Bugünde güzel bir bölümle geldim. Umarım beğenirsiniz, şimdiden iyi okumalar dilerim.
Instagram hesabım: lorensilorensi_0
...Lorensi size keyifli okumalar diler...
Bölüm Otuz Dört - Tatilin En Güzeli
“Çocuklar, dikkat edin bak!” diye seslendi Sevda hanım arkamızdan. Ben arabanın kapısını, Ömer Asaf' ın anne ve babasının elini öptükten sonra açtım ve içeri geçmeden gülümsedim. Annemlerden bu sabah kahvaltı yapmış ve evden çıkmıştık. Vedalaşmadan çıkmak istememiştik.
Ömer Asaf “hadi Allah'a emanet” diyerek arabaya binip, silahını torpidoya yerleştirerek benim de geçmem ile bana gülümsedi. Evin bahçesinden, kornaya basarak ayrıldık.
Sevda hanım elinde ki tasın içinde bulunan suyu arkamızdan atarken arkama yaslandım ve bu güzel yolculuğun bir an önce bitmesini istedim.
“Başlasın mı doktor hanım yolculuk!”
“Başlasın üsteğmenim” dedim arabanın camını açıp, saçlarımın uçmasına izin vererek.
Ömer Asaf sabah biraz daha iyi olduğunu belirtmiş, şifanın yine benim dudaklarımda olduğunu söylemişti. Öyle ki kalkar kalkmaz, öpücüğünü eksik etmemişti. Onunla bir haftalığına tatile çıkıyor olmak beni heyecanlandırıyordu. Bir nevi balayı gibi birşeydi. Ama ben bu yolculuğu balayı olarak görmüyor, onunla bol bol dilediğim kadar vakit geçirecek olduğum bir hafta olarak görüyordum.
Gözlerimize güneş gözlüklerimizi yerleştirdik, radyodan bir müzik açtık. Sırayla, kısık sesle hoş ve aşk dolu müziklerin çalıyor olmasıyla Ömer Asaf sürekli bana bakıp duruyor, onu önüne dönmesi için uyarıyordum.
Önüme daha rahat yaslandım, otobana çıkan yolda camı hafif kaldırdım.
“Karşıma çıkan ilk benzinliği bana hatırlatır mısın güzelim, benzin alacağım?” Onu başımla onayladım, telefonumdan gelen İlker’ in bildirimine baktım.
“Çıktınız mı otobana?”
Gülümsedim ve evet yazdım.
Ömer Asaf kısa süre sonra ilk benzinlikte hatırlatmama gerek bile kalmadan dururken, birlikte arabadan indik ve arabanın deposu dolana dek kapıları kilitleyip, markete ilerledik. El ele markete girerken, elime küçük bir sepet aldım, yol boyunca bizi önümüze çıkan ilk restoranda dek tok tutması için bir kaç paketli gıda almaya koyuldum.
Ben Ömer Asaf' tan ayrılıp, gözüme çarpan yiyeceklerden ikişer tane sepete atarak, içecek reyonuna yaklaştım ve iki şişe su ve bir kaç meyvesuyu alıp sepete attım.
“İkra?”
“Buradayım!” diye seslendim beni arayan Ömer Asaf' a gözükmek için reyonun arkasından başımı uzatarak.
Yanıma yaklaştı, kolunu omzuma attı ve gülümseyerek baktı. “Neler aldın?”
“Atıştırmalık.”
Kıkırdadı. “Ben ödeyeceğim. Sakın benden habersiz ödeme, lavaboya girip geleceğim.”
Kıkırdayarak başımı salladım ve yanağına öpücük kondurmak için parmak uçlarımda yükseldim. Şakağıma dudaklarını yasladı, lavaboya girip çıktı ve aldıklarımı o kasada ödeyip marketten ayrıldık. Tekrardan arabaya yerleşip, aldıklarımıza bakarken, poşetin içinden bir şişe su çıkardım ve poşeti arkaya koltuklara bıraktım. Derin bir nefes aldım, suyu kana kana içip, köşede çevirme olduğunu fark edince yutkundum.
“Çevirme var,” dedim, polislerin bizi kenarda durdurmuş oldukları arabanın yanına çekmemizi işaret ederken. Ömer Asaf arabayı durdurulmuş olan araçların arkasına çekti, elinde büyük bir tabletle yaklaşan trafik polisi ile konuşmak için camı araladı. Trafik polisi yanımıza gelene dek, Ömer Asaf bana döndü, elini elime uzattı.
“Sakin ol. Birşey yok” dediği vakit, buruk bir şekilde gülümsedim.
Arkama rahatça yaslanıp, yanımıza yaklaşan trafik polisine baktım. Diğer araçlarla bir diğer polis ilgileniyordu. Ben hep böyle şeylerden endişelenen bir insandım. Ne olur ne olmaz birşey çıkar diye.
“Beyfendi kimlik ruhsat görebilir miyim?”
Ömer Asaf önce torpidoyu açtı, ruhsatı çıkardı ve geri kapattı. Polise elindekini uzatıp, onun sisteme giriş yapmasıyla “Ömer Asaf Bozdağ” dedi ve ekledi. “Yolculuk nereye Ömer Asaf bey?” diye sordu.
“Hatay’a, bir haftalığına tatile.”
“Kimlik” deyince polis, Ömer Asaf asker kimliğini uzattı, polisin aniden yüz ifadesinin değişmesine neden oldu.
“Oralar sıcaktır üsteğmenim” dedi, kimlik ve ruhsatı tekrardan Ömer Asaf’ a uzatıp, “kusura bakmayın sol şeritten devam edebilirsiniz” diye ekledi.
“Estağfurullah, kolay gelsin” diyen Ömer Asaf, hemen araçların arkasından dikkatle ayrıldı ve diğer polislerede eliyle selam verip kornaya basarak karşılık aldıktan sonra yanlarından son sürat ayrıldı.
“Asker olmak ne güzel.”
Ömer Asaf güldü. “Neden?”
“Baksana trafik derdin yok. Kimliğini göster geç,” dedim ve arabanın yan aynasından arakama baktım. “Oradakiler hala duruyor” dedim gitgide uzaklaşan trafik polislerinin yanlarında ki arabalara bakarken.
Bir kez daha kıkırdadı. “Elbette askerlik güzel birşey. Ama her güzelin bir zorluğu vardır.”
Kaşlarımı çattım. “Sen zorlanıyor musun?”
Buruk bir şekilde yolu izlemeye devam ede ede gülümsedi.
“Evet” dedi ve ekledi. “Mesela şehit olmakta zorlanıyorum. Ne kadar çok istiyor olsam da nasip olmuyor” deyince kanım dondu, gözlerim korkuyla birbirinden ayrıldı. Yutkundum.
“Sen” dediğim vakit bakışları anlık benimkilerle buluştu, daha sonrasında tekrardan önüne döndü.
“Herkese nasip olmuyor sonuçta” dedi Ömer Asaf bu seferde.
“Neden tatile giderken böyle bir konu açıyorsun?” Sesimde ki titreyişi fark etmiş olmalı ki, bir kez daha gülümsedi.
“Eğer bana nasipse, buna engel olamam. Üzülme güzelim. Bak balayına gidiyoruz, şimdi unut dediklerimi.”
Ne kadar çok unutmak istesem de unutmadım ve yol boyunca onu düşünüp durdum. Yokluğunu. Bedenim ürperdi. İlerleyen yolun belirli bir noktasında durduk, Hatay usulü bir döner yiyip, yolumuza devam ettik. Ömer Asaf ve ben akşam üstü Hatay'a varırken, kocaman, yüzlerce odanın bulunduğu bahçeli otelin resepsiyonunda durmuş, tek katlı ev şeklinde ki odalara elimizdeki birer bavullarla bakıp duruyorduk.
Ömer Asaf resepsiyona doğru eğildi, “bir oda alabilir miyiz?” diye sordu.
“Tabii... Önceden rezervasyonunuz var mıydı?” diye soran hanımefendiye gülümseyerek döndüm.
“Hım hım, Ömer Asaf Bozdağ” dedi Ömer ve ona uzatılması gereken anahtarı sabırla bekledi. “Evet gördüm” diyen kadın arkasına uzandı, hızla bir anahtar alıp, “202 numaralı ev” diye söyledi. Ömer Asaf bir eliye valizi, diğer eliyle elimi tutarken önüme düşen saçlarımı geriye attım, odamıza, daha doğrusu eve doğru ilerlemeye başladık. Yolun vermiş olduğu yorgunluk, kendimi ona yaslamama neden olurken, onun kıkırdayışı kulaklarıma ilişiyordu.
Ömer Asaf odanın önüne geldiği vakit, kapıyı anahtarıyla açtı ve içeriye geçmem için alan tanıdı. Tek katlı ev modelinde ki odanın içerisi gayet geniş ve ferah kokuyordu. Gözlerim etrafta gezinmeye devam ederken, Ömer Asaf valizi içeri çekti, kapıyı yavaşça kapadı.
İçerisi iki ayrı bölmeden oluşuyordu. Kapının açılıyor olduğu bölme yatak odasıydı, diğer taraf ise banyo ve geniş bir jakuzi alanıydı. Hemen yatağın bulunduğu geniş bölümde gayet geniş, oturulacak koltuklar yer alıyor, odaya harika bir görünüm katıyordu.
Yüzümde açan tebessümü dindirmeden Ömer Asaf’ a döneceğim vakit, hızla havalanan bedenim ile dudaklarımdan küçük bir çığlık firar etti, kollarım hızla boynuna dolandı.
“Ne yapıyorsun?”
“Karımı yatağa taşıyorum. Ayrıca nasıl?” dedi ve etrafında dönerek beni de döndürdü.
“Harika” dedim odanın güzelliğini bir kez daha yoklayarak.
“Dışarıyı gezelim mi?” diye sorunca Ömer Asaf, dudaklarımı büzdüm ve istemsizce esnedim.
Başımı omzuna yaslayıp, kollarımla on sıkıca sarılırken, “yolun vermiş olduğu garip bir yorgunluk var. Ayrıca uykumda geliyor” dedim.
Ömer Asaf başka birşey demeden beni yatağa ilerletti, hızla beni dikkatle bıraktı ve ayaklarımda ki ayakkabıları çıkartmaya koyuldu.
“Madem yorgunsun, o zaman bugün sana hizmet edey-”
“Olmaz!”
“Neden?”
“Sen benim eşimsin. Bana hizmet edemezsin, ben de sana. Biz birbirimize eş olduk köle değil” dedim ve doğrulup ayakkabılarımı çıkarmaya koyuldum. Kıkırdayarak yanıma otururken, “sen bana hizmet edemezsin zaten. Buna izin vermem ama ben sana edebilirim.”
Güldüm. “Asla. İkimiz de birbirimizin gözünde eşitiz Ömer Asaf.”
Bu sefer o güldü. “O zaman” diye fısıldadı ve çıkarmış olduğum ayakkabılarımı yatağın aşağısına koydu ve “bugün sen bana hizmet etsen” diye fısıldadı.
Kaşlarım çatıldı, dudaklarım kıvrıldı. O ise ayakkabılarını çıkarıp, üzerime doğru eğilirken, gülerek küçük bir çığlık attım ve kollarımı boynuna doladım.
“O zaman bu gece dinlenelim” dedi ve eğilip boynuma küçük bir öpücük bıraktı. Çeneme değen yanağının vermiş olduğu ürperti ile yutkundum ve midemin kasılmasına engel olamadım.
Başımı salladım, onun kenara geçmesiyle kollarının beni sarması bir oldu.
“Tüh! Silahı arabada unuttuk.”
Doğruldum. “Sorun olur mu?”
“Umarım olmaz ama yanımdan ayırmamam gerekiyor.”
Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Sorun değil, torpidoda zaten. Alırım ben yarın sabah” deyince ona buruk bir şekilde gülümsedim ve göğsüne bıraktım kendimi. Kolumu karnının üzerinden diğer tarafa atıp, sıkıca yanağımı bastırdım kaburgalarına.
“Çok huzurlu değil mi?”
“Seninle her yer güzel” dedim başımı kaldırıp, yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra elimi yanağına atarak dirseğimin üzerinde doğrulunca.
Güldü. Önüme düşen saçlarımı tutup kaldırarak parmaklarıyla kulağımın arkasına usulca bıraktı ve yanağımı okşadı.
Parmağımı elmacık kemiklerinde gezdirdim. O yakışıklı ve kusursuz yüzüne. Tek bir lekenin olmadığı suratına baktım. O beni ben onu izledim bu sessizliğin huzur verdiği odada.
“Hiç düşünür müydün?” diye sordum.
“Neyi?”
Pozisyonumu bozmadan devam ettim. “Kaçırılan bir doktoru kurtarıp, sonrasında ona aşık olacağını ve evleneceğini.”
Nefesiyle güldü. Eli yanağımı okşamaya devam etti. “Ben seni ilk gördüğüm an anlamıştım benim olacağını.”
Kaşlarımı kaldırıp, bilmiş bir tavırla baktım ve güldüm. “Peki ya ben seni istememiş olsaydım.”
“Bence öyle bir sanşın yoktu.”
Kaşlarımı çattım. “Neden?”
“Bizim kaderimiz birbirine yazılmış. Eğer o kaçırılan Doktor sen olmasaydın biz elbet başka bir yerde karşılaşacaktık. Belki de ben hastaneye ağır yaralı bir asker olarak gelecek, seni gördüğüm an yine aşık olacaktım” dediğinde dudaklarımı hızla göğsüne bastırıp, ardından yanağımı yasladım.
“Üstümü değiştirecek takatim bile yok. Resmen oturmaktan yoruldum.”
“Değiştireyim mi?”
Aniden Ömer Asaf’tan gelen soruyla gözlerimi büyüttüm. “Hayır tabiki de. Yarın sabah değiştiririm.”
Kaşlarını çattığını hissettim. “Sen benden mi utanıyorsun?”
“Uyuyalım.”
“Anladım ben” dedi ve başını salladı. “İnsan kocasından da utanırmış meğer.”
“Ya..” dedim gereğinden fazla uzun tutarak.
“Uyu uyu.”
Darılmış mıydı?
“Darıldın mı?”
“Sen uyu uyu.”
“Ya hadi söyle darıldın mı?” dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek.
“Uyu güze-”
“Ömer Asaf” dedim anlık hiddetle ve doğrulup yüzüne baktım.
“Darıldın mı?”
“Hayır.“
Kaşlarım havalandı. "İyi. Eğer darılmış olsaydın, izin verecektim” diyerek tekrardan başımı göğsüne yatırdım.
“Ama darılmadım. Sana darılmak istemiyorum, sana kızmak, bağırmak, çağırmak istemiyorum. Sen benim eşimsin diye sana bağırmaya hakkım yok” dedi ve derin bir nefes aldı. Ardından kolları bedenime dolandı, yavaşça sarmaladı beni ve biz birlikte güzel bir uykuya daldık.
🎻
El ele Akdeniz kıyılarında geziyor, etrafı birlikte keşfediyorduk. Ömer Asaf üzerine beyaz bir gömlek, altına ise krem renginde bol bir İspanyol paça giymişti. Ben ise uzun delikli ince bir hırka giymiş, iç kısmına ise siyah bir tişört ve altıma da siyah, diz kapaklarımın altına uzanan bir tayt giymiştim. Başıma beyaz, yaz şapkamı almış, ayaklarıma ise parmak arası terliğimi giymiştim. Ayağıma değen deniz suyunun vermiş olduğu rahatlatıcı his, bedenimi yerinde titretiyordu. Ömer Asaf’ın elimi tutan elinin baş parmağı, derimi okşamaya devam ediyor, bir an bile durmaktan vazgeçmiyordu.
Kahvaltı için sahile yakın, açık alanda bulunan bir restoranda girdik. Herhangi bir masaya yaklaşıp, Ömer Asaf’ın sandalyemi çekmesiyle gülümsedim ve oturdum. Şapkamı çıkartıp, masanın boş kenarına bırakırken, o çoktan karşımda yerimi almıştı.
“Burası çok güzel.”
“Beğenmene sevindim.”
“Buyrun efendim, hoş geldiniz.”
Aniden yanımızda beliren garson ile Ömer Asaf serpme kahvaltı sipariş etti. Biz kahvaltıyı beklerken, aniden Ömer Asaf’ın telefonuna gelen mesaj dikkatimi çekti ve kaşlarım çatıldı. O masanın üzerinde yer alan telefonuna uzanacağı vakit, ondan önce ben uzandım ve alışveriş uygulamasından gelen mesaja baktım.
Aradığınız yeni bebek odası takımları mağazamızda mevcuttur.
Ağzım açık bakarken, bakışlarım bir ona, bir de ekranda seçmiş olduğu oda takımına kaydı. Henüz almamıştı ama sepetine eklemişti. Gözlerimin içi sızlamaya başladı ve yüreğim heyecanla attı. Yutkundum.
“Sen…” dedim.
“Ne gördün?”
Telefonu yavaşça ona çevirdim ve onun ekrana bakan gözlerinin bana atmış olduğu çekingen ve utanç bakışlarıyla uzanıp telefonu elimden almasıyla ekranını kapatması bir oldu.
“Öylesine bakmıştım.”
“Sen çok mu istiyorsun?” diye sordum ansızın.
Yutkundu. Gözlerime baktı ve başını usulca salladı. “Çok güzel olmaz mı?” dedi sesindeki istekle. Başımı düşünmeden salladım, “hem de çok güzel olur” dedim. Ama hazır mıydım bilmiyorum? Anne olmaya hazır ve emin olduğumu bilmiyorum.
Düz çizgi halini almış dudakları ansızın gülümsedi ve masanın üzerine yaslı elimi tuttu eli. Okşadı.
Birlikte güzel bir kahvaltının ardından restoranttan çıkmış, sahil boyunca el ele yürümüştük. Ardından kendimize uygun bir yer bulmuş, oturmuştuk.
Ben şezlonglardan birinde oturmuş, kollarıma yeni almış olduğum güneş kremini sürüyordum. Ömer Asaf denize girmiş, fazlasıyla iyi yüzerken, hemen yan tarafta ki şezlongta yerlerini alan mayolu kızlara bakıp, yutkundum. Bana atmış oldukları ters bir bakış ile, kendi kendime kıyafetimi süzdüm ve bacaklarıma geçirmiş olduğum siyah tayta baktım. Onların tipini kafama pek fazla takmayıp, Ömer Asaf bir başka dalışına ve yüzüyor olmasına gülümsedim. Kulaçları o kadar iyi atıyordu ki, sanki asker değilde yıllardır su üstünde yüzücüydü.
“Şu yakışıklıya baksana.”
Kulaklarıma ilişen kadın sesiyle bakışlarım hızla yan taraftaki şezlongta oturmuş mayolu iki kıza kaydı. Bakışlarını takip ettim, Ömer Asaf’ a baktım. Hızla yutkundum ve içimde oluşan ansızın gelen kıskançlığa söz geçiremedim.
“Şu karın kaslarına bak, Allah'ım. Nasıl yapmış kim bilir?” dediği vakit, bu sefer sert bir yutkunuş karşıladı bedenimi.
Ömer Asaf bir kez daha suya dalıp çıktı ve yüzmeye devam etti. Yanımdaki kızların bana dönen bakışlarıyla önüme döneceğim vakit, sarışın olanın mavi gözleri gözlerime bakarak “bir sorun mu var?” diyerek, ters ters sormasıyla kaşlarımı çattım ve nedense birşey diyemedim. Şuan içimde o kadar saf bir kıskançlık vardı ki, dudaklarımı aralayıp birşey diyemedim.
“Ay evli midir acaba?”
Bakışlarım parmağımda ki yüzüğüme kaydı. Hem alyansa, hem de tek taşa baktım.
“Ay bilemedim şimdi. Baksana ne kadar da yakışıklı.”
İkisi kendi aralarında konuşmaya devam etti, ben ise onları pek fazla kafaya takmayıp, Ömer Asaf’ı izlemeye devam ettim. O kusursuz vücuduna baktım. Askerliğin ne kadar yakışıyor olduğu o bedenine. Suyun yüzeyinde kendini serbest bıraktı ve kollarını her iki yana açtı.
“Bakar mısın?”
Aniden işittiğim sese döndüm. Sarışın kızın doğrulan bedeni bana bakarken, "efendim" diyerek döndüm ona ne kadar da bu terbiyesiz kızlarla konuşmak istemiyor olsam da.
“Bir sorun mu var saatlerdir erkek arkadaşımı izleyip duruyorsun?”
Sormuş olduğu sorunun altında yatan amacı anlamış değilken, dudaklarımı birbirine yasladım ve gözlerimi büyüttüm.
“Kusura bakmayın ama benim kimseyi izlediğim falan yok” dedim yanlış anlamaması için. Ayrıca onun erkek arkadaşına baktığım falan da yok. Ben sadece ela gözlü, merhametli ve bir o kadar da karısına deli gibi aşık kocamı izliyordum.
“Emin misiniz? Az önce gördüm, onu izliyordunuz” diyerek denizi eliyle gösterirken, bakışlarım gösterdiği kişinin Ömer Asaf olmasıyla büyüdü. Yutkundum ve bu kızın ne yapmaya çalıştığını hızla idrak edip, kaşlarımı çattım. Ömer Asaf’ı sırf izlediğim için onu erkek arkadaşı olarak mı bana gösteriyordu? Bu kadarı da pes artık. İnsanlık hiç kalmamış gerçekten. Kocamı izlediğim için, henüz Ömer Asaf’ı on dakika önce görmüş bir kız, bana erkek arkadaşı olarak tanıtıyordu. Bu gerçekten mide bulandırıcıydı.
Lakin ben pek bir şey bozuntuya vermeyip, ayaklarımı şezlongta bağdaş kurdum, kızın bana aval aval bakan bakışlarına çevirdim başımı. Lakin pek dikkate almayıp, tekrardan Ömer Asaf’ı seyre daldım.
“Bu hala izliyor senin beğendiğin çocuğu” dedi hemen kızın sol tarafında ki şezlongta oturan arkadaşı. Kendime engel olamayıp alayla güldüm ve bugün tatsızlık çıkmaması için dönüp bakmadım.
“Baksana sen bana!” dedi atarlı giderli konuşmasıyla. Hem yalancı, hem de arasında bir bağ olmayan, on dakika önce görmüş olduğu adamı kıskanan bir psikopat resmen.
Ben bakışlarımı kıza çevirdiğimde, onun ayağa kalkıp, bir iki adımda benim bulunduğum şezlongun yanında durmasıyla üstten bana baktı. Aramızda sadece iki adımcık mesafe vardı ve ben ona alttan umursamayarak bir bakış atmıştım.
“Utanmıyor musun sen?”
Alayla güldüm, başımı önüme eğip tekrardan ona kaldırdım. “Kocamı izlerken neyden utanacağım?”
Kurmuş olduğum cümle biter bitmez, aniden ikisininde kahkahalarla gülüp birbirlerine bakmasıyla kaşlarım çatıldı ve içimdeki öfke daha da harmanlandı.
“Senin kocan mı?”
“Olamaz mı?” diye sordum bu seferde.
İkisininde kahkahaları durdu, sarışın kız bana döndü ve gülerek konuştu. “Canım benim, sen çok fazla dizi izlemişsin. Sen güzelsin, bu doğru” dedi ve ekledi. “Ama o çok yakışıklı. Bizi bununla kandırma, komik oluyorsun. Bir kendine bak, bir de ona.”
“Ne varmış halimde?” diye sordum kendimi ayakta önünde bulurken. Hemen hemen aynı boydaydık.
Bana alayla gülüp, arkasına baktı ve bir kez daha döndü bana. “Gözlerini ona çevirme.”
Bu sefer alayla ben güldüm. “Bence sen gözlerini kocamın üzerinden çek, yoksa hiç hoş olmayan davranışlar sergileyeceğim” dedim kelimelerin üzerine basa basa.
“Ya sen akıl hastanesinden falan mı kaçıp geldin, yoksa tımarhaneden mi? Adam yüzerken sana bile bakmıyor, hem ayrıca kocan olsa çoktan burada olurdu” dedi ve ben içimdeki öfkeyle engel olmak için çaba sarf ettim.
“Kocama bakma” dedim bu seferde dişlerimi birbirine sıkı sıkıya bastırarak.
“Acınacak halde olduğunun farkında mısın?”
“Asıl senin elin erkeğini tanımadığın halde, tanımadığın bir kadına erkek arkadaşım demen acınacak bir hal olmalı” dedim ve tekrardan şezlonga oturdum.
“Ben anladım, sen de beğendin onu, o yüzden böyle yapıyorsun?”
Gözlerimi devirip, kendimi şezlongta geriye bırakmamak için zor durdum. Derin bir nefes aldım, verdim.
":Sen iyi misin? O benim kocam anlıyor musun? Şimdi 112 arayıp gelip seni almalarını söyleyeceğim” dediğimde üzerime doğru atılacağı vakit, hemen yan taraftan gelen sese döndük. Ne saçma bir diyalogtu bunlar?
“Bir sorun mu var?”
Aniden Ömer Asaf’ın sesi, sarışın kızın sesini bölerken, Ömer Asaf alnına düşmüş ve vücudunda yer alan ıslak su damlacıklarıyla bir bana bakıyor, bir de ayakta durmuş sarışın kızın gözlerine bakıyordu.
Bedeni heyecana kapılan kız saçlarını geriye savurdu, yüzüne sahte olduğuna pek emin olmadığım bir gülümseme yerleştirdi.
“Merhaba. Ben Pelin” dedi ve elini uzattı. Az önce erkek arkadaşım dediği adama ben Pelin diyordu. Bari yalan atacaksın, destekli at.
Hem gıcık Pelin. İlk günden moral bozma İkra. Hem ben eğer azıcık Ömer Asaf’ı tanıyorsam o eli asla tutmaz ve benim yanıma oturur, o kızı da görmezden gelirdi.
Bir sarışın kıza, bir arkadaşına baktı benim ela gözlüm ve beni bir kez daha yanıltmayıp, sonsuz bir güven besliyor olduğum Ömer Asaf, başını salladı, “iyi günler” dedi ve direkt olarak karşıma, ayakları kumun üzerine denk gelecek şekilde oturdu, eğilip ıslak dudaklarıyla yanaklarıma sıkı bir buse kondurdu.
Ayakta duran kızın ağzı açık bir şekilde, aval aval bakmasıyla arkadaşının seslenmesi, yerinden hareket etmesine neden oldu. Ömer Asaf bir kez daha bana baktı, “acıkmadın değil mi sevgilim?” diye sordu.
“Hayır. Henüz acıkmadım. Sen yüzecek misin tekrar?" Başını olumsuzca salladı, eline ileride duran yeni almış olduğum güneş kremini aldı.
“Yarım edeyim mi?”
Gülümsedi. “Memnuniyetle.”
O bana arkasını döndü, ben de hızla arkasına geçtim ve hala karşımızda oturmuş olan iki kıza baktım. Aralarında birşeyler konuşuyor, sanırım nasıl rezil olduklarını tartışıyorlardı. Kafama takmadım ve elime güneş kremi sıkıp, Ömer Asaf’ın sırtında gezdirdim. Sırtını dik tuttu, başını bana doğru geriye attı ve gülümsedi.
“Dudakların ruhuma şifa olduğu gibi, dokunuşlarında öyle.”
Yanaklarım kızardı, utandığımdan dolayı elime bir miktar güneş kremi daha aldım ve ikidebir arkasını dönüp bakan sarışın kıza bakıp, Ömer Asaf’ a odaklandım. Ömer Asaf’ ın her yerine güneş kremi sürdükten sonra bedenini bana çevirdi ve ben yüzüne odaklandım. Güneş kreminden bir miktar aldım, onun bana bakan çatık kaşlarına baktım.
“Yüzümede mi sürmeliyim?”
Ömer Asaf pek fazla haz etmezdi yüzüne sürülmesinden. Ben ise onu başımla onayladım ve bir elimde ki kremi her iki elime dağıtıp, o pürüzsüz yüzüne değdirdim.
“Bence sürmelisin, yoksa bu yakışıklı yüzün mahvolur” dedim yakışıklı kelimesinin üzerine basa basa yandaki kızlara bakarak.
Ömer Asaf kıkırdayınca ona döndüm ve ellerimi yüzünde hareket ettirmeye devam ettim.
“O zaman sevmez miydin beni?” diye sorunca, dudağımın kenarıyla güldüm, tüm kremi yüzüne sürdükten sonra, eğilip bir öpücük bıraktım. “Ben seninle yakışıklı olduğun için evlenmedim.”
Bu sefer o eğildi ve dudakları boynuma dokundu. Hızla saçlarını havluyla kurutup, şezlongtan ayağa kalkınca, “ben içecek birşeyler alayım?” diyerek etrafına bakındı.
“Gelecek misin güzelim?”
“Yok. Eşyalar burada, taşımayalım.”
Bakışlarıyla beni onayladı, “ne alayım Erik gözlüme?” dedi ve ileride ki kuru pantolonunun içinden cüzdanını çıkartıp, elinde tutarak doğruldu.
“Elma suyu olabilir.”
Başını salladı. O giderken, ben arkasından “Asaf!” diye seslendim. Durup bana baktı. “Kendine soğuk birşeyler alma, denizden yeni çıktın hasta olacaksın.”
Kıkırdadı. Gamzeleri kendini belli eti. “Tamam doktor hanım.” Arkasını döndü ve uzaklaştı. Arkasından büyük bir aşkla gülümseyerek bakarken, tekrardan önüme döndüm ve güneş kremini kenara bırakmak için eğildim. Tam o vakit yan şezlongtan bir ses duydum.
“Bakar mısın?”
Bakışlarım o tarafa döndü. Sarışın kız, yüzünde ki mahcup bir ifadeyle bana bakıyor gibiydi.
“Eşin mi?” diye sordu eliyle ilerleyen Ömer Asaf’ı göstererek bana bakarken.
Onu ister istemez başımla onayladım, derin bir nefes aldım.
“Kusura bakmayın ya. Eşiniz olduğunu bilmiyordum” dediği vakit kaşlarımı çattım. Ardından alayla güldüm.
“Sana bunu söylemiştim. Ayrıca siz her önünüze çıkan erkeğe düşünmeden dik dik bakıp, başkalarına erkek arkadaşım diyerek tanıtıyor musuz!”
Başını önüne eğip kaldırdı ve dudaklarını birbirine yasladı. Utanmış ve pişman olmuş gibiydi. Ama artık çok geçti.
“Tekrardan kusura bakmayın ama siz de böyle yakışıklı birini görseniz-”
Hızla böldüm lafını. “Ben sizin bildiğiniz kızlardan ve yahut kadınlardan değilim. Kocama sadık, kimsenin eşine ve oğluna bakacak kadar da ahlaksız ve karaktersiz değilim.”
Gözlerini deviren bu sefer o oldu ve içinde ki öfkeyi zar zor zapt etmeye çalışır gibi önüne döndü. Hala yanımızda utanmadan oturmaya devam ediyor olduklarına inanamadım.
İlerleyen dakikaların ardından Ömer Asaf elinde iki şişe ve içlerisine bırakılmış pipet ile gelirken, yerimde hareketlendim, ona baktım.
“Hoş geldin.”
“Hoş buldum güzelim.” Elindeki elma suyunu bana uzattı, kendine almış olduğu portakal suyunu dudaklarına yaslamış olduğu pipetten çekerken, elimi hızla bardağa attım ve soğukluğunu ölçtüm. Ömer Asaf ne yapmış olduğumu anlamış olacak ki bardağa dokunan ellerimi tuttu ve dudaklarına dokundurup, sıkıca öptü parmaklarımın ucunu birden. Geri çektiğim vakit ise, onun “ben sana ne zaman hayır dedim?" diyerek yine aynı cümlesini kurmasıyla gülümsedim. Yan tarafta oturan kızların daha fazla dayanamayıp, ayağa kalkarak yanımızdan uzaklaşmasıyla ben Ömer Asaf’a döndüm.
“Eve gider gitmez kilo alacaksın.”
Kaşlarını çattı. “Kilo mu alacağım?”
Elimi karın kaslarına dokundurdum. Sertliği beni şaşırttı.
“Şuna bak. Tüm kızlar sana bakıyor, az önce ki sarışın kız, sırf sana bakıyorum diye neredeyse iki dakika görmüş olduğu seni benden kıskandı.”
Ömer Asaf kıkırdadı, parmağıma takılı olan yüzüğü tutup, dudaklarını yasladı ve geri indirdi. “Yüzüğünü neden gösterip, bu yakışıklı benim kocam demedin.”
“Görgüsüzlük yapmak istemedim. Ben tanıyorum öyle kızları şimdi diyecekti, “görmemişin yakışklı kocası olmuş” ve beni deli edecekti. Ayrıca kocam olduğunu söyledim ama yüzüğümü göstermedim.”
Ömer Asaf portakal suyundan bir yudum daha aldı, kıkırdadı ve bana baktı.
“Sen kıskandın mı beni?”
Dudaklarımı birbirine bastırdım, başımı salladım. “Ömer Asaf bak ben sana çok güveniyorum tamam mı sevgilim?”
Bu sefer daha derin çatıldı kaşları. “Kim bakarsa baksın, umrumda bile değil. Sadece senin bu güzel gözlerin hep bana baksın bu bana yeter. Ayrıca ben sarışınlardan nefret ederim” diyerek bir yudum daha aldı portakal suyundan.
“Ne yani benim gibi kumral, yeşil gözlü olsaydı farklı mı olacaktı?”
Kıkırdadı. “Hayır. Ben sadece yeşil gözlü, kumral ve bana aşık tek bir kadın seviyorum.”
Gülümsedim. “Ben de seni çok seviyorum.”
Birlikte meyve sularımızı içerken, onun “sen yüzmeyecek misin?” diye sormasıyla, “yok” dedim.
“Neden?”
“Bilmem. Canım istemiyor.”
Başını salladı, portakal suyundan bir yudum daha aldı. “İyi bakalım.”
🎻
Ömer Asaf ve ben sahil kenarında, ıslak kumların üzerinde koşarken, daha fazla danamayıp ayağımı kaldırdım ve ona şu sıçrattım.
“Bak fenaaa olur İkra” dedi manalı bir bakışla. Ayak bileklerime kadar suyun içine girdim, ardından ona bir kez daha fırlattım.
“Ne olabilir ki?” dedim tek kaşımı kaldırıp, bir de öyle bakarken.
Aniden beklemediğim bir anda beni kovalamaya başladı. Dudaklarımdan küçük bir çığlık bırakıp, ona arkamı döndüm ve koşmaya başladım. Lakin o beni hızla yakalayıp, suyun içine doğru ilerlemesiyle adeta çırpındım kucağında.
“Tamam tamam. Söz bir daha yapacağım ne olur sokma suya.”
O gülerek ilerlemeye devam etti. Kollarım sıkı sıkıya onun boynuna dolandı ve bedenim adeta yapıştı ona. Omzunun üzerine asıldım, “valla bırakmam Asaf!” diye bağırdım.
Kıkırdayışı ilişti kulaklarıma. “Sen hak ettin güzelim.”
“Hayır hayır hayır!-” demeye varmadan benimle birlikte suya gömülürken, çırpındım. Nefesimi tuttum, kulaklarımdan genzime kaçan tuzlu su ile yüzeye çıkıp, burnumu buruşturdum. Ellerimle bana gülerek bakan Ömer Asaf’a su sıçrattım ve ondan ileriye doğru yüzdüm.
“Kaçma gel gel!”
“Gıcık! Küstüm seninle ıslattın beni!” dedim bir çocuk edasıyla.
Kıkırdadı, arkamdan yüzmeye devam etti. “Sen zeki olduğun kadar iyi bir yüzücüsünde” dediği vakit durup ona baktım ve ayaklarımı suyun içinde yüzeyde kalmak için serbest bırakıp, rahatladım.
“Ne sandın? Babam hepimizi küçükken yüzme kursuna yazdırmıştı. Oradan biliyorum.”
Güldü ve bana yaklaştı. “Gelme” dedim ayağımı ona doğru sallayarak. O ise dinlemedi, bana yaklaştı ve kolları arkadan belime dolandı. Ben ise hızla geri çekildim, kaçamak bir bakış etrafa attım.
“Millet var Ömer Asaf. Ne yapıyorsun öyle arkama geçilir mi? Bir de sarılıyorsun” dedim ve kıyıya yüzmeye başladım.
“Ne var yani? Karıma sarılacaktım.”
“Ayıp Ömer. Ayrıca akşam uyurken bol bol sarılırsın” dedim.
“Tabiki de sarılacağım, hangi gece sarılmadım ki?”
Doğru diyordu. O bana her gece sarılarak uyuyor, uyandığımızda ise yine sarılı duruyorduk. Sanırım gece boyunca beni hiç bırakmıyordu. Bıraksında istemezdim.
Ayaklarım kuma basar basmaz üstümde ki tişörtün sularını sıkarak şezlonga ilerledim. O da arkamdan geldi, benimle birlikte şezlonga oturdu. Hava kararmak üzere olduğundan dolayı, eşyalarımızı topladık, el ele evimize doğru ilerledik. Yolda yürürken, onun akşam yemeğinde ne yememiz gerektiğini sorması, ve ikimizin odada yesek güzel olacağını söylemiştim. O da kabul etmişti. Odamıza girer girmez, duşa girmiştim. Benden sonra Ömer Asaf girdi duşa, hızla çıktı. Birlikte kıyafetlerimizi değiştirip, yatağın her iki yanına oturup, telefonumuzdan gelen mesajlara baktık.
“Bizimkiler izne çıkmış benim gibi” deyince Ömer Asaf, Öykü’nün bana atmış olduğu fotoğrafa ve Pamukkale’ye baktım.
“Öykü fotoğraf atmış. Pamukkale'ye gitmişler.”
“Onlarda bizim gibi geziyorlar. Veysel’de Bahar’ın yanına gitmiş” deyince Ömer Asaf, derin bir nefes aldım ve telefonumu kapatıp, yatağın üzerinde duran havluyu alıp, saçlarımı kurulamaya başladım.
“İnsan eşiyle gerçekten eğleniyor. Bugün çok eğlendim, teşekkür ederim.”
Ömer Asaf sözlerimle, telefonda olan bakışlarını bana kaldırdı, ekranı kapattı ve hemen komodinin üzerine bırakıp doğruldu ve bana yaklaştı.
“İnsanın en güvendiği ve sığındığı eviymiş eş” dedi ve bacaklarını arkamdan öne doğru uzatıp, kollarıyla belimi doladı ve çenesi omzuma yaslandı. Sırtımı onun sıcak göğsüne değdirdim, gözlerimi kapattım ve başımı geriye doğru onun omzuna attım. Hemen açıkta kalan boynuma değen dudakları geç değildi. Bir iki kere öptü, ürperen bedenimi fark etmiş olacak ki kıkırdayarak geri çekildi.
“Ömer Asaf?”
“Hım...”
“Seni çok seviyorum. Çok ama çok.”
Kıkırdadı. “Ben de seni seviyorum. Çok ama çok” dedi beni taklit ederek. Başımı kaldırıp ona çevirdim ve dudaklarımızın arasında ki mesafe yok denecek kadar azdı. Bakışları dudaklarıma kaydı ve kolları belime sarılı dururken, dudakları dudaklarıma dokundu. Usul usul öptü beni. Dudakları dudaklarımın üzerinde usulca dans etti, başım iyice omzuna düştü ve nedense gözlerime uyku bulaştı. Geri çekilmek istediğimi anlayan Ömer Asaf son kez küçük bir buse bıraktı ve ayrılıp, o güzel ela gözleriyle gözlerime baktı.
“Seni dilediğim gibi öpmek, bu bile harika bir his.”
Kıkırdadım. “Eşim değil misin? Beni dilediğin gibi öp. Çünkü biz çok bekledik bu anların gerçek olmasını” dediğimde, o bir kez daha başını salladı ve yanağıma sıkı bir öpücük kondurdu.
“Yemek ne zaman gelir?” diye sordum ve ayağa kalkıp, saçlarımı geriye savurdum.
“Bilmem. Gelir herhalde, çok mu acıktın?” diye sordu.
“Yoo… Acıktım ama öyle aman aman değil” dedim ve ona yaklaştım. Ellerimi kaldırıp, havluyla onun saçlarına dokundurdum.
“Hasta olma, saçlarını kurutalım” dedi ve saçlarını kurutmama izin verdi.
“Yüzüklerin nerede?”
Bakışlarım komodinin üzerine kaydı. “Orada.”
“Taksana, kaybolmasın.”
Onu başımla onayladım, saçlarını kurutmayı bırakıp, yüzüklerimi takmak için eğildim. Her ikisinide parmağıma takıp, kapının çalmasıyla ayaklanan Ömer Asaf’a baktım.
O kapıya ilerledi, gelen servis yemeğini içeri alıp, kapıyı tekrardan kapadı.
İkimiz birkikte oturup, yemeğimizi yerken aynı zamanda odada bulunan küçük televizyondan film izliyorduk. Garip ve değişik bir bilimkurguya sahip olan dizinin hâlâ konusunu anlamış değildim. Ama izlemek keyifliydi.
Ömer Asaf pür dikkat diziyi izliyor, her seferinde içeceğinden bir yudum alıyordu. Yemek sonunda, bir saatlik dizinin bitmiş olmasıyla Ömer Asaf ve ben toparlanıp, el ele dışarıda güzel bir yürüyüşe çıkmıştık.
Deniz kenarında, yanan ışıkların altında ve kumsalda yürümeye devam ederken, Ömer Asaf’ın elini yumuşakça tutmuştum.
“Yarın tünele gidelim mi?” diye sordum heyecanla.
“Hayır” dedi ve akabinde hemen ekledi. “Tünele eve gitmeden hemen önce gideceğiz. Yarın çok güzel bir yere gidiyoruz” deyince, kaşlarımı çattım, dudaklarımı birbirine yasladım.
“Nereye?”
“Sürpriz.”
Dudaklarımı büzdüm. “Hep sürpriz diyorsun.”
“Çünkü sürpriz. Hem çok seveceksin eminim” deyince, içimde daha da heyecan ve sabırsız bir his oluştu.
“Deniz geceleri daha sıcak derler. Yani coğrafya bilgime güvenerek söylüyorum bunu” dedim lise zamanından hatırladığım bir kaç bilgiyle.
“Öyle mi? Bunu bilmiyordum.”
“Nedenini hatırlamıyorum ama daha sıcak olduğuna eminim.”
Elimi bıraktı, kolunu omzuma attı ve beni kendine çekerek göğsüne yasladı, ardından yürümeye devam ettik.
İleride görmüş olduğum pamuk şeker arabasına takıldı bakışlarım.
“Aaa! Pamuk şeker! Alalım mı Ömer Asaf?” Yerimde anlık bir zıplayış sergilerken, o gülerek “alalım” dedi ve biz el ele pamuk şeker arabasına yaklaştık.
Orta yaşlardaki amacının bize gülümseyerek bakışıyla “iki tane alabilir miyiz?” dedim. Hemen iki tane pembe pamuk şeker uzattı, Ömer Asaf ise yüz TL uzatıp, "üstü kalsın" diyerek bana döndü ve biz ileriye doğru ilerlemeye başladık. Etrafta arkadaşlarıyla dolaşan kızların Ömer Asaf’a olan bakışlarını fark ediyor olsamda, ela gözlümün benden başka kimseye bakmıyor olmasıyla içim sonuna dek rahattı.
Pamuk şekeri açtım, “ta daaaa!” diyerek Ömer Asaf’a gülerek baktım.
“Böyle çok tatlı oldun” dedi pamuk şekerle bana bakarken. Elime bir parça alıp, ona uzattım ve o ağzını açıp, pamuk şekeri ağzına alır almaz gülerek bana baktı. O gülüşü muhteşemdi adeta. Ben de bir ısırık aldım, o elindekini açmaya çalışırken ben kendi pamuk şekerimi yedim.
“Neredeyse bir yıl oldu yemeyeli. Seninle tanıştığım günden beri hiç yemediğimi fark ettim.”
Kaşları çatıldı ve yüzünde amansız bir tebessüm peyda oldu. “Ben engel mi oluyordum sana?”
Kıkırdadım. “Hım hım. Gözüm senden başka birşeyi görmüyordu ki” deyince, gözlerinin içi koyulaşır gibi oldu adeta, akabinde yutkundu.
“Ne oldu?”
“Şuan seni öpmemek için zor duruyorum. Böyle konuşma İkra” deyince, başımı kıkırdayarak salladım ve birlikte pamuk şekerlerimizi yedik.
“Hadi söyle, yarın nereye gidiyoruz?” dedim yürümeye devam ederek.
“Olmaz. Ağzımdan hiç bir kelime alamazsın. Sürpriz.”
Omuz silkip, dudaklarımı büktüm. Ardından pamuk şekerin bitmesiyle Ömer Asaf’ın “ver sen bana, şurada çöp var atıp geleyim.”
Gülümsedim, ona uzattım ve denize dönerek geri gelmesini bekledim. Üzerime giymiş olduğum sarı elbisemin uçan eteklerine gülümseyerek baktım. Denize doğru uçuyordu ve bu beni rahatsız etmiyordu. Ben öylece Ömer Asaf’ı beklerken, ansızın yanımda hissettiğim üç bedene çevirdim bakışlarımı.
“Merhaba.”
Kaşlarımı çattım, aval aval baktım.
“Bu esen havanın altında, tek başınıza durmanızı istemedik. Size eşlik edelim” deyince, hemen bir iki adım geri çekildim ve “yalnız değilim” dedim sert çıkan sesimle. Neden böyle tipler sürekli benim başıma denk geliyordu.
“Emin misiniz! Kimsecikler yok” diyerek etrafına bakındı en önde duran adam ve ben bir kez daha yutkundum.
“Gider misiniz! Bakın eşim gelirse gerçekten çok kötü olacak ve ben sizin son halinizi hayal edebiliyorum” dedim ve bakışlarımla Ömer Asaf’ı aradım etrafta. Neredeydi?
“Ne olabilir ki? Biz üç kişiyiz o ise tek” dediği anda, Ömer Asaf’ın sert adımları tam yanımda durdu, kolu belime dolandı ve ben kendimi işte şimdi o kadar çok güvende hissettim ki, ben de kolumu Ömer Asaf’ın beline değdirdim.
“Hayırdır” dedi sert sesiyle. Korkuyor muydum? Az önce evet korkuyordum ama şimdi yanımda o vardı. Ve ben o yanımda olduğu sürece hiçbir şeyden korkmuyordum.
“Sana da hayır olsun” dedi hemen arkada duran bir diğeri. Ömer Asaf ona çevirdi bakışlarını, “eşimi hangi hakla rahatsız ediyorsun!” diye sordu sesindeki sertlikten ödün vermeyerek.
“Şuna bak ya,” diyen adamlardan birinin diğerlerine bakarak gülmesiyle Ömer Asaf bana baktı.
“Gidelim mi?” diye fısıldadım. O tam başını sallayacağı vakit, adamlardan birinin aniden cebinden bir miktar para çıkartıp Ömer Asaf’a uzatmasıyla Ömer Asaf’ın kaşları çatıldı, ardından hiç beklemediğim bir anda “lan!” diyerek atıldı adamın üzerine. O paranın ne demek olduğunu anlamış değilken, dudaklarımdan yüksek sesli bir çığlık çıktı, ardından Ömer Asaf yumruklarını indirmeye devam etti.
Diğeri ona atılacağı vakit, aniden kafa atmasıyla yere düşen adamın acı içinde bağırmasıyla diğeri ona doğru atıldı.
“Ömer Asaf!” Ayırmak istedim ve öne doğru atılıp onu tutmaya çalıştım.
“Şerefsiz haysiyetsiz köpekler!” diye bağırdı.
“Ömer Asaf dur! Tamam dur!”
“Bırak beni!” dedi ve bir kez daha vurdu ona. Etraftan koşan gençlerin Ömer Asaf’ı tutmalarıyla zar zor üzerinden aldılar. Neden bir anda saldırdı onlara anlamış değildim. O para ne için uzatıldı Ömer Asaf’a onu hiç anlamış değildim.
"Tamam bırakın" dedi onu tutanlara ve hemen arkadan pamuk şekerci amca “sakin ol oğlum” demesiyle Ömer Asaf’ın koluna dokundu. Ben öylece sızlayan gözlerimle ona bakarken, yerde hareketlenen adamların ayağa kalacakları vakit, Ömer Asaf’ın “oturun lan!” demesiyle cebinden telefonunu çıkarması bir oldu.
“Ben ne yapacağımı biliyorum size” dedi ve kalabalık, herkes Ömer Asaf’a baktı.
Telefon açılır açılmaz “alo!” dedi sert sesiyle.
“Ben Mardin ****** üsteğmen Ömer Asaf Bozdağ. Bulunduğum konuma acil bir ekip istiyorum” dedi ve adresi verip telefonu kapattı, korkuyla titreyen bana baktı.
“İyi misiniz beyfendi?” diye sordu bir başka hanımefendi. Ömer Asaf başını salladı, bana yaklaştı ve dudakları hızla alnıma dokundu, kolları bedenime sarıldı.
“Şşt… Geçti.” Başımı salladım, yerde yüzleri kan içinde duran adamlara baktım ve Ömer Asaf’tan ayrıldım.
“Abi tamam. Özür dileriz-”
“Kes lan sesini!”
Ömer Asaf ona gür sesini yükseltirken, hemen yan tarafta duran orta yaşlarında bir amca konuştu Ömer Asaf’a bakarak.
“Ne oldu da oğlum sen böyle dövdün? Ben izliyordum uzaktan,” dediği vakit, Ömer Asaf bana baktı, öfkeyle amcaya döndü.
“Karımı benden satın almak için para uzattı şerefsiz köpek!”
Duyduğum cümlenin etkisiyle mide bulantısı yaşarken, gözlerimin içi bir kez daha sızladı. Tüm bakışlar bana döndü ve ben ufak ufak akan göz yaşlarıma engel olamadım. Olamadım çünkü iğrenç bir durumdu bu. İğrenç ve mide bulandırıcı.
“Şerefsiz köpekler! İyi yapmışsın,” deyince amca, Ömer Asaf bana baktı ve halimi görünce bir kez daha sarıldı bana. Kollarımı sıkı sıkıya doladım beline. Herkes bize bakarken, o saçlarımı okşadı ve dudakları saçlarımın tepesine dokundu.
“Geçti güzelim. Unut gitsin” deyince, sahile gelen polis arabasıyla birlikte Ömer Asaf benden ayrıldı ve kalabalık açıldı. Üç kişi, tıpkı Ömer Asaf’ın boyunda uzun polisler yaklaştı yanımıza. Ömer Asaf öne çıktı, “üsteğmen Ömer Asaf” dedi her ikisinin elini sıkarken.
“Sorun nedir?”
“Şikayetçiyim” dedi yerdeki adamları göstererek.
“Tamamdır, ifade için karakola alalım sizi” diyerek adamları gösterdi eliyle. İlerleyip her biri birini alınca, “ben aracımla geleceğim arkanızdan” dedi Ömer Asaf.
“Tamamdır üsteğmenim.”
Onlar onları araca bindirip, uzaklaşırlarken, kalabalık dağıldı ve Ömer Asaf elimi tutup, benimle birkikte arabasını park etmiş olduğu yere doğru yol aldı. Ellerim titriyordu ama korkudan. O bunu fark etmiş olacak ki, elimi kaldırıp dudaklarına yasladı ve “özür dilerim” dedi yürümeye devam ederek.
Ben ise ne diyeceğimi bilemeyip, öylece arabaya doğru ilerledik. Arabaya biner binmez, kendimizi karakolda ve ifade vermek için polisin karşısında bulmuştuk.
Bölüm Sonu…
Eveeeett! Güzel bir bölümdü. Üstelik sahilde, İkra'nın kıskanması ve o kızların yalan söyleyerek konuşması utanç vericiydi.
Nasıl buldunuz? Umarım sevmişsinizdir, ben çok sevdim yazarken. Bir sonra ki bölüm yarın burada.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
42.89k Okunma |
2.97k Oy |
0 Takip |
56 Bölümlü Kitap |