamam oğlum. Sen nasıl rahat edersen, ama yine de geldin sağolasın. Allah işinizi rast getirsin, sizi düşmana mağlup etmesin inşallah” dedi ve herkes topluca bir “amin” diyerek kahvaltısına başladı.
Kısa süren kahvaltıdan sonra Ömer Asaf çoktan ayaklanmış, babamlarla vedalaşmış ve kapı ağzından ayakkabılarını giyiyordu
“Dikkat edin” dedim omzunu kapı ağzına yaslayıp, ona üstten bakarken.
“Sen de güzelim, dikkat et kendine.”
“Görevden döner dönmez ara beni tamam mı? Bak beni merakta bırakma Ömer Asaf. Yoksa konuşmam seninle” dediğimde, onun yüzünde çapkın bir gülümseme meydana geldi. Doğrulup derin bir nefes aldı, elleri yanaklarıma yaslandı ve okşadı. Dudakları alnıma değerken, ellerim bileklerine yaslandı ve yanaklarımı avucuna bastırdım.
“Allah'a emanet ol” dedim ve o başını sallayıp, merdivenlerden inmeden önce bana el salladı. Ardından inip evden çıktı. Kapıyı kapatıp, içeride çıkmak üzere olan babama baktım ve annemin ona kurmuş olduğu cümleyi işittim.
“Çocuğa niye burada alırsın diyorsun? Çekiniyor, sen de öyle deyince olmaz Fehmi” dedi annem ve ben her ikisine gülümseyerek baktım.
"Hanım sen de abartma. Tamam çekiniyor ama burası onunda evi sayılır. Nasıl İkra onların evinde kalıyorsa, o ev İkra'nın sayılıyorsa, Ömer Asaf’ta bu evin ferdi sayılır" deyince babam, her ikisine de kollarımı açarak ilerledim.
“Sizi çok seviyorum!”
“Oy! Canım kızım.” Babamın saçlarımı okşayışıyla başımı omzuna yasladım.
“İyiki varsınız.”
“Sen de iyiki varsın bizim meleğimiz.”
🎻
Akşama doğru annemler sıcak bir çaydan sonra meyve yemeğe koyulmuşken, hava ilkbahar ayında olmamıza rağmen bulutluydu. Ben ise Eda'yla birlikte yan yana oturmuş, meyve yiyor ve televizyon seyrediyorduk. Genelde pek sevmezdim ama bugünün haberlerinde neler var neler yok kontrol edelim dedik.
“Eda, güzel kızım sesini açsana biraz, ne diyor şu haber?” diyen annemle, Eda haber kanalının sesini açtı ve örgü örmeye başlamış annem, gözlüklerinin üstünden ekrana baktı.
“Evet sayın seyiricler, bir son dakika haberiyle karşısındayız. Mardin'in Suriye sınırlarına yakın yerde bir patlama meydana geldi. Orada yer alan, özel kuvvet timleri olaya el atmış olsalarda, maalesef ki acı haber bizlere ulaştı. Terör unsurları tarafından meydana gelen şiddetli patalamada üç askerimiz şehit oldu.”
Kalbimde hissettiğim ani keskin sızıyla gözlerimin içi ansızın sızladı. Elimdeki meyve parmaklarımın arasından tepsiye düştü ve bakışlarım koltuğun üzerinde yer alan telefonuma ilişti.
“T-telefonumu uzatır mısın anne?”
Annem örgüsünü bıraktı, bana telefonumu uzatıp, elini ağzına yasladı.
“Vah vah. Allah ailelerine sabır versin. Allah'ım sen evlatlarımızı koru."
Eda'nın kulaklarıma ilişen "amin" sesiyle ben Ömer Asaf’ın telefonunu çaldırdım. Açmıyordu. Daha doğrusu telefon çalmıyordu.
“Aradığınız kişiye şuan da ulaşılamamaktadır lütfen daha- ”
Telefonu kapattım ve aniden kendimi ayakta buldum. “Ömer Asaf açmıyor.”
“Korkma kızım, duymuyordur.”
Gözlerimin içi sızladı ve sesim titredi. “Bugün göreve gidecekti. Açmıyor telefonunu beş saat geçti aradan” dediğimde, benimle birlikte ayağa kalkan annemin bana korkuyla bakan yüz ifadesine baktım.
“Unutmuştur belki” diye yatıştırmaya çalışan Eda'ya çevirdim bakışlarımı.
“Açmıyor. Şehit diyor” dedim gözlerimde biriken yaşlar benden akmak için izin isterken. Bakışlarım televizyona kaydı ve birbiri ile acı haberi konuşan iki kadına baktı.
“Ağzını hayra aç İkra. Konuşma öyle,” dedi annem ve ben yutkunmadan edemedim.
Eda hızla başka bir kanala verip, tekrardan haber kanalının üzerinde durdurunca, kumandayı alıp sesini açtım.
“Mardin'in sınırlarına yakın yerde terörler tarafından şiddetli bir patlama meydana geldi. Olay yerine intikal eden Türk askerlerinin vermiş olduğu bilgiye göre,” diyen haber spikerinin sesini biraz daha açtım ve bir yandan telefonumla, telaş içinde Ömer Asaf’ı arayıp durdum.
“Açmıyor” deyince, spikerin, “üç askerimizin şehit olduğu haberini aldık” deyişi kalbimin ağzımda atmasına neden oldu. Elim göğsüme yaslanırken, gözlerimin sızlamasına engel olamadım.
“Açmıyor anne” dedim bir kez daha Ömer Asaf’ı ararken. Ömer Asaf açmayınca, ben daha da endişelenip, bu sefer Veysel’in telefonunu çaldırdım. Telefonun bir dakika boyunca çalmasından sonra açılmaması beni daha da korkuttu.
“Açmıyorlar anne! Hiç biri açmıyor,” dedim ve annemin yanıma oturan bedeninin beni sarmasıyla gözlerim daha da sızladı. Kendimi ne ara koltuğa bıraktığımın farkında bile değildim.
Derin bir nefes aldım ve Eda’nın kumandayı elimden alıp, televizyonun sesini daha da açmasıyla elim kalbime yaslandı.
“Askerlerimizden aldığımız habere göre, şehit olan askerlerimizin isimleri, Üstçavuş, Kerem Kaydın. Üstçavuş Ali Oyuk ve son olarak tim komutanlarından üsteğmen Ömer” dedi ve bedenim kendi kendiliğinden ayağa kalktı. Gözlerimden ardı ardına yaşlar düşerken, spikerin “Güneş” demesiyle tutmuş olduğum nefesimi serbest bıraktım, akan göz yaşlarımla kendimi koltuğa bırakınca, çıkan sessiz hıçkırıklarım etrafa yayıldı.
“O-of!” Nefes almakta zorlanırken, küçük ve sessiz hıçkırıklarım salonu doldurmaya devam ediyordu.
“Tamam kızım, sakin ol. Bak o değilmiş, Allah'a şükür o değilmiş kızım.”
Başımı iki yana salladım, telefonuma sarıldım. “Ya soy ismini yanlış söylediyse. Açmıyor anne telefonunu” dedim hıçkırıklarımın arasından. Derin nefesler almaya çalıştım ama zor da olsa almayı başarabildim.
“Açar kızım. Niye yanlış söylesinler, açar” deyince, aniden telefonumun çalmasıyla arayanın Ömer Asaf olduğunu görünce bedenim bir kez daha ayağa kalktı.
“Ömer Asaf!”
“Güzelim.”
Hıçkırıklarım ardı ardına yükselirken, konuşamadım bile. Annem elimden telefonu aldı, hoparlöre alıp beni koltuğa oturttu ve ben yüzümü ellerimin arasına alırken, o konuşmaya başladı.
“Oğlum.”
“Anne? Ne oldu kötü birşey mi oldu, İkra niye ağlıyor?”
“Oğlum haberlerde şehit gördü. Spiker Ömer deyince korktu,” dedi annem ve Ömer Asaf’ın aniden telaşlı sesi duyuldu.
“Tamam. Tamam ben iyiyim, ben iyiyim telefonu İkra'ya verir misin anne?”
“Duyuyor oğlum seni.”
“İkra, ben iyiyim güzelim. Eve gidiyordum, ben görevden çoktan döndüm, merak etme ağlama tamam mı?” Burnumu çektim, ellerimle göz yaşlarımı sildim ve derin nefesler alıp verdim. Aradan geçen bir dakikanın ardından telefona baktım.
“T-tamam. İyisin değil mi?”
“İyiyim. Gerçekten iyiyim, görevden döneli yarım saat oldu, telefonumu sessizden çıkarmayı unutmuşum, yoldayım, yanına geliyorum tamam mı?”
“D-dikkatli gel” deyince, onun gülümsediğini hissettim.
“Tamam güzelim. On dakikaya oradayım.”
Annem telefonu kapattı, ağlayan bana baktı ve saçlarımı okşadı. “Üzülme kızım, iyiymiş işte. Sesinide duyduk” dedi annem ve ben başımı sallayarak onun göğsüne yaslandım. Aradan geçen dakikaların ardından ağlamaktan dolayı gelen uyku hissiyle gözlerimi kapadım ve yavaşça kendimi uykunun kollarına bıraktım.
🎻
Yazar
Ömer Asaf eve gelir gelmez apartmana girip daireye çıktı ve kapı açıldı, açılan kapıyla Ayşe hanıma baktı.
“Selamünaleyküm” dedi ve ayakkabılarını İkra'yı bir an önce görmek adına hızla çıkardı.
“Aleykümselam, hoş geldin oğlum.”
“Hoş buldum. İkra nerede?”
“Uyuyor oğlum. Ağladı, korktu oğlum valla” deyince, Ömer Asaf “nerede?” diye sordu içeri girerek.
“Misafir odasına yatağını açtım, abisi gelince içeri götürdü, yatıyor” deyince Ayşe hanım, Ömer Asaf başını salladı ve yavaşça misafir odasına doğru ilerledi. Kapıyı açtı, koltuktaki yatakta öylece yatıyor olan İkra'ya baktı.
“Baban iki saate gelir, ben yemek yapamadım, yemek yapayım oğlum, sen İkra'nın yanında ol tamam mı?” diye sordu Ayşe hanım.
“Merak etmeyin, ben buradayım” diye fısıldadı ve kapıyı yavaşça Ayşe hanımın mutfağa ilerlemesiyle kapadı. İkra'ya doğru ilerledi, yanında diz çöküp onun o güzel yüzüne baktı. Gülümsedi ve içinde ona alan büyük aşkı hissetti.
“Ölürüm senin için” diye fısıldadı. “Kurban olurum sana” dedi ve yavaşça doğrulup, ceketini çıkardı, çantadan eşofmanlarını giyip yatağa yanına yattı arkasına geçerek. Kolları yavaşça beline dolandı, göğsünü sırtına yaslayıp, saçlarından sıkı bir öpücük çekti. Ardından o da gözlerini kapadı ve birlikte uykuya daldı sevdiği kızla.
🎻
Hissettiği hareketlenme ile ikiside gözlerini açınca, İkra beline dolanmış kollar ile hızla omzunun üzerinden arkasına baktı ve Ömer Asaf’ın ona bakan ela gözleriyle denk geldi.
“Ömer Asaf!”
Kolları hızla boynuna dolandı ve göz yaşları bir kez daha aktı gözlerinden. İkra'nın dudakları boynuna dokundu Ömer Asaf’ın, iki kere öptü. Ömer Asaf dokunuşundan ürperip, eliyle onun yanağını okşadı ve doğrulmadan birbirine sarıldı ikili.
“Sana birşey oldu sandım.”
“Şşt… İyiyim. Birşeyim yok” dedi ve ayrılıp sevdiği kıza baktı. İkra hiç beklemedi ve onun dudaklarına yasladı dudaklarını. Korkuyla, aşkla ve özlemle öptü sevdiği adamın dudaklarını. Ömer Asaf’ın kolları onun beline dolandı, kendine yasladı ve dudaklar birbiriyle konuştu.
Aradan geçen bir dakikanın ardından geri çekilen İkra, kızaran yanaklarıyla sevdiği adama baktı. Ömer Asaf elini kaldırdı, önüne düşmüş saçlarını geriye attı ve sevdiği kızın yanağını okşadı.
“Korkuttum seni. Özür dilerim, şehit haberini alınca aklımdan tamamen çıkmış. Ama burada yer alan askeriyedeki timden değildi.”
İkra dudaklarını birbirine yasladı, “ne zaman geldin?” diye sordu titreyen sesiyle.
“Yarım saat var. Ablanlar yoldaymış, annen Eda'ya söylerken duydum az önce” dedi ve İkra bu cümleyle birlikte yavaşça doğruldu.
“Onlara yardım etsem iyi olacak” dedi ve burnunu çekip, Ömer Asaf’ın bedenini süzdü.
“Bu gece de burada kalsan. Birlikte uyusak, yarın eve dönsek olur mu?” dedi ve dudaklarını sevdiği adamın dudaklarına yasladı. Geri çekildi, gözlerine baktı.
“Bu saatten sonra git desende gidemem ki” diye fısıldadı Ömer Asaf. Eğilip, İkra'nın açıkta kalmış boynuna sulu bir öpücük bıraktı ve kendini yatağa, başını yastığa yasladı.
“Biraz uyusam olur mu? Duş da almam gerek” dedi.
“Alırsın. Sen dinlen, ben çantaya ne olur ne olmaz, duş alırsın diye iç çamaşırı koymuştum senin için. Veririm sana onları, sen alırsın. Annemden de temiz havlu isterim, olur değil mi?” dedi ve ayağa kalktı.
“Olur güzelim.”
İkra koltukta duran pikeyi aldı, Ömer Asaf’ın üzerine örttü yavaşça. Ömer Asaf’ın gözlerinde hüzün ve üzüntü var gibiydi. Şehit olan askerler içindi bu üzüntü. Tabi şimdi tüm Türkiye elbette üzülmüştü.
Eğilip alnına dudaklarını yasladı, “dinlen” diyerek odadan yavaşça çıktı. Elleriyle akmış ve kurumaya doğru yol almış yaşlarını kuruttu, mutfağa, Eda'nın yanına yaklaştı. Annesi balkondan dışarıya bakıyordu.
“Daha iyi misin?”
“Hım. Onu gördüm, daha iyi oldum” deyince İkra, Eda buruk bir şekilde gülümsedi.
“Ay dışarı bahar ayında değilde, kış ayında gibi hissettiriyor” diyerek içeri giren Ayşe hanım, İkra'yı ayakta görünce yüzünde tebessüme peyda oldu.
“Güzel kızım. Nasılsın, daha iyi misin?” İkra utancından kızardı, başını salladı ve “iyiyim anne” dedi.
“Ben de Sedef’lere bakıyordum. Nerede kaldılar diye” dedi Ayşe hanım ve tam o vakit mutfağa Barış girdi.
“Güzelim.”
Omzunu İkra'nın omzuna değdirdi ve kolunu kaldırıp, omzuna attı.
“Nasılsın?”
“İyiyim. Sen nasılsın?”
“İyiyim güzelim. Sedef’ler gelmedi mi?”
“Yok oğlum, aradım yoldayız dedi ama bilmiyorum. Valla şimdiden söyledim burada kalacaksınız diye, kabul ettiler.”
İkra Bozdağ
Yüzümde buruk bir tebessüm peyda oldu. Burnumu çektim, anneme baktım.
“Ömer Asaf nerede?” diye soran abime çevirdim başımı tekrardan.
“Yatıyor, yorgun. Hem şehit vardı, üzgündü biraz. Ayrıca o da burada kalacak" dediğimde bakışlarım anneme dönmüştü.
“Oh! Ne güzel, kalsın kızım!”
“Yarın gideceğiz.”
Hepsi başıyla onayladı beni ve kapı çaldı.
“Aha! Valla geldiler!” Önce annem koştu mutfaktan kapıya doğru, sonra biz ilerledik arkasından. Annem kapıyı açar açmaz, ablamın “biz geldiiik!” diyerek içeri girmesiyle anneme sıkı sıkı sarılması bir oldu. Hemen arkasından, üstünde ceketi ve beyaz gömleği ile, güzel siyah bir pantolonuna uyum sağlamış kombini ile içeriye eniştem girdi.
“Öpeyim anne” deyince, annem her zaman ki gibi izin vermedi ve ona da, aynı Ömer Asaf’a sarıldığı gibi sıkı sıkı sarıldı.
“İkroşum!”
O bana doğru koşarken, ben de ona dogru koştum. Ablamı en son piknikte görmüş olmama rağmen yine de çok özlemiştim. Ve o şimdi iki canlıydı.
Kollarım bedenine dolandı ve sıkı sıkı sarıldım ona. “Ablan yer seni!” dedi ve benden ayrılıp abime baktı.
“Barış?”
Ona da sıkı sıkı sarılıp, derin bir nefesin ardından Eda'ya da sarıldı. Eniştem abime, ardından bana ve Eda'ya selam verince, herkes içeriye geçti ve bebek hakkında küçük bir sohbete başladı. Ardından babam geldi, aradan yarım saat geçince, İlker eve giriş yaptı. Ömer Asaf hala uyuyordu ve onu uyandırmaya hiç niyetim yoktu.
Ablam ve babam yan yana oturmuş, baba kız birbirine sarılırken, eniştem tebessüm ederek onları izliyordu. Erkek kardeşim Kerem ise komşunun oğluyla oynamak için gittiği daireden gelmiş, yanıma oturmuştu. Herkes bir araya toplanmışken, mutfakta yemekle ilgilenen annemin yanına ilerledik ben ve Eda.
“Temiz havlu var mı?”
“Var var, ne için?”
“Ömer Asaf duş alacak uyanınca. Hazır edeyim dedim” dedim ve birlikte mutfağa girdik. Annem eşarbını düzeltip, bize gülümseyerek salona giderken, yengem bana döndü.
“Banyodaki dolapta, hemen en üstte turuncu bir havlu var. O temiz, kimse kullanmadı.”
Teşekkür ederek başımla onayladım, derin bir nefesin ardından yemeklerle ilgilendik. Tam o vakit mutfak masasının üzerinde duran telefonumun çalmasıyla arayanın Akel olduğunu gördüm. Telefonumu alıp balkona çıktım ve hızla açıp kulağıma yasladım.
“Alo?”
“İkra. Nasılsın canım?”
“İyiyim, sen nasılsın canım?”
“İyiyim ben de, teşekkür ederim. Birşey söyleyecektim. Ömer Asaf evde mi?”
Kaşlarımı çattım. “Evet, annemlerdeyiz.”
Ellerimi balkonun korkuluklarına yasladım ve ne diyeceğini merakla bekledim.
“İkra. Cihan kapıma dayanmış, sen gelmeden gitmeyeceğini söylüyor. Konuşmak istiyormuş” deyince, bedenime ansızın bir korku yerleşti ve ben derin bir nefes aldım.
“Şuan orada mı?”
“Evet. Babam evde değil, şehir dışına çıktı ve kendisi kapıma dayanmış, seninle konuşmak istiyor. Biliyorum çok saçma birşey istiyorum senden ama lütfen şu geri zekalıyı başımdan al İkra. Komşular yanlış anlayacak.”
Ömer Asaf’ın geçen akşam benimle sırf onun yüzünden tartışmış olduğunu bilmek ve şimdi Akel’in benden böyle birşey istiyor olması. O Cihan evliliğimi bozacak. Buna eminim, bu gidişle evliliğim bozulacak. Ömer Asaf’tan izinsiz nasıl gidebilirim ben oraya? Gidemem...
“İkra?”
Telefondan gelen Akel’in sesiyle başımı olumsuzca salladım ve “Akel” dedim.
“Ben gelemem. Geçen evime çiçek gönderdi ve Ömer Asaf’la sırf bu yüzden tartıştık. Şimdi yatıyor, ben ondan habersiz gelemem. Evliliğim zedelenecek. Ömer Asaf’ın bana olan güveni azalacak. Yapamam” dediğimde Akel’in derin bir nefes çektiğini işittim.
“Bu buradan gitmiyor. Artık söyleyesen mi babana? En azından o uzaklaştırır” dediğinde gözlerim kocaman açılmıştı.
“Asla. Babam bana kızar. Ayrıca rezil olurum” dedim ağlak bir sesle.
“Kapatmam gerek İkra. Bu biraz daha burada durmaya devam ederse, bıçakla dalacağım üstüne” dedi ve “görüşürüz” diyerek benim görüşürüz dememi beklemeden telefonu kapadı. Derin bir nefes aldım, dudaklarımı birbirine yasladım ve başımı olumsuzca sallayıp, kendimi balkonda ki koltuklardan birine bıraktım.
Dizlerimi kendime çektim, sağ yanağımı başına yerleştirip gözlerimin sızlamasına engel olamadım.
“Allah'ım sen yardım et. Lütfen Allah'ım sen bana yardım et. Al onu başımdan Allah'ım.”
Hayatım boyunca bu kadar zorlandığımı düşünmemiştim. Ömer Asaf’ı bu kadar çok severken ondan birşey saklamak istemiyorum. Bunu yapmak istemiyorum. Onu çok seviyorum ve bunu yapmaktan nefret ediyorum. Ondan birşey saklamak beni huzursuz ediyor ve sanki arkasından iş çeviriyormuşum gibi hissettiriyor-ki öylede oluyor.
“İkra? Ne yapıyorsun ablacım?”
Ablamın mutfağa giren bedenine baktım, başımı dizlerimden kaldırıp derin bir nefes aldım.
“Oturuyorum.”
“Tek başına mı?”
Dudaklarımı birbirine yasladım. “Hım hım.”
“Morelin bozuk gibi?”
Burnumu çektim, dudaklarımı daha sıkı yasladım birbirine.
“Anlatmak ister misin?”
Ona Cihan’dan elbette bahsetmeyecektim ama biraz konuşmak bana iyi gelebilirdi.
“Canım sıkkın” diye başladım.
“Evlilik yaramadı galiba sana” diyen ablama buruk bir şekilde gülümsedim.
“Yok. Öyle değil. Aslında bana çok iyi geldi. Ömer Asaf'la yan yana özgür bir şekilde gelmem, gülümsemem çok iyi geliyor. Sadece korkuyorum” diye devam ettim.
“Neyden?”
Gözlerimin içi sızladı. “Her şeyden.”
Bana baktığını fark ettim ama bakışlarım önüme baktı. “Buna neden olan ne?”
“Bilmiyorum abla. Herşey üstüme üstüme geliyor, korkuyorum. Haberlerde şehit haberi duyar duymaz aklıma Ömer Asaf geliyor. Yanımdan ayrılmasın istiyorum, sürekli yanımda olsun istiyorum. Ben ona birşey olsa yaşayamam” dedim ve gözlerimden akan bir iki damla yaşı hızla silip ablama baktım.
“Onsuz nefes alamam. Çünkü bunu hissediyorum. Her gün göreve giderken ben korkuyla bekliyorum. Kendi değilde şehit haberi gelir diye yüreğim ağzımda atıyor” dedim ve akan bir iki damla yaşımı bu sefer silmedim.
“Sen yoksa… Pişman mısın?”
Düşünmedim ve başımı olumsuzca salladım. “Değilim. Asla pişman değilim ve olmayacağım. Onu çok seviyorum. Hem de çok.”
Aniden beni yavaşça omzuna çekip, kollarıyla sarması bir oldu. Sessiz hıçkırıklarım balkonda yükseldi, neyse ki balkon kapısının kapalı olmasından dolayı sessiz sessiz ağlayabiliyordum ablamın omzunda.
“Korkma. Eğer kaderde yazılıysa, ölüm her yerde İkra. Buna kimse engel olamaz. Moralini bozma, hem bak kocan içeride yatıyor. İyi, sağlıklı, güçlü ve seni seviyor. Bundan daha güzel ne olabilir ki?” dediğinde, onu bir iki saniye düşündükten sonra başımla onayladım.
“Seviyor değil mi?” diye sordum saçma olduğunun farkında olduğum halde.
“Elbette. Hadi şimdi toparlan. Şimdi balkona Ömer Asaf girse, seni böyle görse yanlış anlar. Bu yüzden toparla kendini, ablan ve yeğenin yanında" diyerek elini karnına yaslamasıyla yüzümde ansızın kıkırdama meydana geldi.
“İnşallah sağlıkla doğar.”
“Amin.”
🎻
Balkonda ablamla oturup, sohbet etmeye devam ederken açılan balkon kapısında beliren Abimle gülümsedim.
“Ne yapıyorsunuz?”
“Hiiç, dertleşiyorduk” diye yanıtladı ablam ve abim kendini hemen karşımızda ki koltuğa bıraktı.
“Bensiz mi? İkra ne oldu abicim yüzün solgun gibi?”
Burnumu çektim, ablama bakıp buruk bir şekilde gülümseyip tekrardan önüme indirdim başımı. Dizlerimi kollarımla sardım, yutkundum.
“Korkuyor.”
Ablam konuşmaya başlayınca, kızaran yanaklarımı gizlemek adına başımı dizlerimin üzerine yasladım. Abimden biraz utanıyor olabilirdim. Sonuçta o bir erkekti.
“Neyden?”
“Ömer Asaf’a birşey olmasından. Yani bugün haberlerde şehit-”
“Tamam. Tamam konuşmayalım, İkra sende korkma abicim. Ecel bu, her zaman kovalar peşimizi ve ölüm ansızın gelir. Buna sen engel olamazsın.”
Cümlelerine karşı başımı kaldırdım, yutkundum ve olumluca salladım.
“Akşama tabu oynuyoruz, burada” dedi ablam ve bakışlarım hızla ona döndü. En sevdiğim oyun olduğunu biliyordu.
“Öyle mi?”
“Evet.” Yüzümde heyecanlı bir gülümseme peyda olduğunu gören ablam, “ha şöyle” dedi ve “kötü düşünme hep gülümse” diye ekledi.
Bir kez daha gülümsedim. Abimde bize bakıp, gülüşümüze eşlik ederken, aradan geçen dakikaların ardından hep birlikte salona geçmiştik. Baran eniştem daha rahat oturabilmek adına üstünü eşofmanları ile değiştirmiş, hatta abim, İlker ve babamda eşofmanlarını giymiştiler. Ömer Asaf hâlâ yatıyorken, yeğenim Selim ve altı yaşındaki erkek kardeşim Kerem’de yatıyordu. Evet altı yaşına girmişti. Annemler, henüz Kerem küçük olduğu için sadece bir pasta kesmiş ve hediyeler almıştık ona. Büyüyünce elbette ona güzel bir kutlama yapacaktık. Hem seneye okula başlayacak olması bile güzel bir duyguydu.
Koltukta oturmuş, babamların sohbetini dinliyordum. Dün akşam ki maç hakkında sohbet ediyorlar, Babamın koyu Beşiktaş olması, Baran eniştemin ise Fenerbahçeli olması birbirine zıt düşmelerine neden oluyordu. Herkes oturmuş, annem mutfakta, akşam yemeği için son tabakaları hazırlıyordu. Aniden açılan misafir odasının salona bakan kapısına baktım, Ömer Asaf’ın uykudan yeni uyanmış gözleriyle kapıdan çıkmasıyla, yaslanmış olduğum koltuktan doğruldum, ona gülümseyerek baktım.
“Ooo! Oğlum, hoş geldin.”
Babam ayağa kalkarken, Ömer Asaf’ın onlara doğru ilerlemesiyle Baran eniştemde ayaklandı, hatta abim ve İlker’de.
“Hoş buldum,” dedi Ömer Asaf ve babama sarıldıktan sonra, hemen Baran enişteme baktı.
“Bacanak.”
İkisi birbirine gülümsedi, tokalaşıp, selamlaşırken, Ömer Asaf abim ve İlker’e de sarıldı.
“Görev nasıl geçti? Şehit varmış” deyince babam, Ömer Asaf başını salladı, “vatan sağolsun” dedi ve sesindeki üzüntüyü belli etmedi. Ama ben anlayabiliyordum.
“Allah’ tan rahmet, ailelerine sabır eylesin Allah” deyince babam, herkes topluca bir “amin” dedi. Herkes tekrardan yerlerine oturdu, Ömer Asaf oturmuş olduğum koltuğun tek kalmış boş kısmına oturdu, omzu omuzuma değerken, bana bakarak yavaşça eğildi ve “duş almam gerek” dedi.
Ömer Asaf görevden her döndüğünde mutlaka duş alması gerekiyordu çünkü rahat edemiyordu. Şimdiye kadar dayanmış olması bile mucizevi bir şekilde garipti. Onu, beş ay boyunca sözlü kalmış olmamızdan dolayı epey tanımıştım.
Derin bir nefes aldım, kısık sesle ona bakarak konuştum. “Yemek yiyecektik, hızlı çıkar mısın?” diye sordum.
“Hemen çıkarım, sen bana bir havlu ver, ben iki dakika da çıkarım” dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı salladım. Tam dudaklarımı aralayacağım vakit, babamın "ne oldu oğlum?" diyerek Ömer Asaf’a bakmasıyla Ömer Asaf bir babama bir bana baktı.
“Duş alması gerek baba, görevden yeni geldi alamadı, onu söylüyordu.”
Ömer Asaf’ın yüzünde açan belli belirsiz tebessümü fark eden ve salona giren annem oldu.
“Alsın kızım. Banyo müsait, o duş alana kadar pilavda suyunu çeker” dedi ve ben başımı sallayarak ayağa kalktım.
“Ben havlu vereyim sana” dediğimde Ömer Asaf çoktan kalkmış, arkamdan banyoya doğru geliyordu.
İkimiz birlikte banyoya girdik, kapıyı bilerek açık bıraktım ve banyoda ki banyo dolabına ilerleyip, Eda'nın turuncu havlunun temiz olmasını söylemiş olmasıyla onu elime alıp Ömer Asaf’a uzattım.
"Bu temiz bunu kullan, ben sana iç çamaşırıda getireceğim, eşofmanların temiz zaten" dedim onu baştan aşağı süzerek. Bir eliyle havluyu tutarken, diğeriyle enseme dokundu ve yaklaşıp, dudaklarını alnıma dokundurdu.
“Teşekkür ederim.”
“Rica ederim sevgilim” dedim ve banyodan çıkıp, odaya geçtim, Ömer Asaf’ın iç çamaşırlarını alarak tekrardan banoyaya, ona götürdüm. O duş almaya başlarken, biz yavaş yavaş masayı kurduk. Erkekler içeride sohbet ediyor, biz kadınlar masayı kuruyorduk. Yemekleri tencereler ile birlikte yemek masasının kenarların taşıdık, servis tabakalarınıda getirdikten sonra son olarak suyu almak için mutfağa ilerledim ve koridora girdim. Tam o sırada Ömer Asaf duştan çıkmış, elindeki küçük havluyla saçlarını kurulayarak banyonun kapısını kapatıyordu. İlerleyip önünde durdum ve ona alttan gülümseyerek baktım.
“Hızlısın.”
“Sadece sana yavaşım” diye fısıldadı. Yanaklarım kızarmış olsada, bakışlarımı gözlerinden kaçırmadım ve işaret parmağımı çıplak koluna dokundurdum. Üstüne eşofmanlarını giymiş, yine o yakışıklı yüzüyle bana bakıyordu.
“Üşütme, hasta olursun.”
“Üzülür müsün?”
“Hım hım. Kahrolurum. Sana abimin hırkalarından vereyim, giyer misin?”
Dudaklarını birbirine yasladı ve aniden salondan koridora giren Eda'ya döndük. Eda yanımızdan gülerek geçip mutfağa gireceği vakit, onu ben durdurdum.
“Yenge. Abimin ince hırkalarından vardı, bir tane veriri misin Ömer Asaf’a?" dediğimde, o hemen başını sallayıp "tabii" diyerek mutfağa girmeyi es geçip, odasına girdi, kısa süre sonra yanımıza geldi.
“Al bakalım,” deyince, elindeki siyah, ince hırkayı ondan aldım.
“Teşekkür ederim.”
O mutfağa girdi, ben elimdeki hırka ile Ömer Asaf’a döndüm.
“Hadi giy bakalım, üşütme.”
Gülümsedi. Ben ona hırkayı tutarken, o elimden alıp, üzerine geçirdi hızla. Ardından çaktırmadan alnıma küçük bir öpücük bıraktı ve birlikte salona ilerledik.
🎻
Ailemle güzel bir yemeğin ardından, babam geç saatlere doğru yatağına girmiş, annem ise çayını bitirdikten sonra o da odasına çekilmişti. İlker ise telefonunu almış, odasına girmiş ve bir daha da çıkmamıştı. Kiminle konuşuyor olduğunu az çok tahmin ediyor olsamda çaktırmıyordum.
Ben, Ömer Asaf, ablam, Baran eniştem, abim ve Eda balkonda oturuyor, ablamın getirmiş olduğu tabu oyununa bakıyorduk. Karşılıklı ikili koltuklardan birine ben ve Ömer Asaf, diğerine abim ve Eda oturmuştu. Hemen geniş balkonda yer alan iki koltuklu sandalyeyi ise masanın etrafına çekmiş, eniştem ve ablam oturmuştu. Kendimi Ömer Asaf’ın göğsüne yaslamamak için zor tutuyordum.
“Evet, şimdi herkes eşiyle grup. A, B, C grubu olarak ayrılalım. Barış siz A olun, İkra siz B ve son olarak biz de C. Yasaklı kelimeler söylemek yok, süremiz kumların aşağı düşüşü bitene kadar” dedi ve elindeki kum saatini yan bir şekilde masaya bıraktı.
“Barış ve Eda. İlk siz” deyince ablam, abim “ben anlatırım” diyerek ayağa kalktı ve Eda masada bulunan çayından bir yudum alıp, abime döndü.
Baran eniştem hemen yanında durmuş, onu kontrol edecekti.
“Evet. Baş…La!”
“Eda, biz şimdi seninle nerede tanıştık?”
“Parkta.”
"Evet, parkta neler var?”
"Oyuncak, salıncak! Kaydırak!”
“Say say, böyle inip kalkan birş-”
“Tahterevalli!”
“Doğru!” dedi eniştem ve ablam biraz daha sessiz olmaları için el işareti verdi.
Abim tam ikinci kelimeyi anlatacağı vaki
t pas demesiyle tüm kelimeleri neredeyse pas geçti ve süre bitti.
“Süre bitti!”
"Çok zor kelimeler var" dedi abim söylenerek.
"İtiraz yok" deyince ablam, abim gülerek ona döndü.
“Olsun, bir puan da iyidir.”
Abim gülerek yerine otururken, ablam bize baktı.
“Hanginiz anlatacak.”
Ömer Asaf'la birbirimize baktık, o "ben anlatırım" diyerek ayağa kalkınca, heyecanla bekledim. Üstünü düzeltti, Baran eniştemin elinde ki kartlara baktı ve ablam kum saatini çevirdi.
“En sevdiğimiz tatlı?”
“Kazandibi!”
“Doğru.”
“Oooo!”
“Ben uzun süreli bir göreve gideceğim gün yanına, hastaneye gelmiştim ve ceketimin cebine bak demiştim hatırladın mı?”
Başımı salladım. “Evet!”
“Cebinde ne vardı?”
“Çiçek!”
“Türü neydi?”
“Papatya!”
“Doğru!” .
Ben heyecanla yerimde hareketlenirken, Baran eniştem yeni bir kağıt gösterdi ve Ömer Asaf “heh!” diyerek bana baktı.
“Cennet değil-”
“Cehennem!”
“Doğru!”
“Oooo!”
“Bak şimdi bana güzelim. Biz buraya gelmeden önce bizim eve kim gelmişti?”
“Misafir.”
“Eş anlamlısı?”
“Konuk!”
"Yerim seni" diyen Ömer Asaf ile herkes ona dönünce, abim ve Eda kıkırdadı ve benim yanaklarım kızardı.
"Kıvanç Tatlıtuğ'nun oynadığı bir dizi vardı böyle eskilerden?" diye sorunca Ömer Asaf, kaşlarımı çattım ve "Aşk-ı memnu mu?" diye sordum.
"Evet. Orada ki başrol kadın oyuncunun adı neydi?"
"Şey... Şey" dedim dilimin ucunda olan ismi telaffuz edemeyip.
"Hadi İkra" deyince Ömer Asaf. "Dur hatırlayacağım" dedim ve ablamın "süre bitmek üzere" demesiyle Ömer Asaf'ın "sütlü çikolata değil bir diğeri"dedi ve işte o an ampul yandı beynimde.
"Ve süre bit..."
"Bihter!"
“Süre bitti!”
“Söyledim” dedim ablama bakarak.
Ömer Asaf ve abim aynı anda "söyledi" deyince, ablam kabul etti ve biz beş doğruyla öne geçmiş olduk. Ömer Asaf yanıma tekrardan yerini aldı, elini belime atıp, beni kendine çekerek tebrik amaçlı sarıldıktan sonra geri çekildi ve biz ablamla eniştemin macerasını izledik.
Onlar iki doğruyla yerine oturunca, galip gelen bizi tebrik ettiler ve biz yavaş yavaş çaylarımızı içip, çekirdek çıtladık. Derin bir nefes alıp, erkekler kendi aralarında konuşuyor, biz ise kendi aramızda.
“Keman çalamıyoruz” dedim Eda'ya doğru eğilip, çekirdek çıtlamaya devam ede ede.
“Bence sen çok güzel çalıyorsun. Ama elbette çalmak daha da geliştirir.”
Dudaklarımı birbirine yasladım, başımı salladım. “Okul nasıl gidiyor abla?” diye sordum bu sefer ablama.
“İyi ablacağım. Güzel gidiyor, Akel’i görüyorum, sohbet ediyoruz bazen” dedi. Evet ikisi aynı okulda görev görüyor oldukları için karşılaşmaları gayet normaldi.
“Yoğun o da baya. Okulun sonlarına yaklaşıyoruz” dedim ve arkama yaslandım koltukta. Gözlerime uyku çoktan bulaşmıştı. Ömer Asaf’ın kolu, kendisi bana bakmadan yavaşça belimin arkasından dolandı ve sarılmak ister gibi bir hareket yaptı. Burada abim ve eniştem vardı. Ablam hiç beklemediğim bir anda eniştemin göğsüne başını yaslarken, ben öylece baktım. Eda'da yavaşça abime yaslandı, ben elimdeki çekirdekleri usulca kenara bıraktım ve her ikisine yutkunarak baktım. Acaba bende yaslansamıydım Ömer Asaf’a. Çünkü şuan çok istiyordum onun o kaslı, sıcak göğsüne yaslanmayı.
Hem abim ve ablam İlker gibi bu konuda pek fazla şey değillerdi. Bu nedenle ben bir kez daha arkama yaslandım ve kendi aralarında konuşan ikililere bakıp, başımı Ömer Asaf’ın göğsüne yasladım. O kolunu belime doladı, beni kendine yasladı ve gözlerim uykuyla kapandı ama bilincim henüz açıktı.
“Uykun mu geldi?” diye soran abimin bana sorup sormadığına bakmak için gözlerimi araladım ve gözleriyle buluştu bakışlarım. Hızla doğrulmak istedim ama abimin "bozma bozma" demesiyle kızaran yanaklarımla bir kez daha Ömer Asaf’ın göğsüne yaslanıp, “uykum geliyor” dedim.
“E hadi yatalım o zaman, geç oldu zaten” dediğinde ablam, kolundaki saatine bakıyordu.
“Doğru, geç oldu.”
Herkes ayaklandı, ben masanın üstünde yer alan çekirdek ve çay tabaklarını alacağım vakit, ablamın "sen bırak, biz hallederiz" demesiyle başımı ister istemez salladım ve balkondan “iyi geceler” dileyerek çıktım.
“İyi geceler.”
“İyi geceler.”
Ömer Asaf'la birlikte odaya girdik, o yavaşça koltuğa oturuken, ben üstümdeki süveteri çıkardım.
“Yorgun görünüyorsun?” diye sordum elbisemi de çıkartıp, kenara bırakmış olduğum eşofmanları giymeye koyulurken.
“Yorgunum çünkü” dedi ve kendini sırt üstü koltuğa bıraktı. İkimizde bir koltukta yatacağımız için, diğerini açma zahmetine girmeden eşofmanlarımı giydim, kendimi yanına bıraktım ve başımı koluna yaslayarak elimi göğsüne bıraktım.
“Dinlenelim. Ama hasta olacak gibisin?” diye sordum bu seferde.
“Doktorum yanımda, bu bana yeter” dedi ve pikeyi üzerimize çekti, kolları sıkıca sarıldı bana. Birlikte derin bir uykuya daldık.
🎻
Gözlerimi açtığımda Ömer Asaf’ ı yanımda görememiş olmam ile kaşlarımı çattım ve saat sabahın dördü olduğunu, hemen yanı başımda ki, yerde duran telefonumun ekranına bakarak fark ettim. Odanın açık kapısına bakıp, üzerimden pikeyi kenara ittim ve hızla ayaklanıp, koridora çıktım. Yanan banyonun ışığı ile o tarafa yaklaştım ve aralık kapıdan içeri girip, Ömer Asaf’ ın klozetin başında öğürdüğünü fark ettim.
“Ömer!”
Kısık çıkan sesimi dikkate alıp, önüme düşen saçlarımı kulaklarımın arkasına attım ve hızla yanında eğildim.
“Ne oldu?”
“Ben iyi değilim” dedi halsiz çıkan sesiyle. Bugün eve gelişinden, koltuğa oturmasından ve yatmadan önce konuşmasından belliydi iyi olmadığı. Elimi alnına attım, başını tuttum. Yalnız yüksek ateşi hisseder hissetmez büyüyen gözlerimi ondan gizlemeye çalıştım, “ateşin var” dedim kısık sesimle.
“Farkındayım.”
Ayağa kalktı, sifona bastı ve lavaboda elini yüzünü ıslattı. Yan tarafta ki havluyu alıp, ona uzatarak kurulamasına yardımcı oldum. Havluyu aldığım yerine bıraktım ve banyodan çıkıp, odaya doğru yürüdük. Yolda, yüksek ateşten dolayı sendeleniyor olsa da midesini üşütmüş olmasından dolayı kusmuştu.
Yüzümde ki endişeyi gizlemeye çalışarak, koltuğa yatan ona baktım.
“İyi misin sevgilim?”
“İyiyim iyiyim. Kusunca daha iyi oldum.”
“Hala ateşin var” dediğimde elimi kaldırarak ateşini kontrol ettim. Var olduğuna kanaat getirip, başımı sallayarak elimi tekrardan geri çektim ve elini tutup üst yüzeyini okşadım. Akabinde yanına oturdum.
“Tekrar kusma ve midenin bulanma şansı çok yüksek. Sen doğrul, tişörtünü çıkarayım.”
Sözümü hiçbir zaman ikiletmediği gibi şimdi de ikiletmedi ve doğrulup, tişörtünü eteklerinden tutmama ve üzerinden çıkarıp kenara atmama izin verdi. Omuzlarından destek vererek tekrardan yatmasına yardımcı olup, dudaklarımı birbirine yasladım. Elimi kaldırdım, nemli göğsüne dokundurdum ve sıcaklığı hisseder hissetmez elimi alnına attım.
Saçlarını geriye doğru atıp, yanına dirseğimin üzerine eğildim. “Ellerin şifa gibi.”
Gülümsedim. “Böyle iyi geliyor mu?”
“Fazlasıyla. Hem sen benim tek ilacımsın” diye konuştu sesinde ki halsizliği belli ederek.
Ellerimle saçlarını okşamaya devam ettim. Avucumu yanağına doğru yasladım ve baş parmağım ile yanağını okşadım. Başını yana doğru çevirdi, dudaklarını avucumun içine denk getirip bir öpücük aldı. Ardından tekrar yanağını yasladı.
“Böyle olmaz Ömer Asaf. Ateşin yükselecek, üstünü aç” dedim o üzerine pikeyi çekeceği vakti.
“Üşüyorum güzelim.”
“Hastaneye gidelim mi? Sana serum taktırayım iyi gelir.”
“Doktorum sensin ya. Şifa sende saklı.”
Kaşlarımı çattım. “Nasıl yani?”
Başını bana doğru çevirdi, kusursuz ve aşık olduğum gözleriyle gözlerime baktı ve dudaklarıma kaydı. Yavaşça doğruldu ve beklemediğim bir anda dudaklarını dudaklarımın üzerine yasladı. Gülerek dudaklarımı dudaklarının üzerinde beklettim, belime dolanan koluyla bir kez daha dudaklarının üzerinde gülümsedim. Utanarak geri çekildim ve başımı boynuna gömdüm belli belirsiz birşeyler mırıldanarak.
“Ne oldu?” dedi kıkırdayan sesiyle. “Utandın mı?”
Başımı kaldırdım, ona bakmadan usulca salladım. “Ben aylarca o dudaklara dokunmayı bekledim. Şimdi benden utanıp, o kalemle çizilmiş kusursuz dudaklarını benden saklayamazsın.”
Yanaklarımın yeteri kadar kızardığına emin olup, bakışlarımı ondan kaçırdım. Derin bir nefes aldım, yutkundum ve gözlerine çevirdim başımı. Boynuna ve omuzlarına değen saç uçlarımı, elini kaldırarak parmağının başına doladı ve ateşten dolayı halsiz yüzüyle bana bakmaya devam etti.
“İyi görünmüyorsun.”
“İyiyim güzelim. Hem ben nadiren hastalanırım, geçer yarın sabaha kadar. Akşam duş alıp uyudum ya. Ondan oldu herhalde.” Dudaklarımı birbirine yasladım, başımı salladım.
Eğilip, açıkta kalan omzuna küçük bir buse kondurup, “hasta olmana gönlüm el vermiyor” diye fısıldadım ve elimi göğsünün üzerine yerleştirdim.
“Benim de senin bana böyle bakmana gönlüm el vermiyor. O güzel gözlerin hep gülsün Erik gözlüm” dedi ve aklına birşey gelmiş olacak ki, bu sefer gülümsedi.
“Hem” dedi ve elini kaldırıp, saçlarımı kulağının arkasına yasladı. “İyileşip, Hatay’a hasta gitmek olmaz değil mi?” dediği vakit kaşlarımı çattım, hızla dirseğimin üzerinden doğruldum ve ona şaşkınlıkla baktım.
“Bir dakika bir dakika. Yoksa...”
Kolu tekrardan belime dolandı ve beni kendine, göğsüne çekti. Yüzüm yüzüyle aynı hizaya geldi, “gidiyoruz” diye fısıldadı, dudaklarıma baktı. “Baş başa” deyip, küçük bir öpücük bıraktı dudaklarıma. Yüzümde açan tebessümü zerre gizleme gereği duymayıp, sıkıca yanağına küçük bir buse kondurdum ve başımı göğsüne yasladım.
“Sana çok aşığım Ömer Asaf… Sana çok aşığım sevgilim… Seni çok seviyorum. Teşekkür ederim” dediğim vakit kıkırdamasıyla elleri saçlarıma dokundu.
“Sana aşığım hırçın kız.”
Kıkırdadım. “İyi ki varsın.”
“Sen de…” dedi ve elleri saçlarımla oynamaya devam ederken ekledi. “Güzelim.
Bölüm Sonu...
Eveeeett! Nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir. Bir sonra ki bölüm tatilde geçecek. İkilimiz tatile gidiyor. Gerçekten bu ikiliye bayılıyorum.
Hele ki Ömer Asaf fena benim için. Konuşmalarıyla, tavırlarıyla. Yani bu kitabı ben yazmamış olsam, Ömer Asaf'ı yazan kişiyi tebrik ederdim gerçekten böyle bir karakter yazdığı için.
Bilmiyorum Ömer Asaf'ı aranızda beğenmeyen var mı?
Bence yoktur gibi, timi'de çok seviyorum. Son zamanlarda sahnelerde yoklar ama ilerleyen bölümlerde elbette gelecek. Sizdaha durun bakın neler neler olacak, spoiler vermek yok sevgili okurlarım. Kendi adıma. konuşuyorum. djdhdjjfdjjd çünkü dayanamayıp verecek gibi oluyorum ama son an da vazgeçiyorum.
Neyse fazla konuştum dhdhhdhd görüşmek üzere, yarın yeni bölüm burada sizlerle. Tşk ederim kendinize iyi bakın.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
42.88k Okunma |
2.97k Oy |
0 Takip |
56 Bölümlü Kitap |