Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm -&- Tesadüfler

@lorensi

Yepyeni bir bölümle merhaba. Umarım okurken keyif alırsınız, şimdiden teşekkür ederim.

Başlamadan 🎻 bırakırsanız sevinirim.

 

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

 

Bölüm Dört - Tesadüfler

Sabahın ilk ışıklarıyla, evde ilk ben uyanmış, elimi yüzümü yıkadıktan sonra, bugün izin günümün olmasından dolayı ailemle güzel bir kahvaltı yapacak olmanın sevinci vardı içimde. Kahvaltıyı ben hazırlıyor, herkesin kalkmasını sabırla bekliyordum. Menemenin altını kapatıp, ocaktaki çayı da masaya götürkdükten sonra önce annem ve babamı kaldırdım. Odalarına kapıyı tıklayarak girdiğim vakit, çoktan kalkmış ve kıyafetlerini değiştiklerini görmüştüm. Erkek kardeşim Kerem ise hala uyuyordu.

"Günaydın kızım. Kokular geldi valla burnuma" diyen anneme tebessüm edip, "bugün benden olsun" dedim.

Odadan çıkıp, İlker' in odasına kapıyı tıklayarak girerken, onun hala yatmakta olduğunu fark ettim. Gülerek üstümde ki pijamalarla koşup üstüne atlarken, "ağ!" diyerek hafif bağırmasıyla güldüm ve "kalk!" dedim üstünde doğrulmaya çalışırken. Kolları hızla belime dolanırken, "sen gel buraya!" diyerek beni gıdıklamaya başlamasıyla "İlker!" diye yükselttim sesimi.

"Sen üzerime atlayınca iyi oluyor. Ne biçim bir kilo var sen de, bağırsaklarım ağzıma geldi" diyerek gıdıklamayı bırakınca, gözlerimi büyüttüm ve avuç içlerimden destek alıp dizlerimin üzerinde yatağın üstünde doğruldum.

"Ne! Elli iki kiloyum ben" dedim cümlesini yalanlarken.

"Az mı?" dedi kaşlarını uykulu gözleriyle çatarken.

"Çok mu?" dedim onu tersleyerek. Yataktan indim, üstünde ki pikeyi bacaklarına kadar çekip, "hadi kalk kalk!" dedim odadan çıkarken. Ablam erkenden kalkmış, okula gitmesinden dolayı kahvaltıda yer alamayacaktı. Bu nedenle ilerleyip, abimlerin odasının kapısını tıkladım. Kapıyı yavaşça araladım ve içeri adımladım. Yatakta, kollarını Eda'nın beline dolamış olan abime bakıp gülümsedim ve beşikte uyandığını belli ederek değişik sesler çıkartan Selim' e yaklaştım yavaş adımlarla.

"Hiii" dedim eğilip ona büyük bir sevgiyle bakarken.

"Sen uyandın, anneyle babayı uyandırmamak için bir de sessiz mi duruyorsun?" dedim kısık çıkan sesimle. Elini ağzına sokup kendini yatakta ayaklarını hareket ettirerek gerdirirken, kendini yüz üstü çevireceği vakit eğilip onu kucağıma aldım.

"Anneyle babama çok mu yorulmuş, yol yorgunumuymuş. Tabi sen yatmışsındır bütün gün annenin dizinde. Tabi ki de gülürsün böyle" dedim her iki yanağına küçük öpücükler bırakırken. Ardından bir kez daha abimle, yengem Eda'ya baktım.

"Uykucular" diye seslendim hafif sesimi yükselterek.

Abim sesimi işitir işitmez yatakta hareketlenirken, "yol yordu sizi galiba" dedim tebessüm edip, Selim' le birlikte abimin yanına yaklaşırken. Selim' i yüz üstü tuttum ve abimin yanağına doğru yaklaştırarak öpücük sesi çıkardım.

"Hadi kalkın oğlunuz sizi bekliyor."

Abim aniden başını çevirip, Selim' in ona bakan yeşil bakışlarına bakarken, gülümsedi ve burnunu Selim' in burnuma sürterek "oğlum" dedi neşe dolu bir sesle. Kollarını Eda'ın belinden çekti, onunda uyanmasına neden oldu.

Selim' i elimden alırken doğruldu ve yatakta bacaklarını her iki yana açarak bacaklarının arasına yatırdı.

"Günaydın" dedim Eda' nın doğrulan bedenine bakarak. Çekingen bir tavırla tamamen doğrulunca, "günaydın" dedi ve hala utangaçlığının devam ettiğini fark ettirdi.

"Kahvaltı hazır."

"Tamam abicim, geliyoruz." Eğilip abimin yanağına küçük bir buse bırakıp, odadan çıkmadan önce Selim' i aldım ve her ikisinede el sallayarak odadan çıktım.

"Her şeyi koymuş güzel kızım" diyen annemin sesiyle kahvaltıdan bahsettiğini anlayıp, "bal koymamışım" diyip Selim' le salona girdim.

"Size bal getirdim!" dedim annem ve babama Selim' i gösterirken.

"Aman aman aman. Babaannesi yesin o balııı!" Selim' i kucağımdan alan anneme gülümseyerek baktıktan sonra, ocakta yer alan menemeni de mutfaktan alıp, salona geçtim ve kahvaltı masasının özellikle boş bırakmış olduğum kısmına, ortasına koydum. Elimde ki bezi mutfağa bırakıp, kısa süre sonra odalarından çıkan evli çifte bakıp, gülümsedim ve birlikte salona girdik.

İlker çoktan masaya oturmuş, menemenin önünde yerini almıştı aç ikizim.

Abim, eşinin sandalyesini çekerek oturmasına yardımcı olurken, annem ve babamın gülümsediğini ve onlara bakmadığını fark ettim. Abim ise hemen eşinin ve annemin ortasında yerini aldı, annemin kucağında ki oğluna bakıp gülümsedi.

"Günaydın çocuklar."

"Günaydın baba" diyen ilk Eda oldu. Herkes şaşkınlıkla ona dönerken, abimin hayran hayran bakan bakışları gözümden kaçmış değildi. Eda utanarak önüne dönerken, abimin eşine bakarak babama "günaydın" demesiyle boğazını temizledi ve önüne dönüp, eline çatalını aldı.

"Başlayın bakalım."

"İkra" dedi abim ağzına küçük bir lokma menemen alıp, çiğnemeye koyulurken.

"Efendim."

Ağzında ki lokmayı yuttu, konuşmaya başladı. "Selim'in yapılmamış üç aşısı var. Ben sana aşı kartını vereyim sen onu hastanede hallet, evde yaparsın aşıları olur mu?" diyince başımı hızla olumluca salladım ve aniden Eda'dan gelen soruyla ona döndüm.

"Doktor musun?"

Başımla onayladım.

"Ne güzel?" dedi gülümseyerek.

Karşılık verip, onun "Sedef abla nerede?" diye sormasıyla bize yavaş yavaş açıldığını ve alıştığını fark ettim. Abimde bunu fark etmiş olacak ki bana bakıp gülümsedi ve yanımda menemene gömülen İlker' i gülen bakışlarıyla işaret etti. Ben de İlker' e bakıp, gözlerimi devirerek gülerken, alttan ayağına vurdum ve bana dönmesine neden oldum. Ağzında ki lokmayla bana bakınca, başımla Eda'yı işaret edip, biraz yavaş olması gerektiğini söylemeye çalıştım. Anladığını belirterek, önüme döndüm ve abimin gülen bakışlarıyla karşılaştım.

"O sınıf öğretmeni güzel kızım. Erkenden okula gidiyor" dedi annem başını masaya doğru uzatıp, Eda'nın sormuş olduğu soruyu cevaplayarak. Gülümseyen Eda, abimi koluyla dürterek annemin kucağında kıkırdayıp, annemin kahvaltı yapmasına engel olan Selim' i gösterdi. Anlaşılan annemin rahat kahvaltı yapabilmesi için Selim' i alması gerektiğini söylüyordu. Bu davranışı beni tebessüm ettirirken, derin bir nefes aldım ve abimin anneme dönen bakışlarını seyrettim.

"Anne sen ver bana, rahat rahat kahvaltını yap" dedi Selim'i annemin kucağından cevap beklemeden eğilip alırken.

"Ay kalsaydı oğlum, siz edin kahvaltınızı ben yapıyordum zaten" diyen annemi bir kez daha abim cevapladı.

"Olur mu öyle şey? Sen rahat rahat yap kahvaltını biz alışığız dört aydır" dedi tebessüm ederek. Derin bir nefes aldım ve kahvaltımı yapmaya devam ettim. Sakin bir sohbetle kahvaltımızı yapmaya devam ederken babamın abime "arabanla geldin değil mi?" sorusuyla abimin onu onaylaması bir oldu.

"Evet. Yeni aldım zaten, aslında önceden düşünüyordum lakin evlenince," dedi ve eşine bakıp, kucağındaki oğluna döndü. "Bir de çocuk sahibi olunca almak zorunda kaldım. Selim arada bir geceleri baya ateşleniyor, hastaneye götürecek arabada olmayınca bu sefer kesin şart oldu."

Abimi anladığımı belirterek başımı salladım.

"Sen korkma oğlum. Evde var doktorumuz. " Tüm bakışlar bana dönerken, utanarak başımı önüme eğdim ve kıkırdadım. Ağzıma menemenden bir lokma aldım ve anneme döndüm.

"Keman kursuna gideceğim, haberiniz olsun" dedim ağzıma küçük bir zeytin daha atarken.

"Keman çalabiliyor musun?" Eda' dan gelen soruyla bakışlarım ona döndü.

"Evet."

"Tanıştırayım" dedi abim. "Kendisi müzisyen."

"Aaa öyle mi?" diye girdi annem araya.

Eda çekindiğini belli ederek, başını salladı. Ben şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşarken, gözlerimi ona odakladım ve "keman da çalabiliyor musun?" diye sordum en saçma soruyu sorarak.

Gülerek "evet" derken benimde yüzümde açan tebessüm bir oldu. Ev de bana keman öğretecek birinin olması, beni içten içe memnun ve gülümsetti.

Kahvaltı bitiminde, ben ve Eda el birliğiyle masayı toplarken, abim oğlu Selim ile oynuyor, arada bir komik hareketler yapıp, yanaklarını usulca öpüyordu. Oğlu için resmen ölüyordu. Baba olmak kolay değil tabiki de. Ama dünyanın en güzel hissi olabilirdi.

Masayı topladıktan sonra bulaşıkları makinaya yerleştirip, mutfakta bana yardım eden Eda'ya döndüm.

"Birlikte bir ara keman çalabilir miyiz?"

"Elbette" dedi bir an bile düşünmeden.

Teşekkür edip, mutfağı hallettikten sonra odama girip, üzerime yeşilin açık tonlarında bir elbise giyip, omuzlarıma denk düşen kollarını kemeriyle sıkıp daralttım. Başıma beyaz, papatyalı bir yaz şapkası alıp, yüzüme hafif nemlendirici sürdüm ve sırtıma dolabımda yer alan beyaz keman çantamı aldım. Ablamın parfümlerinden herhangi birini, kokusu güzel olanı alıp bir kaç kere sıktıktan sonra, komidinin üzerinde duran telefonumu da alıp odamdan çıktım ve abimin ıslık çalan sesiyle karşılaştım.

"Bu ne güzellik?"

Herkes bana gülümseyerek dönerken, abimin yanında; uykudan yeni kalkmış olan Kerem'in abimden çekindiği belliydi. Abim Selim' i eşine vermiş, kolunu küçük erkek kardeşim Kerem' in omzuna atıp kendine yaslamıştı.

"Her zamanki halim" dedim gülüşüne karşılık verip.

"Akşama geç kalma güzel kızım olur mu? Birlikte yemek yiyelim."

"Merak etme anne. Hem kurstan sonra hastaneye uğrayacağım" diyip abime döndüm. "Sen aşı kartını bana ver, ben bugün halledeyim, kaşe basayım karta. Eve gelince de gerekli iğneleri alıp öyle gelirim." Abim bana minnetle bakarken, Eda "ben getireyim" diyerek ayağa kalktı ve odasına yöneldi. Kısa süre sonra bana kartla birlikte gelirken, telefonumla kartı bir elimde tutup, hala Eda'nın kucağında yer alan Selim' e öpücük bıraktım.

Ardından, "görüşürüz!" diyerek kapının yanında yer alan askılıkta ki çantamı omzuma aldım ve evden çıktım. Çıkmadan onların "görüşürüz" sesini işitmiştim.

Ayakkabılarımı ayağıma geçirdikten sonra apartmandan hızlı hızlı inip, dışarıya çıktım ve kendimi Mardin'in sıcak güneşinin altına attım. Mardin'li olmamamıza rağmen, babamın burayı beğeniyor olmasından dolayı burada yaşıyorduk. Aslen Sivas' lı, lakin doğma Sivas'lı, büyüme Mardin' liydim. Annemler buraya alışık oldukları için ben de alışmaya çalışıyordum.

Şimdiden terlemeye başlarken sokaktan çıkıp, karşıdan karşıya geçmek için etrafıma bakındım. Keman kursuna geç kalmam benim için iyi olmayabilirdi. Zaten tek izin günüm bugündü, bugünüde çarçur ederek kursu kaçırmak istemiyordum. Bundan sonra kursa gitmeme gerek olmayacağınıda biliyordum. Eh, sonuçta evde keman çalabilen bir yetenek vardı. Bugün kurs çıkışı ilk işim kaydımı sildirmek olacaktı. Keman çalmayı özlemiştim. Lakin aklımda yer alan o ela gözlerle nasıl keman çalacağımı bile bilemiyordum. Onu düşündükçe kalbim bir kez daha ritimlerini artırmıştı. Sanırım onu hiçbir zaman aklımdan çıkarmayacak, bir daha da karşılaşmayacaktım.

Elimde ki telefonumu ve aşı kartını çantama sıkıştırıp, hızlı hızlı yürümeye başladım. Dar sokaklardan, geniş kaldırımlardan yürüdüm. Nihayetinde keman kursunun önüne gelirken, çoktan başlamış olması beni çekindirmiş olsa da hızlıca içeri girdim, koridorlardan geçip, dersimin kapısını tıkladım. Kapıyı yavaşça araladım ve bana gülümseyerek bakan erkek hocama gülümseyip, şapkamı çıkardım ve içeriye öyle girdim.

"Bu seferlik görmezden geliyorum İkra' cım."

"Özür dilerim hocam."

Hocamdan özür dileyip yerime yerleştim, içeride yer alan diğer öğrencilerle herhangi bir diyalog kurmadım. Ders yavaş yavaş başlayıp, nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde hızla biterken, bugünlük birkaç parça nota çalmış olmam beni memnun etti. Eşyalarımı toplayıp; kurstan çıkarken, yönümü hastaneye çevirdim. Lakin çıkmadan önce kaydımı sildirmiştim. Kursun iki saat sürmüş olması, benim evden bir de çıkmış olmam saati üç buçuğa getirmişti yol mesafesinide hesaba katarken.

Hastaneye yakın durakta duran otobüsten inip, hastaneye doğru ilerledim. Şapkamı otobüste çıkarmış olmam, fazla kalabalık olmasından dolayı kaynaklanıyordu. Tekrardan kafama yerleştirip, önüme düşen saçlarımı geriye attım.

Uzaktan görmüş olduğum hastanenin girişine doğru yol alırken, hiç beklemediğim bir sesi işiten kulaklarım adımlarımı yerinde durdurdu ve sesin sahibi kalp atışlarımın hızlanmasına neden oldu.

"Keman çalabildiğinizi bilmiyordum."

Göğsüm iki derin nefesin ardından inip kalkarken, omzumun üzerinden arkama baktım. Ela gözleri gözlerime bakıyor, elleri üstünde ki ince ceketinin ceplerinde duruyordu. Ben öylece belli belirsiz gülümseyerek bakarken, adımları yavaş yavaş tam önümde durdu ve gözleri gözlerime kilitlendi. Sırtımda ki keman çantası, sol omzumdan dirseğime doğru düşerken hızla düzeltip, bedenimi tamamen ona çevirdim. Bir kez daha karşılaşacak olduğumu hiç düşünmezken, onu bir kez daha burada görmek beni nedense memnun ve mutlu etmişti.

"En sevdiğim enstrümandan biridir" dedim cümlesine karşılık vererek.

Derin bir nefes aldım, terli ellerimi belli etmemek adına elbisemle silip, ona doğru uzattım.

"Merhaba."

"Merhaba."

Elimin içine elini uzattı, lakin aniden çeken yine ben oldum. Eli elime değerken, nedense yanaklarımın kızaracağını hissediyordum. Ceketinin cebinde duran sol eli aniden dışarı çıkarken, parmaklarının arasına sıkıştırmış olduğu üç dal papatya ile gözlerim kocaman açıldı, papatyaları bana uzatan elleri anlık titredi gibi. Dallarına sarılı olan küçük kağıdı görünce gülümsedim. Anlaşılan böyle sarmıştı dalları birbirinden ayrılmaması için.

Papatyaları elinden alırken, elinin elime değmesi ile sıkı sıkıya tuttum dallarından ve kendime doğru çekip gülümsedim.

"Teşekkür ederim."

"Rica ederim. Beni burada görmeyi beklemiyordunuz herhalde" diye sorunca, gözlerime odaklamış olduğum bakışlarımı hızla ayırdım, başımı iki yana sallayarak "yok" dedim. "Yani şey... Görüşeceğimizi düşünmedim."

Gülümsedi. Dudaklarının kenarlarında ki gamzeleri kendini belli edince ben de gülümsedim.

"En son görüşmek üzere ayrılmıştım. Ben sözümü tutan bir askerim" dedi ve nedenini bilmeksizin beni kendine bir kez daha hayran bıraktı. İçimde ona oluşan hislere bir isim veremiyor, yahut henüz erken olduğunu düşünüyordum. Ama ben eminim ki bu duygulara bir gün bir isim vereceğime ve bunu memnuniyetle dile getireceğime.

"Bunun farkında olmak çok güzel."

"Hastanede işiniz var sanır-" diyeceği vakit sakinle lafını bölüp, "yok" dedim. Bu onu nedense güldürdü. Başını önüne eğip kaldırırken, yüzünde bir başka tebessüm daha peyda oldu.

"Y -yeğenimin aşı kartı ve iğneleri için gelmiştim" diyince neden kekelemiş olduğuma dair bir anlam veremedim.

"Yani beklemem gerektiğini mi söylüyorsunuz?"

"Ne... Ha-hayır. Yani evet... Yani hayır." Ne dediğimi ben bile bilmezken, bu sefer kızardığına emin olduğum yanaklarımı utançla kaçırdım.

"Öğle yemeği yediniz mi?" diye sorunca, utanarak bakışlarımı ona belli belirsiz odakladım.

"Hayır."

"Gelirken buralara yakın bir köfte arabası görmüştüm." Bu bir yemek davetimi diye düşünürken, o daha sormadan ben "olur" diyince, kaşlarını çattı ve bir kez daha kıkırdadı.

"Ben işimi halledip on dakikaya geliyorum" diyerek ona arkamı döndüm ve hastaneye doğru ayağımda ki spor ayakkabılarım ile koştum. İçeri girer girmez aşı kartına bakıp, eksik iğne tüplerini aldıktan sonra bir kaç bebek şırıngası alıp, poşetin içine koyarak çantama sıkıştırdım ve aşı kartını halledip hastaneden, beni bekleyen üsteğmen Ömer Asaf' ın yanına, dışarıya çıktım.

Yavaş adımlarla ilerledim, tam yanında dururken, vermiş olduğu papatyaları hala elimde tuttuğumu fark ettim. O bana öylece bakarken, papatyaları ağzı açık çantamın bir köşesine sıkıştırıp, fermuarını dikkatle çektim. Yan yana sessiz sessiz köfte arabasına doğru ilerlerken, çok geçmeden kendimi yerde, küçük masaların taburesinde otururken bulmuştum.

O iki yarım ekmek köfte ve birer ayran sipariş ederken, karşımda yerini almasıyla göz göze geldik. Yutkunarak çantamı çıkartıp, masanın yanına bıraktım ve keman çantamı da üstüne. Şapkamı az hafif geriye doğru kaldırarak, saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirdim. Sakin bir nefesin ardından, hala bana bakmakta olan üsteğmene döndüm.

"Bir kez daha karşılaştık ve bu sefer yemek yiyeceğiz."

Gülerek, "memnun musun?" diye sormasıyla boğazıma koca bir yumru oturmuş gibi hissettim. Derin bir nefes alıp verdim ve bu sorunun ne anlama geldiğini düşünüp durdum. Yine de birşey belli etmemek adına boğazımı temizleyip, başımı usulca salladım. Böylelikle onun en içten bir şekilde gülümsemesine neden oldum.

Bana neler oluyordu? Neden onun her gülüşünde içimde kıpırdamalar oluşuyordu.

Kalbim, aşık oluyor olabilir miydi?

Kalbim bu karşımda oturan üsteğmene tutuluyor olabilir miydi?

Aşkı daha önce hiç tatmamış birisi olarak ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı, yahut ne yapacağımı bilmiyordum. Aşkın ne olduğunu bile bilmiyorken, bu karşımda oturan üsteğmene her baktığımda neden kalbim göğüs kafesimi delecekmişcesine atıyor, hızını artırıyordu?

"Kıyafet yakışmış" diyince yutkundum ve dikkatimi hızla önümüze getirilen köfte ve ayranlara iliştirdim. Vakit kaybetmeden ve cümlesinin etkisine -çoktan kapılmış olsam da- kapılmamaya çalışarak elime köftelerden birini alıp, her iki elimle tutarak dudaklarıma yaklaştırdım. Köfteleri sakinlikle ayran eşliğinde yiyip, içerken ne zaman masadan ayağa kalktığımızı hatırlamıyordum.

"Bugün için teşekkür ederim" dedim ayakta durmuş, yan yana yürürken.

Saat beşe geliyordu. Yaklaşık iki saattir köfte masasında oturmuş, sakinlikle köftelerimizi yerken nedenini bilmeksizin ona yeğenimin tatlılığından bahsetmiştim. Her seferinde gülmüş, yine içime sıcak elektrik akımları göndermeye devam etmişti.

Yol ayrımına dek beraber yürürken, belirli bir noktada durup ona çevirdim bedenimi.

"Yemek için teşekkür ederim."

"Rica ederim. Afiyet olsun."

"O zaman" diyerek bir adım ona doğru atıp, elimi uzattım ve "görüşür müyüz?" diye sordum.

Gülümsedi, elime elini uzatıp, "insanın güneşi doğmadan yaşayamaz" demesiyle ne demek istediğini pek fazla anlamayıp, kaşlarımı çattım.

"Görüşürüz" dedi ve elini indirdi. Kendime gelir gibi olup, elimi indirerek, "iyi akşamlar" diledim.

"Hayırlı geceler" diyerek karşılık verince, hemen yan tarafta duran taksiye adımlayıp, binmeden önce durup bana bakan gözlerine baktım ve utanarak bakışlarımı kaçırdım. Derin bir nefes alıp, taksiye bindikten sona onun da yavaş yavaş hareket etmesiyle binmiş olduğum taksi onu geride bırakarak hareket etti.

Kalbim onu düşünürken, aklım gözlerini hayal edip duruyordu.

🎻

Eve gelişimin üzerinden trafiği hesaba katmış olursak tam tamına bir saat olmuştu. Saat altıyı bulmuş, sokak lambaları yavaş yavaş açılmaya başlamıştı.

Apartmandan sakinlikle çıkıp, dairenin önüne gelir gelmez Selim' in yattığını düşünerek zile basmak yerine kapıyı tıkladım. Anahtarım çantamın en dibinde olmasından dolayı çıkarmak için biraz üşenmiştim.

Nihayetinde bana kapıyı açan annem ile tebessüm edip, ayakkabıları çıkararak eve girdim.

"Hoş geldin kızım."

"Hoş buldum anne." Burnuma gelen mis gibi yemek kokularıyla bir kez daha gözlerimi kapatıp açarak anneme döndüm.

"Harika kokuyor."

Gülümseyerek içeri birlikte geçerken, iğneleri abime almış olduğumu haber vermek adına "abimler nerede?" diye sordum.

"Mutfakta, balkonda oturuyorlar."

Sokağa bakan mutfak balkonunda harika bir çay keyfini hayal ettikçe daha da canım çekmişti. Öyle ki kesin çayımı o balkonda içecektim bu son bahar günlerinin birinde.

Annemi başımla onaylayıp, mutfağa girdim ve kapalı mutfak ışığını fark edip, açma gereğine girmedim. Geniş balkonda, karşılıklı iki kişilik koltuklarda birbirine yaslı oturan ikiliye bakıp gülümsedim. Eda abimin göğsüne yaslanmış, sağ elini tutarken, abim sol elini Eda'nın omzuna atmış ve saçlarından birer tutam parmağına doluyor ve gülerek bir şeyler anlatıyordu. Yavaş yavaş yaklaştım, Selim' in yanlarında olmadığını, böylelikle uyuduğunu anladım.

Tam balkon kapısından içeri gireceğim vakit duyduğum cümleyle durup, ister istemez kulak misafiri oldum.

"Ailen çok tatlı, çok iyi kalpli."

Abim bir kez daha güldü, dudaklarını onun o kızıla çalan saçlarına bastırdı.

"Beni kabul etmeyeceklerini düşündüm. Seninde beni bırakacağını." Abim için aile herşeyden önemlidir. Ne olursa olsun aile olmadan yaşayamazdı abim. Şimdi ise eşi için Ailesini bırakabilir miydi?

"Ben seni bırakmak için evlenmedim. Hem öyle birşey olsa çocuk yapmam." Çocuk kelimesini duyan Eda, aniden kıkırdayınca ben de güldüm ama sessiz bir şekilde.

"Ona o kadar iyi bir baba oldun ki, bunun için sana teşekkür ederim. Özellikle de ailene. Annen ve baban beni bir kızları olarak görüyor artık. Ayrıca onları çok sevdim. Bana aile oldunuz. En çokta seni seviyorum" diyerek bir kez daha abime sokulurken abimin "seveceksin tabi. En çok beni seveceksin, kocanım ben senin" demesiyle bir kez daha saçlarından öptü, ve "ben de sizi çok seviyorum" diye ekledi.

Eda'nın hakkımızda böyle düşünmesi ve abimin ona olan sevgisi beni mutlu ederken, başımdaki şapkayı çıkarıp, mutfak masasının üstüne koyarak balkona yeni gelmişim gibi "merhaba" diyerek neşe dolu bir sesle girdim köşeden çıkıp.

İkiside pozisyonunu bozuk hızlı hızlı doğrulurken, yanakları kızaran Eda'ya belli belirsiz gülümsedim ve karşılarında yer alan koltuğa oturup, hemen koltukların ortasında bulunan yüksek ayaklı masanın üzerine çantamı bıraktım.

Çantamı açıp, aşı kartını ve poşetin içinde ki iğneleri poşetle masaya döktüm.

"Aşılar burada."

Abimin "güzelim" diyerek doğrulması ve poşete uzanarak yavaşça içindekileri ahşap masaya boşaltmasıyla eşine döndü.

"Ne zaman yapılıyordu aşıları?"

"Fark etmiyor, bazılarını akşam bazılarını sabah yaptırmıştık" diyen Eda, balkona kucağında ağlayan Selim' le giren anneme döndü, onunla birlikte biz de döndük.

Eda' nın aniden ayağa kalkarak, annemin "kızım bir anda ağlamaya başladı, acıkmış herhalde" demesiyle gözlerimin içi güldü. Eda oğlunu kucağına alarak, "ben içeride emzireyim" diyerek annemle içeri girerken, ben ve abim balkonda yalnız kalmıştık. Telefonumu çantamdan çıkarmak için çantama uzanırken, görmüş olduğum papatyalarla aklım yine her zaman ki gibi nefesimi kesen o bakışlara gitti.

Papatyaları aldım, gülümseyerek çıkarırken burnuma yaklaştırdım. O kadar güzel kokan bir çiçekti ki benim için, kokusu pek fazla olmuyor olsa da. Gülümseyerek çiçeklere bakarken, abimin "hayırdır" diyerek manalı sesi düşüncelerimden sıyrılmama neden olurken, yutkundum. Onun tamamen burada olduğunu unutmuştum.

"N-ne hayırdır?" dedim çiçekleri masanın altına indirerek diğer elime çantamı alırken.

"Kimden o çiçekler? Böyle gülümseyerek kokladığına göre epey önemli birinden." Yanaklarım ansızın kızarmaya başlarken, bir kez daha yutkundum ve dudaklarımı dilimle ıslattım.

"Kimseden. Yani ben kopardım" dedim elimi gelişi güzel sallayarak. Abim bana çatık kaşlarla bakarken, elini uzatıp balkon kapısını kapatarak bana döndü. Ayağa kalkacağım vakit "otur otur" demesiyle olduğum yere çivilendim.

Ona ne gibi bir açıklama yapacağımı bilmezken, böyle bir hataya düşüp, onu unutup çiçekleri nasıl koklarım?

Derin bir nefes aldım ve ellerimin terlemesine neden olamadım.

"Abin olduğuma göre bunu bilmeye hakkım var öyle değil mi?" Başımı önüme eğip kaldırdım ve daha belli birşey yokken ona ne gibi bir açıklama yapacağımı düşünüp durdum.

"Ben İlker değilim İkra. İlker senin ikizin ve böyle şeylere karşı. Seni kıskandığı için kimseyle paylaşmak istemiyor bunu biliyorum ama ben öyle değilim. Kararlarına saygı duymam gerekiyorsa duyarım. Az önce çiçeklere bakarak gülümsediğine göre bu çiçekleri senin koparmış olman normal değil. Hadi şimdi söyle... Gönlünü çalan kim?"

Bu güzel konuşması nedense bana cesaret vermişti. Ama emin olamamakla da korkuyordum. Hem henüz o ela bakışlarla aramızda birşey yokken, ben neden ona her baktığımda kendimi çiçek bahçesindeymişim gibi hissediyorum bilmiyorum. Abim bana bu konuşmasından sonra sıkı bir güven vermiş olsa da "anlatacağım ama aramızda kalsın olur mu?" diyerek bir kez daha emin olmak istedim.

"Elbette. Bu senin özelin, sadece abin olarak bunu bilmek istiyorum" deyince bir güven dalgası daha ele geçirdi bedenimi. Ben ise derin bir nefes alıp, çiçekleri masanın üzerine bırakarak bakışlarımı abime çevirmedim.

"Asker" dedim dudaklarımı dilimle ıslatıp, ellerimi masanın üzerine yerleştirerek. Annem ve babamın ona kaçırılmış olduğumdan bahsetmemiş olmaları, benim ona söyleyecek olduğum anlamına gelmiyor. Bilmesi gerekmiyor, çünkü eğer kaçırıldığımı öğrenirse mutlaka telaşlanıp, öfkelenecek ve neden bana bunu daha önce söylemediniz diyecekti. Bu nedenle aile içinde tatsızlık çıkacaktı. Telaşa ve tatsızlığa hiç gerek yoktu.

"Asker mi?"

"Yani bir hafta oldu tanışalı. Aramızda birşey yok, ama..." dedim ve aklıma gelen bugünkü gülüşü beni bir kez daha heyecanlandırdı.

Başını hafif sırıtarak eğip, bana alttan bakarken "ama" dediğini işittim. Anlatmayacağımı fark edip, "yok birşey" diyerek arkama yaslandım ve kollarımı kızaran yanaklarımla önümde bağladım.

"İkra. Anlat abicim... Ama dedin durdun."

Derin bir nefes aldım. Bir kez daha abime bakıp bakışlarımı kaçırırken, kollarımı önümde çözüp, ellerimi kucağıma indirdim. Tırnaklarıma bakarak onlarla oynamaya başlarken, "bilmiyorum" dedim.

"İki sefer hastaneye geldi. Askeriyeye gittim, ona teşekkür etmek için" diyince abimin hemencecik "ne için?" demesiyle durdum. Hızlıca aklıma gelen ilk yalanı bulup, "çantam çalınmıştı" dedim ve devam ettim.

"O da otobüs durağında dururken, kapkaççının peşinden koşup bana çantamı getirmişti. Öyle tanıştık. Ben de teşekkür amaçlı askeriyeye gittim. Konuştuk çay içtik" derken yüzümde ister istemez bir gülümseme peyda oldu. Başımı, balkondan sokak lambasına doğru çevirip, altında uçan sivrisineklere bakarak tekrardan önüme indirdim.

"Telefonumu yanlışlıkla orada unuttum. Eve gelince hiç fark etmedim ta ki hastaneye gidene dek. Hastane koridorunda onu görünce bir de bana telefonumu gösterince şaşırdım. Sonra da ben ona çay teklifi ettim. Kabul etti, çay içtik" deyip başımı omzuma eğdim. Onu her hatırladıkça midem çalkalanıyor ama sevinçten.

"Bugün yine kurstan sonra aşıları almak için" derken masanın üzerinde yer alan iğneleri ve tüpleri gösterdim. "Giderken, tekrardan karşıma çıktı. Beklemiyordum. Hatta onu bir daha göremeyeceğimi falan düşündüm ama o her karşıma çıktığında" deyip durdum ve devamını getiremedim. Utandığımı fark eden abimin kıkırdaması kulaklarıma ilişirken, "anla işte abi" diyerek geçiştirdim.

"Bugün birlikte köfte ekmek yedik. Bana çiçek verdi. Bu beni o kadar çok mutlu etti ki, ilk kez... İlk kez bir erkekten çiçek aldım" diyince abimin arkasına yaslanıp, bana bakmasıyla kollarımı masaya yasladım ve başımı çekinerek üstüne gömdüm.

"Sana net birşey söyleyeyim mi?" diye sorunca bedenimi doğrultmadan başımı yaslamış olduğum kollarımın üstünden kaldırdım ve ona baktım.

"Nedir?"

Bana doğru eğildi ve kollarını benim kollarımın hizasına denk gelecek şekilde masaya yasladı, başını bana doğru eğdi. Ardından bedenimi kat katı yerinde kesecek ve vücut ısımı arttıracak bir cümle kurdu.

"Sen aşık oluyorsun güzelim."

Aniden yanaklarıma yerleşen korların, yanaklarımı fazlasıyla ısıya mahkum ederken yutkundum. Derin bir nefes aldım, abimin gözlerime bakan bakışlarının içi belli belirsiz gülerken, hızla masadan doğruldum ve "ne!" dedim abimden bakışlarımı kaçırarak.

"Olmuyorum!" dedim göğsüm şiddetle inip kalkmaya nedenini bilmeksizin başlarken. Abim dirseğini koltuğun kenarına yaslayarak şakağını avucuna yaslarken "bu kötü birşey değil. Hatta çok güzel birşey. Bak bana. Sevdim evlendim, hatta oğlum var. Baba oldum" deyince daha fazla utancımdan dayanamayıp abime "tamam" diyerek ayağa kalktım. Çantamı ve papatyaları alıp yanından geçip gidecekken oturduğu yerden bileğimi nazikçe tutup ona dönmemi gerektirdi.

"Kalbinin sesini dinle ve yanında kararlarına saygı duyacak bir abin olduğunu unutma" diyerek okşayan bileğimi bıraktı, bana gülümseyerek baktı. Başımı onu onaylayarak salladım ve hızla balkondan çıkıp, masaya bıraktığım şapkamı da alarak mutfaktan çıktım ve odama doğru yol aldım.

"Kız!" Koltukta oturmuş, bana öylece bakan İlker' in seslenişiyle odamın kapısında durup ona döndüm.

"Hayırdır. Yüzün bembeyaz olmuş" deyince tam cevap vereceğim vakit abimin eli eşofmanlarının cebinde bir şekilde mutfaktan çıkıp, salona girerken, dönüp ona baktım ve bana sırıtarak baktığını fark edince "yok birşey" diyip odama girdim. Ablam henüz okuldan gelmemiş daha doğrusu dışarıda arkadaşlarıyla vakit geçiriyordu.

Babam kesin namaz kılmaya kalkmış, annem ise banyodan gelen su sesleriyle abdest alıyor olduğunu belli ediyordu. Odama girip, çantamı yatağa bırakarak abime anlatmış olduğum meselenin pişmanlığını yaşarken, elimde hala tutmuş olduğum papatyaların dallarını saran kağıt dikkatimi çekti; durup kaşlarımı çattım. Dallara sarılı kağıdı aşağı doğru çekiştirip, silindir haline gelmiş kağıdı şaşkınlıkla açarak üstünde yazanla kaşlarımı çattım.

0534*****

Ağzım şaşkınlıkla açılırken, hemen numaranın altında yazan yazı dikkatimi çekti.

Ellili yılların popüler bir şarkısında dünyayı döndürenin aşk olduğu söylenir ama muhtemelen dünyayı döndüren tesadüflerdir.

 

Stephen King

Cümleden ne anlamam gerektiğini asla ama asla idrak edemezken, bana numarasını vermiş olması ne anlama geliyordu? Tesadüfen karşıma çıkan bu askerin, böyle bir cümleyle bana ne demek istediğini idrak edebilmiş değilken, kalp atışlarım ritimlerini hızlandırırken, yutkundum ve vakit kaybetmeden, içimden gelen bir sesle telefonumu elime alıp, aklımdan uzun zamandır çıkmayan bir cümleyle numarasına yazdım ve gönderdim.

Yatağıma oturup, heyecanla bacaklarımı bağdaş kurarak birbirine bağlarken, derin bir nefes alıp verdim. Telefonu önüme, yatağın üzerine bıraktım ve bir bildirim bekledim.

🎻

Yazar

Aşk tesadüfen kalple karşılaşır mı? Karşılaşır. Eğer iki kalp gerçekten sevmek isterse, bir gün mutlaka karşılaşır ve o kalpler birbirine büyük bir aşkla mühürlenir.

Ömer Asaf oturduğu koltukta, dirseğini koltuğun kenarına yaslamış bir şekilde, önünde ki masanın üzerinde duran telefonundan tek bir bildirim gelmesini hem sabırla, hem de kalbinde ki heyecana söz geçiremeyerek bekliyordu. Numarasını özlü bir sözle bir kağıda dökmüş, kalbini çalan kıza bir çiçekle vermişti. Şimdi ise yüreğinde tek bir korku vardı o da İkra' nın o kağıda bakmadan çöpe atmış olmasıydı. Çünkü aradan neredeyse bir saat geçti ve İkra hala ona mesaj yazmış değildi.

Yan tarafta kitap okuyan Bayırlı ve Sakaryalı ikilisi, arada bir dertli dertli telefonunu izleyen komutanlarına bakıp, tekrardan önlerine dönüyor, ellerindeki kitap sayfalarında göz gezdiriyorlardı.

Ömer Asaf derin bir iç çekip, göğsünün inip kalkmasına neden olurken dudaklarını ıslattı ve bakışlarını telefondan bir an bile olsun ayırmadı. Oflaz ve Kartal, arkada bulunan langırttan konuşa konuşa güle güle oyun oynarken, Cihangir tekli koltukta telefonuyla ilgileniyordu. Veysel ise evli olduğundan dolayı evine, eşinin yanına, bu gecesini eşiyle geçirmek için gitmişti. Görev ve operasyonlardan dolayı eşine vakit bile ayıramamıştı.

Ömer Asaf gözlerini istemsiz bir şekilde kapatıp açtı, ardından hiç beklemediği bir anda telefonun yanan ışığıyla ve odayı dolduran bildirim sesiyle ayağa kalktı. O hızla ayağa kalkarken, diğerleride ne olduğunu anlamadan kendilerini ayakta bulurken, Bayırlı' nın "operasyon mu var komutanım?" demesi, Sakaryalı' nın "hazırlanalım mı?" diyişi ve Kartal' ın Oflaz' a bakarak "sana oynamayalım dedim" diyerek komutanlarının yanına yaklaşmaları bir oldu. Ömer Asaf yabancı bir numaradan gelen cümleyi okurken, Oflaz' ın "Veysel komutanıma haber verelim mi?" diyişiyle Ömer Asaf etrafına toplanan askerleriyle kaşlarını çatıp, hızla telefonu pantolonun cebine sıkıştırdı.

"Ne oldu?" dedi.

"Göreve gitmiyor muyuz?"

"Gidiyor muyuz?" diye sorunca, anlık kendine gelir gibi oldu ve "ne görevi?" diye sordu.

"Siz aniden kalkınca, görev var sandık" diyen Bayırlı İle Ömer Asaf "yok görev falan, siz işinize devam edin" dedi ve sakin bir sesle ekledi. "Ben dışarıda hava alacağım."

Tim ona şaşkınlıkla bakarken, herkes tekrardan yerini aldı ve komutanlarını pek kafalarına takmayarak topluca derin bir nefes aldılar.

Ömer Asaf dışarı çıkar çıkmaz, timden dolayı cebine sıkıştırmış olduğu telefonunu çıkarıp, mesaj kısmına, WhatsApp' a girerek gelen numaradan mesaja baktı. Gözleri harflerin ve kelimelerin üzerinde gezinip durdu.

0537***

Tesadüf bir başlangıçtır, finali sen oynarsın perdeyi kader kapatır.

 

Bob Marley

 

Yüzünde açan tebessümü gizlemedi Ömer Asaf. Ellerinde ki telefon anlık bir titremeye kapıldı, derin bir iç çekip ekrana bakmaya devam etti. Bu numaranın kesinlikle İkra' ya ait olduğuna emin oldu. O kağıda yazdığı tesadüfü, ona yazmış olduğu tesadüften tanıyabiliyordu. Gülüşü derin bir hal alırken, gamzeleri kendini belli etti. Ela gözleri anlık üstünde ki -yaz ayından dolayı- açık mavi göğe bakıp, tekrardan telefona sabitlendi.

Parmakları heyecanla harflerin üzerinde gezindi ve içinde ki hislerin tek nedeni olan kıza bir mesaj daha yazdı.

Yatağında öylece oturan ve bakışlarını telefonuna sabitlemiş olan İkra, karşı taraftan bir mesaj beklerken, aniden titreyen telefonuyla öne doğru eğilip, gelen mesajın, mesaj atmış olduğu numaradan olduğunu fark etti.

Notumu görmediğinizi düşündüm.

Ömer Asaf, İkra' nın yüzünde açan tebessümün nedeni, kendisi olduğunu bilse, kim bilir nasıl hissederdi.

Üzülür müydünüz?

İkra yazmış olduğu kelimeyle kaşlarını çatarken, utanç duygusu tüm bedenini ele geçirmek üzereydi. Hızla yazdığı mesajı geri çekecekken, görüldü olmasıyla elini alnına bastırdı, "of"layarak telefonu yatağın üzerine gelişigüzel bırakıp, ağlak bir yüz ifadesi takındıktan sonra tırnaklarıyla oynamaya başladı. Ne yazacağını o kadar çok merak ederken, aynı zamanda da utanıyordu.

Ömer Asaf İkra' nın yazmış olduğu mesajı görür görmez dudakları şaşkınlıkla birbirinden ayrıldı, ardından yüzünde sıcak bir tebessüm peyda oldu. Derin bir nefes aldı ve ne yazacağını düşünüp durdu. Bu kadar düşünen biri olmamasına rağmen, aklı o yeşil gözlerde olduğu sürece hep böyle duracak, ve düşünecekti.

Parmakları kılavyenin üzerinde hareket etmeye başladı. Ve içinden geleni, harfi harfine yazdı.

Üzülmüş olsam... Sizin için ne ifade ederdi?

Yatağın üzerinde bir kez daha telefonunun titrediğini fark eden İkra tırnaklarıyla oynamayı bırakıp, hızla eline aldı. Ekranı açtı, yazmış olduğu mesajı okudu. Kalbi bir kez daha hızlı atmaya, elleri terlemeye başladı.

Aşık mı oluyordu?

Aşk. Aşık iki insan diye düşündü kendi kendine ve hızla yutkunup, ne yazacağını idrak etmeye çalıştı. Parmakları hareketlendi.

Bilmem. Tanımadığım bir erkeğin benim yüzümden üzüldüğüne daha önce hiç şahit olmadım.

Ömer Asaf gördüğü cümle karşısında kıkırdamasını tutamadı ve ayakta durmaya devam ederek bir başka cümle yazdı.

Belki de tanımış olsanız çok seversiniz.

Nefesini tuttu İkra. Bu ne teklifiydi bilmiyordu ama içinden bir ses bunun iyi birşey olduğunu bas bas bağırıyor, resmen cirit atıyordu. Elleri heyecandan titremeye başlarken, hiç beklemediği bir anda annesinin içeriden "İkra! Annem yemek hazır!" diye seslenişi tüm heyecanını ve titreyişini götürdü gitti.

İkra hızlı hızlı, bir mesaj yazmaya başlarken, aynı zamanda "geliyorum!" diye seslendi.

Gitmem gerek. Annem beni çağırıyor. Ayrıca sizinle konuşmak güzel üsteğmen.

Ayağa kalktı, telefonunun ekranını kapatıp, yatağının başında yer alan komidinin üzerine koyarak aynadan kendisine baktı ve abisinin yüzüne nasıl bakacağını düşündü. Ona anlatmış olması utandırıyor olsa da elbisesini düzeltip, hızla odadan çıktı ve masaya toplanmış olan ailesine yaklaştı.

Ömer Asaf görmüş olduğu mesaj karşısında, otuz iki diş sırıtırken, hızla bir mesaj yazdı.

Sizinle de konuşmak çok güzel... Doktor hanım :)

Telefonu kapattı, başını yavaş yavaş karanlığa bürünüyor olan gökyüzünde ki parıltılara kaldırdı. Yıldızlar kendini belli ederken, ilerledi ve askeriyeye girip, heyecanının tadını kardeşleriyle sohbet ederek çıkardı.

 

Bölüm Sonu...

Bir bölümün sonuna daha geldik. Duygularınızı ve fikirlerinizi, bölümü beğenip beğenmediğinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim.

En sevdiğiniz sahne hangisi oldu, en sevmediğini, söyle olmasıydı dediğiniz sahne hangi oldu.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, şimdiden teşekkür ederim.

Kendinize iyi bakın hoşçakalın.

Beni takip etmeyi unutmayın ;) 😉

Loading...
0%