@lorensi
|
Herkese tekrardan merhaba arkadaşlar. Tüm bölüm başlarından böyle başladığımı fark ettim ve çok güldüm. Nasılsınız umarım iyisinizdir. Yepyeni bir bölümle geldim. Umarım beğenirsiniz. ...Lorensi size keyifli okumalar diler... Bölüm Altı - Hissedilen Duygular Aradan geçen bir iki gündür, üsteğmene mesaj yazamıyor, onunla konuşamıyordum. Karşıma bile henüz o günden beri çıkmış değildi. İçimde nedense kötü bir sıkıntı, sıkıntımı dindirecek tek bir şey yoktu. En son kahvaltıdan, yakın arkadaşımın dönmüş olmasıyla apar topar ayrılmıştım. İçimde biraz pişmanlık hissi var olsa da arkadaşımın benim için ne kadar değerli olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Bugün de hastanede kendi halime öylece otururken, elimde ki çayımı yudumluyordum. Hastane bugün önceki günlerden daha sessizdi. Önümde açık olan telefonumun ekranında yer alan onun numarasına öylece elimde ki çay bardağı ile bakıyor, bir mesaj yazmak yahut arayıp aramamak arasında kalıyordum. Neden o beni aramıyordu? İçimde acayip bir sıkıntı ve garip bir kuşku vardı. Çayımdan bir yudum daha aldım, kendimi oturduğum koltukta arkama yasladım. Yüzümde ağlak bir ifade peyda olurken, kolumda ki saate baktım. Saat beşi gösteriyordu ve bugün nöbet günümün olmasından dolayı bütün gün hastanede öylece oturacaktım. Çay bardağımın dibinde kalan son yudumu alıp, telefonumun ekranını kapatarak kantinde yer almış olduğum masadan kalkıp koridora çıktım. Telefonumu önlüğümün cebine sıkıştırıp, boynumda ki stetoskopu da düzelterek hastane koridorlarında yürümeye devam ettim. Akel bugün okula gitmiş, ona verilen yeni bir sınıf ile ders anlatmaya başlamıştı bile. Zaten okulların kapanmasına şunun şurasında iki hafta vardı. Koridorda ilerlemeye devam ederken, Deha' nın bana bakan bakışlarıyla karşılaştım. "Modun düşük? "Nöbet günü senide göreceğiz" diyince tebessümüme karşılık verdi. "Doğru ya, bugün senin nöbet günündü." Başımı salladım. "Sen çıkıyor musun?" "Yusuf hoca çık dedi, hem hastane sakin." Bir kez daha başımı salladım, "iyi akşamlar" diyerek onun hastane çıkışına doğru yürümesini izledim. Bana "iyi akşamlar" diyerek ayrılmıştı yanımdan. Derin bir iç çekip, acile doğru yol aldım. Ben içeri girer girmez bir diğer acil kapısının açılmasıyla beraber görüş açıma giren bakışlar kalp atışlarımın durmasına neden olacak kadar kuvvetliydi. "Biri buraya baksın!" Sedyenin üzerinde içeri getirilen üniformalı tanıdık asker, ve başında yer alan Ömer üsteğmenin kendisi ve timi. Ben öylece olduğum yerde dururken, parametrikin konuşmasıyla bakışlarım onlara doğru koşan Yusuf hocama döndü. "Yirmi altı yaşında erkek, kurşun iç karın kısmından girmiş, sırt bölgesine saplanmış. Saturasyon yetmiş, tansiyon seksene beş. Kalp atışları elliye iniyor." Uzakta duran, Ela bakışların bana bakan yüzüne korku yerleşmiş, Veysel' in, kardeşinin başında öylece durmuştu. Kaybedecek korkusu hepsinin içine yerleşmiş gibiydi. Başlarında daha önce timde hiç görmediğim bir askerin yer alıyor olması, kaşlarımı çatmama neden oldu. Daha yeni gelmiş olabilir miydi time. Olabilirdi... Yusuf hoca elinde ki ışıkla, sedyenin üzerinde hareketsiz yatan askerin gözlerine ışıkla bakıp, "hızla ameliyathaneye!" diye bağırdı ve bakışları etrafta beni aradı. Daha fazla yerimde duramayıp, hızla Yusuf hocamın yanına adımladım. "Hazırlan İkra" dedi bana ve sedyeyle birlikte hastayı ameliyathaneye götürürlerken. Derin bir nefes aldım, bana bakan ela gözlere yaklaştım. Tüm bakışlar bize dönerken, tanımadığım diğer askerde bize bakıyordu. Şuan dikkatimi sadece Ömer Asaf'ın sızlayan gözlerine çevirdim o kadar. "Geçmiş olsun." Başını yavaşça aşağı yukarı usulca salladı. "İkra!" Hocamın arkamdan seslenişiyle birlikte bakışlarımı ela bakışlardan ayırıp, "size bilgi vereceğim" diyerek ameliyathaneye koştum hocamın arkasından. Veysel'in üniforması erkek hemşireler tarafından çıkarılıp, hastane kıyafetleri giydirilirken, ellerimi sabunla hızlı hızlı, temiz bir şekilde yıkayıp, yan tarafta duran batikondan bir miktar alıp, tırnaklarımı ve ellerimi iyice dirseklere doğru yıkadım. Anestezi doktorları Veysel' in ameliyat esnasında acı çekmemesi ve uyanmaması için anestezi verirlerken, hazır olduğumu fark edip, hemşireler tarafından eldiven ve önlük giyindim. Ameliyathaneye Yusuf hocayla birlikte girip, operasyona vakit kaybetmeden başladık. Neşterle kurşunun saplanmış olduğu bölgeden derin ve dikkatli bir kesik açarak, ilerlemeye devam etti. Aspiratör ile kirli ve biriken kanı çekerek, elime cımbızı aldım. Ameliyat yaklaşık neredeyse bir saat sürdü. Kurşunu çıkarmayı başarmak kolay olmasada, Yusuf hocanın dikişleri dikmeye başlamasıyla aniden işittiğim ses ile bakışlarım hızla monitöre kaydı. "Saturasyon ve kalp atışları düşüyor. Hastayı kaybediyoruz hocam!" Hemşireden gelen cümleyle bakışlarım kocaman açılırken, Yusuf hocanın dikişleri bırakmasıyla "elektro şoku hazırlayın, İkra kalp masajına başla." Başımla onayladım, ellerimle yükselip, masaja başladım. Monitörden gelen seslerde bir değişiklik olmaması beni korkuturken, hocamın "çekil!" demesiyle ben de çekildim. Cihazı askerin göğsüne dokundurup, şoklarken, bana "devam!" demesiyle devam ettim. Ellerimi bir kez daha askerin açık göğsüne yaslayıp, kalp masajını sürdürdüm. "Çekil!" Tekrar şok. Geri gelmeyen asker ile Yusuf hocanın "devam İkra devam!" demesiyle bir kez daha asıldım kalp masajına. Ameliyathanenin içersinde oluşan küçük telaş, hastayı, daha doğrusu bir mehmetçiği kaybediyor olmamızdan kaynaklanıyordu. "Beş miligiram adrenalin! Hadi hadi, çabuk!" Durmadan masaja devam ederken, yorulmuş olmamı umursamadım bile. Lakin hocam fark etmiş olacak ki "bana bırak" demesiyle nefes nefese geri çekildim, monitörden değerlere baktım. Hala bir değişiklik olmaması, hemşirenin adrenalini getirmesiyle Yusuf hoca masajı bırakıp, hızla elinden aldı ve askerin göğsüne, tam kalbinin üzerine yasladı. Ardından durmadan bir kez daha masaja başladı. "İki yüz Jul! Hadi!" Hemşire şoku hazırlayıp "hazır!" derken, Yusuf hoca geriye çekildi ve eline şoku alıp bir kez daha göğüse yaslayıp hızla geri çekti. Monitörden gelen seslerin, yaşam sesleriyle değişmesi, derin ve rahat bir nefes vermeme, anlımda biriken teri silmeme neden oldu. Yusuf hocam da benim gibi nefes nefese şok cihazını hemşireye uzatırken, derin bir nefesin ardından bana baktı. "Hasta stabilize oluyor hocam" dedim bir kez daha hastanın değerlerine bakarak hocama dönerken. Beni başıyla onayladı, ardından hemşirelere döndü. "İki ünite daha kan verilsin dikişler kapatılana kadar." Hemşire başıyla onaylayıp, kenarda duran kanlardan iki ünite daha takıp Yusuf hocanın dikişleri kapatmasıyla ameliayheneden üstümüzde ki önlük ve eldivenleri çıkartıp çıktık. Biz çıkar çıkmaz karşımda berilen Bahar ile dudaklarımı birbirine yasladım. Tüm askerler etrafımıza toplanırken, en önde bahar, onun yanında ise Ömer Asaf vardı. "Eşim nasıl?" diye sordu titreyen sesi ve kızarmış göz bebekleriyle. "Öncelikle sakin ol. Eşiniz şuan iyi. Durumu stabil. Lakin kalbinin durmasından dolayı tedbir amaçlı yirmi dört saat yoğum bakımda tutacağız. Her hangi bir sorun olmazsa odaya alırız. Tekrardan geçmiş olsun" dedi ve yanlarından ayrıldı. Arkasından gitmek yerine, Bahar' ın bana bakan ve titreyen gözlerine baktım. Gözlerimin içi sızlarken, elimi kaldırdım ve omzuna dokundum. "Sakin ol. Herşey geçti. İyi olacak" diye fısıldadım. Beni başıyla onayladı, ilerleyip koltuklardan birine oturdu. Bakışlarımı ondan ayırıp, Ömer Asaf' a çevirdim. Yeşil gözlerim kolunda ki yeşil, asker bandajına ve koyuya dönmüş tarafına baktı. Ardından kolundan süzülmüş ve kurumuş kanlara. Hızla yanına yaklaştım, "kolun!" dedim açılan gözlerimle. "Küçük bir sıyrık. Önemli değil." Gözlerimi devirmemek için zor dururken, her iki elimle çıplak kolunu tutup, üstüne sarmış olduğu bandajı kaldırdım. Gözlerim sıyrığa, lakin derin bir kesiğe bakınca bunun bıçak yarası olduğunu anlamam uzun sürmedi. "Dikiş atılması gerek. Benimle gel" diyerek diğer askerlerin üzerimde hissettiğim bakışlarıyla yutkundum. Hepsi önüne dönerken, üsteğmenin "gerek yok" demesiyle derin bir nefes aldım. "Benimle gelmeni istiyorum. Gerek olduğunu düşünüyorum, lütfen" dedim ve bir cevap vermesini bekledim. Başını önüne eğip kaldırdı, ardından olumluca sallayıp peşime takıldı. Birlikte acil müşahede odasına geçip, oturması için sedyelerden birini gösterdim. Uyuşturucu alıp, bir de dikişi iyice ısıttıktan sonra yanına yaklaştım. Askeri yeleğin altına giymiş olduğu siyah tişörtün kısa kolunu biraz daha yukarıya doğru kaldırıp, sabitledim. İğneyi koluna dokundurup, enjekte ederken, başının öylece önüne bakıyor olmasıyla yutkundum. "Nasılsın?" diye sordum sessiz ve normal çıkan sesimle. Derin bir iç çekti, dikiş atmaya başlamamla çenesi kasıldı. "Kardeşim böyleyken iyi olabilir miyim sence?" diye sorunca ona hak verip, dudaklarımı birbirine yasladım. Dikiş atmaya devam ederken, aynı zamanda yanıtladım. "Veysel iyi. Durumu stabil. Yoğum bakıma alınacak olması sizi korkutuyorsa bu normal birşey. Bu tür yaralanmalarda tedbir amaçlı hasta yirmi dört saatliğine yoğum bakımda tutulur. Ortada kötü bir durum yok" diyince bakışları hızla bana döndü. Gözlerime baktı, yutkundu ve birkez daha önüne çevirdi o güzel ela bakışlarını. Bana yazmamasının nedeni anlaşılan görevde olduğundan dolayıydı. Eğer öyle değilse de böyle bir durumun ortasında sormam doğru olmazdı. Dikiş işlemini bitirdikten sonra, iplikleri kenara bırakıp, yarasına mikrop kapmaması için tentürdiyot sürerek beyaz sargı ve pamuk ile sabitledim. "Geçmiş olsun." "Sağol." Ayağa kalkıp, tişörtünü sıyırmış olduğu kolunu dikkatle indirirken, tam karşısında durdum. Gözlerime elinde ki silahını sıkı sıkı tutarak baktı. "Konuşuyor muyuz?" diye sordum kendime engel olamayıp, içimde ki meraka yenik düşerek. "Neden konuşmayalım?" Dudaklarımı dilimle ıslatıp, alt dudağımı dişlerimin arasına bir saniyeliğine alıp, hemen serbest bıraktım. "Yani şey... İki gündür konuşmadık hiç. Bu yüzden sormak istedim" dedim bir başka cümle kurarak. Gözlerime bakmaya devam eden ela bakışları bir anlığına başka tarafa döndü, ardından ekledi. "Askeriyede şehit vardı" diye başladı cümlesine. Açılan gözlerimin içi sızlarken, geçen haberlerde söylenen askerin demek bu askeriyede, Mardin'de görev yapıyor olması gerçekti. Sadece bir şehit olduğunu duymuştum, lakin nerede olduğunu değil. Öylece önüne bakarken, gözlerinin içinin sızladığını fark ettim. Bu ülkeyi canı pahasına koruyan askerlerin şehit olması, onları mutlu ettiği gibi bir yanda da üzüyordu. Sonuçta şehitlik mertebesi her isteyene nasip olmuyordu. "Neyse? Ben diğerlerinin yanına döneyim" diyince yerinde hareketlendi. Birşey demediğimi fark edip, onun önümden ayrılıp gideceği vakit ona ilk kez "Ömer Asaf" dedim. İsmiyle hitap etmiş olmam, onu yerinde durdurdu, omzunun üzerinden bana bakmasına neden oldu. Bir iki adımda, tam karşısında durup, gözlerinin içine baktım. Lakin kendimden bile beklemediğim bir anda, parmak uçlarımda yükselip, kollarımı usulca boynuna doladım. Hareketsiz kalan bedeni benim ona sarılıyor olmamdan kaynaklanıyordu. Ömer Asaf ne kadar ayakta durmaya çalışıyor gibi gözüksede birinin ona sarılmasına o kadar ihtiyacı olduğunu her halinden belli ediyordu. Ne kadar bunu dile getirmek istemesede, gözlerine bakınca bunu görebiliyordum. Bir eliyle silahını tutmaya devam ederken, diğer eli usulca belime dolandı ve sakinlikle sarıldı. "Başımız sağolsun" diye fısıldadım şehit olan asker için. Timden birinin olmaması, onların üzülmeyeceği anlamına gelmiyordu. Tanımıyor olsalarda şehit olan bir askerdi sonuçta. Vatan uğruna, hilal ve yıldız uğruna şehit olan, canını gözünü kırpmadan vatana feda eden bir Mehmetçikti. "Vatan sağolsun" diye fısıldadı bir kolu bedenimi sarmaya devam ederken. Kollarımı boynundan gevşetip, ayak topuklarımla yere basarken ondan yavaşça ayrıldım ve bana yandan bakan bakışlarına baktım. Yutkundum... Başını sallayıp, yanımdan çıkıp giderken arkasından baka kaldım. Lakin tam o anda kapı kenarında beliren Akel ile bana sırıtarak içeri girmesiyle bu sefer kocaman bir şekilde yutkunma gereği duydum. Dudaklarımı ıslattım ve bir iki adımda önünde durdum. Yakalandık!! "Hoş geldin- de neden geldin?" diye sordum. Elinde ki pastane poşetini kaldırıp, "nöbet günün olduğunu utttum sanma" dedi ve ekledi. "Birşeyler aldım birlikte yeriz diye" devam etti. Onu başımla onayladım, az önce ki durumu görüp görmemiş olmasından emin olmak adına yüzüne baktım. "Görmedim say. Ayrıca İkraaa!" dedi son harfi gereğinden fazla uzatıp, yerinde zıplayarak kollarımı tutarken. "Baya yakışıklıymış. Ay valla kankamın hayallerimde ki kocası. Yani benim eniştem." Gözlerim hızla büyürken, onu yerinde durdurup, "saçmalama" dedim. "Ya İkra. Sen saf mısın yoksa beni mi saf biliyorsun? Adamın sana sarılırken yüz ifadesini sen görmedin ben gördüm. Ay valla yakında düğün var desene" diyince bu sefer "of"layarak baktım ona. "Yok öyle birşey." Gözlerini devirdi, bıkkınlıkla derin bir nefes verip "tamam tamam" dedi ve ekledi. "Koridorda askerleri gördüm buraya gelirken. Hayrola ne oldu?" Konuşmama ve kendimi açıklamama fırsat verip, bu soruyu sorduğu için ona minnetle baktım, ardından dudakaklarımı araladım. "Askeriyede, bir asker şehit olmuş. Hani dün haberlerde çıkmıştı hatırladın mı?" Beni başıyla onayladı. "Kendini kötü hissediyordu, dile getirmiyor olsa da bunu kim görse anlıyordu. Ben de teselli ve baş sağlığı adına sarıldım. Ve sen yanlış anladın" diyerek altını çizdim. "Hımm" dedi üzüldüğünü aşikar ederken. "Haberlerde görünce epey bende üzülmüştüm. Başımız sağolsun gerçekten." Onu dudaklarımı birbirine bastırarak başımla onayladım. "Ee... Onlar niye burada?" "Timden biri yaralanmış, az önce ameliyattan çıktı." Gözleri büyüdü, "durumu nasıl?" diye sordu. "Şuan stabil ama tedbir amaçlı yoğum bakımda tutacağız." "Bak üzüldüm gerçekten. Yanlarında bir kız vardı, eşi herhelde." Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. "Hım hım." "Neyse? Ben gideyim o zaman. İşlerin var anlaşılan." İster istemez başımı salladım ve onu onayladım. "Bunları ye tamam mı? Görüşürüz." Bir kez daha onu başımla onaylayıp, üstümde ki koyu yeşil üniformasıyla birlikte kapıya yaklaştım. Omuzlarımda salınan saçlarımı geriye atıp, onu acil müşahede kapısının önüne kadar yolcu ettim. Sarılıp öptükten sonra "Allah'a emanet" diyerek arkasından baktım. O asansöre girer girmez ben askerlerin yanına adımladım. Time yeni katılan bir asker olmalıydı. Simasını daha önce hiç görmemiş olmam normal değildi. Adını merak ediyor olsamda, pek birşey belli etmeyip, yoğum bakımın önüne gelince, camdan öylece eşine bakıyor olan Bahar' a yaklaşmadan önce Ömer Asaf' ın bana bakan bakışlarına bakıp, önüme döndüm. Sırtını hastanenin duvarına yaslamış, elinde ki silahıyla öylece önüne bakıyordu. Bahar' ın cama dokunan ellerini fark edince, hızla elimi kaldırıp omzuna dokundum ve gülümsemeye çalıştım. "İyi olacak. Sen içini ferah tut, hem bak biz buradayız." Kızarmış gözleriyle başını salladı, derin bir nefes aldı. "Ona birşey olursa ben yaşayamam. Nefes alamam İkra." Gözlerimin içi sızlarken, derin bir nefes alıp verdim. Tam o sırada koridorun sağ tarafında cümbürt cemaat gelen kişilere baktım. Orta yaşlarda, bir kadın ve bir erkek. Yanlarında Öykü ve Nazlı' da vardı. Kim olduklarını merak ederken, Ömer Asaf' ın öne doğru atılmasıyla orta yaşlarda ki kadının "oğlum nasıl!" demesiyle Bahar göz yaşlarına söz geçiremedi. Öykü ve Nazlı direkt olarak Bahar' ın yanına yaklaşırken, bana dönen, Vaysel' in anne babası olduğunu düşündüğüm şahıslara baktım. "Doktor kızım. Oğlum nasıl-" diyeceği vakit, yanında durmuş olduğum yoğum bakım camına ilişen bakışlarından akan göz yaşlarıyla "oğlum" diyerek yaklaştı cama. Tüm askerler ona öylece bakarken, time yeni geldiğini düşündüğüm asker yaklaştı onlara. "Anne. Veysel iyi Allah'ın izniyle. Gel otur şöyle." Eşi, Hatice Hanım'ın koluna girerek, onu camın önünden uzaklaştırıp, koltuklardan birine oturturken, annenin göz yaşları ardı ardına akmaya devam ediyordu. Anlaşılan bu asker Veysel'in abisiydi. Abiside onun gibi askerdi anlaşılan. Abi kardeş asker olmaları güzel birşeydi. "Sakin ol, iyi olacak." Yan tarafta Bahar' ı sakinleştirmeye çalışan Öykü ve Nazlı' nın ağlak çıkan sesleri herkesin gözlerinin yaşarmasına neden olmuştu. "Doktor kızım? Oğlum nasıl?" diye soran ve herkesten soğuk kanlı olan askerin babasına döndü bakışlarım. Gülümsedim. "Oğlunuz gayet iyi beyefendi. Hatta yarın odaya alınacak. Korkulacak bir durum yok, hepiniz içinizi ferah tutun." Annesi "Allah'ım sana şükürler olsun!" diyerek ellerini havaya doğru açarken, babası derin bir nefes alıp, ileride duran gelinine yaklaştı. "Kızım." "B-baba." "Güzel kızım benim." Kayınpederine sarılan Bahar, sıkı sıkı sarıldı göz yaşları içerisinde. "İyi olacak kızım. Ağlama böyle." "Biliyorum, iyi olacak" dedi ve ayrılıp bir kez daha Veysel' e baktı yoğum bakım camından. "O çok güçlü." Anneyi sakinleştiren time döndü bakışlarım. Derin bir nefes aldım, göğsümün üzerine takılı olan kartımı çıkartıp, yoğum bakım kapısının yanında ki cihaza okuttum. Kapı açılır açılmaz, tüm bakışlar bana döndü. Kartımı tekrardan göğsüme takıp, yatakta öylece yatan Veysel' in yanına adımladım. Herkes cama doğru toplanırken, dönüp bana bakan Bahar' ın karamel rengini andıran bakışlarına gülümsedim. Monitörden değerlere bakıp, doktor üniformamın önünde yer alan cebimden ışığımı çıkarıp, askerin gözlerine baktım. Durumu gayet iyiydi. Göz bebeklerinde bir sıkıntı yok, hatta tepkime vardı. Bu da uyuyor olduğunun belirtisiydi. Işığı kapatıp, serumu kontrol ettikten sonra tekrardan yoğum bakımdan çıktım. Bahar ve Veysel' in ailesi arkasında duran tim ile bana döndü. "Gayet iyi. Göz bebekleri tepki veriyor, bu da herşeyin yolunda olduğunu gösteriyor." "Oh!" Bahar' ın derin bir nefes almasıyla kollarını bana sarması bir oldu. Bu ani hareketine tepkisiz kalarak, gülümsedim. Kollarım sırtına dolandı ve okşadı. "Teşekkür ederim." Bir kez daha gülümsedim ve yavaşça ayrıldım ondan. "Teşekküre gerek yok. Bu benim mesleğim." O bir kez daha kızarmış gözlerinden akan göz yaşlarıyla gülümsemeye devam etti. "Sabah erkenden odaya alınır, merak etmeyin." Herkese tebessüm ettikten sonra, "geçmiş olsun" diyerek üsteğmene ufak çaplı bir bakış atıp, tekrardan önüme döndüm ve yanlarından ayrıldım. Ömer Asaf' ın, ben yanlarından ayrılana dek üzerimde devam eden bakışlarını hissediyor olsam da dönüp bakmadım, bakamadım. Asansöre binip, acile doğru yol aldım. 🎻 Sabahın erken saatlerinde izin günümün olmasına rağmen eve gitmemiş, Veysel' in odaya alınmasına yardımcı olmuştum. Yusuf hoca ise henüz hastaneye gelmemiş, hastayla o gelene dek benim ilgilenmem için mesaj atmıştı. Veysel odaya alındıktan sonra, odanın kalabalık olmasının sorun olmayacağını bildirmiş, hastanenin geniş odasına geçmişti herkes. Ben de içeride duruyor, elimde ki Veysel' in dosyasında göz gezdiriyordum o uyanmış, yanında ki eşinin elini tutmuş bir şekilde ailesi ve arkadaşlarıyla sohbet ederken. Dosyayı kapatıp yerine koydum ve gözlerimde yer alan uykuyla ayakta durmaya devam ettim. "Durumum nasıl Yenge?" diye sorunca, odanın içerisinde oluşan kıkırdamaya Ömer Asaf' ın kıkırdaması da eşlik etti. Yanaklarım kızarırken, albayın dudaklarında peyda olan gülümseme beni daha da çok utandırdı. Yenge demesinin nedenini saf olduğumdan dolayı mı anlamıyordum yahut anlamak istemiyor olduğum için miydi bu çabam? "Yarın öbür gün göreve gidebilir miyim?" diye sorunca, herkes alayla güldü. Buna ben de dahil. Konudan uzaklaşmak adına, hızla başımı olumsuzca salladım. "Maalesef. Bir iki gün boyunca evden çıkmamanız sağlığınız için daha önemli." "Nasıl yani? Bir iki gün boyunca evde mi duracağım?" deyince, başımı dudaklarımı birbirine bastırarak salladım. "E görevler?" diye sorunca, timin komutanı olan, adının albay Serhat olduğunu öğrendiğim Serhat bey, askerine baktı. "Oğlum sen iyi ol, kardeşlerin gider görevlere. Sen iyileşip, Allah'ın izniyle ayaklanıp kalkana dek, evden çıkmayacaksın." Veysel bozulduğunu belli eden bir yüz ifadesiyle başını geriye atarken, Bahar hafifçe koluna vurdu. "Ya komutanım yemin ediyorum, bu sırf göreve gelmek için bu haliyle birşeyim yok der" diyen Cihangir' e döndü tüm bakışlar. Herkes gülerken, uykusuzluktan dolayı bozulan dengem ile sarsıldım. Lakin beni ayakta tutan, belime dokunan bir kol oldu. "İyi misin?" Ömer Asaf' ın belime dokunmuş kolundan ürperen bedenimi çekindiğimi belli etmemek adına geriye doğru çekip başımı salladım. "Bütün gün ayakta durdu, uykusu geliyor" diyen Öykü' ye buruk bir şekilde gülümsedim. Beklemediğim bir anda yanıma yaklaşan Veysel' in annesi Hatice hanım ile dudaklarımı birbirine yasladım. "Allah senden razı olsun kızım. Sabaha kadar durmadan Veysel' imi kontrol edip durdun. Allah bahtını açık etsin" diyince buruk bir şekilde gülümseyip, elimi tutan ellerinin üstüne elimi dokundurdum. "Bugün nöbet günümdü. Ayrıca kontrol etmek benim görevim. Teşekkür ederim." Başını salladı, geri çekildi ve beni yerimde bıraktı. "Taburcu olup olmaması konusunda hocam yardımcı olacaktır size. Bir iki saate gelir. Ben müsaadenizi isteyeyim" diyerek kapıya doğru yaklaştım ve tekrardan "geçmiş olsun" diyerek gözlerimde ki uykuyla odadan çıktım. Kapının önünden ayrılacağım vakit, açılan kapıyla dönüp o tarafa, ela gözlerine baktım. "Yorgun görünüyorsun." Dudaklarımı ıslattım. "Uykum var." "Gel bırakayım seni, otobüsle uğraşma." Ani teklifi kulaklarımın kabarmasına neden olurken, "y-yok" diye fısıldadım. "Ben gidebilirim teşekkür ederim" diyince, onun "ısrar etme, yorgunsun bırakayım" demesiyle derin bir nefes aldım. Abimin yahut ailemden birinin beni bir adamla sokakta görmesi hiç hoş olmayabilirdi. Bu nedenle bir kez daha dudaklarımı istemsizce araladım. "Gere-" "Birinin yanında beni göreceğini düşünüp endişleniyorsan, eve yakın yerde bırakırım." Cümlesiyle cümlemi bölünce, bu teklfini kabul edip, daha fazla inat etmedim. "Tamam." "Bir dakika" dedi ve içeri girip, saniyeler sonra geri çıktı. Önümde durup, silahını iki eliyle tutmaya devam ederken, "aşağıda bekliyorum" dedi beni baştan aşağı süzüp onu onaylamama neden olurken. O yanımdan ayrılıp asansöre binerken ben hızla soyunma odasına ilerleyip, kıyafetlerimi güzel; naif, kırmızı bir elbiseyle değiştirerek, saçlarıma ellerimle şekil verdim. Ayndan nasıl göründüğüme bakmak adına eğilecekken, durup yutkundum. Ne yaptığımın farkına varıp, derin bir nefes alarak omzuma çantamı alıp, odadan daha fazla vakit kaybetmemek adına çıktım. Asansörle hastanenin girişine inip, kapıda beni bekleyen üsteğmene ilerledim. Bakışları beni bulur bulmaz, yutkundu ve önüne çevirdi o güzel ela bakışlarını. Ben tam yanında dururken, onun "buyrun" demesiyle birlikte çıktık hastaneden. İleride duran siyah taksi modelinde ki arabayı eliyle işaret ederken, arabanın kapısını benim için açtı. "Teşekkür ederim." Gülümsedi ve başını sallayıp, içeri geçmemle kapıyı kapadı. Arkadan dolaşıp, arka kapıyı açarak silahını arkaya bırakmasıyla kapıyı kapadı ve ön şoför koltuğunu açtı. Çok geçmeden araba çalıştı ve yola çıktık. Midemde hissettiğim açlık ile, dün akşam Akel' in bana getirmiş olduğu yiyeceklerin tamamını yememiş ve hastanedeki hemşireler ile paylaşmış olmamdan kaynaklanıyordu. Biraz daha fazla yiyebilseydim, en azından bu kadar çok erken acıkmayabilirdim. Derin bir nefes aldım, ne konuştum ne de ona baktım. Arabanın içi yol boyunca sessizdi. Saat sabahın sekizi olmasına rağmen çok trafik vardı yolda. Ömer Asaf trafiğe yakalanırken, arkama yaslandım ve yerimde daha rahat bir pozisyon edindim. Tam o vakit, yol kenarında yer alan kaldırımlarda beliren çiçekçiyle, Ömer Asaf' ın camını tıklaması bir oldu. Ellerimin içi terlemeye başlarken, bakışlarımı önüme çevirdim. Açılan cama bakan Ömer Asaf, elinde ki çiçek taşıyan küçük kız çocuğuna baktı. "Abi almaz mısın sevdiğine çiçek?" Gözlerim kocaman açılırken, yanaklarımın kızardığına emindim. Yutkundum. Bu küçük kız çocuğuna bu cümleyi söyleten dünya, bana neler yapmazdı şuan şu dakika. Ömer Asaf' ın üzerimde hissettiğim bakışlarına yandan bir bakış atıp, hızla önüme döndüm. "Alayım" dedi Ömer Asaf ve gözlerimin açılmasına neden oldu. Cebinden bir miktar para çıkartıp, küçük kız çocuğuna uzatmasıyla bi demet beyaz gül aldı kızdan ve "üstü kalsın abicim" diyerek camı kapattı. Kız çocuğu arabanın yanından yüzünde açan tebessüm ve sanki dünya onun olmuş gibi uzaklaşırken, Ömer Asaf' ın çiçeğe bakan bakışları bana kaydı. Yavaşça uzattı bana doğru, almamı bekledi. Kan hücrelerimin yanaklarıma akın etmesiyle, çiçeğe uzandım ve yavaşça elinden aldım. "Teşekkür ederim." Kız çocuğunu geri çevirmemesi beni memnun ederken, çiçeğe bakarak gülümsedim. Trafik yavaş yavaş açıldı, ben Ömer Asaf' a yolu usulca tarif ederken, arada bir elimde ki güle bakıp duruyor, aynı zamanda gülümsüyordum. "Sağa" dedim bizim sokağa giden yola girerken. "Burada insem olur" diyerek çantamı omzuma aldım. Arabayı sağda, köşede yavaşça durdurdu, ardından bana döndü. "Teşekkür ederim," diyince, onun tebessüm etmesi bir oldu. "Görüşürüz." Kızaran yanaklarımla başımı salladım, arabadan inmeden önce "görüşürüz" dedim. Arabanın kapısını kapatıp, omzumun üstünden son kez bakıp, bizim sokağa doğru adımladım. Beni bırakmış olması fazlasıyla memnun ederken, dayanamayıp ona döndüm ve hala orada olduğunu fark ettim. Gülüşüm yüzümde peyda olurken, onun da bana gülümsediğini fark ettim. Utanan bedenim, kızaran yanaklarımla önüme dönüp, yürümeye devam ederken, hızlı hızlı adımlarla ilerledim ve onun da ortadan kaybolduğunu gördüm. Apartmana girer girmez, daireye çıktım, kapıyı anahtarımla açtım. Herkesin yatıyor olduğunu anlamak beni gülümsetti. Kapıyı kapatıp, odama doğru yol aldım. Annem dün gece yatmadan hemen önce beni aramış, iyi olduğumu söyleyip, bir de iyi geceler diledikten sonra telefonumu kapatmıştım. Odama girer girmez ablamı ayakta hazırlanıyor bir şekilde görmem, okula gideceğinin belirtisiydi. Ne kadar çok okula gideceğini biliyor olsam da "okula mı?" diye sormayı es geçmedim. Başını salladı, saçlarını tokayla sabitleyip, "hoş geldin" dedi ve elimde ki beyaz güle baktı. "Hoş buldum." Çantamı kenara bırakıp kendimi hiç bozulmamış yatağıma serbest bıraktım ve kolumda ki saate bakmak adına kolumu önümde havaya kaldırdım. Kaşları çatıldı. "Gül mü?" diye sorunca, başımı salladım ve hızla yanlış anlamaması için konuştum. "Küçük kız çocuğu satıyordu. Ben de bana sorunca üzülmesin diye aldım. Hatta senin olabilir" diyerek ona uzattım. Gülümsedi, elimden çiçeği alıp yatağının başında yer alan komidinin üzerine bıraktı. "Teşekkür ederim. Saat sekiz buçuğa geliyordu. Hastaneden çıkarken saat sekizdi. Demek hastaneden eve tam yarım saat geçmişti. Gözlerimi kapatıp, sıcaktan dolayı pikeyi üzerime çekmeden, ablama "Allah'a emanet ol" dedikten sonra gözlerimi uykuyla kapadım. Derin bir nefes alıp, verdim ve hızla uykuya daldım. 🎻 Sabahın ilerleyen saatlerinde, saçlarımda hissettiğim elle araladım gözlerimi. Annemin bana gülümseyerek bakan bakışlarında şefkat ve üzüntü var gibiydi. Beni böyle görüyor olması, yorgun ve uykusuz, içini dağlıyor gibiydi. Düşünmeyi bıraktım ve yatakta yeteri kadar uyku uyuduğumu fark edip, doğruldum. "Günaydın kızım. Geldiğini fark etmedim." "Uyandırmadım. Saat sekiz buçuktu geldiğimde" dedim yataktan ayaklarımı sarkıtıp, annemin elinde ki terliklerimi görünce gülümsedim. Yere bırakıp giymeme neden olunca, hızla ayağa kalktım, yanaklarına birer buse bırakıp geriye doğru omuzlarımı gererek esnedim. "Kahvaltı hazır. Biz de senin uyanmanı bekledik yapmadık." Bu güzel düşüncesi için tebessüm edip, odadan birlikte çıktık. Herkes masanın başına toplanmışken, "günaydın" diyerek banyoya ilerledim onların günaydınlarını işitirken. Elimi yüzümü yıkayıp, tekrardan salona girdiğimde ise babamı görememiş olmam, manava gitmiş olmasından dolayıydı. Her zaman ki yerime oturdum ve bana bakan bakışlara bakıp kahvaltıma başladım. "Benim ballı yeğenim nerede?" diye sordum abime ve yengem Eda' ya bakarak. "Uyuyor. Dün akşam seni mi aradı bilmiyorum ama öylece etrafa bakıyordu" diye yanıtladı abim beni. "Kurban olurum ona ben ya!" diyip, önümde ki kalan son dilim peyniri tabağıma koyan İlker' e gülümsedim. "Hadi kızım başla, yumurtan soğuyacak." Gülümseyerek tavada kalmış son dilim yumurtayı tabağıma alıp yemeye koyuldum. Ailemle güzel bir sohbetin ardından kahvaltımı yapmaya devam ederken, bugün hastaneye gitmeyecek olmam beni memnun etmişti. Ama bugünkü izin günümü evde yatarak geçirecek değildim. Ne yapacağımı bilmiyor olsam da, dudakaklarımı birbirine yasladım. Ardından bakışlarım abime döndü. "Akşama orman kenarına gidelim mi?" diye sordum abime bakan bakışlarım karşılık bulurken. "Bilmem. Herkes gelir mi?" "Ben gelirim abi!" diye atladı Kerem hemen. Ona gülümseyerek bakarken annemin "yarın baklava için ceviz kıracağım, siz gidin" demesiyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Annemde gelecek olsa güzel olurdu. Abim eşine bakarken, "Selim' de biraz hava almış olur" diyerek geleceğini onayladı. Abimin gülümseyen dudakları İlker' e kaydı. "Ben dünden razıyım" dedi İlker ağzına çikolatalı ekmekten bir lokma atarken. "Babam da annemle kalır büyük ihtimalle" diyen İlker' i annem başıyla onayladı. "Kocamı götürmeyin, nereye gidiyorsanız gidin yavrularım." "Kocan seni kandırmasın dikkat et" diyen İlker, anında ekledi. "Dün akşam tabak kırdı, sırf mutfakta Mısır patlatıyorum diye suçu bana attı. Sırtıma vurduğun terlik hala sızlıyor Ayşe hanım" deyince kıkırdamadan edemedim. Babam annemle tartışıp, huzuru bozulmasından korkarken, suçu hep İlker' e atardı. Annemde hemen inanır, terliği kafasına yahut sırtına geçirirdi. Annem İlker'e terlikle vururken, babamda güler yerinde izlerdi. Eh, erkek milleti. "Baban niye yalan söylesin oğlum?" "Ben neden yalan söyleyeyim?" Annem kısa bir duraklama yaşarken, herkesin gülümsemesi bir oldu. Kerem çayını bitirip, masadan kalkarak İlker' in odasında yerini alıp, her zaman ki gibi resim yapmaya başlarken, ben ve Eda sofrayı elbirliğiyle topladık ve bulaşıkları sudan geçirip kenara koyduk. Günün ilerleyen saatlerinde, saatin akşam yediyi bulmasıyla hepimiz topluca apartmandan inip, abimin arabasının önünde durmuştuk. Omzumda çantam, kucağımda ise etrafı öylece izleyen Selim vardı. Abim özel avukat olduğundan dolayı pek fazla işe gitmiyor, gelen müvekkilleride geri çevirmiyordu. Arabanın kapılarını açan abim ile, Eda'nın elini tutan Kerem, onun yardımı ile hızla arabanın arka tarafına yerleşti. Ablam ise çoktan okuldan gelmiş, o da bize eşlik edecekti. "Kerem, abicim sen öne gel İlker abinin kucağına." Kerem başını sallayarak tekrardan arabadan inip, İlker' in ön kapıyı açmasıyla, birlikte bindiler. Ben, ablam ve Eda'da arkada yerimizi alırken, özellikle cam kenarına oturup kucağımda ki yeğenim ile ilgilendim. Eda'nın bize bakan bakışlarına dönüp, "sana da benziyor biraz" dedim tebessüm edip, tebessümüme karşılık alırken. "Abi, dondurma alalım mı?" Kerem' in abime dönen bakışlarıyla gülümsedim. İlker' in dizine yan oturmuş, ellerini arabanın önüne atıp, tutunmuştu ve o küçük bakışlarıyla dışarıya bakıyordu. "Sen çok mu istiyorsun dondurma?" "Evet hava çok sıcak. Ama almasan da olur" deyince, abimin dikiz aynasından gülen bakışlarını fark edince, bende gülümsedim. "Ya sen istersin de abin almaz mı?" Kerem gülümseyerek bakışlarını abimden ayırıp, önüne dönerken, İlker' in dizinde oturmaya devam ederek camdan bakmaya devam ediyordu. Abim herhangi bir marketin önünde durup, herkese dondurma ısmarlarken, çoktan orman kenarına, yanan ışıkların ve yabancı insanların yürüyüş yaptıkları alana gelmiştik. Eda'ya Selim'i uzatıp, arabadan teker teker inerken çoktan dondurmalarımızı yemiştik bile. Herkes yan yana durup, temiz havayı içerisine çekerken telefonumun titreyen sesiyle omzumda yer alan çantamın içinden çıkardım, gelen mesajın uzun zaman sonra Ömer Asaf' tan olduğunu görmek beni otuz iki diş sırıttırdı. Bir kaç adım kendi aralarında sohbet eden ailemden uzaklaşıp, mesajı ekranda büyümesine neden oldum. Ömer Asaf ; Uykunu alabildin mi? Gülümsedim. Beni merak etmiş olması beni nedense gülümsetmişti.
İkra ; Fazlasıyla hem de. Mesaj yazmasını bekledim. Ömer Asaf ; Seni görmek istemem normal mi? Nefesimi tuttum, mesajın vermiş olduğu etkiyle yutkundum. Yanaklarım kızarmaya başlamışken, sanki onu yakınlarımda hissediyor, buradaymış gibi utanıyordum. Bana iyi gelen tek şey gözlerinin değil, artık sesinin de olduğu kattiyen doğruydu. Kalp atışlarım ritim değiştirirken, bir kez daha yutkundum ve benim de onu görmek istediğimi fazlasıyla istiyor olduğumun farkına vardım. İkra; Bilmem. Sence normal mi? Ömer Asaf ; Normal değil. Sana her baktığımda bakışlarında kayboluyor gibiyim. Nereye baksam seni görüyorum İkra. Her an her yerde karşıma çıkan bir Melek misin yoksa? Bu cümleleri onun yazmış olup olmadığı beni düşündürürken, kalbim ağzımda atıyor gibiydi resmen. Ben öylece ekrana bakıp dururken, onun bir başka mesaj yazmasıyla tekrardan ekrana baktım. Ömer Asaf ; Yüzümde açan tebessümün nedeni olduğunu bilmeni istiyorum. İyi akşamlar doktor hanım. Bu cümlesiyle benim yüzümde açan tebessümün nedeni o olmuştu. Kalbim fazlasıyla hızlanmaya başladı, bedenimi bir ısı kapladı. Ne olduğu bana neler olduğunu bilmiyorken, içime yerleşen tek bir cümle, istek ve gerçek vardı. Ben İkra Şanlı... Tüm gerçekliğiyle... Üsteğmen Ömer Asaf' a aşık oluyordum Bölüm Sonu... Neler oluyor neler!! Sizce nasıl gidiyor arkadaşlar kitap. Aklımda tam da böyle planladığım sahneleri yazmak harika bir duygu benim için. Umarım siz de severek okuyorsunuzdur. Bir sonra ki bölüm çok yakında burada sizlerle. Görüşmek üzere, kendinize iyi bakın hoşçakalın. Beni takip etmeyi unutmayın ;) 😉 |
0% |