43. Bölüm

41. Bölüm -&- Acı Ve Suçluluk

NİSA
lorensi

Herkese tekrardan merhaba. Gerçekten ama gerçekten bu bölümü yazarken ve düzenlerken ağladım diyebilirim. Siz de her an ağlayabilirsiniz.

Size tavsiyem bu bölümü Ezgi Erdoğan - İz bırakan yaralar şarkısını dinleyerek okuyun. O şarkı bittikten sonra Sezen Aksu'dan - Son bakış şarkısını dinleyerek okuyabilirsiniz.

Sizleri seviyorum desteğiniz için teşekkür ederim sevgili okurlarım. Şimdi sizi bölümle yalnız bırakıyorum.

 

 

 

 

 

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

 

 

 

 

 

Bölüm Kırk Bir - Acı Ve Suçluluk

Yazar

Ömer Asaf askeriyenin koridorlarında dönüp dururken, tek isteği İkra’ dan bir haber almaktı. Tek isteği sevdiği kadının iyi olmasıydı. Hayat onun için durmuş, nefes almayı unutturmuş gibiydi. Günler geçtikçe, ailesinin yüzüne bakamaz olmuştu. Eşini bulamıyor olması ona acı veriyordu. Acı ve bir o kadar da suçluluk.

 

Aradan tam bir hafta geçti ve hasret kaldığı kızın kokusunu bırak, sesini bile duyamıyor olması onu yeteri kadar çileden çıkartıyordu. Oysa ki o sadece tek bir mucize bekliyor, sabırla ayakta durmaya ve düşmana karşı direnmeye çalışıyordu.

 

Sevdiği kızın yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorken, yatağında ona rahat uyku uyumak haramdı. Yemek yemek, içmek, yatıp kalkmak herşeyi yasaklamıştı kendine. Doğru düzgün yemek bile yemiyor, bir saat uyku bile uyumuyordu. Tek isteği ve dileği hayallerini süsleyen, ona iyi gelen kızı, eşini bulmaktı.

 

Askeriyenin koridorlarında gidip gelen Ömer Asaf’a, albay komutan Serhat bey yaklaştı. Yüzünde anlamsız bir ifade, sanki korku var gibiydi. Derin bir nefes aldı, “düşman hattından bir video kaydı gönderildi. Baksan iyi olur” deyince Ömer Asaf’ ın içine yerleşen korkuyla askeri odaya adımladılar ve birlikte içeriye girdiler. Dev ekranda oynatılmayı bekleyen karanlık video ile karşılaşınca, içeride ki tim bakışlarını komutanlarına çevirdi. Hepsi rahatta durmuş, elleri arkalarında bir şekilde başları önüne eğikti. Ömer Asaf ilerledi, ilerledi ve içeride yer alan ve bilgisayarlarla ilgilenen diğer askerlerin ona bakan bakışlarına anlık selam verip, tekrardan videoya baktı.

 

“Oynat oğlum” dedi Serhat bey bilgisayar başında duran askere.

 

Video oynatılır oynatılmaz, ekranda o aşağılık adamın yüz ifadesi belirdi.

 

“Ömer Asaf” dedi bir kez daha harfeleri gereğinden fazla uzun tutarak. Ömer Asaf öne doğru bir adım attı, yumruk olan eli hafaya kalktı. Komutanı omzundan tutarak durdurdu, ardından elini indirip, tüm herkes videoya odaklandı.

 

“Önce bir hal hatır sorayım Ömer Asaf. Sakin ol” dedi sanki Çürük görüntülü konuşur gibi. Çünkü Ömer Asaf’ ın onu görür görmez sinirleneceğini biliyordu.

 

“Nasılsın? Ee tabi sen iyi değilsindir. Bak sana kimi göstereceğim” diyerek telefonu sakinlikle ve yavaşça yan tarafa doğru çevirmesiyle ekranda beliren görüntüyle Ömer Asaf gözlerini büyüttü, “İ-İkra” dedi elleri yukarıya doğru bağlı duran ve yüzü ter içinde olan eşine bakarak. İkra güçlükle nefes alıyor, arkasında durmuş elinde ince kemer tarzında ki nesneyi kızın sırtına vuran kadın ile bir kez daha acı içinde bağırıyordu.

 

“Yapma!” diye bağırdı Ömer Asaf titreyen sesiyle. Oysa ki bu bir arama değil, gönderilen bir video kaydıydı. Tim gözlerinin yaşarmasına neden olamayıp bakışlarını videodan çekerken, İkra bir kez daha acı içinde bağırdı. Sesi Ömer Asaf’ ın kulaklarında çınladı.

 

“Yapma!” dedi bir kez daha öfkeyle. Gözleri doldu, taştı taşacak oldu ama buna izin vermedi.

 

“Merak etme, kadına şiddet uygulamıyorum” dedi o iğrenç sesiyle.

 

“Seni geberteceğim pislik herif!” diye bağırdı videoya doğru.

 

Bir kırbaç sesi daha İkra’ nın bağırışına eşlik ederken, Ömer Asaf dayanamayıp acıyla atan kalbinin üzerine elini yasladı, Serhat komutanın onun bu haline hızla müdahale etmek istesede Ömer Asaf izin vermeyip, “iyiyim” diyerek nefes nefese arkasında yer alan masaya tutundu.

 

Elleri yumruk halini alırken, sıkı sıkıya sıktı ve biten video ile gelen arama kaydıyla hızla ekrana baktı.

 

Arayan bilinmeyen bir gizli numaraydı. Serhat komutanın çatılan kaşları yanda duran askerin telefonu açmasıyla ekranda bu sefer görüntülü bir arama belirdi.

 

“Ömer Asaf” dedi Çürük o iğrenç sesiyle.

 

“Bana bak!” diye kükredi Ömer Asaf aniden.

 

“Ona yaptıklarının aynısını sana yapacağım duyuyor musun beni! Onun saçının teline zarar gelirse yemin ediyorum seni doğduğuna pişman ederim Çürük!” Gür sesi odada hüküm sürerken, kimse ona engel olmuyordu. Tüm askerler bakışlarını çaresizlikle ona odaklamış, dudakları birbirine yaslamıştı.

 

“Sakin ol Ömer Asaf. Karın elimdeyken söylediklerine dikkat et bence.” Alayla konuşuyor olması Ömer Asaf’ ı daha da deli ediyordu.

 

“Kes sesini hayvan herif!” diye kükredi yerinde duramayıp.

 

“Sevdiğimin canına zarar verirsen seni parçalarım! Seni gebertirim. Bana beni öldürme diye yalavaracaksın Çürük!”

 

Çürük’ ün yüzünde ansızın beliren sırıtış ile “cık cık cık” ladı dilini damağına üç kere vurarak.

 

“Madem öleceğim, o zaman eşinide kendimle götüreyim.”

 

“Sakın Çürük! Sakın!” dedi parmağı ona öfkeyle kalkarken. “Ona yaptıklarının aynısını sana yapacağım! Onun o bağırışlarının aynısını senden çıkaracağım!”

 

Aniden kapanan telefonla Serhat komutan hızla yan tarafta bilgisayar başında ki askere ilerledi ve “hemen numarayı tespit edin. Sinyalini bulun!”

 

Ömer Asaf çaresizlikle kendini koltuklardan birine nefes almakta zorlanır gibi bırakırken, elleriyle ensesini ve yüzünü sıvazladı. Dokunmaya kıyamadığı eşinin bağırışları kulaklarına akın etti sanki. Yutkundu, yutkundukça yutkundu ve bunun ne kadar zor olduğunun farkına güçlükle vardı.

 

“Numara tespit edildi albayım.”

 

Yan taraftan onlara bakan askerin sesiyle Ömer Asaf ayaklandı, komutanına baktı.

 

“Tamamdır. Hazırlanın. Kendini toparla, git ve karını bul” deyince Serhat albay, Ömer Asaf başını onu onaylar gibi salladı ve tim ile birlikte silah odasına girip, hazırlandılar.

 

Çok geçmeden kendini yolda bulan Ömer Asaf, derin bir nefes aldı ve numaranın sinyalini takip eden Cihangir'e döndü.

 

“Ne kadar kaldı?”

 

“Az kaldı komutanım. Beş dakikaya oradayız.”

 

İçi içine sığmıyordu. Onunla evlenirken bunu hesaba hiç katmamıştı. Böyle olacağını hiç düşünmemişti. Onun canına gelecek olduğu zararı hesaba hiç katmamıştı.

 

Derin bir nefes aldı, verdi. Çok geçmeden Ömer Asaf’ın İkra'yı ilk gördüğü deponun önüne gelmeleriyle Ömer Asaf arabadan indi, depoya uzaktan baktı dürbünüyle. Burayı nasıl akıl edemediler şaşkınlıklar içerisindeydi hepsi. Ömer Asaf derin bir nefes aldı, askerlerine emir verdi ve operasyona geçtiler.

🎻

 

 

 

 

 

İkra Bozdağ

Gözlerim kapanıyor, açılmak istemiyor gibiydi. Açlık ve susuzluk bedenimi ele geçirmiş, göz yaşlarım yavaş yavaş yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı. Ellerim her iki yandan hala oturtulmuş olduğum sandalyeye arkadan bağlı dururken, önüme düşen saçlarımı, dudaklarımdan dökülen "su" kelimesiyle geriye attım.

 

"Su" dedim bir kez daha ağzımda yer alan kuruluk hissi boğazıma her yutkunduğumda acı verirken. Başım sandalyenin arkasına düşerken, gözlerimi aralayıp, depoya vuran yağmur damlalarının seslerine kulak verdim. Gülümsedim. Aylar sonra ilk kez yağmurun yağıyor olduğunu bilmek ve hissetmek beni gülümsetti. Yanlız yağmuru görememek, dokunamamak, gözlerimden ardı ardına yaşların akmasına neden oldu. Yaz ayındaydık ama yağmur yağıyordu. Garipti. Hem de çok.

 

"Neredesin Ömer Asaf?" diye fısıldadım kuruyan ve çatlamaya günler kalmış dudaklarımın arasından titrek ve ağlak bir sesle. Derin bir nefes çekmeye çalışarak bir kez daha "su" dedim.

 

"Su verin lan kıza!" diye yükseldi etrafta bir ses. Üstümde yer alan siyah kazağa damlatılarak içirilen sudan büyük yudumlar almaya çalıştım. Kana kana içiyor olduğum suyu dudaklarımdan çeken aşağılık adamlardan birine baktım. Sırtıma atılan kırbaç darbelerinin bırakmış olduğu yanık izleri ve yaralar, ensemdan aşağılara doğru akan soğuk terlerim ile bir olunca iyice bedenimi yakıp kavuruyor, kendimde daha fazla hayatta kalacak gücü bulamıyordum. Bir hafta olmuştu. Bir haftadır Ömer Asaf’ın sesini duymayı ve kokusunu almayı diledim ama o yok.

 

"Bunu... Neden yapıyorsunuz?" Sesim kısık, yorgun, bitkin ve ağlak çıkmıştı. Önüme sandalye çekip oturan adamın ayak ayak üstüne atarak oturması, o iğrenç suratıyla bana bakıyor olması midemi yeteri kadar bunaltıyordu.

 

"Canımı yakanın, canını yakarım. Senin kocan olacak o adam oğlumu öldürdü! Canımı yaktı! Şimdi aynısını ben ona yapacağım. En değerlisini elinden alacağım!"

 

Bana birşey yapacak olduğunu hissetmek beni zerre korkutmadı. Tek isteğim ve dileğim Ömer Asaf' ın iyi olmasıydı. Başka bir dileğim yok ve olmadı, olamazdı. Canım artık hiç bir şekilde kıymetli değildi gözümde.

 

Ölmek mi istiyorum?

 

Bilmiyorum...

 

Bir haftadır durmadan yapılan işkenceler ve ağrı veren iğneler canımı yakıyor ve içimde ki yaşama isteğini yitiriyordu. Artık yaşamayı bırak nefes almak bile bana zor geliyordu. Bir haftadır Ömer Asaf' ın bana bakan bakışlarını görmeyi dilerken, onu son kez göremeden ölecek olmam beni korkutuyordu.

 

"O seni yaşatır mı sanıyorsun?" dedim dudaklarımdan güçlükle çıkan kelimelerle ona bakarken.

 

Güldü. Dudağının kenarı kıvrıldı, hatta tiz bir kahkaha serbest bıraktı.

 

"Orasını sonra düşünürü-" demeye varmadan yükselen silah sesleriyle yorgun bakışlarım etrafa baktı. Çürük hızla ayağa kalktı, "ne oluyor!" diyerek korkak bir şekilde etrafına bakındı. Beş para etmeyen adamlarına "gidin bakın!" diye bağırdı. Adamlardan bir kaçı depodan çıkıp, yağmurun altına kendilerini atarken, bir diğeri beni çözdü. Kolumdan sertçe tutup, beni ayağa kaldırırken, “bırak!” diye debelendim.

 

Dışarı çıkan adamlardan biri içeri koşarak gelirken "Ömer Asaf burada!" diye bağırdı. Silah sesleri yükseldikçe yükseldi, kulaklarımın içinden beynimi delerek geçti. Onun ismini bir başka kişinin -kötü de olsa- ağzından duymam, beni gülümsetti. Gelmişti. Beni almaya, buralardan götürmek için gelmişti. Bu sefer gerçekten gelmişti.

 

"Kahretsin!" diye bağırdı Çürük eline silahını alıp bana doğrulturken. Beni sertçe tutan adamın serbest bırakıp, kenara çekilmesiyle "buraya kadar!" diye bağırdı bir kez daha sesini yükselterek.

 

Derin bir nefes aldım, korkmadım. Başıma ne gelecek, ne olacak korkmadım. Ölecek olmamdan, vurulacak olmamdan korkmadım. Ömer Asaf’ a birşey olacak olması beni daha da çok korkuturken, bir an olsun titremedim bu adamın karşısında.

 

Aradan geçen bir dakikanın ardından, kalbimin, sol göğsümün altında hissettiğim keskin acıyla nutkum tutuldu, bedenim nefes almayı unuttu. Gözlerimin önü yavaş yavaş kararmaya başlarken, bedenim güçlükle ayakta durdu. Dudaklarım birbirinden ayrıldı, kulaklarım tiz bir kahkaha işitti.

 

Önümden ayrılan adamlar, hemen arkamda duran ve metrelerce uzakta olan kapıya koştular. Silah seslerinin kesilmiş olması, beni daha çok korkuturken, elim siyah kazağımın üzerinden, göğsümün altına yaslandı, burnuma gelen kanın metalik kokusu midemi bulandırdı. Hiç beklemediğim bir anda bir başka kurşunun sırtımın sağ tarafına saplanmasıyla bir başka kurşun daha saplandı aynı yere. Ciğerlerim nefes almaya çalıştı ama başaramadı.

 

Karşımda ve uzakta yer alan deponun kapağı hiddetle atılan sert tekmeyle açılırken, bakışlarım o tarafa döndü. Ayakta duran bedenimi güçlükle yerinde tutmaya çalışırken, gözlerime bakan ela bakışlarının içi güldü. Dudaklarımın kenarı kıvrıldı, bakışlarım yaslamış olduğum elimi göğsümden çekmem ile bulaşmış olan koyu kırmızı kana baktı. Göğsüm durmadan inip kalkmaya, başım çoktan dönmeye başlamıştı.

 

"İkra?"

 

Uzaktan da olsa dudaklarından korkuyla çıkan ismimi duyunca, bakışlarım bir kez daha ona baktı. Bir adım attı bana doğru. Elinde ki silahla adımları hızlandı. Ben herşeye rağmen gülmeye çalışırken o da gülümsedi o ela gözleriyle. Bana doğru koştu ve tam karşımda durup, silahını yere bırakır bırakmaz kolları sırtıma dolandı. Sırtımda ki kurşunların vermiş olduğu acıyla dişlerimi birbirine yasladım, ellerimi kaldırıp ona sarılamadım. O gücü kendimde bulamadım çünkü sırtıma dokunan elleri sırtımda ki yaralar ile bir olunca canım fazlasıyla yanıyordu. Ama kokusu ve varlığı en büyük ilacımdı.

 

Benden ayrıldı, yüzüme baktı. Elleri omuzlarıma dokundu ve “buldum seni” dedi sızlayan gözleriyle. Gözlerine çaresizlik ve korkuyla bakarken, birşey diyemedim. Sızlayan gözlerim öylece baktı onun gülümseyen gözlerine.

 

“İkra?”

 

Diğer askerlerin yanımıza yaklaşan adımlarını fark edince bakışlarımı gözlerinden bir an olsun ayırmadım. Az zamanımın olduğunu biliyordum ve ayırmadım.

 

“Niye konuşmuyorsun? Bitti. Herşey bitti, buldum seni” dedi ve bir kez daha bana sarılıp, ayrıldı.

 

“Konuşsana güzelim. Konuş, sesini duyayım” dediği an, elleri yanaklarımı buldu ve gözleri hiç beklemediğim bir anda büyüdü, dudaklarında ki gülümseme yok oldu. Çünkü başından beri ellerine bulaşan kanı fark etmeyen Ömer Asaf, elleriyle yanaklarıma dokundu. Elleri yavaş yavaş yanaklarımdan ayrıldı, bakışları nefes almakta zorlanan ve ayakta güç bela duran bedenimi yokladı, ardından kanımın bulaşmış olduğu ellerine baktı.

 

Daha fazla dayanamadım ve gözlerim kaymadan önce “A-Asaf” diyebildim. Gözlerim kaydı, bedenim kendini daha fazla ayakta tutamayıp serbest bıraktı.

 

Kendimi boşluğa bırakırken, son anda beni yakalaması, benimle birlikte dizlerinin üzerine çökmesi bir oldu.

 

"İkra! İ-İkra! İkra dur! İkra ne oldu sana? Ne oldu güzelim!” Göz bebeklerim kayıyor, gözlerim kapanmak için izin istiyor gibiydi adeta. Onun titreyen sesine cevap veremedim.

 

"İkra? Ne yaptılar sana, nerenden vuruldun! Ne yaptılar sana, ne oldu İkra! Ne oldu güzelim, nerenden vuruldun İkra! İ-İkra!!”

 

Gözlerimden ne ara fark etmediğim akan ardı ardına yaşlarımı elleriyle sildi, saçlarımı okşadı o titreyen elleriyle.

 

"Ambulans çağırın!" diye bağırdı. Çaresiz sesi kulaklarıma ilişti, dudaklarım uzun zaman sonra ikinci kez ona karşı aralandı.

 

"Ö -Ömer Asaf?" Göğsümün üzerine sanki ağır bir kum torbası koyulmuş, nefes almama engel oluyor gibiydi. Bedenim buz kesmiş, gözlerimin önü yavaş yavaş kararmaya başlamıştı.

 

"Dayan İkra. Dayan ne olur dayan güzelim! Adi şerefsizler! Nasıl kıydılar sana, nasıl yaptılar bunu!" Sırtımı acıtan iki kurşun, göğsümü yakıp kavuran tek kurşun. Ve bedenime saplanmış tam üç kurşunun vermiş olduğu acıya dayanmak elde değildi. Titreyen sesimle gözlerine baktım. Kızarmış ve uykusuz gözlerine. Bir haftadır beni bulmak için uyumuyor olduğuna emindim.

 

"Su ver Bayırlı!" diye bağırdı arkadaşına. Ona uzatılan bir şişe suyu dudaklarıma yaklaştırarak, içmeme neden olurken, yavaşça içtim bu sefer sevdiğim adamın ellerinden uzatılan suyu. Yanımıza, dizlerinin üzerine çöken Bayırlı' nın bana bakan bakışlarının içinin yaşarmış olması, komutanlarını ve beni böyle görüyor olmasından kaynaklanıyor olmalıydı.

 

"İyisin. İyisin iyi olacaksın” dedi ve kalbimi acıtan bir başka cümle fısıldadı. “Affet beni.”

 

Onu affetmem gereken durum neydi? Neden onu affetmem gerekiyordu?

 

Boynunda yer alan asker bandanasını çıkardı, göğsümün altına bastırdı ve sırtımdan dizlerine akan sıcak sıvıyı hissedince, "dayan İkra. Bırakma kendini" dedi ve ekledi.

 

“Nereden vuruldun! Kaç yerinden vurdular!”

 

"T-t-tam... Z-zamanında… G-geldin." Kaşlarını çattı. Neyden bahsettiğimi anlamaya çalışır gibi oldu. Bedenime saplanan kurşunların vermiş olduğu acı doğru düzgün konuşmama bile engel oluyordu.

 

"Geç kaldım" diye fısıldadı ağlak çıkan sesiyle. "Çok geç kaldım."

 

Ellerinin arasında yer alan başımı güçlükle iki yana salladım. Yutkundum ve dudaklarımı bir kez daha araladım.

 

"H-hayır. Eğer seni bir daha... Görmeden... Ö-ölecek olsaydım, işte o zaman g -geç… K-kalmış olacaktın. Üzgün ve mutsuz ölecektim" diye fısıldayarak konuşurken, gözlerinden akan bir iki damla göz yaşını fark edince elimi güçlükle kaldırdım özlemiş olduğum yüzüne dokundurmak adına. İlk kez onu böyle ağlarken görüyordum. İlk kez içten ve isteksiz ağladığına şahit oluyordum.

 

"Böyle konuşma İkra. İyi olacaksın. İyi olacaksın güzelim böyle konuşma. Yorma kendini, konuşma yorma!"

 

"H-hayır." Titreyen ve kana bulanmış elim yanağına dokundu.

 

“N-niye böyle oldu A-Asaf? E-eve gelecektim. B-b-birlikte… U-uyuyacaktık” dedim ve akan göz yaşlarımla güç bela ekledim. “N-niye b-böyle oldu?”

 

“Özür dilerim. Koruyamadım seni! Özür dilerim!” dedi acı dolu sesiyle.

 

Göz yaşlarım akarken, dudaklarımı bir kez daha araladım.

 

"Bak... Son kez... Son kez seni görebildim ya,... Çok… M-mutluyum." Başını iki yana salladı, akan göz yaşları yanaklarıma düştü.

 

“Gitme. Bırakma kendini. Dayan. Bırakma kendini,

bırakma beni İkra!” diye bağırdı, sesi kulaklarımda çınladı.

 

“Y-yolun sonundayım s-sanırım Ömer Asaf.”

 

“Hayır. Hayır iyi olacaksın. Biliyorum iyi olacaksın, tekrardan kalkacaksın.”

 

Derin bir nefes almak istedim lakin başaramadım. Küçük bir öksürük dudaklarımdan kaçarken, gözlerim gözlerinden ayrıldı ve dışarıda yağan yağmurun deponun tepesine vuruşuna odaklandı. Elim Ömer Asaf’ ın yanağını okşarken, kulaklarıma sesi ilişti bir kez daha.

 

“Bana bak İkra. Bana bak güzelim, nasıl kıydılar sana! Nasıl yaptılar sana bunu, ben sana dokunmaya kıyamazken canını yakmaktan korkarken onlar sana bunu nasıl yaptı!”

 

Bakamadım ve dediklerine kulak veremedim. Kaderime teslim olarak son kez güçlükle ona bakmadan fısıldadım.

 

"Seni…Çok seviyo- seviyorum. Ve, herşey için t-teşekkür ede-" diyemeden bilincimin karanlığa gömülmesi, elimin yanağından kayıp, soğuk betonun üzerine düşmesi ve ruhumun bedenimden ayrılması bir oldu.

 

Yazar 

 

"İkra? İkra aç gözlerini! Aç gözlerini bak bana İkra. Lütfen aç gözlerini güzelim. Hadi aç, bak bana, bir kere daha bak İkra!!" Ömer Asaf' ın dizlerinde yatan İkra' nın cansız bedeni gittikçe soğumaya başlarken, bunun tek nedeni kan kaybediyor olmasıydı.

 

“Hadi güzelim aç gözlerini” dedi elleriyle yanaklarını durmadan her iki yandan okşamaya devam ederken. İkra’yı öyle görmek onunda nefes almasına engel oluyordu.

 

“Aç gözlerini lütfen. Bana bu acıyı yaşatma İkra! Yaşatma bana bu acıyı!” dedi ağlayan sesiyle. Göz yaşları bir bir yanaklarından isteksiz bir şekilde süzülmeye devam ederken, bir kez daha sevdiğinin yüzünü okşadı. Bayırlı ilk kez komutanın böyle ağladığına şahit oluyordu.

 

“Hadi bak bana, o güzel gözlerinle bak bana İkra’m. Erik gözlüm, hadi aç gözlerini. Yalvarırım aç İkra! Aç gözlerini!”

 

İkra ne gözlerini açtı, ne de Ömer Asaf’ a bir cevap verebildi. Bırakacak mıydı İkra onu? Bırakıp gidecek miydi? Ömer Asaf’ ı korkutan onu kaybetme ihtimaliydi.

 

Yetişememişti. Son anda olan olmuştu. Yetişemedi ve sevdiği kadını kurtaramadı.

 

Göz yaşları çaresizce yanaklarından süzülürken, İkra' nın buz gibi elini bir an olsun bırakmıyordu. Deponun köşesine çöken ve elini ağzına yaslayan Yiğit' in dolu bakışları komutanına bakarken, Bayırlı göz yaşlarına engel olamamıştı. Eliyle ağzını kapadı ve olduğu yerden doğrulup bir iki adım geriledi.

 

“İKRA!” diye bağırdı kucağında sevdiği kız ile başını geriye doğru atarken. Acı tüm bedenini ele geçirmiş, canını yakıyordu artık.

 

Veysel kapıdan giren ambulans ile birlikte koşarken, Ömer Asaf kendine gelerek hızla İkra'nın günlerdir doğru dürüst birşey yememekten zayıf düşen bedenini havaya kaldırdı, "çabuk!" diye bağırdı. "Hızlı olun!"

 

Getirilen sedyeye Ömer Asaf tarafından yatırılan İkra' nın kenardan düşen cansız ve kana bulanmış olan elini tutan Ömer Asaf, onunla birlikte deponun kapısına götürüldü.

 

"Ne oldu?"

 

"Vuruldu." Ambulansa alındı, monitöre bağlandı ve nabız kontrolü yapıldı. Kalp atışları düşmüş, tansiyon ve saturasyan epey inmişti.

 

Yaralarına yavaşça bakılan İkra' yı yan tutan parametrik, kurşun izlerine yüzünü buruşturarak baktı.

 

"Hemen ameliyathaneye yetiştirilmesi gerek, nabız düşüyor!" Ömer Asaf' ın duymuş olduğu cümle kalp atış hızını artırırken, yanında yer alan Veysel'e baktı.

 

"Ben onunla gidiyorum, gerisi sizde!" dedi, ambulansa bineceği sırada parametrik durdurdu onu.

 

"Durun beyefendi. Neyi oluyorsunuz?"

 

"Eşim o benim. Ben de bineceğim" dedi kendini ambulansa atarak. İlerledi ve İkra' nın baş kısmının yanına oturdu ve saçlarına ellerini attı. Günlerdir dokunmak istediği ama dokunamadığı saçlarına dokundu, kokladı.

 

Yutkundu. Ona birşey olacak korkusu bedenini ele geçirirken, ambulans kapıları kapandı ve hastaneye doğru hızla yola çıktı.

 

İkra' nın kolunda açılan damar yoluna takılan serum ve ağzına verilen oksijen maskesiyle parametrik, monitöre baktı. Bakışları bir diğer parametrik' e kayarken, dudaklarını birbirine bastırarak başını iki yana salladı. Durum kötüydü demek bu. Herşey bitmiş değil lakin bitmek üzereydi demek.

 

"Durumu nasıl?" diye sordu Ömer Asaf.

 

Parametrik, kızarmış gözlerle eşine bakan askere çevirdi bakışlarını.

 

"Maalesef... Kritik" dedi ve her ikisi de ellerinden gelecek bir şeyin olmadığının farkında olarak kurşun izlerine müdahale edip oturdular. Ömer Asaf saçlarını öptü eşinin. Okşadı. Alnını başına yasladı, saçlarını okşamaya devam ederek öylece bekledi.

 

İkra' nın hala yaşıyor olması büyük bir mucizeydi resmen. Ambulans, İkra' nın çalıştığı hastaneye yol almış, Ömer Asaf ailesine haber vermişti çoktan. Yaklaşık yirmi dakikanın ardından kapıda duran ambulansla, kapıya İkra' nın genel cerrah hocası olan Yusuf çıktı. O da haberi almıştı, günlerdir İkra'nın ortalıklarda olmadığını fark edince.

 

Arkasından Deha' da gelirken, ambulans kapıları açıldı, sedyeyle üzerinde siyah kazak ve bol bir kot pantolonun yer aldığı İkra' yı indirerek, hastaneye ilerlediler. Ömer Asaf bir an olsun elini bırakmazken, Yusuf hocanın sedyenin üzerinde görmüş olduğu öğrencisiyle gözleri açıldı, Deha arkadaşına büyümüş gözlerle baktı, yutkundu.

 

"H-hocam" dedi İkra' nın başında durarak. Yusuf hoca Ömer Asaf' a baktı, ardından kendine gelerek "hadi!" dedi Deha' ya. "Ne oldu?" diye sordu ambulans görevlilerine.

 

Ömer Asaf' ın onlara gelene kadar vermiş olduğu tüm bilgileri doktora söyledi parametrik.

 

"Yirmi altı yaşlarında kadın, üç yerinden vurulmuş, bir kurşun kalbine yakın yere, sol göğsünün altından girmiş, diğer ikisi sağ tarafında, sırtında. Tansiyon dokuza üç, Saturasyon yetmiş. Kalp atışları elliye iniyor."

 

Yusuf hoca duyduklarıyla yutkunup, "hemen ameliyathaneye" diyerek Deha' nın ve bir kaç hemşirenin İkra' yı ameliyathaneye götürmeleriyle Yusuf hoca Ömer Asaf' a çevirdi bedenini.

 

"Nasıl oldu bu?"

 

"Vuruldu..." dedi ve Yusuf' a baktı. "Kurtar onu."

 

Yusuf dudaklarını birbirine bastırarak başını salladı, elini Ömer Asaf' ın omzuna atarak "elimden geleni yapacağım" diyerek ameliyathaneye ilerledi. Ömer Asaf arkalarından hızlı adımlarla yürüdü, hızla ameliyathaneye alınan İkra'nın arkasından baktı. Soğuk hastane koridorunda yer alan koltuklara yaklaştı, kendini aciz bir şekilde bıraktı. Ellerinde kurmuş kan lekelerini umursamadan yüzünü sıvazladı ve titreyen ellerine baktı. İkra'nın, sevdiği kadının kan lekelerine baktı ve göz yaşları titredi.

 

Dirsekleri dizlerine yaslandı, titreyen elleri ensesine dokundu. Sıvazladı, lakin başına giren şiddetli ağrıyla baş etmeye çalıştı. O sırada bir ses "İkra!" diye bağırdı. İkra' nın annesi hastane koridorunda, arkasında tüm herkesle buraya doğru koşarken, Ömer Asaf ayağa kalkma gereği duyarak ayaklandı, yaşlı gözlerle baktı kayınvalidesine.

 

"Kızım nerede? Nasıl! İyi mi kızım!" Annenin gözlerinden ardı ardına akan yaşlar, Ömer Asaf' ın herkese bakan gözlerinin içi titredi. Abisi ve kız kardeşi. Annesi, babası, Sedef, İlker ve İkra’ nın abisi Barış… Hepsi Ömer Asaf’ tan olumlu ve iyi bir cümle duymayı beklerken, Ömer Asaf kızaran gözlerle önünde duran İkra’ nın annesi Ayşe hanıma bakarak dudaklarını araladı.

 

"A -ameliyathaneye alındı."

 

“Neden?” diye sordu İlker tahmin ettiği cümleyi duymak istemez gibi bakarken.

 

“V-vuruldu.”

 

Annesi ve tüm herkes duyduğu bu cümleyle gözlerini birbirine bastırırken, Ayşe hanım gözyaşlarıyla hıçkırarak ağlamaya başladı. Ömer Asaf bu halini görünce tutmak istediği gözyaşlarını tutamayıp başını önüne eğerken, ondan sadece üç yaş büyük olan abisi Taha, bir an düşünmeden kardeşine ilerledi ve sıkıca sarıldı. Ömer Asaf birinin ona sarılmasına ihtiyacı varmış gibi sıkıca sarıldı abisine.

 

Bir asker, yahut bir erkek ağlamalı mıydı?

 

“Bir erkeğin ağlaması güçsüzlük müdür, yoksa yüreğinde hissettiği acı mıydı?”

 

“Y-yetişemedim abi” dedi ağlayan ve titreyen sesiyle. “Engel olamadım.” Taha kardeşinin sırtını okşadı ve dudaklarını fısıldayarak araladı.

 

“Güçlü ol abicim. Güçlü ol. İyi olacak.”

 

Ömer Asaf başını sallayarak, kendini ağlamamak için zor tutarken, derin bir nefes aldı ve ayrıldı abisinden. Asya abisine yaklaştı ve sıkıca sarılıp, ayrıldıktan sonra İlker’ e ilerledi. Ona da sarılıp, “iyi olacak inşallah” diyerek moral vermeye çalıştı.

 

Ömer Asaf derin bir nefesin ardından, karşısında duran Fehmi beye titreyen gözlerle baktı. Başını önüne eğdi, ona bakamayacağını anladı. Yüzüne bakıp, kızını koruyamadım diyemeyecek kadar güçsüzdü şuan. Gözlerinin içine bakıp, Fehmi beyin gözlerinde pişmanlığı görmek korkuttu onu.

 

Bakamadı.

 

"Eğme oğlum başını yere. Dik tut” dedi omzuna dokunarak. Ömer Asaf kendine engel olamayıp, yüreğinde hissettiği keskin acıyla derin bir nefes aldı daha fazla göz yaşlarını tutmayı başaramayıp. Sıcak gözyaşları gözlerinden firar ederek yanaklarını buldu ve aşağıya doğru süzüldü.

 

“Ağlama oğlum” dedi Fehmi bey ağlayarak kollarını sırtına sararken. Ömer Asaf vakit kaybetmeden kollarını ona doladı, akan gözyaşlarını silmeye çalıştı.

 

“Üzgünüm” diye fısıldadı öylece sarılı dururken. “Koruyamadım onu.”

 

"İyi olacak. Kızım iyi olacak. Sen hep dik tut başını! Eğme bu başı. O adi şerefsizin yüzünü güldürtme." Sırtını sıvazladı, ayrılıp başı önüne eğik olan Ömer Asaf’ a baktı.

 

“Zamanı geriye alsak. Böyle olacağını bilsem, Allah'a yemin olsun ki kızımı bir kez daha sana verirdim aslan oğlum. Gelip benden istesen tereddüt etmeden yine sana veriridim. Sizin sayenizde rahat uyku uyuyoruz biz oğlum.”

 

Damadının omzunu okşadı akabinde eşinin yanına yaklaştı. Hıçkırarak ağlayan Ayşe hanımı kollarından tutan Fehmi bey, eşini koltuklardan birine oturttu.

 

Ömer Asaf yanına yaklaşan babasına sarıldı hızla. Canı yanıyordu ama bunu dile getiremiyordu. Sevdiği kızın ölümle burun buruna olması, o soğuk ameliyat masasında ölümle savaşıyor olması canını yakıyordu onun. Bunu bildiği halde elinden hiçbir şeyin gelmiyor olması daha da canını yakıyordu.

 

"İyi olacak" dedi Ferit bey. Ömer Asaf sıkı sıkıya sarmış olduğu babasının omuzlarını sıktı, başını salladı. Ardından ayrılıp derin nefes aldı.

 

İlker, Barış ve Sedef birbirilerine sarılı dururken, etrafta derin bir sükut mevcuttu. Herkes ameliyat kapısının açılmasını umut ediyor, içeriden çıkacak olan doktordan tek bir olumlu cümle bekliyorlardı.

 

Hepsi ayrı ayrı üzülüyor, acı çekiyor ve nefes almakta zorluk çekiyordu. Herkes olduğu yere otururken, Ömer Asaf ayağa kalkıp bir ileri bir geri gidip geliyor, kapının açılmasını sabırla bekliyordu.

 

İkra' nın yaşıyor olduğunu bilmesi sadece onu ayakta tutan tek şey olacaktı. Ama bu ondan bile emin değildi ve bu kötü düşünceyi düşünmek bile istemiyordu.

 

 

 

 

 

 

Bölüm Sonu…

Eveeett! Durumlar nasıl sevgili okurlarım.

Sizce İkra yaşayacak mı? İkra'ya neler olacak? Ne gibi bir durum gelişecek ve Ömer Asaf intikam alacak mı?

Bölümü beğendiyseniz ⭐ dokunmayı unutmayın. Şimdilik hoşçakalın, kendinize iyi bakın.

Bir sonra ki bölüm yakında burada sizlerle.

Beni takip etmeyi unutmayın 😉

Instagram : lorensilorensi_0

 

Bölüm : 27.12.2024 01:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
NİSA / KURŞUN İZİ / 41. Bölüm -&- Acı Ve Suçluluk
NİSA
KURŞUN İZİ

42.88k Okunma

2.97k Oy

0 Takip
56
Bölümlü Kitap
1. Bölüm -&- Tehlike!2. Bölüm -&- Akılda Kalan Gözler3. Bölüm -&- Hasretin Vuslatı4. Bölüm -&- Tesadüfler5. Bölüm -&- Uzun Zaman Sonra6. Bölüm -&- Hissedilen Duygular7. Bölüm -&- Tatlı Bir Telaş8. Bölüm -&- Büyük Bir Kayıp9. Bölüm -&- Sivas Topraklarında Özlem10. Bölüm -&- Barınak11. Bölüm -&-Beklenmedik Kişi12. Bölüm -&- Sevda Çıkmazı13. Bölüm -&- Acıyla Atan Kalp14. Bölüm -&- Birbirine Bağlanan Kalpler15. Bölüm -&- Veda Çiçeği16. Bölüm -&- Havada ki Şahinler17. Bölüm -&- Ansızın Atan Yürek18. Bölüm -&- Düğün Günü19. Bölüm -&- Şaşırtmalı Oyun20. Bölüm -&- Verilen Sözler21. Bölüm -&- Seçilen Alyanslar22. Bölüm -&- Kalp Yakan Acı Haber23. Bölüm -&- Hasta Ziyareti24. Bölüm -&- Kısa Bir Veda25. Bölüm -&- Mutluluğun Güzelliği26. Bölüm -&- Yeni bir HayatDuyuru!!!!27. Bölüm -&- Geçmişin Anıları28. Bölüm -&- Sona Eren Vuslat29. Bölüm -&- Piknik Havası30. Bölüm -&- Mucizenin Meyvesi31. Bölüm -&- Tatlıya Bağlanan Sorun32. Bölüm -&- Güzel Haber33. Bölüm -&- Acı Ve Tatlı34. Bölüm -&- Tatilin En Güzeli35. Bölüm -&- Tatlı Heves36. Bölüm -&- İlk Sahur37. Bölüm -&- Bela38. Bölüm -&- Güzel Haber39. Bölüm -&- Çaresizlik40. Bölüm -&- Acının Çaresiz Yanı41. Bölüm -&- Acı Ve Suçluluk42. Bölüm -&- İntikam Ateşi43. Bölüm -&- Veda mı?44. Bölüm -&- Kelebeğin Tekrar Doğuşu45. Bölüm -&- Yüksek Bağırış46. Bölüm -&- Köye Erzak47. Bölüm -&- Veda ÖpücüğüŞİMAL48. Bölüm -&- Hasret49. Bölüm -&- Tehlikeli KararDuyuru!!!!50. Bölüm -&- Son Bulan Sıkıntılar51. Bölüm -&- Ailenin Yeni Üyesi52. Bölüm -&- Anlamlı Video53. Bölüm -&- Sebredilen Umutlar
Hikayeyi Paylaş
Loading...