Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm -&- Uzun Zaman Sonra

@lorensi

Herkese yepyeni bir bölümle merhaba arkadaşlar. Yine ben geldim. Yirminci bölüme dek atacağım hepsini. Yirmiden sonra yavaş yavaş her gün bölüm gelecek. Umarım beğenirsiniz. Beğeneceğinizi umarak bu bölümü paylaşıyorum.

Oy vermeden geçmeyin, aşağıda görüşmek üzere.

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

Bölüm Beş - Uzun Zaman Sonra

Erkenden kalkmış, bu sefer evde koyu yeşil doktor üniformamı giymiş hastaneye gitmek için hazırlanmıştım. Dün Üsteğmenle konuştuktan sonra bu sabah numarasını, Ömer Asaf diye kaydetmiş, yüzümde yine sıcak bir tebessüme yer vermiştim. Bugün hastaneden erken çıkacağım için, askeriyeye uğrama isteğiyle rotamı oraya çevirecektim. Her zaman o gelecek değil ya.

Dünkü akşam yemeğine ise yine ablam katılmamış, katılmamasının altında yatan nedeni çok iyi biliyordum. Geçen haftalarda, izin günümde, annemin yapmış olduğu poğaçaları ablama, okula götürmek için yola çıkmışken, okul kapısından içeri girince çardakta oturan ablam ve daha önce okula, çocukların yanına gelince görmüş olduğum bir adamla gülerek konuşurken görmüştüm.

Nedenin ne olduğunu, bu sefer daha iyi anlamıştım. Yine de bildiğimi belli etmeyip, hiç bir şekilde bozuntuya vermemiş, meseleyi ablamın yüzüne vurmamıştım.

Abime gelecek olursak ona anlattıklarımdan dolayı sürekli bana bakıp gülümsüyor olsada, konuyu açmıyor olması beni memnun ediyordu. Kahvaltının üstünden kalkmış, giyindikten sonra salona açılan odamın kapısından çıkmıştım.

"Vay vay vay! Güzelime bakın. Doktor üniforması ne kadar da yakışıyor." Abimin kulaklarıma ilişen sesiyle salonda bulunan, ablam hariç -kendisi yine erkenden okula gitmişti- herkes bana dönmüştü. Boynumda ki stetoskopu, sırtıma almak için yanıma almış olduğum sırt çantamın içine sıkıştırarak, çantayı tekrardan sırtıma aldım.

"Kızım? Kıyafet neden giymedin?"

Anneme döndüm ve ilerleyip Eda' nın yanına oturdum, çantamı koltuğun üzerine bıraktım.

"Bilmem. Bugün böyle gideyim dedim, hem daha rahat" diyerek, abime döndüm.

"Selim' in aşısını yapıp öyle gideyim." Abim hemen ayağa kalkarken, "evet evet" demesiyle ben de ayağa kalktım. Eda'da arkamızdan kalkıp, birlikte abimlerin odasına yol aldık ve aynalığın üzerinde yer alan aşıları ve şırıngaları yatağa getiren abimle, kolumda ki bileğime büyük gelen saati yukarı doğru çektim ve önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına aldım.

"Uyuyor mu?"

"Evet."

Elime aşı kartını alıp, abimlere bakmadan konuştum. "Selim doğarken hepatit B aşısını yapmışlar zaten. Hepatit BCG aşısı, Hepatit A, beşli karma aşısı ve çocuk felci aşısıda yapılmış. Geriye dört aşısı kalmış, sen üç demiştin" dedim abime tebessüm ederek dönerken.

"Dört mü? Ben üç biliyordum."

Gülümsedim.

"Eda sen getir Selim' i."

Abim eşinden Selim' i getirmesini isterken, ben kutunun içerisinden kızamık aşısını çıkarıp, şırıngayı paketinden açarak doldurmaya başladım.

"Canı çok acır mı?"

Eda'nın aniden yöneltmiş olduğu soruyla, sıcak bir tebessüm sergileyerek, onu omzuna yüz üstü yatırmış olduğu oğluna bakıp durduğunu gördüm. Eh... Sonuçta o bir anne. Evladının canının yanmasını tabiki de istemezdi.

"Sen merak etme. Eli hafiftir İkra' nın."

Gülümsedim...

Abim eşine gülümseyerek bakarken, yaklaştı ve dudaklarını alnına yasladı. Ardından kucağında ki oğlunu eşinin elinden alıp, yatağa dikkatle oturdu. O kadar güzel bir bebekti ki bakmalara doyamıyordu insan.

Abim yavaşça Selim' in altını çıkarırken, "iki aşı yapacağım, bu kızamık aşısı, bundan sonra kızamıkçık aşısınıda vuracağım. Diğer iki aşıyı yarın ilerleyen günlerde." Abim beni başıyla onaylarken, hemen elimdeki iğneyle salona geçip, televizyon ünitesinin çekmecelerinden pamuk ve kolanya çıkartarak annemlere gülümseyip tekrardan odaya döndüm. Babamı görememiş olmam az önce evden çıktığının nedeni olabilirdi. Muhtemelen manava gitmiş olacaktı. Eh saat sabahın dokuzu. Gayet normaldi.

Pamuğa kolanya döküp yatağa oturdum ve Selim'i dikkatle önüme aldım. Bir ayağımı kalçamın altında bükerek, diğerini yataktan aşağı serbest bıraktım. Pamuğu bacağına dikkatle sürüp, elimde ki küçük iğnenin kapağını açtım. Bir kez daha pamuğu sürdüm ve iğneyi usulca bacağına batırdım. Hafif hareketlendi, "şş..şş" diyerek engel oldum kıpırdanmasına. Aşıyı enjekte edip, iğneyi bacağından çıkarırken, Eda'nın gülümsediğini hissedince ben de gülümsedim.

"Halan seni yer ama" diye fısıldadım kısık sesimle. Ardından yerimden kalkmadan bir diğer tüpü açıp, yeni bir şırıngaya çektim ilacı. Selim hala mışıl mışıl uyurken, onu da bir diğer bacağına enjekte ederek, bu sefer uyanmasına neden oldum. Lakin ağlamadı.

"Bitti halasının prensi. Bitti aşkım" dedim eğilip bacaklarına öpücük kondururken.

"Sağol güzelim."

"Teşekkür ederiz."

"Ne demek, her zaman" diyip yatağın üstünde kullanmış olduğum aşı tüplerini alıp, onlara gülümsedikten sonra "geçmiş olsun" diyerek odadan çıktım. Tüpleri banyoda ki çöp kutusuna atarken çantamı sırtıma alıp, evdekilere "Allah'a emanet" diyerek evden de çıktım. Apartmandan inip, kendimi sıcak havaya bırakırken, hızlı hızlı otobüs durağına yaklaştım. Cebimde yer alan telefonumu çıkardım ve hala bir mesaj atmamış olan üsteğmene mesaj yazdım.

İkra ;

Günaydın.

Telefonumu cebime atıp, gelen otobüs ile kartımı okutup, otobüse yerleştim. Boş koltuklardan birine oturup, sırt çantamı da önüme alırken, telefonumun titremesiyle elimi direkt olarak cebime attım ve telefonumu önüme çıkardım. Gelen mesaj üsteğmendendi.

Ömer Asaf ;

Günaydın.

Yüzümde açan tebessümün nedeni olurken, parmaklarımı klavyenin üzerinde hareket ettirdim.

İkra ;

Askeriyede misiniz?

Aradan geçen yarım saniyenin sonunda bir mesaj daha geldi.

Ömer Asaf ;

Nerede olduğumu söylersem gelecek misiniz?

Gülümsedim.

İkra ;

Bilmem.

Ömer Asaf ;

Askeriyedeyim :)

Cevabına karşı direkt olarak kolumdaki saate çevirdim bakışlarımı. Hastaneye henüz bir saatim vardı. Bir saat içerisinde askeriyeye gidip gelebilir miydim? Bence bunu yapabilirdim.

Tekrardan telefonda mesaj yazmaya başladım.

İkra ;

Bunu bilmek güzel üsteğmen.

Telefonu hızla kapadım ve ondan gelen bir diğer mesaja bakmadım. Ne yazmış olduğunu o kadar çok merak ediyor olsamda askeriyeye yakın durakta inmiş, oradan bir taksiye atlayarak askeriye yakınlarında inmiştim. Ne kadar çok kahvaltı yapmışta olsam, börekçiden biraz börek, bir iki tane de poğaça alıp, öyle yoluma devam etmiştim. Kısa süre sonra askeriyenin önüne gelmem ile, kapıda geçen sefer ki asker değilde bir başka asker olduğunu gördüm.

"Buyrun" demesiyle asker adımları yanımda durdu.

"Üsteğmen Ömer Asaf' a bakmıştım." Göğsünde ki telsize uzandı, elinde ki silahını tek eliyle tuttu. Bir kaç cümle söyledikten sonra hiç beklemediğim bir anda askeriyenin demir kapısına, elinde telefonuyla ilgilenerek gelen Ömer Asaf, henüz beni görmüş değildi.

Ben öylece ona elimde ki poşetle bakmaya devam ederken başını önüne kaldırıp indirdi ve bir kez daha şaşkınlıkla kaldırıp, bakışlarını bana odakladı. Uzaktan gözleri kısılmış; bana bakarken, gülümsemeden edemedim.

Gözlerinin içi gülümsedi, aniden telefonunu üniformasının cebine sıkıştırdı ve sakin adımlarla yanıma yaklaştı. Yanımızda duran asker Ömer Asaf' a selam verirken, Ömer Asaf' ta ona selam verdi ve tam önümde durup, üstten bana baktı.

Asker yanımızdan ayrılırken, o gözlerimin içine bakmaya devam etti.

Yutkundum...

Elimde ki poşeti önümde kaldırıp, gülümsedim ve "bu sefer ben geldim" dedim içimde ki utanç duygusuna engel olamayarak.

"Geldin" dedi gözlerinin içi anlık gülerken. Başımı salladım, "kahvaltı yaptın mı?" diye sordum sizli bizli konuşmayı ne ara kenara bıraktığımı fark etmezken.

Başını olumsuzca salladı, elimde ki poşete baktı. "Poğaça falan almaya çıkıyordum ben de" dedi bir kez daha gözlerime bakarken.

"O zaman iyi yapmışım" dedim.

"Hoş geldin."

Ne diyeceğini bilemez gibiydi. Bakışları beni baştan aşağı süzerken, ben de kendime baktım şöyle bir. Doktor üniformasıyla karşısında duruyor, onun bana bakan ela gözlerine gülümseyerek bakıyordum. Birlikte askeriyeye girip, yan yana yürürken, ileride bahçede bulunan çardakta yer alan askerleri görünce tanıdık gelen simalar ile gülümsedim.

Ömer Asaf yönünü o tarafa çevirince, başkalarıyla konuşacak olduğumu bilmek beni heyecanlandırdı ve aynı zamanda çekindirdi. Derin bir nefes aldım, yavaş adımlarla yanında yürümeye devam ettim. Ömer Asaf' ı gören, çardakta oturan askerler topluca ayağa kalkarken, her birinin bakışları beni buldu ve baştan aşağı süzdü.

"Merhaba" dedim başımı onlara doğru uzatıp, hafif eğip kaldırarak. Hepsi Ömer Asaf' ın bakışıyla hareketlenip, yavaş yavaş önüme toplanırlarken, karşıma geçen bir askerin "hoş geldin yenge" demesiyle gözlerim açıldı, nefesim tutuldu sanki bir başka el boğazıma dayanmış gibi oldu.

Bana neden yenge dedi? Ben onun nereden yengesi oluyordum ki? Yanaklarımın kızardığına o kadar emin oldum ki, şuan ne diyeceğimi bilemedim ve boğazını temizleyen Ömer Asaf' a döndü tüm bakışlar.

"İkra" dedi eliyle beni gösterirken. "Doktor."

Askerler başını sallayıp, tek tek "hoş geldiniz" diyerek elini uzatırken, adlarını söylemeyi es geçmiyorlardı.

"Hoş geldiniz, Bayırlı ben, asıl adım Alp ama arkadaşlar bana Bayırlı der." Tıpkı Ömer Asaf' ız gözleri gibi ela gözlere sahip olan lakin dikkatimi çekmeyen bakışlardı. Dikkatimi sadece Ömer Asaf' ın gözlerime bakan, o bana iyi gelen ela bakışları çekmişti.

"Veysel ben," dedi ve ardından bir diğeri, bana yenge diyen "Oflaz" diye ekledi elimi sıkarken.

Dikkatimi çeken bir başka şey masada yer alan kızlar oldu. Bakışlarımı onlardan ayırıp, önümde bana isminin "Kartal" olduğunu söyleyen kara gözlü askere gülümsedim.

"Cihangir."

"Memnunun oldum."

"Yiğit."

Bir diğer askerin elini de sıktım. "Sakaryalı, asıl adım Cemil."

Bir kez daha tebessüm edip, "memnun oldum" derken masada oturan kızların tebessümü ile karşılaştım. Kim olduklarını merak ederken, üsteğmen Ömer Asaf' ın "otursana" demesiyle masanın baş kısmını göstererek sandalyeyi hafif geriye doğru çekti. Oturup oturmamak arasında kalırken, masada yer alan, adının, daha doğrusu lakabının Sakaryalı olduğunu öğrendiğim yanında ki, kumral, açık mavi gözlü, zayıf ve hafif çekik gözlü kızın, "otursana İkra" demesiyle dudaklarımı birbirine yasladım ve sırtımda ki beyaz çantamı omzumdan indirip, yere, masa ayağının yanına koyarak sandalyeye oturdum.

Üsteğmen Ömer Asaf' ta hemen çaprazıma otururken, ellerimi nereye koyacağımı bilemeyip, bu kadar asker ve tanımadığım kızlarla masaya oturmuş olduğumdan dolayı biraz tereddüt ve birazda heyecan kaplamıştı içimi.

"Nazlı, Sakaryalı' nın yani Cemil'in kız arkadaşı" diyerek az önce bana otursana diyen kumral, hafif çekik gözlü kızı göstermesiyle birbirimize bakıp, eş zamanlı tebessüm ettik. Açık mavi gözleri üzerimizde ki göğün rengi ile aynı havayı veriyor gibiydi. Sakaryalı kız arkadaşına gülümseyerek bakarken, bir kez daha kulağıma üsteğmenin sesi ilişti.

"Öykü" dedi adının Bayırlı olduğunu öğrendiğim askerin yanında oturan genç kız. Kumral, açık kahve gözlere sahip, genç kızın yanında ki askere olan bakışlarında sadece saf bir aşk vardı. Ve bu aşk gerçekten de hissediliyordu.

"Bayırlı' nın, yani Alp' in nişanlısı."

En az benim yaşlarımda ki genç kıza tebessüm ederek, onunda "memnun oldum" demesiyle "ben de" diye ekledim.

Son olarak adının Veysel olduğunu az evvel öğrenmiş olduğum askerin yanında oturan, kızın karamel bakışları beni bulurken, Üsteğmen, "Veysel' in eşi, Bahar" dedi.

"Memnun oldum, İkra" diyince, bana sadece ismimle hitap etmesi hoşuma giderken, "ben de memnun oldum" dedim.

"Ömer abi? İkra' da senin kız arkadaşın herhalde" diye soran Öykü' yle herkes ona bakarken, aniden yanaklarıma akın eden kırmızı kan hücrelerim beni yerimde hareketlendirdi. Bir ileri bir geri sandalyenin alt kısmına ellerimi atarak hareket ederken, yapay bir gülümseme yerleştirip, tekrardan Ömer üsteğmene baktım.

Onun otuz iki diş sırıtıyor olması, beni biraz daha da heyecanlandırdı.

"Yok. Henüz değil," demesiyle ne demek istediğini anlık anlamayıp, "nasıl?" diye soru verdim. Herkes kıkır kıkır gülerken, üsteğmenin bana dönen ve başımı döndüren ela bakışları yeşil bakışlarım ile buluşurken, "başlasana" demesiyle ne ara masaya bırakmış olduğum poğaçalara baktım.

"Poğaça ve börek getirmiştim. Soğumadan yiyebilirsiniz."

"Üsteğmenim. Kaynananız sizi seviyor."

Cihangir' den işitmiş olduğum cümleyle bakışlarım anında Ömer Asaf' a kayarken yutkundum. Ne diyeceğimi bilemeyip, anında sorumu sordum.

"Sen evli misin?"

Anlık gaflete düşmüş gibi bana baktı, daha sonrasında hiç beklemediğim bir şekilde sırıttı.

Evli olmasının ihtimali ne kadar yüksekti?

İçten içe kendimi yerken, onun "hayır, değilim" demesiyle tutmuş olduğum nefesimi rahatlayarak serbest bıraktım.

"Bir an sandım ki-" diyecekken durdum ve beni izleyen bakışlara çevirdim yeşil bakan bakışlarımı. Yüzlerinde ki sırıtış beni yeteri kadar kızartıp, bir de utandırırken, derin bir nefes aldım ve sandalyede daha rahat bir pozisyon edinerek başımı önüme eğip kaldırdım.

"Doktorsun demek?"

Bahar'dan gelen soruyla bakışlarım ona odaklandı.

"Hım hım. Şuan asistan doktorluk yapıyorum. Bir kaç yıl sonra cerrah olacağım."

Gözleri açılan Öykü' nün bana gülümseyerek bakması, benim de tebessüm etmeme neden oldu. Hepsi sıcak kanlı insanlardı, bu her hallerinden belli oluyordu. Lakin hepsiyle tanışmış olmam beni biraz nedenini bilmeksizin tedirgin ediyordu.

Ömer Asaf ' ın üzerimde hissettiğim bakışlarına bakıp, aniden ikimiz de göz göz gelince hızla önümüze döndük.

Lakin hiç beklemediğim bir şekilde, Öykü' nün çantasından çıkarmış olduğu düğün davetiyesini bana karşıdan uzatmasıyla "düğüne davetlisin" diyerek hafif bir tebessüm sergiledi.

"Düğün mü?" diye sordum bakışlarım önce Ömer Asaf' a sonra tekrardan Öykü' ye kayınca. Hemen sağ tarafta, Ömer Asaf'ın yanında oturan Oflaz, Öykü' nün elinden davetiyeyi alıp bana uzatırken, şaşkınlıkla elimi uzattım.

Öykü eliyle yanımda duran nişanlısını gösterdi, "ikimizin" dedi. "Haftaya Perşembe, düğün salonunda. Adres orada yazıyor. Gelmeni çok isterim."

Herkes bana tebessümle bakarken, kızlar başını salladı. On dakika önce tanışmış oldukları bir kız için fazla samimi değiller miydi? Neden? Bilmiyorum.

Yalnız evlenecek olduklarına, sevinmiş olsam da hafif tebessüm ederek "bana mı?" diye sordum ne soracağımı bilemeyip.

"Elbette. Yani Ömer abinin arkadaşısın. Gelmende sakınca yok değil mi?" diye sordu yanındaki eşi Bayırlı' ya.

"Evet evet. Gelmenizi çok isteriz."

Herkes benden gelecek cevabı merak edip, bakışlarını üstümden çekmezken, ne diyeceğimi yahut cümleme nasıl başlayacağımı bilemedim. Dudaklarımı ıslattım, derin bir iç çekip, davetiyeye bakarak nefesi verdim. Ardından gülümsedim ve bakışlarımı bana davetiyeyi verme gereği duyan Öykü'ye çevirdim.

"Öncelikle davetiye için teşekkür ederim. Haftaya Perşembe gelebilecek olduğumu düşünmüyorum ama gelmeye çalışacağım."

Öykü sıcak bir gülümsemeyle bana başını eğip kaldırırken, "sorun değil, ama gelmeni çok isterim" deyince ben de gülümsedim.

"Umarım" dedim ve telefonumdan gelen bildirim sesine dikkat kesildim. Çantamdan hızla çıkarıp, gelen mesajın Akel' den olduğunu görmek yüzümde açan tebessümün daha da büyük bir nedeni oldu.

Akel ;

Nerelerdesin? Bir haftalığına şehir dışına çıktım, ne arayıp soruyorsun, ne de mesaj atıyorsun. Hastanenin önündeyim, hastanede misin?

Bedenim, bakışlarım telefondayken ayağa kalktı. Yüzümde açan gülümsemenin tek nedeni olan çocukluk arkadaşım Akel, şehir dışından dönmüş ve beni görmek için hastanenin önünde bekliyordu. Onu bekletmemek adına, yere bırakmış olduğum sırt çantamı omzuma alıp, bana bakan insanlara döndüm.

"Benim gitmem gerek. Kusura bakmayın." Bakışlarım Öykü' ye kaydı.

"Düğüne gelmeye çalışacağım."

"Bir sorun mu var?"

Üsteğmen Ömer Asaf' tan çıkan soru dikkatimi kendisine çekerken, başımı iki yana salladım ve "acil bir işim çıktı, gitmem gerek" diyerek yanlarından ayrıldım.

"Ben size eşli-"

"Yok yok. Gerek yok ben giderim siz zahmet etmeyin."

Askeriyeden hızlı hızlı çıkıp, kendimi ilk bulduğum taksiye atarken, arkamda bırakmış ve yeni tanışmış olduğum arkadaşlarıma birazcık üzülmüş olsam da çocukluk arkadaşımı fazlasıyla çok özlemiştim.

Akel ve ben çocukluktan beri birlikte oynamış, aynı sokakta birlikte büyümüştük. Aslen Sivas' lı olmamıza rağmen, annem ve babamlar ben ve İlker doğduktan sonra Mardin'e taşınmışlar. Akel ise Mardin' li Türk kızıydı. Burada doğmuş büyümüş aslen Selanik göçmeniydi. Annesi küçüklüğünden beri onu terk etmiş, babası ise o doğduğu andan itibaren ona kol kanat germişti. Birlikte çok dondurma yiyip, çok sohbet etmiştik küçükken. İlk okul öğretmeni olması, çocukları pek çok sevdiğinden kaynaklanıyordu. Bugüne dek iki sınıf mezun etmiş, yeni atanmıştı Mardin' in okullarından birine.

Taksi çok geçmeden hastanenin önünde, tam Akel' in karşısında dururken, hızla tutan miktarı ödeyip, arabadan inip ona doğru koştum sırtımda ki çantamla.

"Akel!"

"İkra!"

Kollarım sıkı sıkıya ona dolanırken, boynuma atlaması bir olmuştu. Çok özlediğim, çok sevdiğim arkadaşım tam da karşımda duruyordu.

"Gıcık! Nerelerdesin sen!"

Omzuma şakayla vurup, benden ayrılıp geri çekildiğinde ise sahte bir sırıtış takınıp, "ben olduğum yerdeyim asıl sen neredesin?" diye sordum.

"Aydın' daydım. Geldim işte. Direkt sana uğradım zaten, Ayşe teyze hastaneye gittiğini söyledi. Bu arada abin gelmiş. Ay yengen çok tatlı, yeğeninde. Baya konuştuk Barış abiyle sohbet ettik. Özlemişim."

Tatlı tatlı konuşmaya devam ederken, hızla koluna girdim ve hastaneye doğru yol aldık.

"Bu akşam bize gelsene, biz de kalırsın. Rıza amcadan izin alırım ben, hem bana kıyamaz."

Akel gülümseyerek başını sallarken, birlikte hastaneye girdik ve kantin katına geçip, birer çay eşliğinde sohbet ettik. Bana Aydın' da ki maceralarını anlatıp dururken, bir haftada neler yaşadığına şaşırmış bir birey olarak dinlemeye devam ediyordum. Kenafir gözleri açık kumral saçlarına o kadar iyi uyum sağlıyordu ki, üzerine geçirmiş ve benim gibi elbise giymeyi seven arkadaşımın üstünde ki turuncu, omuzlarının açık olması ve kollarının üstten kapalı olması harika bir görünüm katmıştı. Düz göğüs dekolteli elbise ona harika yakışmıştı. Dolgun kiraz renginde ki dudaklarının doğallığı muhteşemdi.

Bir iki bardak çayın ardından, mesaimin bitimine dek benimle birlikte hastanede yanımda dolaşmış, başından geçen olayları gülerek anlatmaya devam etmişti. Saatin altıyı bulması, hastanedeki işimin bitmiş olmasının belirtisiydi. Hastaneden birlikte çıkıp, birlikte otobüse binerek bizim sokağa çoktan gelmiştik. Rıza amcadan izin almak adına, onların evine doğru yol almış, biraz ısrardan sonra Rıza amcanın izniyle ikimiz de gülümsemiştik. Akel yanına eşofmanlarını ve bakım kremlerini alarak, hazır olduğunu belli edince ikimiz de Rıza amcanın elini öpmüş, öyle çıkmıştık evden.

Sokakta ilerlemeye devam ederken, Akel' e güvenip, başımdan geçen olayı ona anlatmış ve Ela gözlü üsteğmenden bahsetmiştim. Bugün hastaneye gelmeden önce askeriyeye uğradığımı, hatta ve hatta bir düğün daveti aldığımı bile ona göstermiştim. Ağzı açık olanları dinlerken başta "iyi misin?" diye sormuş, ardından gülümsetmişti.

Eve girdiğimiz vakit, ailemin salonda oturuyor olmasıyla içeri daldık.

"Biz geldik."

"Hoş geldiniz! Akel. Hoş geldin kızım."

Gülümseyerek ilerleyip, koltuklardan birine her ikimiz de yerleşirken, o arkasına yaslandı, ben de onun omzuna.

"Akel bu gece burada bizimle kalacak."

"Ne güzel kızım. İki gece kalsın, üç gece. Hiç fark etmez."

Akel bu cevaba karşı gülümserken, ablamın mutfakta çay bardaklarıyla çıkması bir oldu.

"Hoş geldin Akel!"

"Sedef abla!"

Aniden ayağa kalkan arkadaşımla birlikte, şaşkınlıkla baktım Akel'e. Ablamın elinde ki bardakları yere bırakmasıyla, birbirlerine sarılmalı bir oldu. Ablam okulda olduğundan dolayı sanırsam Akel sabah eve geldiğinde onu görmüş değildi. Bu yüzden bu heyecanlı bir tepkiyi bize beyan etmişti.

Abimin kucağında fark etmiş olduğum Selim ile ayağa fırladım.

"Halacağım."

Abime bakmadan, daha doğrusu çekindiğimi belli etmeden onu kucağından aldım, ardından tekrardan kalkmış olduğum yerime oturdum.

"Selim. Ne yapıyorsun halacağım?" Ağzında ki dişlik oyuncağını ağzının içerisinde gezdiriyor, gözlerime bakarak bu işlemi yapmaya devam ediyordu. Küçük olmasına rağmen oyuncağı elinde tutabiliyordu çünkü oyuncakta onun gibi küçücüktü.

Akel tekrardan yerini aldığında, ablam çayları doldurmaya başlamıştı.

"İlker nerede?"

"Buradayım." Duştan çıkmış, elinde ki havluyla saçlarını kuruluya kurulaya salona giren İlker ile gülümseyip bakışlarımı tekrardan Selim' e çevirdim.

"Benim ki açık olsun Sedef?" diyen babama döndü bakışlar. Babam hep açık içerdi çayını. Bunu bilmemize rağmen yine de her seferinde çayları dolduran ablama açık olsun der, bizi güldürürdü.

"Abla, bak resim yaptım."

Kerem' in bana doğru gelip, elimde ki resmi göstermesiyle, annemin sesi ilişti kulaklarıma. "Herkese gösterdi, Akel'e de, bir sen kaldın."

Gülümsedim ve eğilip Kerem' in yanaklarına birer öpücük bırakıp, çizmiş olduğu araba resmine baktım.

"Çok güzel olmuş."

"Güzel olmuş mu gerçekten?"

"Evet. Hem de rengi çok güzel" dedim sarı renge bakıp, gülümseyerek tekrardan Kerem' e dönerken.

"Ama İlker abim rengi mavi olsa daha güzel olur dedi." Bakışlarım anında elinde ki havluyla hala saçlarını kurutmaya devam eden İlker' e kayarken, yok artık der gibi baktım ona.

"Sen İlker abine söyle, bakalım o böyle araba çizebiliyor mu? Çöp adam bile çizmekte zorlanıyor. Sen şimdi git, istersen bu arabanın mavisinide yap."

"Evet evet!" diye sevinçle zıplayıp, salondan çıkarak İlker' in odasına girdi. Arkasından gülümseyerek baktım. Abime kısa bir bakış atıp, önüme dönerken yeğenime tekrardan gülümsedim. Bakışlarım önce İlker' e, bana bakan çatık kaşlarına, ardından Eda'ya kaydı

Abimin yanına oturmuş, kucağımda ki oğluna bakıp gülümsüyordu. Selim' le oynamaya devam ederken, bana bakan yeşil gözlerine baktım yeğenimin.

"İkra. Bu aynı sana benziyor."

Akel' den gelen cümleyle herkes ona dönünce, gülümseyerek Selim' e baktım, onu koltuk atalarından tutarak, ayaklarını bacaklarımın üzerine koyup ayakta tutmaya çalıştım. Yaklaştım ve burnunu burnuma sürterek dudakaklarımı boynuna bastırdım. Mis gibi kokusunu içime çekerek, yumuşak bir öpücük bırakıp geri çekildim ve "oh!" dedim.

"Kurban olurum ya!"

Herkes gülüşüme eşlik ederken, derin bir nefes daha aldım ve Selim' in açlık mırıltıları ile ayağa kalkarak son kez öpüp Eda yengeme uzattım. O ise emzirmek için ayağa kalktı, odasına girdi.

Biz Akel ile birlikte çaylarımızı içerek sohbet ederken, saatin epey geç olduğunu farkında değildik. Babam ve annem üzerini değiştirmeye ve yatmaya giderken, küçük erkek kardeşim ise çoktan uykuya dalmıştı resim üzerinde. Annemler uyurken, abim; Eda, ablam ve İlker mutfakta ki balkonda oturmuş sohbet ediyorlardı. Akel ise odada üzerini eşofmanlarıyla değiştirirken, "demek asker" demişti bana anlatmış olduklarımdan dolayı.

"Hım hım.."

"Nereli? Kaç yaşında? Yakışıklı mı?"

"Yakışıklı- yani şey..."

Sırıtışı yüzünde peyda olurken, kızgın bir bakış göndermeye çalıştım ama ne kadar başarılı oldum bilemedim. Derin bir nefes alıp onun saçlarını taramasıyla ben de kıyafetlerimi eşofmanlarımla değiştirmiştim.

"Nereli olduğunu bilmiyorum. Kaç yaşında olduğunuda."

"Amaan. Boşver. Aşkın yaşı yoktur" deyince açılan gözlerim duymuş olduğum cümleden kaynaklanıyordu.

"Ne aşkı ya?" diye sordum omzuna hafif vurarak. Üsteğmene olan hislerime henüz bir isim vermemiş olsam da bu aşk kelimesi tuhaf geliyordu kulağa. Üç harf, tek hece, bir kelime. Ve başımı döndürme yetkisine sahip bir kelime.

"Aşık olmanın bir diğer belirtisi heyecan ve isteksiz gibi görünmektir." Cümleleri beni daha da kızartırken, kendime engel olamayıp dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Hadi balkona, kahve içmeye gidelim, ablam bizim için de yapacaktı." Başını salladı, tarağı yatağımın üzerine gelişi güzel atıp, odanın kapısını açtı.

"Hadi gidelim bari, ama bunu bil benden kaçışın yok."

"Sus Akel, sus canım arkadaşım."

Gülerek mutfağa girip, dörtlünün yanına çıkarken, birbirleri aralarında sohbet ettiklerini fark ettim. Ben ilerleyip İlker'in yanına oturup, kolunun altına girerek onun kıkırdamasına neden olurken, kaşlarımı çatarak başımı kaldırdım ve ona baktım.

Akel ablamın yanına oturup, bize bakarken İlker, "görüyorsunuz, ne kadar başının belası olsam da bensiz yapamıyor" diyince kendime engel olamayıp kıkırdadım.

"Yani başımın belası olduğunu kabul ediyorsun." Beni hızla kendine çekip, iki koluyla sarmalarken, "tabiki de senin başının belası benim. Benden başkası olamaz" diyince nefes almakta zorlandığımı fark edip, kolları arasından zorlukla çıktım.

"Öküz müsün sen! Nefes alamıyordum."

Abimin üzerimde hissettiğim bakışlarına dönüp, bakışlarımı hızla önüme indirirken, bu sefer İlker' in kolunun altına sakinlikle girdim ve göğsüne yasladım başımı. Derin bir nefes alıp, uzaklara dalan bakışlarımın arasında, üsteğmenin yüzüne odaklandım. Bugün ona doğru düzgün hoşçakal diyemeden çıkmıştım askeriyeden. Kim bilir nasıl anlamıştı bu ani çıkışımı. Yanlış anlaması şu anlık beni tek korkutan şeydi.

"İkra, ne oldu abicim daldın gittin?"

Başımı hızla kaldırıp, abimin bana bakan bakışlarına çevirdim yeşil bakan bakışlarımı.

"Efendim."

"Daldın gittin diyorum. Nerelere?"

Akel' in kıkırdayan sesiyle hızla ona döndü başım. Dudaklarımı birbirine bastırarak bakarken, derin bir nefes aldım ve ekledim. "Yok birşey. Hastanedeki vakayı düşünüyordum."

"Anladım" dedi ve yanında oturan eşine bakıp, gülümsedi.

Gecenin geç saatlerine doğru herkes odalarına çekilmiş, ben ve Akel ise derin bir uykuya birlikte dalmıştık. Sohbetin tam ortasında kapanan gözlerimiz, bizi yarıda bırakmıştı.

Ben yine üsteğmeni düşünemeden edememiş, rüyama girmesi için büyük bir istekle dilemiştim.

Üsteğmen Ömer Asaf ve Doktor İkra Şanlı.

Birbirine aşık mı oluyorlardı?

Bölüm Sonu...

Bir bölümün sonuna daha geldik. Umarım beğenirsiniz.

Oy vermeden geçmeyin arkadaşlar, şimdiden hepinizi çok seviyor ve öpüyorum.

Sizce bir sonra ki bölümde neler olacak?

Kendinize iyi bakın hoşçakalın.

Beni takip etmeyi unutmayın;) 😉

Loading...
0%