38. Bölüm

37. Bölüm -&- Bela

NİSA
lorensi

 

 

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

 

 

Bölüm Otuz Yedi - Bela

Yazar

 

Sabahın erken saatlerinde Ömer Asaf'ın göreve gitmesiyle ben de evden çıkmıştım. Taha abi ve Şirin hastaneye, doktora muayene için gitmiş, gerekli işlemleri yapmışlardı. Eve geri geldiklerinde ise bebeğin henüz bir buçuk aylık olduğunu öğrenmiştik. Bu da bizi epeyce mutlu etmişti.

 

 

Omzumda ki çantamı daha sıkı tutup, mağza mağza dolaşıyordum. Neden mi?

 

 

Hem kendime ve hem de Ömer Asaf'a uygun bir kaç parça kıyafet almak için. Gitgide yaz ayına giriyorduk ve havalar epey ısınmaya başlamıştı. Girdiğim bir başka mağazadan eli boş çıkacakken, derin bir nefes aldım ve yanlışlıkla çarptığım bedenden özür dilemek adına beyefendiye döndüm. Döndüm ve dondum.

 

 

Mavi gözleriyle gözlerime bakan Cihan'ın yüzü tam karşımdaydı. Dişlerim sıkı sıkıya birbirine yaslanırken, bana bakan yüz ifadesiyle öfkeli bir bakış atıp, önünden hareket edeceğim vakit, "İkra" diyerek koluma dokunmasıyla öfkeli bir şekilde geri çekildim.

 

 

"Dokunma bana!" Dişlerimi sıkarak ikaz ettim.

 

 

"Görüşmeyeli nasılsın?"

 

 

"Sen ruh hastası falan mısın? Bana bak ben evlendim anlıyor musun? Ev-len-dim. Bırak artık benim peşimi yoksa gerçekten babama söyleyeceğim! Ayrıca sen kimsin bana çiçek gönderiyorsun!" diye konuştum dişlerimin arasından.

 

 

"Aldığına sevindim" dedi yüzünde ki alaycı sırıtışla.

 

 

"Bana bak seni buraya gömerim anlıyor musun!"

 

 

"Bu yükselmelerin baya hoşuma gidiyor!" deyince aniden havaya kalkan çantam ile omzuna sertçe vurdum.

 

 

"Ya sapık mısın sen!" diye yükselttim sesimi ve tam o anda yanımda hissettiğim bedene baktım.

 

 

"İlker?"

 

 

"İkra?" deyince, bakışları bir Cihan'a bir bana baktı. Yutkundu ve bakışları bana döndü.

 

 

"Neler oluyor?"

 

 

İçimdeki sıkıntıdan bir an önce kurtulmak adına daha fazla bu sırrı içimde tutamayıp, titreyen sesimle araladım dudaklarımı.

 

 

"İlker..."

 

"Ne?"

 

 

Bütün olanları bir bir anlattım, İlker'in değişen yüz ifadesiyle Cihan' a öfkeyle bakması bir oldu. Elleri yurmuk halini aldı, aniden onun üzerine atılacağı vakit, kolundan tuttum onu.

 

 

"Dur!" dedim sesimi hafif yükselterek.

 

 

"Lan sen kimsin!?"

 

 

Etraftan gelip geçen insanların bize bakan bakışlarından rahatsız olup, İlker'in elini sıkı sıkıya tuttum ve derin bir nefesimin ardından onu geriye çektim.

 

 

"Sen kimsin!" diye kükredi bir kez daha. "Bana bak seni bir kez daha İkra'nın yanında görürsem, onu rahatsız ettiğini duyarsam, yemin ediyorum seni öldürürüm hayvan köpek!" dedi ve öfkeli bir sesle ekledi.

 

 

"Utanmıyor musun evli bir kadının peşinden koşmaya!"

 

 

"İlker tamam! Tamam bırak gitsin!" dedim İlker'in elinden tutup, onu sıkı sıkıya onun yanından uzaklaştırarak. İkimiz arkamızı dönüp, ilerledikçe ilerledik ve karşıma çıkan ilk parka girdim, banka oturup, birbirimize baktık.

 

 

"Ne zamandan beri böyle bu şerefsiz?" dedi öfkeli sesi ve titreyen elleriyle.

 

 

"En başından beri! Yani dedem vefat ettikten sonra Sivas'tan döndüğümüzden beri!" dedim ve o sinirle yüzünü sıvazladı.

 

 

"Eniştem biliyor mu?"

 

 

Başımı olumluca salladım. "Biliyor. Zaten o da kendini zor tutuyor" dedim ellerimi birbirine kenetleyip, tırnaklarım ile oynamaya başlarken.

 

 

"Kafayı yiyeceğim, namussuz şerefsiz!" dedi ve bir kez daha ensesini sıvazladı.

 

 

"Bunu akşam babama söylüyorsun İkra" dedi sert ve öfkenin hâlâ eksilmemiş sesiyle.

 

"Ne?"

 

 

Hayatta babama söyleyemezdim. Bunu yapamazdım, üstelik Ömer Asaf'ın yanında olmazdı. Öfkelenir, sinirlendirdi.

 

 

"Olmaz" dedim hızla.

 

 

"Ne demek olmaz! Sen söylemezsen ben söyleyeceğim beni ilgilendirmez! O şerefsiz bir daha senin yanında bulunmayacak!" dedi ve ellerini sıkı sıkıya dizlerine bastırdı.

🎻

 

Akşam geç saatlere, saat altıya doğru İlker ile biraz dolaştıktan sonra eve gelmiştim. Ömer Asaf hala görevden dönmemiş, ben ise bize gidecek olmamızdan dolayı hazırlanıyordum. Akşam galiba benim için biraz stresli geçecekti çünkü İlker'in babama söyleyeceğine emin olamıyordum. Kim bilir babam nasıl bir tepki verecekti bu duruma? Bugüne dek sustum ama artık bu durumu kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum. İlker söyleyecek olursa bunu içimde tutmayacağım. Ama eğer söylemez ise ben de susacağım.

 

 

Aynada başıma bandanamı takarken, üstümdeki açık mavi elbisemi süzdüm. Bel kısmı ince, askılıkları kalın bir elbiseydi. Diz kapağımın alt kısmına oldukça uzanıyor, beni rahatsız edecek bir elbise hiç değildi.

 

 

Ayaklarımdaki ev terliklerimi çıkarıp, beyaz çoraplarımı giydikten sonra terliklerimi tekrardan ayağıma geçirdim ve odanın açılan kapısında beliren sevgilim ile yüzümde açan gülümseme bir oldu.

 

 

"Hoş geldin" dedim buruk bir gülümsemeyle, ardından yanına doğru yürüyüp, kollarımı sıkı sıkıya sırtına doladım, sağ yanağımı göğsüne yasladım.

 

 

"Özledin mi beni?" diye sordu saçlarıma dokundurduğu öpücük ile.

 

 

"Hım hım... Çok özledim."

 

 

"Hazırlanmışsın?" dedi soru soran sesiyle.

 

 

"Hım hım. Hadi sen de hazırlan" diyerek başımı göğsünden kaldırıp, elimi yanağına yasladım. Hissettiğim hafif sıcaklık ile kaşlarımı çattım.

 

 

"Ateşin var gibi" dedim bu bahar ayında, ne bu sıcaklık diye düşünürken.

 

 

"Sana öyle gelmiştir güzelim. İyiyim ben" dedi ve hızla ceketini, akabinde asker yeşili tişörtünü çıkarıp, dolaba yaklaştı.

 

 

"Ateşin var gibi" dedim tam kaslı göğsünün önünde durup, yutkunarak. Elimi kaldırıp göğsüne yasladım, tekrardan aynı sıcaklık ile dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

 

"Ateşin var gibi" dedim bir kez daha.

 

 

"Ya yok güzelim. Hadi giyineyim, babamlar aşağıda bekliyor" dedi ve ekledi. "Ezan okunmadan gidelim" deyince başımı salladım ve makyaj masamın üstünde yer alan parfümümü alıp, boynuma ve üstüme sıktım.

 

 

"Fazla sıkıp, kokunu gizleme. Kokun bana varlığımı hissettiyor" dediği vakit, aynadan göz göze geldik. Gülümsedim, fazla sıkmayıp, onun üstünü değiştirmesiyle ve saçlarını tarayıp alnına düşmelerine izin vererek koluna bir başka gümüş saatini takıp, tuvalete girip çıktı.

 

 

"Hadi gidelim" dediği vakit bakışlarımla onu baştan aşağı süzdüm. Üzerine kısa kol, siyah yakalı bir tişört giymiş, altına ise siyah, tişörtünün üzerine çekmiş olduğu bir pantolon. Tarzı her zaman mükemmeldi bir asker olmasına rağmen. Ona herşey çok yakışıyordu.

 

 

Odadan ışıkları kapatıp çıktıktan sonra aşağıda bizi bekleyen Sevda hanımların yanına indik.

 

 

"Hadi gidelim çocuklar, ezan okuyacak."

 

 

Evden çıktık, kapıları kilitleyip arabalara ilerledik. Taha ve Şirin bizimle gelecek olmalarından dolayı, Taha abi Ömer Asaf'ın ön yolcu koltuğuna geçti, Şirin ve ben de arka tarafa doğru ilerledik. Arabanın kapısını açarken, aynı zamanda sordum.

 

 

"Nasıl hissediyorsun?"

 

 

"İyiyim. Uykum çok geliyor ama doktor bir iki aya geçer dedi" deyince, bir doktor olarak onu başımla onayladım.

 

 

Arabaya bindik, kapıları kapadık ve Ömer Asaf tam bineceği vakit çalan telefonuyla babasına "sen ilerle" diyerek arabaya bindi, telefonu açıp kulağına yasladı.

 

 

"Buyrun komutanım."

 

 

Derin bir nefes alıp, ortada oturduğumdan dolayı öne doğru eğilip Ömer Asaf'a baktım.

 

 

"Veysel'e verdim" dedi telefonla konuşmaya devam edip, kemerini takarak. Ardından başını salladı, "dosyalar onda" dedi ve ekledi. "Anlaşıldı komutanım. Tamamdır ben yarın askeriyeye gelir gelmez kontrol edeceğim" dedi, komutanıyla vedalaşıp telefonu kapadı.

 

 

"Herşey yolunda mı?" diye sordum.

 

 

"Hım hım.." dedi, gülen yüzüyle arabayı çalıştırdı. Arabaya binerken dizlerinin üzerine yerleştirmiş olduğu silahını eğilip torpidoya koydu ve arabayı hareket ettirdi. Ben de arkama yaslanıp, ailemin evine dek Şirin ile sohbet edip durduk. Kapının önüne geldiğimiz vakit, Ferit beyler çoktan gelmiş ve apartmana çıkmışlardı bile. Ömer Asaf arabayı boş bir yere park edip, camları kapattıktan sonra dördümüzde indik arabadan. Kapılar kapandı, topluca apartmana doğru ilerledik.

 

 

Apartmana girip, tek tek zincir halinde yukarı çıkarken, kapıyı ben çaldım ve tatilden döndüğümüzden beri ailemi hiç görmediğimi hatırladım. Özlemiştim. Kapı açılır açılmaz, abimin bana bakan yüzüne gülümseyerek baktım ve ayakkabılarımı çıkarıp, sıkıca sarıldım ona.

 

 

"Hoş geldiniz."

 

 

"Hoş bulduk."

 

 

"Hoş bulduk."

 

 

Herkes topluca içeri geçti ve ben herkese, yani aileme sarılıp iftar masası için erkekler salonda konuşmaya başlarken, biz masayı kurmaya başladık. Annem mutfakta, yerde oturmuş yemekleri dolduruyordu, biz ise teker teker tüm kızlar olarak içeriye, masaya çekiyorduk. Erkekler kalabalık olduğundan dolayı, biz kadınlar mutfakta, yerde yiyecektik. En sevdiğim şeylerden biriydi yerde yemek yemek.

 

 

Masaya çatal kaşık dizdikten sonra annemin yapmış olduğu tavuklu pilavı içeriye getiren Eda'nın elinden aldım, babamların derin bir sohbetin içerisine, yüksek sesle ve kahkalarla gülerek girdiğini fark ettim. Göz ucuyla Ömer Asaf'a baktım ve onun da tekrardan herkesin toplu bir kahakaha bırakmasıyla o da gülmüştü ve yanında oturan abisinin dizine alayla vurmuştu. Pilavı masaya bırakıp, gülümsedikten sonra tekrardan mutfağa ilerledim.

 

 

Bu sefer annemin etli nohutları tabağa doldurmuş olmasıyla, annemin yanına oturmuş ve ayaklarını uzatmış vaziyette çatalla tabaklara sarma dolduran Sevda ve Ayten hanıma gülümsedim. Hep bir arada olmak ne güzel bir duyguymuş.

 

 

Nohut yemeklerini de, erkeklerin sayısına göre yeteri fazla çekip, salondan çıkmadan önce ilker'le göz göze geldim. Babamlarla konuşuyordu ama arada bir bana bakıp duruyordu. Söyleyip söylememek arasında kalmış gibiydi. Neyse ki bana bakmayı bırakıp, gülerek babamın cümlesine cümle ekledi ve sohbet biraz daha uzadı.

 

 

Şirin cacıkları kaselere doldururken, Eda siniye koyup içeriye çekti. Ben de doldurulan sarma tabakalarından iki büyük tabağı masaya götürüp, küçük tepsiyle su ve bardakta götürdükten sonra masanın hazır olduğunu fark edince, ezana son on dakika mutfağa biz kadınlar için sofra kurduk. Masada yiyebilirdik ama masanın bir diğer tarafı duvara yaslı olduğundan dolayı hepimize yer olmayacaktı. Masayı ortaya çekebilirdik ama alan daralırdı. Böylelikle yere sofra bezi serdik ve yemek tahtasını da üzerine.

 

 

Ardından tek tek yemekleri doldurup, cacık ve kaşık çatalları da yerleştirdikten sonra ezana son iki dakika kalmıştı. Kimse babamlara bakmamış, onlar çoktan teker teker ellerini yıkandıktan sonra masaya yerleşmişlerdi.

 

 

Kendimi hemen balkon kapısının önüne oturtup, sofrayı üzerime çektim ve kolumdaki saate baktım. Sevda hanım bir ayağını hemen arkamdan uzatarak, eliyle sırtıma salınmış saçlarımı okşayarak "güzel gelinim" demesiyle annemin gülümseyen bakışları bize döndü. Eda ve Şirin'de sofraya oturduktan sonra kulaklarımıza ilişen ezanın sesiyle besmele getirerek herkes yemeğine başladı.

 

 

Etli nohuttan bir kaşık ağzıma aldım, ardından pilav ve cacık. Harika üçlü olabilirdi benim için. Sarmalardan da yemeye koyuldum. Tek ayağımın üzerine oturmuşken, dizimi kendime çekmiştim.

 

 

"Yenge su uzatır mısın?" deyince, Eda'nın bana yanındaki sürahiden bir bardak su doldurmasıyla teşekkür ederek aldım ve önce Sevda hanıma, sonra anneme uzattım. İkisi de reddedince, Ayten hanım da reddetti ve ben suyu içtim. Eda onlara da su doldurup, tekrardan yemeğini yemeye koyulurken, aradan geçen on on beş dakikanın ardından hepimiz havadan sudan bir sohbete dalmıştık. Ta ki mutfak kapısında Ömer Asaf belirinceye dek sürmüştü bu sohbet.

 

 

"Ne oldu oğlum?" dedi Sevda hanım ve Ömer Asaf elindeki bitmiş nohut tabağını gösterdi.

 

 

"Nohut var mı?"

 

 

"Var" diye yanıtladı annem.

 

 

"Babam bir kepçe daha istiyor" dedi ve ben gülümseyerek uzanıp onun elinden tabağı aldım, hemen kenarda, yerde duran ve soğumaması için üzeri bezlerle örtülü yemeğin üstünü açıp, bir kepçe nohut doldurdum Ömer Asaf'ın "yeter canım" demesiyle. Yanaklarım kızardı, bakışlarım Ömer Asaf' a baktı ve ben tencerenin ağzını kapatıp, üstünede bezi örttükten sonra tabağı Ömer Asaf'a uzattım.

 

 

Gülümseyerek elimden aldı, boyu ve fit vücuduyla mutfaktan çıktı. Neden tarzı bu kadar çok hoşuma gidiyordu? Eh... Sonuçta o bir askerdi ve kim bilir nasıl antremanlar yapıyordu?

 

 

Yemeğimize devam ettik tatlı bir sohbet ile. Annem, Sevda ve Ayten hanım birlikte değişik bir sohbete koyulmuşlardı.

 

 

"Ayşe. Bak şimdi, sen salatalıkları bidona doldur, iki üç diş sarımsak, sirke ve sıcak su. Vallahi mis gibi turşu olur sana" dedi Sevda hanım anneme tarif verirken.

 

 

"Ben de öyle yapıyorum" diye yanıtladı Ayten hanım. Ayten hanım hiç evlenmemiş olmasına rağmen, fazlasıyla formuna dikkat eden ve eli baya lezzetli olan biriydi.

 

 

Onlar kendi aralarında konuşurken, ben kızların yanına geçtim ve gülümsedim.

 

 

"Bebek kaç aylık?" diye sordu Eda Şirin' e.

 

 

"Bir buçuk aylıkmış."

 

 

Eda bebek demişken, ben geldiğimden beri ne erkek kardeşimi, ne de yeğenimi görmüştüm.

 

 

"Kerem ve Selim nerede?" diye sordum Eda'ya.

 

 

"İkisi de yatıyor. Kerem saat altıdan beri uyanıktı, siz gelmeden yarım saat önce yattı. Abisi odana götürdü" deyince, akşam gitmeden önce her ikisinide görsem iyi olacaktı. Kerem'i de yeğenim Selim'i de çok özlemiştim. Bir yıllık olan yeğenim. Bir yaşına basmış olan Selim gerçekten de çok tatlıydı.

 

 

"Sağlıklı doğar inşallah" dedi Eda tekrardan Şirin ile konuşurken.

 

 

"İkra! Kızım masayı kaldırın!"

 

 

İçeriden işitmiş olduğum babamın sesiyle hemen hızlıca ayaklandık biz kızlar. Şirin'e dönüp, "sen yorulma istersen" dedim ama o itiraz ederek bize yardımda bulunmaya karar verdi. Salonda ki masanın üzerinden boş tabakaları içeriye doğru çektik. Ömer Asaf banyoda ellerini yıkarken, mutfağa boş tabakları koyup kapıda durdum ve ona doğru eğildim.

 

 

"Göbeğin çıkmış" dedim kıkırdayarak.

 

 

"Öyle mi?" dedi ve ellerini kurutarak göbeğine baktı. "Sen kilo al dedin ya. Ben de alacağım, böyle yiyip yiyip şişman olacağım" dediği vakit, sesindeki ciddiyete anlam veremedim ve kaşlarımı çatarak "şişman mı olacaksın?" diye sordum garip bir sesle. Onu kilolu düşündükçe nedense bir tuhaf oldum.

 

 

"Evet. Göbek yapmaya karar verdim. Ne oldu? Yoksa beni sevmez misin?" diye sordu elleri belinin her iki tarafına, kemerinin üstüne yerleşirken.

 

 

"Ben onu öylesine söylemiştim. Ayrıca kilo hiç iyi birşey değil. Sağlıksız olamazsın" dedim ve o kıkırdayarak ekledi.

 

 

"Şaka şaka. Sen merak etme ben bu göbeği yarın eritirim. Ayrıca kilo almaya da niyetim yok" dedi ve nedense içim bir rahat oldu. Kıkırdayarak banyonun önünden çekildim ve onu geride bırakıp mutfağa girdim. Bulaşıkları ben ve Eda yıkamaya başladık Şirin salondaki sofrayı mutfağa çekerken. Annem çay demlerken, mutfakta ki masada oturmuş, üçlü bir sohbet başlatmışlardı o, Sevda ve Ayten hanım ile birlikte.

 

 

Bulaşıklar hal olduktan sonra erkeklere çay ve annemin ramazan ayı için yapmış olduğu kadayıflardan birer dilim verdik. Derin bir nefes aldıktan sonra, biz de misafir odasında çay içmeye karar vererek, bizim için çay demledi annem ve misafir odasına taşındık. Annemlerle sohbet ede ede, babamların yüksek sesle konuşulanları odanın kapısı kapalı olmasına rağmen gelirken, gülerek kızlarla konuşmaya devam ettik.

 

 

"Asya nerede? Söylemedim, gelmedi?"

 

 

"O şehir dışında. Bir kaç günlüğüne arkadaşlarıyla tatile gitti, yarın öbür gün geleceğini söyledi" diye yanıtladı Eda'yı Şirin.

 

 

Akşamın ilerleyen saatlerinde, saat on bir buçuğu bulmuştu ve benim yavaş yavaş uykum gelmeye başlamıştı. Annemler hala enerjik bir şekilde sohbet ederken, biz kızlar gerçekten ayakta uyuyor gibiydik. Ayağa kalkıp, odadan çıkıp yeğenim Selim'i ve kardeşim Kerem'i öptükten sonra tekrardan odaya kızların yanına geldim. Tam o vakit, misafir odasının açılan kapısında beliren Ömer Asaf ile, annesine "babam kalkalım diyor" demesi bir oldu. Sevda hanım odada bulunan saate baktı, "saat on ikiye geliyor" diyerek ayaklandı. Ben de ayaklandım, diğer kızlar ve annemde. Bir an keşke ablam da burada olsa diye düşünmüştüm. Evine bir iki kere gitmiştim ben evlenmeden önce, ama evlendikten sonra hiç gitmemiştim. Bir gün Eda ve ben gitsek iyi olacaktı.

 

 

Herkes yavaş yavaş toparlanıp, kapı ağzında beklerken, Ferit beyin babama "devrem" diyerek sarılacağı vakit, babam "aşağıya geleceğim" değmesiyle Ferit bey "zahmet etme" dedi ama babam itiraz ederek gülüp kapıyı gösterdi

 

 

Annem, abim, Eda tüm herkes kapıdan tek tek çıkarken, kapı arkasında duran askılıktan çantamı alıp omzuma taktım ve tüm herkesle birlikte aşağıya, dışarıya indik. İlker babama hiçbirşey söylememiş, bu güzel günü bozmamıştı. Ona ayriyeten bir gün teşekkür edecektim. Çünkü biliyordum, sırf benim için söylemedi. Ne gibi bir cümle kuracağımı bilemediği için susmuştu.

 

 

"Hadi devrem, Allah ısmarladık, iyi geceler." Babam ve Ferit bey tokalaşıp, Ferit Bey'in arabaya geçmesiyle Sevda ve Ayten hanım annemlerle vedalaştı. Ben ve Şirin önce Eda'ya sarıldık, sonra babama ilerledim ben. Ona da, anneme de, abime ve İlker'e de sıkı sıkı sarıldım. İlker bana kaçamak bir bakış atsa da, gülümseyerek sarıldı ve "bu sır olarak kalacak" diye fısıldadı. Ben de ona gülümsedim, Ömer Asaf'ın ve Taha abinin de annemlerle vedalaşmasıyla Ömer Asaf şoför koltuğuna yerleşti ve arabayı park ettiği yerden çıkardı. Ben, Şirin ve Taha abide arabaya bindik, Ömer Asaf kornaya basarak uzaklaştı ailemin evinin önünden.

 

 

Arkama yaslandım, gözlerime bulaşan uykuyla açılıp kapanan gözlerime söz geçirmeye çalıştım. Ama ne kadar başarılı olduğumun farkına varmadan, yol boyunca gözlerimi açık tutmayı başarabildim.

 

 

Evin önüne geldiğimiz vakit, saat on iki olmuştu çoktan. Sersem adımlarla, herkese "iyi geceler" dileyip Ömer Asaf'la birlikte odamıza çıkmıştık. Odaya girer girmez hızla kıyafetlerimi değiştirip, kendimi uykunun kollarına bırakmak adına yatağa bıraktım kendimi. Ömer Asaf'ta hızla yatağa yerleşince, "çok uykum var" diye mırıldandım ve başımı onun göğsüne yaslayıp, derin bir nefes aldıktan sonra kolumu da beline doladım ve gözlerimi kapadım.

 

 

"İyi geceler güzelim."

 

 

"İyi geceler sevgilim."

🎻

 

"Merhaba hocam! Deha!"

 

 

Bugün bir değişlik yapmaya karar verip, hastaneye uzun zamandır yanlarına uğramadığım hocamın ve arkadaşımın yanına uğramıştım. İkisine de sıkı sıkı sarıldıktan sonra, ayrılıp hocamın bana gülerek bakan yüzüne baktım.

 

 

"Sen buralara gelir miydin hiç?" deyince, çekingen bir hal ile kıkırdadım.

 

 

"Bu aralar fırsat bulamadım. Nasılsınız hocam?"

 

 

"İyiyiz, sen nasılsın?"

 

 

Üçümüz birlikte kantine doğru ilerledik. Oturup güzel bir sohbete başladık.

 

 

"Ne zaman başlıyorsun?"

 

 

"Ramazan ayından sonra inşallah" diye yanıtladım Deha'yı.

 

 

"Gel gel. Yokluğun belli İkra" dediğinde hocam ona gülümseyerek baktım.

 

 

"Ben de sizi özledim. Eee.. hastane nasıl? Çok vaka geliyor mu hocam?" diye sordum.

 

 

"Yok yok. Sen gittiğinden beri nedense ufak tefek yaralı ve hastalar geliyor. Acaba sen miydin belayı çeken?" diye sorunca Deha, kıkırdayarak omzuna vurdum hafif.

 

 

"Aşk olsun."

 

 

"Şaka şaka."

 

 

Hocam ve arkadaşımla güzel bir sohbetin ardından, hastaneden onlarla vedalaşıp ayrılmıştım. Taksiyle nereye gideceğimi bilemeyip, öylece ilerlemeye devam ederken, kız arkadaşım Akel geldi aklıma. Onunla bu sabah konuşmuştum ve şuan nerede olduğunu tam olarak bilmiyordum. Telefonumu çıkardım, onun nerede olduğunu öğrendikten sonra okula doğru yol aldım. Elbette okulda olacaktı bu sıcak, ramazan ayında.

 

 

Okulun önüne geldiğim vakit, bahçede çocuklarla güle konuşa birşeyler konuşan Akel'i görür görmez yüzünde açan sıcak bir tebessümle ona doğru ilerledim. O da ona doğru geldiğimi, yani beni görünce yönünü bana çevirdi ve hızla koşup sarıldım arkadaşıma.

 

 

"Çok özledim."

 

 

"Nerelerdesin kızım sen? Sedef balayına gitti dedi, insan bir arar sorar" dediği vakit, kollarımı ondan ayırıp, ellerini tuttum.

 

 

"Özür dilerim. Aniden Ömer Asaf gidiyoruz deyince, haber veremedim. Neyse konuşmayalım bunları, sen ne yapıyorsun?" diye sordum konudan uzaklaşmak adına.

 

 

"Çalışıyorum işte. Çocuklarla oyun oynuyordum."

 

 

Gülümsedim. "Eee nasıl gidiyor evlilik? Yok mu şöyle güzel bir haber?" dedi cümlenin altında yatan mana ile gözlerim kızarırken.

 

 

"Y-yok. Yani nasıl güzel bir haber olabilir ki? Mutluyum işte" dediğimde, "anlamamazlıktan gelme İkra" dedi ve yanaklarım bir kez daha kızardı.

 

 

"Yok."

 

 

"Anladım. Siz evlenmeden önce sağlık belgesi aldınız mı nikah için?" diye sorunca, başımı salladım.

 

 

"Aldık. Hatta ikimiz de sağlıklı bireylerdik."

 

 

"Hımm... Neyse, gel otur çay içelim diyeceğim ama oruçluyuz" dediği vakit, hızla ben başka bir soru sordum.

 

 

"İlişkin nasıl gidiyor?"

 

 

Bu sefer yanaklarının kızarma sırası ondaydı. Bakışlarını kaçırdı ve gülümsedi. Tam o vakit, çalan telefonuyla elini önlüğünün cebine attı.

 

 

"İyi insan lafın üstüne arar" diyerek ekranı bana doğru gösterdi ve Yiğit'in aradığını gördüm.

 

 

"Hoparlöre alayım da, bak gör nasıl gidiyor?" dedi ve telefonu açıp hoparlöre aldı.

 

 

"Efendim."

 

 

"Nasılsın canım?"

 

 

"İyiyim canım. Okuldayım, sen nasılsın?"

 

 

"Hastanedeyim" dediği vakit, kaşlarım çatıldı ve dudaklarım aralandı ama tekrardan kapandı.

 

 

"Niye ne oldu, iyi misin?" diye sordu bu seferde.

 

 

"Ben iyiyim de, Ömer üsteğmenim ve Bayırlı komutanım yaralandı."

 

 

Kalbimin atışları aniden hızlandı, bedenim korkuyla yerinde titredi.

 

 

"Ne?" dedim telefonu hızla Akel'in elinden alarak. "Durumu nasıl, iyi mi? Yiğit cevap verir misin? diye sordum.

 

 

"Y-yenge?"

 

 

"Ömer Asaf nasıl iyiler mi?" diye sordum bir kez daha telaşlı bir sesle.

 

 

"Komutanım söyleme demişti-"

 

 

"Ya ne demek söyleme, Asaf iyi mi?"

 

 

"İyi iyi" deyince, "hangi hastane!" diye sordum.

 

 

Hastanenin adını öğrenir öğrenmez telaşla hastaneye doğru Akel'i okulda bırakıp, yol aldım. Adımlarım hızlandı ve etrafta bir taksi bulmak adına ilerledi. Şuan Ömer Asaf'ı görüp onun iyi olduğunu bildiğimde, bu içimdeki telaş sönecekti o kadar.

 

🎻

 

 

Ömer Asaf Bozdağ

 

Güneşin tepede yer aldığı sıcak bir havaydı bugün. Silahımı daha sıkı tuttum, hemen karşı duvarın kenarında yer alan Bayırlı'ya elimle işaret verdim. Kendisi silahıyla bir iki adım öne çıktı, hızla önde duran terör unsurunun elindeki silaha tekme atmasıyla etkisiz hale getirmesi bir oldu. Sırtımı soğuk betona yasladım, derin bir nefes alıp, silahım ile etrafımı kontrol edip durdum ve derin bir iç daha çekip, küçük ve yavaş adımlarla ilerledim.

 

 

"Komutanım."

 

 

Kulaklıktan gelen Kartal'ın sesine odaklandım, "dinliyorum" dedim.

 

 

"On tarafta dört kişi var, kapı iki kişi tarafından korunuyor."

 

 

Yutkundum. Sakin adımlarla ben ve Bayırlı ilerlemeye devam ederken, aniden ateş edilen mermiler tarafından kolumu sıyıran mermi ile hızlı hızlı duvarın arkasına geriledim, koluma dokundum.

 

 

"İyi misiniz komutanım!"

 

 

Dişlerim birbirine sıkı sıkıya yaslanırken, başımı olumluca salladım ve boynumda ki asker bandanasını alıp, sıkıca kurşunun sıyırmış olduğu koluma doladım.

 

 

O sırada Bayırlı'nın da kolunu tuttuğunu fark edince, bakışlarım hızla ona odaklandı.

 

 

"Ne oldu lan!"

 

 

"Ben de yedim bir tane" dedi alaylı çıkan sesiyle. Ama benim ki girdi" deyince, gülmeden edemedim. "Sar yaranı," dedim ve diğer taraftan taramalı bir şekilde gelen Cihangir'in "geberin lan!" demesiyle sırıtışımı tutamadım.

 

 

"Geldi bizim ki" dedim Bayırlı'ya.

 

 

"Oğlum bize de bırak lan!" diye bağırdı Veysel hemen arkasından ateş etmeye devam ederek gelirken. Herkes her bir taraftan ateş etmeyi sürdürdü, kısa süre sonra Çürük yine elimizden kaçmayı başarabildi. Ama elinde sonunda onun kafasını ben koparacaktım.

 

🎻

 

 

İkra Bozdağ

 

Hastanenin koridorlarında müşahede odasına doğru ilerlerken, Ömer Asaf'ın içeride çıplak vücudunun gözler önünde olduğu koluna atılan dikiş ile yanında yer alan Kartal'a ve Yiğit'e baktım.

 

 

"Asaf!"

 

 

Tüm herkesin bakışları beni buldu. Beni burada görmeyi beklemiyor olacak ki "lan!" dedi ve yanına yaklaşan bana baktı. Yüzümdeki korkuyu görür görmez, bakışları askerlerine kaydı.

 

 

"Hanginiz haber verdi!"

 

 

Kaşlarımı öfkeyle çattım. "Sen iyi misin?" dedim alayla. "Haber vereceklerdi tabi, buraya gelene kadar aklım çıktı" dedim hemşirenin onun koluna atıyor olduğu dikişe bakıp, göğsünün açıkta kalmış olduğunu fark ederek. Hemen sedyenin üzerinde duran tişörtünü aldım ve gövdesinin üzerine bıraktım. Dişlerim birbirine yaslandı, bakışlarım kıkırdayan diğer askerlere utanarak baktı.

 

 

"Alp nasıl?"

 

 

"İyi iyi. Öykü yengeye haber vermedik, hamile, şimdi korkup telaş yapmasın" deyince Kartal, başımı salladım. Bakışlarım bir kez daha Ömer Asaf'a kaydı. Hemşire dikişleri bitirdikten sonra "geçmiş olsun" dileyerek odadan çıkarken, ben Ömer Asaf'ın tişörtünü elime aldım ve önüne geçtim.

 

 

"Kaldır kollarını yavaşça" dedim tişörtü başından geçirerek. O kollarını kaldırdı, sırıtarak bana bakarken, tişörtü üzerine geçirdim ve üstünü iyice düzelttim.

 

 

"Komutanım. Bayırlı komutanım çıktı, durumu iyiymiş."

 

 

Kapıda beliren Oflaz ile Ömer Asaf başını salladı ve diğer iki asker komutanlarına "geçmiş olsun" diyerek Bayırlı'nın yanına gitmek için müşahede odasından çıktılar.

 

 

"Seninle konuşmamamı mı istiyorsun?" diye sordum her iki yana hafif açmış olduğu bacaklarının arasına azıcık girerek. Ellerim dizlerine dokundu.

 

 

"Neden?"

 

 

"Benden neden saklamak istiyorsun böyle birşeyi? Endişelenme mi istemiyorsun anlıyorum ama ben böyle daha çok korkuyorum Ömer Asaf."

 

 

Elleri belimin her iki tarafına yerleşti ve gözlerime bir de öyle baktı.

 

 

"Korkmanı istemedim. Ayrıca endişelendin" dedi ve ben derin bir nefes alıp, ellerimi yanaklarının her iki yanına yerleştirdim.

 

 

"Korkuyorum. Sana birşey olacak diye çok korkuyorum Ömer Asaf."

 

 

Gülümsedi. Bu buruk bir gülümsemeydi. "Korkma. Sürekli endişelenip telaşlanma. Sadece küçük bir sıyrık."

 

 

Başımı salladım, kollarımı yavaşça boynuna doladım ve yanağımı omzuna yaslayarak ona sarıldım.

 

 

 

"Hep yanımda ve iyi ol."

 

 

"Ölürüm sana."

 

 

 

Bölüm Sonu...

 

Eveeet!! Bir sonra ki bölümü düzenlediğim vakit yayımlayacağım. Şimdiden okuyan herkese, oy veren herkese tşk ederim. Görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.

 

Bölüm : 27.12.2024 01:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
NİSA / KURŞUN İZİ / 37. Bölüm -&- Bela
NİSA
KURŞUN İZİ

42.88k Okunma

2.97k Oy

0 Takip
56
Bölümlü Kitap
1. Bölüm -&- Tehlike!2. Bölüm -&- Akılda Kalan Gözler3. Bölüm -&- Hasretin Vuslatı4. Bölüm -&- Tesadüfler5. Bölüm -&- Uzun Zaman Sonra6. Bölüm -&- Hissedilen Duygular7. Bölüm -&- Tatlı Bir Telaş8. Bölüm -&- Büyük Bir Kayıp9. Bölüm -&- Sivas Topraklarında Özlem10. Bölüm -&- Barınak11. Bölüm -&-Beklenmedik Kişi12. Bölüm -&- Sevda Çıkmazı13. Bölüm -&- Acıyla Atan Kalp14. Bölüm -&- Birbirine Bağlanan Kalpler15. Bölüm -&- Veda Çiçeği16. Bölüm -&- Havada ki Şahinler17. Bölüm -&- Ansızın Atan Yürek18. Bölüm -&- Düğün Günü19. Bölüm -&- Şaşırtmalı Oyun20. Bölüm -&- Verilen Sözler21. Bölüm -&- Seçilen Alyanslar22. Bölüm -&- Kalp Yakan Acı Haber23. Bölüm -&- Hasta Ziyareti24. Bölüm -&- Kısa Bir Veda25. Bölüm -&- Mutluluğun Güzelliği26. Bölüm -&- Yeni bir HayatDuyuru!!!!27. Bölüm -&- Geçmişin Anıları28. Bölüm -&- Sona Eren Vuslat29. Bölüm -&- Piknik Havası30. Bölüm -&- Mucizenin Meyvesi31. Bölüm -&- Tatlıya Bağlanan Sorun32. Bölüm -&- Güzel Haber33. Bölüm -&- Acı Ve Tatlı34. Bölüm -&- Tatilin En Güzeli35. Bölüm -&- Tatlı Heves36. Bölüm -&- İlk Sahur37. Bölüm -&- Bela38. Bölüm -&- Güzel Haber39. Bölüm -&- Çaresizlik40. Bölüm -&- Acının Çaresiz Yanı41. Bölüm -&- Acı Ve Suçluluk42. Bölüm -&- İntikam Ateşi43. Bölüm -&- Veda mı?44. Bölüm -&- Kelebeğin Tekrar Doğuşu45. Bölüm -&- Yüksek Bağırış46. Bölüm -&- Köye Erzak47. Bölüm -&- Veda ÖpücüğüŞİMAL48. Bölüm -&- Hasret49. Bölüm -&- Tehlikeli KararDuyuru!!!!50. Bölüm -&- Son Bulan Sıkıntılar51. Bölüm -&- Ailenin Yeni Üyesi52. Bölüm -&- Anlamlı Video53. Bölüm -&- Sebredilen Umutlar
Hikayeyi Paylaş
Loading...