41. Bölüm

39. Bölüm -&- Çaresizlik

NİSA
lorensi

Eveeeett! Yepyeni bir bölümle geldim canlarım. Öncelikle nasılsınız, umarım iyisinizdir herşey yolunda gidiyordur. Sizlerin vermiş olduğu destek gerçekten beni duygulandırdı. Fazlasıyla mutluyum, daha kaç bin olacağımızı hayal edemiyorum. Böyle kısa bir sürede bu kadar okunma çok güzel bir duygu.

Oylarınız için hepinize çok ama çok teşekkür ederim.

Şimdi sizi yeni bölümle yalnız bırakıyorum.

DİKKAT! BÖLÜM SINIRI

yorum : 150

Oy : 30

BÖLÜM SINIRI GEÇİLMEDİKÇE YENİ BÖLÜM GELMEYECEKTİR BİLGİNİZE!!!

 

 

 

 

 

 

 

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm Otuz Dokuz - Çaresizlik

“Sen ne zamandan beri seviyordun da söylemiyordun bize?” diye sordum İlker’in omzuna kolumu atıp, bir de ona alttan bakarken. Üstündeki takım elbisenin yakasını düzeltirken, aynada bana baktı ve ben de ona döndüm.

 

“Uzun zaman oldu. Sen ve eniştem evlenmeden önce” dedi ve saçlarına şekiller vermeye koyuldu. Derin bir nefesin ardından, omuzlarımı kaldırıp indirdim ve kocamı özlediğimi fark ettim. Kim bilir o da beni özlemiş miydi acaba?

 

Saat akşam altıya geliyordu. Ablam ve ben dışarıya çıkmış, kendimize uygun bir kaç parça kıyafet almıştık. Şimdi ise üzerime giyinmiş olduğum, yazlık, krem renginde ve üzerinde griye kaçan kelebeklerin yer aldığı ince askılı bir elbise giymiş, üzerine ise bel kısmımo kapatacak şekilde krem renginde kısa bir hırka giymiştim. Ayaklarıma krem ve beyaz rengi karışımı Converse bir ayakkabı geçirmiş, saçlarımın önlerinden birer tutam alarak krem renginde ki kurdele tokayla başımın arkasında sabitlemiştim. Hırkanın kollarını bileklerimden aşağıya çekmiş, uçlarını parmaklarımla öylece tutarken bakışlarım parmağımda ki alyansa ve tek taşa takıldı.

 

Ve ben bir kez daha ne kadar aşık olduğumu hatırladım.

 

“Hazır mısın?” diye sordum İlker’e ve öne doğru bir adım attım. Lakin ben ikinci adımı atmadan, aniden başımın dönmesiyle adımlarım yerinde durdu, yana doğru sendelendim.

 

“İkra! İyi misin?”

 

Yutkundum, İlker’in yeşil gözlerine bakıp, başımı belli belirsiz salladım. “İyiyim iyiyim. Aniden başım döndü” dedim ve derin bir nefes alıp verdikten sonra iyice doğrulup, İlker’e gülümsedim. Telaşlı bakışları gözlerime bakarken, “iyiyim” dedim bir kez daha. “Tansiyonum düşmüş olmalı” dedim kendimi böyle avutarak. Ama dün sabah kalkınca da başım dönmüştü. Yarın hastaneye gidince, bir test yaptırıp, bir de emar çektirsem iyi olacaktı. Umarım kötü bir durumla baş başa değildim.

 

“İlker! Oğlum hadi annem, geç kalacağız!” Annemin içeriden gelen sesine karşı ikimiz de birbirimize bakıp, gülümsedik ve İlker’in “nasılım?” diye sormasıyla “yakıyorsun” diye karşılık verdim. Alnıma bir buse kondurdu ve biz odadan birlikte çıktık. Kapı önünde elinde çikolata ve çiçekle bekleyen abimin gülümseyen bakışları hem beni, hem de İlker’i bulunca, "uzaktan görsem ikiz olduklarını anlarım" demesiyle kaşlarımı çattım.

 

“İkisi de birbirinden iyi olmuş. Biri çok güzel” dedi bana bakıp gülümseyerek. “Diğeri abisi gibi yakışklı” dediğinde de İlker’e bakmıştı.

 

Derin bir nefes aldık ve aniden İlker’le birlikte aynı cümleyi kurduk.

 

“Biz de uzaktan baksak senin bizim abimiz olduğunu anlardık!!”

 

İlker ile birbirimize bakıp şaşkınlıkla gülümsedik. Aynı anda kurmuştuk cümleyi.

 

“Ben de sizin ablanızım!” diyen Ablam, bize arkadan sarılmasıyla ben ve İlker’de ona döndük.

 

“Ya sen bir tanesin bir tane” dedi İlker ve eğilip ablamın yanağından sıkıca öptü.

 

“Siz de bir tanesiniz.”

 

Gülümsedik. “Babam aşağıda bekliyor, hadi gidelim” deyince hemen odasından çıkan Eda ve Selim’e baktım.

 

“Selim! Bak halan geldi!”

 

Saatlerdir uyudugundan dolayı onu şimdi görüyordum. “Halasının prensi, kurban olayım sana ya!” diyerek onu Eda yengemin kucağından alıp, ona da gülümsedikten sonra Selim'in yanaklarını öpe öpe kapıya yaklaştım ve bana yol vermeleriyle, yeni almış olduğum ve giymiş bulunduğum ayakkabılarım ile çıktım, apartmandan Selim ile konuşa konuşa indim.

 

Dışarı çıkarken, aniden babamın kapı önünde beklediğini görünce, Selim'le birlikte yanına indik.

 

“Güzel kızım” demesiyle yanında durdum ve eli ansızın saçlarımı okşadı.

 

“Nasılsın kızım?” diye sordu bu seferde.

 

“İyiyim baba. Sen nasılsın?”

 

“Hamd olsun.”

 

Babamdan biraz çekindiğim doğrudur. İnsan babasından çekinir mi? Eğer bu evli ve bir kız çocuğu ise çekinir. Babamdan hep çekindim. Ablam biraz daha rahat olsa da, o da çekinirdi elbet. Ayrıca ablamın karnında ki bebek dört aylık olmak üzereydi. Karnı hafif şişmiş, elbise giydiğinde belli oluyordu.

 

“Nasıl gidiyor evlilik?”

 

Aniden sormuş olduğu soruyla gülümsedim ama bu çekingen bir gülümsemeydi.

 

“İyi.”

 

“Üzmüyor değil mi seni?”

 

Kaşlarım çatıldı, dudaklarım kıvrıldı. “Yok baba. Üzmüyor” dedim sesimde ki titremeyi belli eden bir tonlamayla. Neden titremiştim anlam veremedim.

 

“İyi. Üzmesin seni. Valla üzüldüğünü görürsem, bozuşuruz onunla” dedi ve ben kızaran yanaklarımla bir kez daha babama kucağımda ki Selim’le baktım.

 

“Yok yok. Üzmez o… Hem” dedim ve durup bir müddet düşündükten sonra tekrardan babama karşı dudaklarımı araladım.

 

“Kıyamaz bana” dedim bakışlarımı babamdan kaçırıp, hafif kıkırdayarak.

 

Güzel kızım benim deyip, elini omzuma atmasıyla "sana kim kıyar ki?" demesiyle gözlerimin içi sızladı.

 

“Şu güzelliğin, tatlılığın, zekan. Bir kere o içinde ki vicdan ve merhamet” dedi. Bir kez daha gözlerim güzel sözleriyle sızladı.

 

“Kimse kıyamaz ki bu hepsinin bir arada olduğu güzelliğe” dedi ve ben daha fazla dayanamayıp, “baba” diyerek kucağımda ki Selim’le sarıldım ona.

 

“Ağlatacaksın beni.”

 

“Yokluğun çok belli güzel kızım. Ablanında. İkinizin de yeri ayrı ben de. Herhalde abin, İlker ve Kerem olmasaydı biz kafayı sıyıracaktık annenle.”

 

Gözlerim bir kez daha yaşla doldu ama akıtmadım. “Seni çok seviyorum canım babam. İyiki varsın” dediğimde, apartmanın kapısı açıldı ve ablam indi ayağında ki spor ayakkabılar ile. İkimiz de günlük ve serin birşeyler giyinmiştik.

 

“Ne yapıyorsunuz baba kız?” diye sordu hemen yanımızda durup, kucağımdan Selim'i alırken.

 

“Sohbet ediyorduk.”

 

Tam o vakit herkes çıktı apartmandan. İlker’in heyecanı yüzünden belli oluyordu. Biraz heyecanlı, biraz da tedirgin gibiydi ama mutlu olduğu her halinden belli oluyordu.

 

“Sıkışmadan gidelim.”

 

“Tamam İkra, ablam benimle gelsin. Siz beraber gidin" dedi İlker arabasının kapısını açarken.

 

“Tamam” diyen abim, kendi arabasına ilerledi. O da üzerine tıpkı Ömer Asaf’ın tarzı gibi siyah gömlek ve siyah pantolon geçirmişti.

 

Derin bir nefes aldıktan sonra ablam öne, ben arkaya geçtik ve İlker arabayı çalıştırır çalıştırmaz, hızla yola koyulduk. Kısa süre sonra evin önüne geldiğimiz vakit, herkes arabadan indi, biz kapının açılmasını bekledik lakin açılmadı. Ben hemen kapı yanına, babamın “sen tıkla kızım” demesiyle geçtim ve kapıyı tıkladım. Kısa süre sonra kapı açıldı, Kerem hemen yanıma geldi.

 

“Hoş geldiniz!”

 

“Hoş bulduk, hoş bulduk.”

 

“Hoş bulduk.”

 

Kenara geçtim ve ailemin geçmesini bekledim. Hepsi tek tek içeri geçerken, Asya üzerine giymiş olduğu beyaz elbiseyle kapıda belirdi, İlker'in ona uzatmış olduğu çiçekleri alıp, gülümseyerek baktılar birbirlerine. Ben ise kapıda kalınca, Ömer Asaf hızla başını çıkardı ve beni arar gibi sağa, sonra sola, yani bana baktı.

 

"Seni unuttular sandım" dedi ve bakışları beni baştan aşağı süzdü.

 

“Sen ne kadar güzel olmuşsun” diye sorunca, ellerimi arkamda birleştirip, bir sağa bir sola küçük çocuklar gibi sallandım. Akabinde sorumu sormayı eksik etmedim.

 

“Aşk olsun, sadece bugün mü güzelim?”

 

Güldü. Diğerleri içeri geçmişken, o bana yaklaştı ve parmakları önüme düşen saçlarıma dokundu onları geriye atmak için. Saçlarımı geriye attı, avucu yanağıma yaslandı.

 

“Aşk olsun. Sadece aşk olsun güzelim” dedi, ardından “hem…” diyerek ekledi. “Kıyafetin güzel olduğunu kıyafete bakınca değil, onu üzerinde taşıyan güzelliğe bakınca anlarsın.”

 

Gözlerimin içi cümlesinin güzelliği ile sızladı ve dudaklarım birbirine yaslandı. “Ama sen çok güzel konuşuyorsun” dedim ve parmak uçlarımda yükselip, yanağına sıkı bir öpücük kondurdum.

 

“Güzel olduğun için. Hem söyleyen değil söyleten önemli.”

 

“İçeri geçelim, ayıp olmasın.”

 

Başını salladı, ardından dudakları alnıma sıkı sıkıya dokundu ve ben gözlerimi kapatıp, açtım.

 

“Geçelim meleğim.”

 

Birlikte içeri geçtik, kapıyı kapatıp salona doğru adımladık. Herkes koltuklara yerleşmişken, ben de ilerledim ve koltuklardan boş kalmış, abimin yanına oturdum. Bana gülümseyen abim, saçlarıma öpücük kondurunca, Ömer Asaf bize belli belirsiz gülümsedi, ardından o da abisinin yanına oturdu ve Asya şirin ile mutfağa ilerledi.

 

“Eee nasılsın devrem? Bir araya gelip konuşamadık ama baksana, hem kızını aldım, hem kızımı verdim” deyince, babamda “aynen öyle oldu devrem” diyerek gülmesiyle ben dirseğimi koltuğun koluna yasladım ve bakışlarım beni seyre dalan Ömer Asaf'a takıldı. Yüzümde açılan gülümsemeyle yutkundum, bakışlarımı ondan ayırdım.

 

“Valla görmüş, beğenmişler biz de üzerimize düşeni yapmaya geldik” deyince babam, ben yavaşça ayağa kalktım, Asya’nın elinde kahve tepsisiyle girdiğini görünce babamların önüne sepha koymaya başladım. Bir tane babamın, bir tane Ferit beyin önüne koyduktan sonra, diğerinide abim ve İlker’e, son kalanı da Ömer Asaf’ların önüne koydum.

 

Asya tek tek kahveleri önce babama ve anneme, sonra kendi ailesine ve abimlere verdikten sonra, salonun ortasında oturmuş birlikte oynayan Kerem ve Selim’e dikkat ederek İlker’e yaklaştı, ardından ona uzattı tepsideki kahveyi. Umarım tuzluydu.

 

İlker tepsideki kahveyi alıp, teşekkür ettikten sonra önüne indirdi ve Asya ilerleyip Ömer Asaf’ın yanına oturdu. Herkes derin bir nefes aldı, verdi ve ardından kahveler içildi. İlker kahveyi yavaşça dudaklarına yaklaştırdı, bir yudum aldıktan sonra ani refleks ile öksürmeye başladı. Abim sırtına “helal helal” diyerek vurunca, salonda küçük bir kıkırdama meydana geldi.

 

“Eveeet! Kahvelerde geldiğine göre, gelelim sebebi ziyaretimize Ferit bey.”

 

Babam öne doğru doğruldu, Asya ve kardeşim İlker' heyecanlandı. “Gençler birbirlerini görmüş, sevmiş ve beğenmişler. Bize de üzerimize düşeni yapmak kalır. Yani işin sözü şu…” dedi babam ve bir elini kaldırıp, İlker’in omzuna yasladı.

 

“Allah'ın emri, peygamberin kavliyle, kızın Asya’yı, oğlum İlker'e istiyorum.”

 

Kısa bir sessizlik oluştu. Hem de çok kısa ve ardından Ferit beyin gülerek ama sızlayan gözlerle "verdim gitti!" demesiyle güçlü bir alkış koptu salonda. Gülerek ayağa kalkan tüm herkes ile birlikte, Şirin bugün birlikte Asya ve İlker’in, seçmiş oldukları alyansı nişan tepsisiyle getirdi, hemen babam geçti önlerine.

 

“İkra’yla Ömer Asaf’ın sözlerini ben kestim, bunu da sen kes” deyince Ferit bey, babam başını salladı ve tepsi de duran yüzükleri eline aldı. Dar ve daha küçük olanı Asya’nın parmağına, daha geniş ve büyük olanı İlker'in parmağına geçirdi babam ve makası eline aldı.

 

“Bir ömür boyu mutlu olun.”

 

Topluca bir “amin” den sonra babam makasla kurdeleyi kesti ve tekrar bir alkış koptu. Asya ve İlker birbirine baktı, aynı anda anne ve babalarının ellerini öptüler.

 

Ben de hemen kendimi farkında olmaksızın göğsüne yaslamış olduğum Ömer Asaf’a doğru kaldırdım başımı, onun ise aniden tam sol gözümün üstüne öpücük kondurmasıyla kıkırdadım ve başımı indirip ona döndüm.

 

“Tebrikler.”

 

"Ben de sizi tebrik ederim hanımefendi" dedi ve kolları belime dolandı. Kollarımı boynuna dolayıp, parmak uçlarımda yükseldim, ardından boynuna kimsenin fark etmeyeceği bir şekilde küçük bir buse kondurup, ayrıldıktan sonra gözlerine baktım. Gülümsüyordu. Ben de gülümseyip, tebrik amaçlı herkese sarılan ve bana bakan Asya ve kardeşime ilerledim.

 

“Tebrik ederim.”

 

“Teşekkür ederiz.”

 

Herkese sarıldıktan sonra oturup kahvelerimizi içmeye devam ettik. Akşamın ilerleyen saatlerinde akşam yemeği yiyip, ardından bir kez daha çay içtikten sonra saat gece on ikiyi buluyordu. Kerem ve Selim çoktan annelerinin kucağında uyumuş, ben ise yavaş yavaş uyumaya doğru yol alıyordum. Başımı kanepenin yüksek kısmına yaslayıp, gözlerimi açık tutmaya çalıştım ama başaramadım. Gözlerim kapandı, ama bilincim açıktı. Sadece konuşulanları dinledim.

 

“Anaa! İkra uyumuş.” Gözlerimi açmak istesem de açmadım çünkü uykum vardı. Annemin kulaklarıma ilişen sesiyle Ömer Asaf’ın “erken kalktık, ondandır” demesiyle hemen yanımda oturan abimin kıkırdayışı ilişti kulağıma.

 

“Gidelim biz de artık. Selim ve Kerem’de uyumuş.”

 

Gidelim kelimesini duyar duymaz bakışlarım yavaş yavaş açıldı ve ayağa kalkan annemlerle birlikte ben de kalktım gözlerimi ovuşturarak.

 

“İkra! Uyudun mu annem!”

 

Gülerek bana soru soran anneme kıkırdadım uykulu bir şekilde. “Gel bize gidelim” diye sordu ve ben bir kez daha güldüm. Gidemem ki…

 

Benim yanım, Ömer Asaf’ımın yanıydı.

 

“Hadi devrem. Kalın sağlıcakla.”

 

Herkes birbiri ile vedalaştı kapıya kadar. Kapıdan çıkıp, annemler ile vedalaştıkdan sonra onların arabaya geçmesini bekledim. Asya İlker’e el salladı, ardından ben bir kez daha başımı ister istemez Ömer Asaf’ın omzuna, daha doğrusu ona göre kısa boyumdan dolayı koluna yasladım.

 

Ferit beylerin içeri girdiğini hissedince, Sevda hanımın sesi ilişti kulaklarıma.

 

“Ömer Asaf, Taha. Oğlum siz eşlerinizi alın, gidin uyuyun. Yoruldular benim güzel kızlarım” deyince Sevda hanım, Ömer Asaf’ın belime dolanan kolunu hissettim.

 

“Tamam anne.”

 

Beni içeri doğru yönlendirdi, gözlerimi açtım ve merdivenlere doğru ilerledim içeri girince. O da benimle birlikte geldi ve ben tökezleyince, ansızın kucağına aldı bedenimi. Kollarım boynuna dolandı, başım göğsüne yaslandı ve ben gözlerimi hala açamadım.

 

Odamıza girdiğimizi hissettim ve beni yatağa bırakışını. Üstümde ki hırkayı çekip, aldı, ardından açıkta kalan omzuma küçük bir buse kondurup, "İkra" diye fısıldadı.

 

Zar zor da olsa “hım…” diyebildim.

 

“Üstünü değiştirelim mi güzelim? Yardım edeyim, kalk doğrul" dedi ve beni kollarımdan tutarak doğrulmama yardımcı oldu. Derin bir nefes alıp, gözlerimi açtım ve bulanık bir şekilde ona baktım.

 

“Çok uykum var.” Ağlak çıkan sesime karşı gülümsedi, burnunun ucuna bir öpücük bırakıp, elbisenin askılarını indirdi ve doalptan eşofmanlarımı çıkardı. Elbise üzerimden çıkar çıkmaz, üzerime hızla eşofmanlarımı geçirdi ve başımda ki tokayı açıp saçlarımı serbest bıraktı.

 

“Ömer Asaf?”

 

“Erik gözlüm…”

 

“Teşekkür ederim” diye mırıldandım ve kendimi yatağa bırakıp, gözlerimi kapadım.

 

“Sen yeterki yanımda ve iyi ol, o bana yeter.”

🎻

Gözlerimi açtığımda tek hatırladığım şey istemeydi o kadar. Yavaş yavaş açılan göz bebeklerim direkt olarak Ömer Asaf’ın yüzüyle karşılaştı. Uyuyordu. Kolları belime sıkı sıkı dolanmış, yüzü bana dönüktü ve o kadar güzel uyuyordu ki, eğilip öpmemek ve uyandırmamak için kendimi zor tuttum.

 

Derin bir nefes aldım, kolumu kaldırdım ve onun boynuna doladım usulca o uyurken. Biraz daha yaklaştım ve iyice göğsüne sindim. O ise ansızın uyanıp, beni kendine sıkı sıkıya çekmesiyle “kıyamıyor kocasına da” demesi bir oldu.

 

Başımı kaldırıp ona baktım, “günaydın” dedim çekingen bir hal ile. “Günaydın Erik gözlüm.”

 

“Erkencisin?” diye sordu soru soran sesiyle.

 

“E hastaneye gideceğim ya” dedim ve dirseğimin üzerinde doğrulup, yüzüne daha yakından bakmak için eğilip dudaklarımı dudaklarına yasladım. Derin bir nefes çekip, ayrıldıktan sonra gözlerine bakınca, onun bana bakan aşk dolu gözlerine gülümsedim.

 

“Hastaneye mi?”

 

“Hım hım. Çok boşladım. Gitsem iyi olacak” dedim ve yatakta doğrulup, gözlerimi ovuşturdum. Derin bir nefes aldıktan sonra benim gibi doğrulan Ömer Asaf’ın kollarını belime dolmasıyla brilikte başımı omzuna yasladım ve gözlerimi gülerek kapattım.

 

Dudakları boynuma dokundu. “Kokun çok güzel.”

 

Bir kez daha gülümsedim. “Aşığım sana” dedim.

 

“Ben de sana” diye fısıldadı ve dudakları bir kez daha boynuma dokundu.

 

“Geç kalmak istemiyorum sevgilim.”

 

Kıkırdadı. “Senin sevgilim diyen ağzını yerim” dediğinde, gözleri gözlerime kenetlendi ve yüzü yüzüme yaklaştı. Burnu burnuma değince, bir kez daha yutkundum, ardından gözlerimi açıp gülümseyerek ona baktım.

 

“Beni hastaneye bırakabilir misin?”

 

Kıkırdadı. “Elbette.”

 

“Kahvaltı yapmadan çıkmam gerek. Eğer senin acelen yoksa hastanede kahvaltı yapalım mı?” diye sordum ve tamamen doğrulup, ellerimle saçlarımı geriye attım.

 

“Aslında ben de bir an önce gitsem iyi olur. Görev olabilir, Bayırlı mesaj atmış” deyince, aklıma kızlar geldi. Onlarla hiç konuşmadığımı, hatta görüşmediğimi fark ettim.

 

“Kızlar nasıl?”

 

“İyiler hepsi."

 

"Hastane çıkışı onlara gideyim, bugün beşte çıkacağım. Olur mu?”

 

“Benden izin mi alıyorsun?” diye sordu başı yastığa yaslıyken. “Almayayım mı?” dedim ve “sen benim kocamsın. Elbette izin alacağım.”

 

Kıkırdadı, ardından ekledi. “Tamam izin veriyorum, sen Öykülere geç, biz de oraya geliriz akşama doğru.”

 

Sevinçle yanağına sıkı bir öpücük kondurup, “aynı performansı senden de bekliyorum” dedim ona parmak sallayarak.

 

Kıkırdayarak, “tamam” dedi ve biz kalkıp, hazırlanmaya başladık. Kısa süre sonra ben yatağımızın örtüsünü topladıktan sonra birlikte odadan çıkıp, aşağıya indik ve uyanan ev halkına “günaydınlar” dedik.

 

“Çıkıyor musunuz?” diye sordu Sevda ve Ferit bey Salondan çıkarken. Anlaşılan diğerleri hala kalkmış değildi.

 

“Hım hım. Anne akşama biz Bayırlı’ya geçeceğiz. Yemeğe bizi beklemeyin olur mu?” diye sorunca, “olur olur” dedi Sevda hanım ve ben hem annemin, hem babamın elini öpüp alnıma yasladım.

 

“Güzel kızım” diyen Sevda hanım ile ona sıkıca sarılıp ayrıldıktan sonra kapıdan birlikte çıktık ve arabaya birlikte yaklaştık.

 

Ömer Asaf yanımda yürürken, ben elimi ansızın koluna attım ve başımın dönmesiyle sendelendim. “İkra!”

 

“Başım döndü.”

 

“İyi misin?”

 

“İyiyim iyiyim.”

 

“Hastaneye gidince bir kan testi falan ver, olmaz mı, ben de beklerim” dedi ve ben başımı olumsuzca salladım.

 

“Yok yok. Sen git, ben eğer bir daha tekrarlanırsa veririm test” dedim ve arabanın yanında durduk. Kapıyı şakağıma bir öpücük bırakarak açtı, ben ona gülümseyerek arabaya bindim ve arkama yaslanıp kemerimi taktım. O da benim gibi yerleşti, arabayı sürdü ve kısa süre sonra hastanenin önünde durduk. Eğilip yanağına bir öpücük bıraktım, “teşekkür ederim” dedim.

 

“Rica ederim güzelim. Akşam sen geç kızlara, ben gelirim.”

 

“Hım hım. Ben geçerim, sen gelirsin zaten. Bir de şey diyecektim” dedim ağzım ansızın sulanırken.

 

“Efendim.”

 

“Kızlardan çıktıktan sonra köfte ekmek yiyelim mi? Birden canım çok çekti” dedim ve o ansızın gülümsedi, eğilip yanağıma sıkı bir öpücük kondurdu.

 

“Olur güzelim. O zaman görüşürüz.”

 

“Görüşürüz.”

 

Bir kez daha öptüm onu yanağından ve arabadan el sallayarak indim. Ben hastaneye girene dek kapı önünden ayrılmadı, ben içeri girer girmez araba uzaklaştı ve Ömer Asaf ortadan kayboldu. Kıyafetlerimi hızla değiştirip, sevdiğim mesleğin işini yapmaya başladım, hocam ve arkadaşımla birlikte hastalara umut olmaya devam ettim.

🎻

Hastaneden çıkmanın ve Öykü'nün evine gelmemin üzerinden sadece bir saat geçmişti. Kızlar bizimle birlikteydi ve Akel’de gelmişti. Kız arkadaşımı benden önce burada görünce biraz şaşırmış, lakin fazlasıyla sevinmiştim. Kızlarla birlikte, el birliğiyle Öykü’nün salonunda yer alan büyük masayı hazırlıyorduk. Öykünün bebeği yedi aylık olmak üzereydi ve karnı epey şişmişti.

 

Masayı hazırlamaya devam ederken, Öykü kendini koltuklardan birine "kusura bakmayın kızlar" diyerek bırakınca, gülümseyerek ona döndük.

 

“Ne kusuru canım? Dinlen sen, yoruldun epey” deyince Bahar, Nazlı hemen "ileride seni de göreceğiz Bahar hanım" diyerek gülümseyince, Bahar utanarak başını önüne eğdi ve tüm gözler bana döndü.

 

“Senin nasıl gidiyor evlilik?”

 

Utandım. Aslında kız arkadaşımdan utandım. “İyi gidiyor. Alıştım. Asıl Nazlı’ya sormak gerek. Bir hafta olmadı evleneli” deyince, Nazlı kıkırdayarak tüm herkese baktı.

 

“Güzel. Yani baya alıştım ben de.”

 

Akel mutfağa gidip, geri geldiğinde ise salatayı masaya bıraktı ve “herşey hazır” dedi.

 

Geriye sadece bizimkileri beklemek kaldı. Kızlarla oturup, havadan sudan sohbete dalarken, zamanın nasıl geçtiğini farkına varmadan kapı çaldı ve biz topluca ayaklandık.

 

“Geldiler galiba.”

 

Hep birlikte kapıya doğru ilerledik ve kapıyı Nazlı açtı, direkt olarak Ömer Asaf belirdi.

 

“Selamün aleyküm.”

 

İlk benim eşim içeri girdi, bakışları ilk beni buldu ve ikimizinde gözlerinin içi güldü.

 

“Aleykümselam. Hoş geldiniz.”

 

Yanakları yanaklarıma değdi, dudakları yanaklarımı öptü ve “hoş bulduk canım” dedi. Arkadan diğerleride girip, her biri sevgilisine sarılırken, kapıyı kapattık ve içeriye geçtik.

 

“Tekrardan hoş geldiniz.”

 

"Hoş bulduk.”

 

Salona geçer geçmez, masayla karşılaşan beyler yerlerinde durup bize “vaaay” diyerek bakarken, hepimiz aynı anda gülümsüyorduk.

 

“Acıktınız mı?” diye sordum.

 

“Hem de çok” diye yanıtladı beni Ömer Asaf. Gülümsedim ve Öykü'nün “ellerinizi yıkayın önce” demesiyle ben onları başımla onayladım. Onlar ellerini yıkarken, ana yemekleri doldurmaya başladık. Herkes eşinin tabağına yemeğini doldurdu, Akel ise Yiğit'in tabağına bıraktı birer kaşık yemeklerden. Biz masaya otururken, onlarda içeriye girdi ve her biri eşinin yanına oturdu, Ömer Asaf’ta benim yanımdaki boş sandalyede yerini aldı.

 

“Görev nasıldı?” diye soran Bahar oldu.

 

“İyiydi. Yarın yine gideceğiz,” deyince Bayırlı, biz kızlar dudaklarımızı birbirine bastırdık.

 

“Ömer abi alacağın olsun senin” deyince Öykü, kaşlarımı çatarak ona baktım ve belli belirsiz gülümsedim. Neden böyle birşey demişti? Anlamamıştım.

 

“Beni bugün arayıp, Alp’ in dokuz aylığına sınır dışına gideceğini söyledi. Sesinde ki ciddiyeti görseydiniz, bir de görüntülü aramıştı.”

 

Yüzümde ansızın tebessüm peyda olunca, göz ucumla Ömer Asaf’a baktım ve kollarımı masaya yaslayarak kıkırdadım.

 

“Komutanım siz oyuncu mu olsanız?” deyince Yiğit, bu sefer şaşkınlıkla dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

“Benden oyuncu olur mu ki?” diye sordu Ömer Asaf şaşkın sesiyle. Bir kez daha kıkırdadım.

 

“Valla olur! Hem de başrol oyuncu. Böyle yakışıklı birisini yan oyuncu yapmazlar herhalde.”

 

“Olsam mı?” deyince Ömer Asaf, ne kadar çok şaka yapıyor olduğunu anlasam da içten içe öfkelenip, “ol ol” dedim sert, lakin dalga geçen sesimle. Bakışları yandan bana baktı.

 

“Ne oldu? İstemez misin kocan oyuncu olsun?”

 

Yapmacık bir gülümsemeyle birlikte “çok isterim” dedim başımı ona çevirerek. “Sen git elalemin kızlarıyla yan yana ol, sonra da onları öp, ardından benim yanıma gel. Öyle mi Ömer Asaf?” diye sorunca, Ömer Asaf ve diğerleri kıkırdadı.

 

“Valla boşarım seni” dedim kendimden bile beklemediğim bir cümleyle. Kurmuş olduğum cümlelerin utangaçlığı ile yutkundum, çorbamdan isteksiz bir kaşık aldım.

 

“Allah'ın, seni bana yazmış olduğu bu dünya da ben senden başkasına bakar, ve yahut dokunur muyum?”

 

“OOOOO!”

 

Herkes aynı anda yüksek bir sesle ‘O’ diye yükselirken, kızaran yanaklarımla Ömer Asaf’a kilitlendim ve onun bana bakan gözlerine gülümsedim. Akabinde Veysel’in “komutanım sözleriyle çalıyor insanın kalbini” deyince, ben bir kez daha yutkunarak hızla önüme döndüm.

 

Bir kaşık daha çorbamdan aldım, ardından yutkunarak sıcak çorbanın boğazımdan aşağıya inmesini sağladım. O ise eğilip, herkesin içinde saçlarıma bir öpücük kondururken, ona bakmadım ve yemeğimi yemeye devam ettim. Utandığımdan dolayı yüzüne bakamamam elbette benim suçum değildi.

 

Bir kez daha kalbimi çalmış olmasıyla yemeklerimizi gülerek ve sohbet ederek yemeye koyulduk. Ben ve Ömer Asaf buradan çıktıktan sonra köfte yiyecek olmamızdan dolayı azar azar yemiştik önümüzdeki tabaklardan.

 

“Komutanım ne yapsak, şöyle hep birlikte kış gelmeden pikniğe mi gitsek? Oflaz, Kartal, Cihangir’de gelir bizimle?” dedi Sakaryalı ve biz kızlar birbirimize baktık. Ne güzel olurdu hep birlikte pikniğe gitmek.

 

“Valla…” dedi Bayırlı ve “doğuma iki ay kaldı” diyerek eşine baktı. “Doktor erken doğum riskinden dolayı pek fazla dolaşmaması gerektiğini söyledi” deyince, bir doktor olarak başımla onayladım.

 

“Eh! Biz de seneye gideriz o zaman.”

 

“Niye? Doğuma iki ay kaldı, temmuz ayında gideriz. Okullarda bir hafta sonra tatil olmak üzere” deyince Akel, Yiğit'in ona bakan bakışlarını görünce gülümsedim. Benim bunu fark ettiğimi gören ikili ise utanarak önlerine döndükleri vakit ben de utandım.

 

Güzel bir sohbetin ardından herkes çaylarını içtikten sonra ayaklandı. Çantamı elbisemin üzerine, omzuma aldıktan sonra diğer tarafta ceketini kollarıma geçiren Ömer Asaf’a baktım. Tüm herkesle vedalaşıp, Öykü'ye de sarıldıktan sonra Tim evden çıktı, biz de el sallayıp Ömer Asaf’la birlikte evden el ele çıktık.

 

“Arabanla gelmedin mi?” diye sordum. Tüm herkes el sallayarak ayrıldı birbirinden. Yiğit Akel’i evine bırakacak olmasından dolayı içim rahattı arkadaşım için.

 

“Hayır. Biraz el ele yürüyelim istedim.”

 

Gülümsedim. “Olur” dedim her iki elimle elini tutup, ona alttan bakarak yürüyerek. Alnıma bir öpücük kondurdu, birlikte yürümeye devam ettik.

 

“Nasıl geçti günün? Soramadım.”

 

“İyi. Hastalar baya çoktu. Ama ağır bir vaka yoktu çok şükür” deyince, birlikte ana yola çıktık. Yanan cadde lambalarının altında el ele yürümeye başladık.

 

“Senin nasıl geçti?”

 

“İyi. Göreve gidip geldim,” dedi sesinde ki yorgunlukla.

 

“Yorgun gibisin.”

 

“Uykusuz diyelim ona. Bir asker yorulmamalı.”

 

Buruk bir tebessümle baktım ona. “Köfte yemesekte olur aslında. Vazgeçtim zaten,” dediğimde, kıkırdadığını işittim.

 

“Eğer uykusuz olduğum için böyle diyorsan sorun değil güzelim. Yiyelim” dedi ve ben dürüst bir davranışla, “gerçekten canım istemiyor” dedim. “Sabah aniden canım çekmişti ama şimdi geçti. Eve gidelim,” dedim elini okşayarak.

 

“Peki. Gidelim o zaman” dedi ve biz birlikte eve doğru yol aldık.

 

“Ömer Asaf?”

 

“Efendim çiçeğim.”

 

“Sana birşey söylemek istiyorum.”

 

“Söyle güzelim” dedi birlikte sağa dönerken.

 

“Lise arkadaşım beni düğününe çağırdı,” dedim ve dudaklarımı ıslatıp yandan ona baktım.

 

“Ben çağırmıştım ama kendisi yurt dışında olduğundan dolayı gelememişti. Ama Mardin'e dönmüş, dün bana mesaj attı. Sana söylemeyi tamamen unutmuşum” dediğimde, onun "yani..." demesiyle dudaklarımı birbirine bastırdım ve burnumu çektim.

 

“Gidebilir miyiz?”

 

“Hımm… Ne zaman bu düğün?” dedi.

 

“İki gün sonra,” dedim bir cevap daha beklerken.

 

“Bunu biraz düşünmeliyim. Senin için sorun olur mu?” dediğinde, belirsizlik içinde baktım ona.

 

“Hayır. Sorun olmaz, ne karar verirsen ver saygı duyacağım. Gitmek gibi bir zorunluluğum yok ama gitsem iyi olur. Sonuçta arkadaşım” dedikten sonra yolumuza devam ettik.

 

“Haklısın. Ama sen de beni anla güzelim. Ben senin eşinim. Senin kararlarına karışmak gibi bir niyetim yok ama benim sorumluluğum altındasın. Hem kaçta bu düğün” dediğinde, “saat akşam dokuz buçukta” dedim dudaklarımı büzerek.

 

“Baya da geç.”

 

“Hım hım…”

 

“Yarına kadar düşüneyim” dediğinde “neyi düşüneceksin ki?” diye karşılık verdim.

 

“Birtanem… Saat akşam dokuz buçukta seni düğüne gönderemem tek başına. Ya başına birşey gelirse, kimseyi tanımıyorsun” dediğinde, direkt olarak karşılık verdim.

 

“Tüm lise arkadaşlarım orada olacak. Ayrıca onların düğünlerine gidemedim, Sevilay çok ısrar etti bu yüzden ben de sana söylüyorum” dediğimde, bakışlarımı önüme çevirdim ve üşüdüğümü hissettim.

 

“Ben de sana olmaz diyorum. Askeriyeden gelemeyebilirim o saatlerde. Seni de tek başına gönderemem” dediğinde “tamam Ömer” dedim hızla ve sadece önüme baktım. Nedense kırılmış gibi hissediyordum. Arkadaşıma geleceğine söz vermedim ama gelecekmiş gibi konuştum onunla. Şimdi nasıl diyebilirdim ona gelemeyeceğimi?

 

“Senin gelmenide çok istiyordu. Tanışmak için” dedim ona bakmaksızın. Otobüs durağına yaklaştık, otobüsün hemen gelmesiyle akbil basıp bindik. Ömer Asaf hâlâ bana cevap vermemişti. Otobüsün içinde oturacak yer olmayınca ayakta durdum ve demirliklere tutundum. Ömer Asaf hemen arkama geçince, ben sırtımı cama yasladım, o ise bir eliyle demiri tuttu, diğerini cebine yerleştirdi ve bakışları beni buldu. Bakışlarımı ondan kaçırdım ve kollarımı önümde bağladım.

 

“Konuşmuyor musun?” diye fısıldadı.

 

“Sana kararına saygı duyacağımı söylemiştim. Ama kırıldım” dedim ona karşı açık olunca. Otobüs bir başka durakta durdu içeri baya bir yolcu girdi ve herkes sıkıştı. Hemen yan taraftan geri geri bana doğru gelen adamı Ömer Asaf eliyle durdurup, hemen onun arkasına geçti ve kendisi yaslandı bana. Eli başımın kenarından otobüsün buğulu camına yaslandı, dudakları alnıma dokundu. Diğer kolu ise belime dolanınca, otobüsün bir başka durakta durmasıyla iyice sıkıştık.

 

“Daraldım” dedim başımı kaldırıp alttan ona bakarken.

 

“Az kaldı” dedi ve ben devam ettim. “Senin şuan olmadığını düşündüm. Herhalde herkesin arasında sıkışacaktım. Ayakta duranların hepside erkek” diye fısıldadım ve kollarımı Ömer Asaf’ın beline doladım.

 

“Ben olmasaydım, sen burada olmazdın zaten” dedi gülümseyerek. Başımı salladım, ardından yanağımı göğsüne yasladım. Otobüs eve yakın durakta durunca, Ömer Asaf'la birlikte indik, eve doğru yol aldık. Yaklaşık on dakikalık yolun ardından, saat on biri bulmuştu eve gelmemizin. Kapıyı anahtarla açtım, yavaşça içeri girdik.

 

Ses seda olmayınca, herkesin yattığını anlamıştık. “Uyumuşlar.”

 

“Hım hım… Biz de yatalım” dediğimde, birlikte merdivenlere çıktık kapıyı kapattıktan sonra. Odamıza gireceğimiz vakit, Sevda hanımı odasından çıktığını görünce durup ona baktık.

 

“Geldiniz mi çocuklar? Kapıyı kapattınız değil mi?” diye sordu Sevda hanım.

 

“Hım hım. Kapattık anne” dedim.

 

“Tamam kuzularım benim! Hadi Allah rahatlık versin” dedi ve biz odamıza girdik, o da kendi odasına çekildi.

 

Kapıyı kapatıp, çantamı koltuğun üzerine bıraktım ve elbisemin fermuarını açıp, dolaba yaklaştım. Serin ve yazlık elbisemin kollarını indirip, üzerimden düşmesini sağlarken, dolaptan hızla eşofmanlarımı çıkardım ve üzerime geçirdim.

 

“Film izleyelim mi?”

 

“Yok. Uykum var” dedim dolabı kapatıp, yerdeki kıyafetlerimi eğilip alırken. Kendini yatağa bıraktı, gece ışıklarını açtı.

 

“Trip mi atıyorsun?” diye sordu bu seferde.

 

“Hayır. Uykum var sadece” dediğimde, banyoya girdim, işlerimi halledip tekrardan çıktım. O sırada Ömer Asaf eşofmanlarını giymiş, yatakta bilgisayara bakarak oturuyordu.

 

“Hadi gel bak çok güzel bir film buldum” dedi sırtını yatak başlığına yaslamışken.

 

Yatağa girdim, üzerime pikeyi alıp derin bir nefes alarak yandan ona baktım.

 

“Hadi ama güzelim. Böyle davranma bana, bunu hak etmiyorum” dediğinde bir kez daha dudaklarımı büzdüm.

 

“Tamam dargın değilim” dedim ve ekledim. “Ama çok yorgunum. Zaten son bir kaç gündür uykumu mu ne alamıyorum pek fazla. Sürekli uykum geliyor” dediğimde dudaklarını birbirine yasladı ve başını salladı.

 

“Tamam. O zaman…” dedi ve bilgisayarı geniş komidinin üstüne bırakıp, kendini yatağa yatırdı ve beni hızla kendine çekerek kolları arasına aldı. Gülerek “Asaf!” dedim ve kollarının arasına sindim.

 

Dudaklarını boynuma bastırdı, “kokunu özlemişim” diye fısıldadı. Akabinde başını geri çekip, yastığa yaslayarak gözlerime baktı benim ona dönmem ile.

 

“İzin vermeyeceksin değil mi?” diye sordum bir umut.

 

“Düşüneceğim.”

 

Başımla onayladım onu. “Bu huyunu çok seviyorum” dediğimde kaşlarını çattı.

 

“Hangisini?”

 

“Yani kalbimi kırmadan yanıt veriyorsun her defasında. Bu çok hoşuma gidiyor” dedim.

 

Buruk bir gülümseme sergiledi, ardından dudakları burnunun ucunu öptü. Geri çekilip bana bakınca konuşmaya başladı.

 

"Beni sevdiğine emin olduğum, kalbimle mühürlenmiş bu güzel kalbini nasıl kırabilir, ve yahut acıtabilirim?” dediğinde gözlerim güzel cümleleriyle doldu.

 

“Ömer Asaf?” dedim soru soran sesimle. “Biz acaba bir kitabın içinde olabilir miyiz?” dediğimde bir kez daha aynı şekil gülümsedi ve gözlerime baktı.

 

“Neden?”

 

“Bilmem. Böyle aşkları kitaplarda çok okurdum. Gerçek hayatta hiç rastlamadım” dedim kolumu beline atarak.

 

“Bundan yıllar önce asker olduğum ilk gün kendime bir söz verdim” diye başladı cümlesine, akabinde devam ettirdi.

 

“Eğer bir gün olurda seversem, o kıza en büyük aşkı yaşatacağım. Karşıma iyi biri çıkarsa ve ben bunu aşka döndürürsem, gerçekten seveceğim dedim” dedi ve benim gözlerimin içi sızladı.

 

“Ben senden başka kimseyi sevemem İkra. Bu dünyada da, ahirette de sen varsın benim için çiçeğim. Sadece sen,” dedi ve nefes alıp ekledi. “Bu yüzden kalbini kırmak istemiyorum. Çünkü kadınlar mutlu olmayı hak ediyor. Sen dahil, tüm kadınlar baş üstünde tutulmalı” dediğinde bu sefer gözlerimin sızlamasına engel olamadım.

 

“Seni çok seviyorum. İyi ki varsın, iyi benim eşimsin. Çok şanslıyım.” Akan bir iki damla göz yaşımı sildim ve derin bir nefes aldım.

 

“Neden ağlıyorsun?” diye sordu bu sefer gülen sesiyle.

 

“Mutluluktan.”

 

“O zaman bu göz yaşların hep mutluluktan aksın güzelim” dediğinde onu başımla onayladım, derin bir nefes aldıktan sonra başımı bir kez daha göğsüne yasladım.

 

“İyi uykular sevgilim.”

 

“İyi uykular çiçeğim… İyi uykular Meleğim.”

🎻

Saatin altıyı bulmasıyla hastanede sabah giymiş olduğum kazağımı ve kot pantolonumu üzerime geçirdikten sonra eve gitmek için yola çıktım. Otobüs durağına geldiğim vakit, kimseciklerin yer almadığı durakta biraz tırsarak bekledim. Ne araba gelip geçiyordu ne de bir insan. Hava yaz ayında olmamıza rağmen epey serindi. Normalde Mardin’in sıcak olması gerekiyordu ama değildi. Otobüs beklemeye devam ederken derin bir nefes alıp verdim.

 

Tam o vakit telefonumun çalmasıyla arayanın Ömer Asaf olduğunu fark edince, gülümseyerek telefonu açtım ve kulağıma yasladım.

 

“Sevgilim?”

 

“Erik gözlüm. Neredesin?”

 

“Otobüs durağındayım. Eve gideceğim” dediğimde onun beni başıyla onayladığını hissettim.

 

“Dikkatli git güzelim. Seni almaya gelirdim ama askeriyede durumlar biraz vahim. Geç geleceğim biraz,” dediğinde gülerek "sorun değil" dedim ve "seni çok seviyorum" diye ekledim.

 

“Ben de seni güzelim. Eve gidince ara beni” dediğinde onu başımla onayladım ve “unutmazsam ararım” diyerek “hoşçakal” dedim.

 

“Görüşürüz.”

 

Telefonu kapatıp, cebime koydum ve ileriden yaklaşan siyah minibüs dikkatimi çekince, bir iki adım geriledim. Dudaklarımı ıslattım, minibüsün aniden önümde durmasıyla eskiyi hatırladım. İçeriden inen kar maskeli adamların bana doğru gelmesiyle yüreğimdeki korkuyla geriledim ve nereye bilmeden koşmak istedim.

 

“İmda-” demeye varmadan ağzıma kapanan el ile yerimde aniden akan göz yaşlarım ile çırpındım. “Borok! Borok beni! Iğğmmh!"

 

Çırpınışlarım, adımların elinde kaçıp kurtulmak isteyen bedenim olacakları önceden tahmin ediyormuş gibi daha da yükseldi.

 

"Bır-" diyemeden çığlığımı ağzıma dayanan el durdurdu. Tuzlu göz yaşlarım dudaklarımdan bir zehir misali içeri akarken, yüreğim bedenimden daha da fazla çırpındı. Bedenim bir tüy gibi, tüyden hafifmiş gibi bir kaldırıldı ve arabanın içine bir çöpün kenarına atılan çöp poşetiymiş gibi atıldı.

 

Göz yaşlarım bir bir akarken, çaresizce, acıyla arabadan çıkmak için çırpınmaya devam ettim. Neler oluyordu? Beni neden götürüyorlardı? Ömer Asaf’la konuşmuşken şimdi neden beni götürüyorlardı? Bu bir oyun muydu? Bu bir şaka mıydı?

 

“Çabuk çabuk!”

 

Sesler bir bir kulaklarıma ilişirken, yüzüme düşen saçlarım ile zar zor arabaya bindirilmiş olmamın ardından, kapı kapandı ve araba yerinden hareketlendi. Göz yaşlarım akmaya devam ederken, adamlardan birinin elini ağzımdan çekmeden diğer eliyle burnuma yasladığı beyaz bezin üzerinde ki ilacın kokusunu alır almaz bilincimi yavaşça kaybederek bedenimi çaresiz bir şekilde boşluğa bıraktım ve gözlerim kapanmadan önce sadece “Ömer Asaf…” dediğimi işittim.

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm Sonu…

Üzücü bir son oldu. Böyle olması gerekiyordu ve oldu. Bir sonra ki bölümde Ömer Asaf'ın nasıl kafayı yediğini göreceğiz. Nasıl üzüldüğünü.

Yazarken ben de üzüldüm gerçekten. Kendinize iyi bakın, hoşça kalın.

Yorum sınırı 150

Oy sınırı 30

Bölüm sınırı geçilmedikçe yeni bölüm gelmeyecektir!

​​​

 

 

Bölüm : 27.12.2024 01:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
NİSA / KURŞUN İZİ / 39. Bölüm -&- Çaresizlik
NİSA
KURŞUN İZİ

42.88k Okunma

2.97k Oy

0 Takip
56
Bölümlü Kitap
1. Bölüm -&- Tehlike!2. Bölüm -&- Akılda Kalan Gözler3. Bölüm -&- Hasretin Vuslatı4. Bölüm -&- Tesadüfler5. Bölüm -&- Uzun Zaman Sonra6. Bölüm -&- Hissedilen Duygular7. Bölüm -&- Tatlı Bir Telaş8. Bölüm -&- Büyük Bir Kayıp9. Bölüm -&- Sivas Topraklarında Özlem10. Bölüm -&- Barınak11. Bölüm -&-Beklenmedik Kişi12. Bölüm -&- Sevda Çıkmazı13. Bölüm -&- Acıyla Atan Kalp14. Bölüm -&- Birbirine Bağlanan Kalpler15. Bölüm -&- Veda Çiçeği16. Bölüm -&- Havada ki Şahinler17. Bölüm -&- Ansızın Atan Yürek18. Bölüm -&- Düğün Günü19. Bölüm -&- Şaşırtmalı Oyun20. Bölüm -&- Verilen Sözler21. Bölüm -&- Seçilen Alyanslar22. Bölüm -&- Kalp Yakan Acı Haber23. Bölüm -&- Hasta Ziyareti24. Bölüm -&- Kısa Bir Veda25. Bölüm -&- Mutluluğun Güzelliği26. Bölüm -&- Yeni bir HayatDuyuru!!!!27. Bölüm -&- Geçmişin Anıları28. Bölüm -&- Sona Eren Vuslat29. Bölüm -&- Piknik Havası30. Bölüm -&- Mucizenin Meyvesi31. Bölüm -&- Tatlıya Bağlanan Sorun32. Bölüm -&- Güzel Haber33. Bölüm -&- Acı Ve Tatlı34. Bölüm -&- Tatilin En Güzeli35. Bölüm -&- Tatlı Heves36. Bölüm -&- İlk Sahur37. Bölüm -&- Bela38. Bölüm -&- Güzel Haber39. Bölüm -&- Çaresizlik40. Bölüm -&- Acının Çaresiz Yanı41. Bölüm -&- Acı Ve Suçluluk42. Bölüm -&- İntikam Ateşi43. Bölüm -&- Veda mı?44. Bölüm -&- Kelebeğin Tekrar Doğuşu45. Bölüm -&- Yüksek Bağırış46. Bölüm -&- Köye Erzak47. Bölüm -&- Veda ÖpücüğüŞİMAL48. Bölüm -&- Hasret49. Bölüm -&- Tehlikeli KararDuyuru!!!!50. Bölüm -&- Son Bulan Sıkıntılar51. Bölüm -&- Ailenin Yeni Üyesi52. Bölüm -&- Anlamlı Video53. Bölüm -&- Sebredilen Umutlar
Hikayeyi Paylaş
Loading...