Oy vermeyi unutmayın canlarım!!!!
...Lorensi size keyifli okumalar diler...
Bölüm Kırk Dokuz - Tehlikeli Karar
2 ay sonra...
"Buraaaaaasııı Muuuuuuuş'tur yoluuuu yookuuuuştur, Gideen geelmiiiiiyor acep neeeee iiiiştiir?"
Koca günlerin geride kaldığı, anıların dolup taştığı yeni bir günün başındaydı askerler. Ateşin ısısı yüzlerine vuruyordu gece gece. Türküsünü bitirip, tüm askerlerden alkış alan Cihangir, içine sıkıntılı bir nefes çekti, "anamı özledim" dedi gözlerinin içi sızlarken. Yanlarında yer alan aynı askeriyeden askerler vardı. İki ay boyunca yan yana, göğüs göğüse, sırt sırta vermiş ve cephede birlikte savaşmışlardı.
"Sevgiliniz var mı komutanım?" diye sordu adının Celal olduğu asker.
Cihangir'in bakışları ona soruyu soran askere kaydı. Günlerdir buradaydılar ama hiç bir vakit fırsat bulup böyle ateşin başına oturamamışlardı. Elbette nöbet tutan askerler mevcuttu etrafta.
"Ne sevgilisi? Biz de ne arar sevgili? Yani bize kim bakar?" dedi alaylı sesiyle elinde ki dal parçasını ateşin içine uzatmaya çalışırken. Yapamayacağını fark edip durdu.
"Yakışıklısınız komutanım" dedi yabancı olan asker. Gerçi time yabancı değildi. Sonuçta iki aydır sırt sırta çarpışan askerlerdi onlar.
"Ne yakışıklısı?" dedi elini gelişi güzel sallayıp.
"Ne oldu lan?" diye soran Ömer Asaf oldu.
"Biri mi var yoksa komutanım?" diyende Oflaz oldu. Tüm bakışlar Cihangir'e kaydı. Cihangir yutkundu, elinde ki dal parçasını yere atarak ellerini sirkeledi ve "yok be komutanım, kimse yok" dedi Ömer Asaf'a bakarak.
Askerler hep bir ağzından "ooo!" deyince, Cihangir kıkırdamadan edemedi. Bakışlarını çekinerek kaçırdı. Ömer Asaf dertli dertli düşündü. İkra'ya aşık olduğu ilk günleri ve içinde ki heyecanı hatırladı. Askerine bakınca onu gördü. Derin bir iç çekti içine, akabinde yutkundu.
"Aşk güzel bir şeydir komutanım" dedi ileride oturan asker.
"Uğruna canını verecek kadar, yeri geldimi derdini anlatacak kadar güvende hissettiğin, ona sonsuz güvenebileceğin bir duygudur aşk. Her baktıkça hızlanan kalp atışları da buna eşliktir" dedi ve Ömer Asaf nefesiyle güldü. İkra'ya sonsuz güveniyor ve fazlasıyla seviyordu. O olmasa acaba hayatım nasıl olurdu diye düşündü kendi kendine. Bu kadar mutlu olur muydu acaba? Olamazdı.
"Siz evli misiniz Ömer komutanım?"
Tüm bakışlar Ömer Asaf'a odaklandı. Ömer Asaf üzerinde hissettiği bakışlara gülümsedi, elini önüne kaldırarak parmağında ki alyansı gösterdi.
"Aşk evliliği mi?"
Ömer Asaf başını salladı. Hemen araya Kartal girdi. "Siz komutanımın aşkını görün, Şirin ve Ferhat yalan olur" dedi ve Ömer Asaf'da dahil tüm herkes kıkırdadı.
"Nasıl tanıştınız?" diye sordu meraklı bir asker.
Ömer Asaf kaşlarını çattı. "Anlatayım mı?"
"Anlatın. Zaman geçer" dedi ve Ömer Asaf derin bir nefes aldıktan sonra dudaklarını araladı.
"Operasyonda" dedi ve devamı su gibi geldi. Yaklaşık on beş dakika falan anlatıp durdu tanışma hikayesini. Babalarının arkadaş olduğunu, eşini ne kadar çok sevdiğini ve başından geçenleri.
"Geçmiş olsun komutanım!"
"Geçmiş olsun."
"Geçmiş olsun."
"Sağolun."
Çantalarında kalan yemekler sadece bir konserve barbunya pilaki ve sandviçti. Başka da yoktu. Çadırda yatan yaralı askerler için iki gün sonra gönderilecek olan doktor ve ilaçlar biraz onları zorlayacak olsa da, bir an önce gelmeleri en doğru karardı.
Her biri özlemişti eşini. Ama en ağır basan duygu Ömer Asaf'tı. Neden mi? Eşinin yaraları henüz kabuk bağlamamışken bırakıp gelmişti bu topraklara. Aklı hep ondaydı. Tek bir saliese yoktu düşünmediği. Dudakları başka birşey söylüyor olsa bile aklı hep ondaydı. Onda ve bebeğinde.
🎻
İkra Bozdağ
Günler günleri kovaladı, saatler saatleri. İki ay bana bir kabus gibi gelip geçti. Ömer Asaf tam iki aydır ne etrafımda, ne sağımda, ne solumda, ne karşımdaydı. Sesi artık beynimde unutulmuş bir melodi gibi geliyordu sanki. Günlerdir onun fotoğrafına bakıp duruyor sayısız göz yaşlarımı akıtıyordum.
Arada bir arıyor, bana iyi olduğunu bildiriyor ve ailesiyle konuşup tekrardan etraftan yok oluyor gibiydi. Hasret kaldığım kokusunu, dokunmak istediğim yüzünü, tutmak istediğim elini fazlasıyla özlemiştim. Bir kadının, iki ay boyunca eşinden uzak durması, yüzünü görmeye hasret kalması nasıl bir duygu en dibine dek tatmıştım.
Hastanenin koridorlarında ben ve Şirin birlikte yürürken, Öykü'ye "geçmiş olsun" diledikten sonra doktorumuzun bulunduğu hastaneye gelmiştik. Tesadüf olmalı ki Şirin'in doktoruda benim doktorumdu. Şirin bebeğinin cinsiyetini öğrenmemiş, beni beklemişti. Şimdi ise aynı anda bebeğimizin cinsiyetini öğrenecektik. Yani umarım benimki gösterecekti.
Doktorun odasında beklerken, sedyeye ilk Şirin uzanmıştı. Doktor bey gelir gelmez ultrason ile bakıp, "bakalım nerede?" demişti. Bebeği gayet net ekranda görebiliyorduk, çünkü neredeyse beş aylık olmak üzereydi. Doktor bey gözlerini kıstı, "evet, gördüm" dedi. Şirin heyecanla bir bana, bir de ekrana bakarken, doktorun "söyleyeyim mi, yoksa size de baktıktan sonra mı?" diye sorunca, Şirin girdi araya.
"Ona da bakın. Birlikte söylersiniz."
Gülümsedim. Şirin kalktıktan sonra doktor bize müsade etti ve ben uzandım sedyeye, akabinde doktor tekrardan geldi. Ultrason ile karnıma jel döktükten sonra bakmaya başladı. Heyecanla bekledim, ben nasıl Şirin'in elini tuttuysam, o da benim elimi tuttu. Ayrıca kimsenin haberi yoktu buraya geldiğimizden. İkimiz sadece sır olarak tutmuştuk bunu.
"Evet. Bakalım."
"Gösterdi mi?" diye sordum.
Kaşlarını çattı. "Evet. Gördüm."
Yerimde ufak bir hareketlenme yaşadım ve Şirin'e baktım. Doktor ekranı kapandıktan sonra ayağa kalktı, "gelin konuşalım" dedi ve ben de hızla sedyeden doğruldum. Şirin'le birlikte doktorun önüne oturduk, akabinde heyecanla bekledik.
"Evet. Öncelikle sizden başlayalım Şirin hanım" dedi ve şirin yerinde bir kez daha harektlendi.
"Bebeğinizin cinsiyeti..." doktor durdu, gülümsedi. Şirin elini kalbinin üzerine yasladı ve derin nefesler alırken, doktorun "kız!" demesiyle ellerim ağzıma yaslandı.
"Ne?"
Yaşları yanaklarını buldu. "Gerçekten mi?"
"Evet. Bir kızınız olacak, tebrik ederim." Taha abinin, Şirin'in isteğiydi kız annesi olmak. Kim bilir nasıl sevincekti eşi. Hem de fazlasıyla.
Bakışlar beni buldu. "Sizin ki ise" dedi ve ben heyecanla bekledim. Doktor anlık bir duraklamadan sonra dudaklarını aralayınca, göz yaşlarımı tutamadım.
"Gerçekten mi?" diye sordum Şirin gibi.
"Evet. Tekrardan tebrik ederim."
Doktorun odasında bir iki dakika daha durduktan sonra ayağa kalktık ve odadan önce ben, sonra o çıktı. Yaşlarımı yavaşça sildim, burnumu çekerek Şirin'e döndüm.
"Çok mutluyum."
Gülümsedim. "Bende" dedim ve bu sefer buruk bir gülümseme sergiledim. "Senin adına çok mutluyum."
"Ben de senin adına mutluyum."
Birlikte hastaneden çıktık, taksiyle birlikte eve geldik. Eh haliyle dışarıda bir kaç alışveriş yapıp bebeğime ilk önlüğü almıştım. Gerçi Ömer Asaf'ın kıyafetlerini giydirecektim doğar doğmaz ama, yine de bu da olsun istedim. Eve döndüğümüz vakit, kimse bilmiyordu cinsiyetlerini öğrendiğimizi. Böylelikle herkes salona toplandı, Önce Şirin söyledi. Taha abinin ayağa fırlamasıyla herkesin kahkahaları duyuldu evin şömineli salonunda.
"Aslan abim!"
"Gerçekten kız mı?" diye sordu.
Göz yaşlarını tutamayan Şirin başını salladı. "Gerçekten kız."
"Rabbim. Sen çocukların gönlüne göre verdin, şükürler olsun sana" diyen Sevda hanım ve Ferit bey aynı anda sarıldılar Şirin'e. Tabi kimse bilmiyordu benim de öğrendiğimi.
Şirin "İkra'da öğrendi" deyince tüm bakışlar bana döndü. Sevda hanım yanıma yaklaştı yaşlı gözlerle.
"Kızım?"
Yutkundum. İlk Ömer Asaf bilsin istedim. Ama Şirin öğrenmişti. Zaten bunu sır olarak tutacağını bildiğimden dolayı dudaklarımı çekinerek araladım.
"Ben ilk... Ömer Asaf'a söylesem. Yani ilk o duysa, geldiğinde ona söylesem sonra size söyleyebilir miyim? Olur mu?"
Ne kadar çok merak ediyor olsalar da Şirin ile göz göze geldiğimde başını aşağı yukarı sır olarak tutacağım der gibi salladı.
"Sen nasıl istersen benim güzel gelinim. Sağlıklı olsun yeter. Ömer Asaf dönsün yeter" dedi akan yaşlarıyla. Oğlunun, evlat özelmiydi bu yaşlar. Derin nefesler aldı, ilerledi ve bir kez daha Şirin'e sarıldı.
"İkinize de maşallah."
🎻
Sabah erkenden kalkmış, tüm kızlarla birlikte askeriyeye gelmiştim hastane çıkışı. Bir haber var mı yok mu diye öğrenmek için gelmiştim ve timden bir haber olmadığını maalesef öğrenmiştim. Yine dünyam başıma yıkılmıştı. Öykü hastanede oğluyla bir haber beklerken, başına ablası ve kayınvalidesi duruyordu. Ben ve Bahar ise karnımızda ki canıyla.
Serhat komutan bize yine aynı cümleleri kurduğunda bir telefon geldi ona ve yanımızda konuştu. Kulak vermeden edemedim, arayanın kim olduğunu o kadar çok merak ettim ki birşey de diyemedim. Telefonu kapadıktan sonra sordum.
"Ne oldu? Bir haber mi var?"
"Hakkari sınır bölgesine doktor gerekiyor. Yaralı askerler var."
"Ömer Asaf!"
"Ömer Asaf iyi. Tim iyi merak etmeyin ama yaralı askerler beşe ulaşmış. İlaç ve gerekli bilgi bilen biri yok. O yüzden doktor gitmeli" dedi. Aklıma gelen bir fikirin ne kadar doğru olup olmadığını sorgulamadan dudaklarımı Ömer Asaf'ın hasretiyle araladım.
"Ben giderim."
"Ne?"
"Ne?"
"Ne?"
Tüm kızlar aynı anda aynı tepkiyi verdikleri vakit, başımı kendimi onaylar adına salladım.
"Olmaz. Tehlikeli, Ömer Asaf seni orada görse deliye döner. Askerimi tanıyorum" dediğinde ben hızla konuştum.
"Doktor gerekli diyorsunuz. Bırakın gideyim, bu tehlikeyi göze alıyorum" dedim yutkunarak. Orada beni neler bekler hiç bilmiyordum.
"İkra. Zorlama beni. İzin veremem, Ömer Asaf deliye döner. Hamilesin sen," dedi ama ben dinlemedim. Kızlar bana bakarken, ben bir umut tekrar araladım dudaklarımı.
"Lütfen. Yardım edeceğim. Bakın hem tanıdığım, hem de doktorum. Yardımım epey dokunur," der demez onun Ömer Asaf'a sormalıyım demesiyle, ben hızla başımı olumsuzca salladım.
"Yapmayın! Yapmayın, izin vermez. Yemin ediyorum izin vermez. Ömer Asaf izin vermez, ben giderim yardım amaçlı."
Gözleri gözlerime takıldı. "Tehlikeli iş yapıyorsun İkra, kızım."
"Lütfen Serhat abi. Sivil olarak gitmeyeceğim, doktor olarak" dedim ve bir umut bekledim. Düşünür gibi oldu, sonrasında istemeyerekte olsa, Ömer Asaf'ın ne kadar çok kızacağını bildiği halde başıyla onayladı.
"Başhekimden imza getirmen gerekiyor."
Gülümsedim. "Yaparım. Yani getiririm. Gidiyor muyum yani şimdi?" diye sordum.
"Ömer Asaf ne kadar çok kızacak olsa da gidiyorsun. Ama senin yanında bir doktor daha lazım" dedi ve "askeriyeye bakacağım" diyerek arkasını dönüp ilerledi. Tekrardan yerinde durdu, "yarın saat dokuzda helikopter kalkacak. Erken gelmelisin" dedi ve ben onu başımla onayladım, "gelirim. Gelirim" dedim.
Kızlar bana isteksizce bakarken, "keşke ben de doktor olsaydım" diyen Nazlı ile buruk bir şekilde gülümsedim.
"Merak etmeyin. Size ulaşmaya çalışacağım" dedikten sonra yanımda yer alan arkadaşım Akel'e sarıldım ve gidecek olmamın heyecanıyla gülümsedim. Bu heyecan Ömer Asaf'ı görecek olmamın heyecanıydı.
Apar topar eve geldiğim vakit durumu bizimkilere telefonla anlatıp, Ömer Asaf'ın ailesiyle konuşmuştum. Ferit bey ne kadar izin vermemiş olsa da, Serhat komutanın tehlikeli olmadığını söylediğini söylemiş, ufak bir yalan atmıştım. Ama yine de izin almıştım. Ertesi gün hastaneye uğramış, Öykü'ye gideceğimi haber vererek ondan bebeğin fotoğrafını almıştım. Babası ilk kez görecekti oğlunu. Canlı olmasa da, fotoğrafına ilk kez bakacaktı.
Baş hekimden imza alıp, askeriyeye getirip belgeleri gösterdikten sonra elimde ağır doktor çantasıyla gitmeyi bekliyordum. Helikopter hazırlanıyor, elimde ki çanta alınmıştı elimden ve araca bırakılmıştı. Kızlarla tek tek vedalaşıp, helikoptere bindim ve yanıma bir doktor daha oturdu. Adının Yasin olduğunu öğrendiğim doktora tebessüm edip, tanıştıktan sonra askeriyede görev yaptığını anlamıştım. Benim yaşlarımda falandı.
Helikopter havalandığı vakit, kulağıma kulaklıklar takıldı, kemerler iyice sıkılaştırıldı.
"Siz hamilesiniz sanırım" dedi yanımda oturan doktor Yasin hafif şişik karnımı fark edince.
"Hım hım."
"Eşiniz nasıl izin verdi böyle bir yere doktor olarak gönderilmenize?"
Buruk bir gülümseme peyda oldu dudaklarımda. "Haberi yok."
"Nasıl yani?"
"Eşim asker. Üsteğmen. Yani görev yerinde kendisi ve geleceğimden haberi yok. Yardım amaçlı gidiyorum."
Kaşları havalandı. "Yerinizde olsam evde otururdum."
"Demesi kolay."
Dudaklarını büzdü, omuz silkti. "Sizin için tehlikeli olabilir."
"Siz de sivilsiniz. Ve ben de doktorum" dedikten sonra önüne döndüm.
Helikopter yaklaşık on beş yirmi dakika sonra Hakkari'ye varmıştı. Havada görev yerine giden helikopter yavaş yavaş alçalmaya başlıyordu. İçimde ki korku kat ve kat artıyordu. Bana kızacağını biliyordum. Hem de fazlasıyla. Hamile olduğum için daha da çok kızacaktı, bunu da biliyordum. Derin bir nefes aldım, verdim. Helikopter alçaldı, alçaldı ve sonunda indiği vakit, kapılar açıldı. Askerler bize doğru gelmeye başladı, ama Ömer Asaf yoktu ortalıklarda. Bayırlı helikopterden uzatılan çantayı alacağı vakit bakışlarının beni bulmasıyla büyüdü.
"Yenge?"
Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sizi de aşağıya alalım."
"Teşekkürler" demeden duramadım ve elimde ki doktor çantasını alıp, aşağıya indim. Bir tanesi de Yasin doktordaydı. Böylelikle ben aşağı iner inmez, hemen ileride ki çadırdan çıkan Ömer Asaf'ın bakışları beni bulur bulmaz gözlerim doldu. Dudaklarımda şaşkın bir gülüş peyda oldu. Sonrasında ellerim onu görmenin heyecanıyla titredi. Bir kaç adım attı bana doğru lakin yerinde durdu.
"Sen?" dedi lakin devamını getiremedi. Sakalları hafif çıkmış, burada nasıl tıraş olduğu bilmediğim bir şekilde uzamıştı. Gözlerinde yorgunluk akıyordu adeta.
Helikopter indiği gibi kalkıp, göğün üzerinde gitgide uzaklaşırken, gözlerim Ömer Asaf' ın bakışlarıyla buluştu. Elimde ki doktor çantasına baktı, ardından tekrar gözlerime ilişti o saf öfkenin yerleşmiş olduğu ela gözleri. Korku tüm bedenimi ele geçirirken, derin bir nefes aldım. Onu görmeyi o kadar çok ihtiyacım vardı ki, artık hiç birşey umrumda değildi. Tüm herkesi geride bırakmış ve onun yanına, yardıma ihtiyacı olan askerlerin yanına, yardım amaçlı gelmiştim.
Üstündeki toza bulanmış üniformasıyla, her iki eliyle tutmuş olduğu silahla bana bakıyordu. Arkadaşları, her biri bir komutanlarına bir de bana bakarken, Ömer Asaf' ın birbirine yaşlanan dişlerinin, çenesinin kasılmasından anlamıştım. Hiç beklemediğim bir anda sert, asker adımları bana doğru ilerlemeye başladı. Elimde ki ağır çantayı daha da sıkı tutarken, Ömer Asaf' ın aniden elime dolanan parmakları bileğimi sıkıca lakin acıtmayacak şekilde kavradı ve eğilip diğer elimde ki çantayı aldı. Silahının ipi boynunda asılı kaldı.
Beni peşinden ilerletmeye başlarken, şiddetle inip kalkan göğsünün tek nedeni beni burada görmeyi beklemiyor olduğundan kaynaklanıyordu.
Adımları ileride ki askeri çadırın içine doğru girerken, beni hızla peşinden ilerletti. Çadırın etrafının boş olması, beni biraz daha ürküttü. Derin bir nefes alıp, bileğimi bırakmasıyla elinde ki çantayı bana bakmadan yere bıraktı. Ben ise ne yapacağımı bilemeyip ellerimi önümde birleştirdim.
"Neden geldin?" Sesinde ki öfkeyi zapt etmeye çalışır gibiydi. Sanki bu öfkeyi senelerce içinde biriktirmiş ve bana karşı kullanıyor gibiydi. Ne diyeceğimi bilemeyip öylece beklerken onun yüksek sesle "neden geldin!" diye bağırmasıyla bakışlarımız buluştu.
"S-seni merak e-ett-"
"Sen hamile olduğunun farkında mısın?" En çokta bunun yüzünden bana kızacağını düşünmüştüm. Hamile olduğumun farkında olduğum gibi, onu merak ettiğiminde farkındaydım. Ondan haber alamadığım için gelmiştim buralara. Ama şimdi gelmiş olmamın öfkesini benden çıkarıyordu. Neden sevinmiyordu? Buraya gelmem ne kadar tehlikeli olursa olsun, onlara yardımımında olacağının farkındaydı. Öfkeli gözleri, yeşil gözlerime bakmaya devam ederken, dudaklarımı korkarak araladım.
"Doktor lazımdı. Ben de seni gör-"
"Sen nasıl gelirsin buraya! Burada ki sivil olduğunun farkında mısın! Karnında bir can taşıdığının farkında mısın! Biz bu çatışmanın bitmesini, düşmanın geri çekilmesini beklerken sen kurşunların içerisine nasıl gelirsin İkra!" Sözleri kalbime dokunurken, gözlerimin içi sızladı ama ağlamak istemedim. Ağlayıp, haklı çıkmak istiyormuş gibi gözükmek istemedim. Çünkü sonuna dek Ömer Asaf haklıydı. Ama onu görememek, haber alamamak beni mahvediyordu. İki ay oldu ses yoktu ondan. İki aydır ne bir ses ne de bir haber vardı ondan. Elim kolum bağlı duramazdım.
"Kendini düşünmüyorsun, karnındaki bebeğide mi düşünmedin! Bu halinle nasıl gelirsin buraya?" dedi ve ellerini bana doğru kaldırıp "konuşsana!" diye bağırdı sesi çadırdan dışarı çıkmıyordu ama bana karşı yükseltiyordu. Bu da haliyle bana acı geliyordu.
"Ya merak ettim!" dedim titreyen sesimle ve tırnaklarımla oynamaya devam ederek başımı önüme eğdim.
"Seni merak ettim. Haklısın, gelmemem gerekiyordu ama geldim! Doktor lazımdı ben de seni görmek için geldim. Yardım etmeye de hazırım" dedim ve onun alayla gülmesine neden oldum.
"Sen böyle birşeyi nasıl düşünürsün! Ya senin içinde bulunduğun helikoptere füze atsalardı! Ya helikopteri düşürecek olsalardı bunu hiç mi düşünmedin! Kendini düşünmüyorsun karnında ki bebeğin suçu ne!" Gözlerimin içinde birikmiş yaşlarım taşmak için benden izin isterlerken, daha fazla hakim olamayıp izin verdim. Sıcak yaşlar yanaklarımdan aşağı doğru süzülmeye başlarken, küçük bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan.
"Ağlama" dedi halimi böyle görünce. "Ağlama İkra! Ağlayınca haklı çıkmayacaksın!"
"Haklı çıkmak için ağlamıyorum! Buraya senin için, size yardım etmek için geldim, ama bana nasıl davrandığına bak!" Yaşlar bir kez daha süzüldü gözlerimden. Onun ise sert bir şekilde yutkunduğunu fark ettim. Ellerimle yaşlarımı sildim, ardından derin bir nefes alıp verdim.
"Ben seni daha yeni kazandım İkra. Yaraların henüz iyileşmemişken, karnında bir bebekle nasıl gelirsin buralara! Doğru düzgün yemek ve su bile yok burada!" Sesi artık sakin, lakin öfkeyle çıkıyordu. Bağırmıyordu ama öfkeliydi bana.
"Bir an aklımdan çıkmadınız. Bir an olsun sizi düşünmediğim bir gün, bir gece, bir saat yok. Kafam rahatken, seni ailemin yanında güvende olduğunu biliyorken sen neden geldin?"
"Özür dilerim... Çok özür dilerim. Yemin ediyorum sadece senin iyi olduğunu bilmek, yardım etmek için geldim. Çok özledim, elimde değil" dedim ve onun konuşmasıyla bekledim.
"Sen beni her özlediğinde helikopterlere binip yanımamı geleceksin! Ne yapacaksın çok merak ediyorum gerçekten!"
Bir kez daha baktım gözlerine. Lakin o devam etti. "Aklım almıyor ya! Aklım almıyor! Kalkmış bir de buraya gelmiş, benden sevinmemi bekliyor! Sen iyi misin İkra! Burası bombalarla, kurşunlarla, mayınlarla dolu! İyi misin sen!"
Sesi resmen bedenimi yerinde titretiyor, beni korkutuyordu. Dudaklarımı ıslattım, yaşlı gözlerimi sildim ve derin bir nefes aldım. Başımı önüme eğip, onun haklı olmasından dolayı bana dönen bedenine bakamadım.
"Sana inanamıyorum! Seni tanıyamıyorum! Ben seni korumaya çalışırken, sen kendini tehlikeye atmaya çalışır gibisin! Nasıl dayanacaksın burada!" diye kükredi. Birbirini sıkı sıkıya bastırmış olduğum dudaklarım titredi. Gözlerimin içi sızladı ve bedenim, çadırın içerisine esen soğuk yellerden dolayı titredi. Başımı kaldırdım, ona baktım.
"Sana sarılmama izin ver. Seni çok özledim" dedim titreyen sesimle. Gözleri sızladı, dişleri öfkeyle birbirine yaslandı. Onunda beni özlediğini biliyordum. Bana dayanabilecek miydi?
"Hayır" dedi aniden sert çıkan sesiyle.
"Madem buraya geldin, o zaman görevini yap. Şuan sana çok kızgınım, konuşup kalbini kırmak istemiyorum. İlerideki çadırda yaralı askerler var" dedi ve sert asker adımlarıyla bulunduğumuz çadırın içerisinden çıktı. Ona sarılamadım. Ben ona sıkı sıkı sarılıp, kokusunu içime çekmeyi beklerken o benden uzaklaştı. Kalbim hala çok acıyordu. Hala sızlıyordu.
Ağır doktor çantasını eğildiğim yerden aldım, boşta kalan ellerimle yaşlarımı silip çadırdan çıktım. İleride onun öfkeyle bakan bakışlarının gözlerimle buluşmasıyla dudaklarımı küçük bir çocuk gibi büzerek birbirine yasladım, akabinde yaralı askerlerin bulunduğu çadıra yaklaştım. İçeri girip, kafamdaki düşüncelerimle birlikte yaralıları tedavi etmeye, Doktor Yasin ile başladım.
🎻
Askerleri tedavi etmemizin üzerinden saatler geçmiş, hava iyice karanlığa bürünmüştü. Son askerin serumunuda hallettikten sonra doğruldum ve midemdeki açlığa direnmeye çalıştım. Yasin doktor hala askerlerle ilgilenirken, ben derin bir nefes aldım ve çadırın çıkışına ilerledim.
Ömer Asaf geldiğimden beri suratıma doğru düzgün bakmıyor, arada bir çadırın ağzını açıp, kaçamak bir bakış bana attıktan sonra kapatıyordu. Ne kadar çok beni görmezden geliyor olsa da biliyorum içi içini yiyordu bana dokunmak ve sarılmak için. Bunu hissedebiliyordum.
Derin bir nefes daha aldım, yaralı askerlerin durumunun iyi olduğuna baktım ve doktor Yasin'e başımla selam verip, çadırdan dışarıya çıktım. Tüm askerler, Atmaca timi ve tanımadığım bir kaç asker, ateşin başında öylece oturmuş, çember oluşturmuşlardı. Ben dışarı çıkar çıkmaz, yüzü bana dönük oturan Ömer Asaf anında bana baktı, bakışlarını tekrardan kaçırdı. Ellerimi önümde birleştirip, başımı ayaklarıma eğdim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Hala benimle konuşmamakta ısrarcıydı galiba. Yanına gitmeye çekindiğimden dolayı, haksız olduğumu bildiğim için yavaş yavaş yürüdüm ve askerlerden uzak kütüğe oturdum, yün hırkam ile dizlerimi ve bacaklarımı örtüp, kollarımı önümde birleştirdim. Ömer Asaf'ın bana bakan bakışlarını üzerimde hissedince, bakışlarımı ona kaldırdım. Dudaklarımı birbirine yaslayıp, tekrardan önüme eğeceğim vakit onun kulaklarıma ilişen sesini işittim.
"Ne yaptığını sanıyorsun?"
Ömer Asaf'ın ateşte parlayan yüzü bana bakarken, tüm askerlerin bakışlarıda bana dönmüştü. Dudaklarımı birbirine yasladım, "oturuyorum" dedim ellerimi birbirine sürterek.
"Soğuk orası, gel buraya."
Dudaklarımı birbirine bastırdım, ikiletmeden oturduğum yerden kalkıp, yavaş adımlarla ilerledim ve Ömer Asaf'ın yanına, yerdeki nereden bulmuş olduklarını düşündüğüm küçük yastığın üzerine oturdum. Ömer Asaf onu buraya benim için koymuş olmalıydı çünkü diğer askerlerin altında yastık yoktu. Sadece kuru ve küçük küçük taşların bulunduğu toprağa oturmuşlardı. Ömer Asaf bacaklarını bağdaş yapmış, kollarını sarkıtmıştı. Diğer askerlerin üzerimde hissettiğim bakışlarına tebessüm ettim.
"Eşiniz mi komutanım?" diye sordu hiç tanımadığım bir asker. Muhtemelen Ömer Asaf'ta daha yeni tanıyor olmalıydı.
Başını sallayan Ömer Asaf' a baktım. "Eşim" dedi ve bana kaçamak bir bakış atıp, önünde yanan ateşe döndü.
Derin bir nefes aldım ve midemdeki açlığa dayanmaya çalıştım.
"Öykü'nün, Nazlı'nın, Akel'in ve Bahar'ın selamları var."
Veysel, Sakaryalı, Yiğit ve Bayırlı tebessüm etti. Ömer Asaf ise yanlış birşey söylemişim gibi ters ters baktı. Ben ise omzumdan indirdiğim çantamın fermuarını açıp, fotoğrafı çıkardım ona. "Bak. Oğlun!" Bayırlı hızla aldı elimden, fotoğrafa yaşaran gözleriyle ve elini ağzına yaslayarak baktı. Benim de gözlerim doldu.
"Babasının paşası. Kurban olduğum, oğlum" dedi Bayırlı fotoğrafı tek tek herkese gösterip, bir kez daha bağrına basarken,
"Çocuğunuz var mı komutanım?" diye sordu Ömer Asaf'a ansızın bir başka asker.
Ömer Asaf "altı ay sonra inşallah" deyince kızaran yanaklarımı gizleyen ateşe minnetle baktım.
"Maşallah. İnşallah sağlıkla doğar" deyince bir asker, hemen bir diğeri "Allah analı babalı büyütsün" dedi.
"Amin" diyen tüm askerlere sıcak bir tebessümle baktım.
Ateşin sıcak havası bedenimi ısıtırken, hala üşüdüğümü fark ettim. Ellerimle kollarımı sardım aşağı yukarı ısıtıp, Ömer Asaf'ın hareketlendiğini görünce hızla geri indirdim ellerimi. Üniformasının ceketini çıkardı, aniden omuzlarıma bıraktı. Dudaklarımı açıp itiraz edeceğim vakit, bana göndermiş olduğu kızgın bakışları beni susturdu. Cekete kollarımı geçirdim, bedenime oldukça büyük gelen cekete adeta sarıldım ve onun özlem duyduğum kokusunu içime çektim. Ömer Asaf bunu fark edince gözlerinin içi sızlar gibi oldu, lakin ben dudaklarımı birbirine bastırıp, ona bakarken o önüne döndü. Ona sarılmama izin vermiyor. Ben onu o kadar çok özlemişken, dokunmak isterken o izin vermiyor. Ona bir kere bile dokunmadım buraya geldiğimden beri. Bu benim canımı acıtıyordu.
Askerlerin elinden gelen poşet sesleriyle bakışlarım o tarafa kaydı. Ellerinde ki sandviçlere baktım, yutkunarak bakışlarımı kaçırdım. Aç mıydım? Evet. Geldiğimden beri birşeyler yemedim. Çünkü burada yemek ve suyun zor bulunduğunu biliyordum. Hatta kısıtlı olabilirdi Ömer Asaf'ın deyişile.
Dudaklarımı ıslatıp, başımı önüme eğerek derin bir nefes aldım ve bağdaş yapmış olduğum bacaklarımın üstünde yer alan ellerimin tırnakları ile oynadım. Dudaklarım birbirine sıkı sıkıya yaslandı ve yüreğim burkuldu.
"Aç mısın?"
Aniden sorduğu soruyla bakışlarım ela gözlerine kaydı. Yutkundum. Onun yemeğini yiyemezdim. Benden çok onun ihtiyacı var mıydı bilmiyorum ama ona lazımdı o yemekler.
"Yok. Aç değilim" diyerek ufak bir yalan attım.
"Geleli sekiz saat oldu ve bir şey yediğini görmedim."
Yutkundum. Korktum. Daha çok kızacak olduğundan korktum. "İstemiyorum."
Yanında yer alan çantasına uzandı, içinden paketli bir sandviç çıkardı. "Al" dedi ama ben omuz silktim. Tüm askerler bize odaklandı. Utandım.
"Al İkra."
"İstemiyorum Asaf. Senin yemeğin o. Yemeyeceğim" dediğim vakit, askerlerin ağır yutkunuşları ilişti kulaklarıma.
"Al şunu İkra."
"İstemiyor-"
"Senin için uzatmıyorum. Bebeğim için al şunu" dedi ve bu sefer gözlerim gözlerine kilitlendi ve yaşlar kurmuş olduğu cümlenin etkisiyle çoğaldı ama akmalarına izin vermedim. Dudaklarımın kenarı titredi, askerlerin bakışları üzerimizden ayrıldı. Ateşin yüzümüze değen sıcaklığı içinde birbirimize bakarken, bir kez daha yutkundum.
Başımı önüme çevirip, "size afiyet olsun" diyerek vereceği tepkiyi umursamadan derin bir nefes aldım, ayağa kalktım ve yanından uzaklaştım ona bakmadan. Yani hamile olmasam, beni gerçekten görmezden gelip aç bırakacak mıydı? Ne demek istemişti? Kelimeleri nedense kulağıma ağır gelmişti.
Derin bir nefes alıp verdiğim vakit, çadıra girdim ve akan göz yaşlarımla birlikte ileride yer alan yatağa oturdum. Göz yaşlarım sessiz sessiz akarken, çadırın kenara çekilen kapısıyla içeri giren gölge üzerime düştü. Ellerimle yaşlarımı sildim, bakışlarımı ela gözlerine çevirdim. Yaklaştı, yaklaştı ve kendini tam önümde durdurup, dizlerinin üzerine eğildi, diz çöktü. Gözlerine bakmadım.
"Ağır konuştum. Farkındayım, özür dilerim" dedi ve ben burnumu çekip, dudaklarımı birbirine bastırarak konuşamadım.
"Sana kızgınım. Amacım o güzel kalbini kırmak değildi" diye konuştu kısık ve yorgun çıkan sesiyle.
"Halimi görüyorsun" dedi ve elleri ellerimi buldu. Sıkıca tuttu, baş parmağı üst derimi okşadı.
"Yorgunum. Halsizim, uykusuzum ve kızgınım. Bunu belli etmemeye çalışıyorum çünkü herkes yorgun. Kimse dinç değil, sadece öyle gözüküyor. Ya size birşey olsaydı."
"Beni düşünüyor musun ki?" diye sordum gözlerine bakamayıp. O ise "o nasıl söz?" dedi hâlâ kısık konuşan sesiyle.
"Sen benim herşeyimsin. Buraya gelmiş olman, sana olan aşkımı bitirmiyor, hatta cesaretin içimde sana olan aşkı harmanlıyor. Ama sen de beni anla. Karnında benim çocuğum, bizim çocuğumuz var. Buraya gelirken size birşey olsaydı ben ne yapardım? Sen söyle, sen ne yapardın? Kendini benim yerime koy İkra, ne yapardın? Sen sizi düşünmediğimi mi sanıyorsun? Benim aklımdan çıktığınız tek bir saniye yok. Her saat her saniye her salise sizi düşünüp durdum. Anla beni güzelim, burada olman doğru değil" deyince, başımı istemeyerek olumluca salladım ve yutkundum.
"Özür dilerim."
"Özür dileme, hata yapma."
"Ben çok aptalım değil mi?" diye sordum titreyen sesimle. Güldü. Nefesiyle bir gülüş sergiledi.
"Aptal mı? Ben daha önce doktor olup, kendine aptal diyen birini görmedim. Sen çok zekisin. Ve aşık..." deyince bakışlarımız birbirine sabitlendi. Evet aşıktım. Hem de fazlasıyla bu ela gözlere aşıktım.
"Burada dinlen, benim yatağım. Bugün nöbet sırası benim, nöbet tutacağım" dediğinde, bakışlarımı ondan kaçırarak önüme eğdim başımı, ardından titrek bir sesle fısıldadım.
"Sarılabilir miyim bir kere sana? Öpebilir miyim bir kerecik?" dediğimde buruk bir şekilde kıkırdayarak tek dizinin üzerindeyken doğruldu, ardından ellerimden tutup beni ayağa kaldırarak kollarını gövdeme doladı. Ona sıkı sıkı sarıldım. Öpücüğünü saçlarımın tepesine yaslayıp, derin bir nefes soludu.
"Çok özledim" dedi ve gözlerimin içi titredi.
Kollarımı sırtına doladım, başımı göğsüne yasladım, ve hasret kaldığım kokusunu içime çektim ben de. Gözlerimin içi sızladı, ve "seni çok özledim" dedim titreyen sesimle.
Elleri saçlarımı okşadı, sıkıca sarıldı bana ve ayrılıp, her iki elini yanaklarımın kenarlarına yasladı. Baş parmağı elmacık kemiklerimi okşadı ve dudakları alnım ile temas etti.
"Seni çok seviyorum. Ama çokta kızgınım."
Dudaklarımı birbirine bastırdım, ellerimi ellerinin üzerine koydum. "Özür dilerim."
Başını olumluca salladı, gözlerime baktı. Parmak uçlarımda yükseldim, boynuna dudaklarımı bastırdım ve geri çekilmedim. Sıkı sıkı öptüm onu. Kokusu içime çeke çeke yaslı durdu dudaklarım boyun girintisinde. En sonunda geri çekilip, ona bakınca gözlerinde beni kaybedecek olma ihtimalinin korkusunu en dibine kadar gördüm.
"Sen yanımda olduğun sürece bana hiçbir şey olmaz. Anlıyor musun? Ben sana aitim."
Başını salladı. "Sen bana aitsin. Siz bana aitsiniz."
Burnumu çektim. Tekrardan sıkıca sarıldım ona ve "beni affetin mi?" diye sordum bir çocuk edasıyla.
Kıkırdadı. "Sana karşı koymak mümkün mü doktor hanım?"
Kıkırdadım. "Sana çok aşığım ben Ömer Asaf."
"Biliyorum."
"Ben de bildiğini biliyorum."
Bölüm sonu....
Ah İkra ah! Ömer Asaf'ın derdi yokmuş gibi bir de yanına uçtu.bdhhdjdjdjdjd bölümü nasıl buldunuz?
Beğendiğinizi umuyorum, benim için favori bölümlerden biri oldu.
Ömer Asaf kızdı ama sorun tatlıya bağlandı. Bir sonra ki bölüm haftaya burada sizlerle. Beklemede kalın, görüşmek üzere, sizleri seviyoruuuuuuummm!!!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
42.88k Okunma |
2.97k Oy |
0 Takip |
56 Bölümlü Kitap |