Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm -&- Büyük Bir Kayıp

@lorensi

Herkese merhaba. Yepyeni ama bir o kadar kısa bir bölümle geldim. Diğerlerine göre çok kısa oldu ama böyle olması gerekiyordu. Diğer bölümler uzun olacak, ama elbet arada bir böyle kısa bölümler gelecek.

Şimdiden okuduğunuz için teşekkür ederim.

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

Bölüm Sekiz - Büyük Bir Kayıp

Hayat tamda böyleydi işte. Doğar, büyür, aşık olursun. Hayatının geri kalanını başını döndüren adam ile geçirmek istersin. Ona bağlanır, her baktığın yerde onu görmek istersin. Her bakmak istediğin yerde, karşına çıksın istersin.

Düğünün ilerleyen dakikalarında, gelin ve damat dans ederken, ikisinin bir birine olan aşkı metrelerce, herkes tarafından fark ediliyordu.

Oturduğum yuvarlak masanın sandalyesinde ellerimi önümde birleştirmiş, bakışlarım önüme dönmüştü. Masada yer alan tatlılara bakıp, tekrardan bakışlarımı önüme indirdim. Sakaryalı kız arkadaşı Nazlı' yı dansa kaldırmış, Veysel Bahar' ı kaldırmak için ayaklanmıştı. Onlara gülümseyerek bakarken, Bahar' ın Ömer Asaf' a bakan bakışları bana döndü, ardından bir kez daha ona baktı.

"Siz neden dans etmiyorsunuz?"

Aniden tutmak istediğim nefesimi tutup, kızarmaya başlayan yanaklarımla arkama yaslandım ve oturduğum sandalyede hareketlendim.

"Neden soruyorsun?" diye sordum Bahar' a kısık bir sesle.

Bahar güldü, Ömer Asaf' a baktı. "Hadi kalk kalk. Buraya oturmaya gelmediniz herhalde."

Ömer Asaf bana bakarken, göz göze geldik ve bakışlarımı hızla önüme indirdim. Masada oturan timin geri kalanı bize bakarken, Ömer Asaf derin bir nefes aldı ve açmış olduğu ceketinin düğmesini bir kez daha ilikleyip, sandalyesini geriye doğru çekerek ayağa kalktı. Heyecandan titreyen bedenimle derin derin nefesler aldım ve göğsümün inip kalkmasına neden oldum. Bahar yanımdan geriye çekilirken, Veysel ile birlikte dans pistine, dans edenlerin arasına karıştılar. Ömer Asaf masanın kenarından dolaştı, adımlarını tam yanımda durdurup, bana avucunu uzatırken, anlık gözlerine baktım ve bakışlarımı uzatmış olduğu eline indirdim. Masada oturan timin komutanlarına bakan şaşkın bakışları, arkalarına yaslanmalarına neden oldu. Derin ve titrek bir nefes alıp, hemen önüme indirdim gözlerimi.

"Dans eder miyiz?"

Sesi kulaklarıma doldu. Huzur gibi gelen sesi. Hala bana elini uzatmaya devam ederken, ne diyeceğimi bilemeyip, kızaran yanaklarımın farkına vararak derin bir nefes daha aldım. Yutkundum, gözlerimi kapatıp açtım ve usulca başımı salladım. Elimi kaldırıp, elinin içine nazikçe bıraktım ve sandalyemi geriye doğru çekerek ayaklandım. Elimi bırakmayıp, birlikte dans pistine doğru ilerlerken, kızların bana bakan bakışlarına yapay bir gülümsemeyle karşılık verip, ellerimi nereye koyacağımı bilemeyip Ömer Asaf'ın önünde durdum.

Gamzelerini belli eden bir gülümsemeyle elleri belimin kenarlarına usulca dokunurken, ellerimi omuzlarına koymak zorunda kaldım. Çalan müziğin, gelin ve damat için, Yalın' dan her şey sensin müziği düğün salonunu doldururken, bakışlarım anlık gözlerine kaydı, ardından bakışlarımı kaçırıp başımı sağa doğru çevirdim. Sıcak nefesi yanağıma çarparken, "bakmamanın nedeni ne?" diye sormasıyla başımı çevirmeden gözlerim gözlerine baktı. Derin bir nefes alıp, başımı da ona doğru çevirerek gözlerine bakmaya başladım.

"Efendim" dedim ne demek istediğini az çok anlamamazlıktan gelerek.

"Bana bakmamanın nedeni ne?" diye sordu bir kez daha. Bir sağa bir sola hareket edip dururken, derin bir nefes daha alıp, dudaklarımı ıslattım. Bakışları anlık dudaklarıma kaydı, lakin tekrardan gözlerime tırmandı. Ne diyeceğimi bilemeyip, öylece o güzel gözlerinde kaybolurken, başımı döndüren bu dansın vermiş olduğu heyecan ayakta durmama engel oluyordu.

"Bilmiyorum" dedim ona karşı dürüst olarak.

"Hastaneden izin almışsın."

Başımla onayladım ve bir kez daha dudaklarımı araladım.

"Hocam iki haftalığına şehir dışına çıktı. İki hafta boyunca izindeyim" dedim tepkisini merak ederek ona bakarken.

"Öyle mi?"

Başımı salladım. "Hım hım."

"Sevindim."

Tedirgin olduğumu belli etmemek adına derin bir nefes aldım.

"Daha önce hiç dans etmemiş gibisin" diye sorunca kaşlarımı çattım.

"Etmedim" dedim bir kez daha ona karşı dürüst olarak.

Bu sefer kaşlarını çatan oydu. "Etmedin mi?"

Başımla onayladım. "Etmedim. Çok mu garip bir erkekle daha önce hiç dans etmemiş olmam."

Güldü. Daha doğrusu gülümsedi ve dudağının kenarında yer alan gamzeleri kendini belli etti.

"Garip. Senin gibi güzel bir kızın daha önce kimse tarafından dansa kaldırılması" dedi ve dudaklarını bilmiyorum der gibi büzüp; omuzlarını kaldırıp indirdi ve "garip" diye devam ettirdi yarım bırakmış olduğu cümlesini.

Güzel kelimesinin bedenime vermiş olduğu kıpırtı ile yutkundum o güzel ela bakışlarında kayboldum. Kendime engel olamayıp, "güzel olduğumu mu düşünüyorsun?" diye sordum.

Bir kez daha dudağının kenarı kıvrıldı. Ardından ela gözleri yeşil gözlerimi buldu. "Sen hayatımda gördüğüm en güzel kadın olabilirsin."

Yanaklarım bu anı bekliyormuş gibi kızarmaya başlarken, nefesimi ister istemez yüzüne verdim ve bakışlarımı utanarak hızla başka tarafa çevirdim. Çevirdim ve Ömer Asaf' ın timinin oturmuş olduğu masayla göz göze geldim. Masada oturanların bize bakıyor olduğunu fark etmek, vücut ısımı artırırken, sert bir şekilde yutkundum ve onların aniden önlerine dönmesiyle ben de döndüm.

Ömer Asaf' ın bu açık sözlüğü beni utandırırken, nedense hoşuma gidiyordu. Acaba benim ona karşı hissettiğim hisleri o da hissediyor olabilir miydi?

Bilmiyorum...

Ama bu hareketleri, bana olan bu baş döndüren sözleri, kalbimi eritiyor, beni kendine hayran bırakıyordu. Bir erkek neden bunları bana yapar ki?

Yine bilmiyorum.

"Çok güzel olduğunu söylemiş miydim?"

Başımı olumluca salladım.

"O zaman..." dedi ve gözlerime bakarak ekledi. "bir kez daha söyleyeyim. Çok güzel olmuşsun."

Bir kez daha içime heyecan kıpırtıları gönderirken, avuçlarımın içi terledi. Tutmuş olduğum nefesimi verirken, dans etmeye devam ettik. Bir sağa bir sola, çalan şarkıya eşlik ederken, dans boyunca gözlerine bakacak cesareti bulamadım. Aradan geçen on on beş dakikanın ardından, herkes tekrardan masada yerlerini alırken, Ömer Asaf' a dönüp, "teşekkür ederim" diyerek ellerimi omzundan indirdim.

"Ben teşekkür ederim" dedi ve masaya yaklaşıp, sandalyemi çekerken, tebessüm edip tekrardan sandalyeye oturdum; onun karşımda yerini almasıyla derin bir nefes aldım.

Gelin ve damat aileleri ile sohbet ederken, komutan albay Serhat beyin eşiyle birlikte ayrıldığını fark ettim. Öykü ve Bayırlı'ya tebrikler diledikten sonra düğün salonundan çıkmıştı yanında ki eşi olduğunu öğrendiğim kadınla.

Günün ilerleyen saatlerinde annemin bir kere aramış olması, beni merak etmiş olmasından kaynaklanıyordu. Ona iyi olduğumu, birazdan kalkacak olduğumu beyan etmiş, telefonu vedalaşarak kapatmıştım. Şimdi ise önüme konulan bir dilim pastadan bir kaç çatal alıyor, arada bir yanımda oturan Bahar' ın sohbetine tebessüm ederek eşlik ediyordum.

Saatin tam altıyı bulmasıyla, konuklar yavaş yavaş ayrılmışlardı düğün salonundan tebrikler neticesinde. Ömer Asaf masadan kalkmış, tanımadığım gençlerin bulunduğu masa başında durmuş, iki kişinin omuzlarına her iki elini atmış, onlarla gülerek birşey konuşuyordu. Ne konuştuğunu, yüzünde açan tebessüme neyin nedeni olduğunu o kadar çok merak ederken, ayağa kalktım.

Yavaş ve sakin adımlarla bulunduğu masaya yaklaştım, tam arkasında durup, bir kez daha ona bakacak olduğumun heyecanı ile titreyen elimi kaldırıp omzuna dokundum. Anında döndü bana.

"Şey... Sana birşey söyleyecektim?"

Kaşlarını çattı. "Tabi."

Masada biraz uzaklaşıp, birlikte biraz ileri doğru ilerlerken, ellerimi önümde birleştirdim ve dudaklarımı araladım.

"Rahatsız ettiğim için kusura bakma."

"Estağfurullah."

Gülümsedim. "Ayakkabılarım ve kıyafetlerim arabada kaldı. Yardımcı olur musun almam için? Ben gitsem iyi olacak" dedim.

Cümlem ile kaşları bir kez daha çatıldı, bakışları kolunda ki saate kaydı.

"Seni bırakayım" diyince başımı hızla olumsuzca salladım.

"Zahmet etme, ben giderim taksiyle-" diyeceğim vakit, onun "inat etmeyi çok seviyorsun" demesiyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Seni de seviyorum demek istedim ama diyemedim. O cesareti bulamadım. Gözlerine her baktıkça içinde kayboluyorum demek istedim ama diyemedim. Sen yanımda olunca kalp krizi geçireceğimi düşünüyorum demek istedim ama diyemedim.

Daha fazla inat edip, ısrarcı olmayıp "peki" dedim. Eliyle düğün salonunun çıkış kapısını gösterdi. Ondan bir dakikalığına müsaade isteyip, gelin ve damata yaklaştım. Ona doğru geldiğimi gören Öykü' nün bedenini bana doğru çevirmesiyle, tam önünde durdum ve sarılmak için öne doğru eğildim.

"Tebrik ederim. Bir ömür mutluluklar dilerim."

"Canım benim" dedi Öykü eliyle sırtımı okşarken. Ardından "teşekkür ederiz" diyince ayrıldık. Hemen Alp' e döndüm.

"Tebrikler" diyip elimi uzattım ona doğru ve karşılık verip, "teşekkür ederim yenge" demesiyle, bir kez daha belli belirsiz bir gülümseme sergiledim. Yanlarından ayrılıp, masaya yaklaştım, Bahar, Nazlı ve tim ile vedalaşıp, tekrardan beni köşede bana bakarak bekleyen Ömer Asaf'a, çantamı omzuma alarak baktım. Yavaş adımlarla ilerledim yanına doğru. Düğün salonundan çıkmamız ile birlikte, ileride duran arabayı işaret etti. Ön yolcu koltuğunun kapısını benim için açarken, teşekkür ederek bindim.

O da şoför koltuğunda yerini alıp, arabayı çalıştırmasıyla yola koyuldu.

"Yarın hastaneye gitmeyeceğine göre, barınağa gidelim mi?"

Sorusuna karşılık, anlık bir duraklama yaşarken, onunla zaman geçirmenin ne kadar keyifli olduğunu fark edebiliyordum. Bu nedenle başımı salladım, "olur" dedim.

"Seni almamı ister misin?"

Aniden bir başka soruyla, başımı hızla olumsuzca salladım, "ben gelirim" dedim arkama daha rahat yaslanarak. Başını salladı, arabayı daha hızlı ve dikkatli sürdü. Tanıdığım araba sürücülerinden daha iyi sürüyordu. Normaldi. Sonuçta o bir asker ve ne büyük arabalar, tanklar sürmüştür şimdi.

Yol boyunca ikimiz de sessiz kalırken, bizim sokağın başına gelince, sokağa girmedi ve durdu. Tebessüm ederek döndüm ona.

"Teşekkür ederim."

"Rica ederim. Yarın haberleşiriz."

Başımla onayladım onu, arabadan indim. Benimle birlikte o da indi. Ben arabanın diğer tarafına doğru adımlarken, o arabanın arka kapısını açıp, siyah poşetin içinde yer alan kıyafetlerimi ve ayakkabılarımı poşetle çıkartıp, kapıyı kapatarak bana uzattı. Elinden aldım, gülümseyip ona arkamı döndüm ve apartmana doğru yol aldım. Hava henüz kararmış değildi ama sokak lambaları yanmıştı. Ben apartmanın önüne gelene dek o orada bekledi; apartmana girince, o da arabasına binip uzaklaştı. Ben gidene dek anlaşılan oradan ayrılmamıştı. İçim kıpır kıpır olurken, merdivenleri hızlı hızlı çıkıp, çantamda ki anahtarımla kapıyı açtım ve evin içerisinde oluşan sessizliğe bir anlam vermeye çalıştım. Salondan gelen hıçkırık sesleri hızla ayakkabılarımı çıkarmama ve içeri girmeme neden oldu. Salona doğru ilerledim, koltukta oturan, göz yaşlarıyla birbirine bakan aileme baktım.

"Ne oldu?"

Babam koltukta oturmuş, sessiz sessiz önüne bakarak ağlarken, annem bir yanına, abim ise diğer yanına oturmuştu. İlker ve ablam yan yana oturmuş, gözlerinden akan yaşları silerken, nefesimi daha da çok tuttum. Erkek kardeşim annemin dizlerinin yanında oturmuş, herkese aval aval bakarken, abimin babamın sırtını okşayan eline odaklanıp, tekrardan sordum.

"Ne oldu? Birine birşey mi oldu?"

Sormuş olduğum soru babamın ağlayışını daha da kuvvetlendirdi. Ne için ağlıyorlardı? Ne için hepsi ağlıyordu?

"İlker?" dedim İlker'e bakarken. Eda yengemin mutfaktan bir sürahi ve bardakla, gözü yaşlı bir şekilde çıkmasıyla dayanamayıp yüksek sesle sordum bu sefer.

"Biri birşey söyleyebilir mi!?"

"Deden..." dedi annem ve göz yaşlarıyla ekledi. "Vefat etmiş."

Sert yutkunuşum boğazıma otururken, cümlenin vermiş olduğu denge sarsıntıyla ayakta durmaya çalıştım. Herşeyden çok sevdiğim, neredeyse vakit buldukça arayıp nasıl olduğunu sorduğum, onu çok özlediğim ve son zamanlarda bir kez bile görmemiş olduğum dedemin, babamın babasının vefat etmiş olması, bedenime batırılan büyük bir iğnenin vermiş olduğu acıdan daha ağırdı. Sanki kalbimin üzerine bir iğne batırılmış, nefes almama engel oluyor gibiydi.

Gözlerimin içi sızlarken, dayanamayıp izin verdim akmakta olan yaşlarıma. Ellerim ağzıma kapandı, bedenim ayakta durmakta güçlük çekti. Nefes almakta zorlandığımı fark edip, göğsümün hiddetle inip kalkmasını fark eden Eda'nın "otur şöyle" diyerek omuzlarıma dokunmasıyla ellerimi sıkı sıkıya bastırdım ağzıma.

Gözyaşlarım ardı ardına yanaklarımdan, ağzıma sıkı sıkıya bastırmış olduğum avuçlarımın kenarlarından süzülüp, yerdeki yün halının üzerine düşerken, dudaklarımdan çıkan küçük bir hıçkırığa engel olamadım.

Abimin ayağa kalkması, yanıma adımlamasıyla elleri, ağzımı sıkı sıkıya kapatmış olduğum ellerimin bileklerine dokundu. Çekmeye çalıştı ama istemeyerek, göz yaşlarıyla başımı her iki yana salladım ve sıkı sıkıya bastırmaya devam ettim. O pes etmeyip, ellerimi güçlükle ağzımdan çekip, kollarını bedenime dolamasıyla hıçkırıklarım yükseldi evin içinde. Kollarım sırtına dolandı, başım göğsüne yaslandı ve benimle birlikte diğerlerinde hıçkırıkları yükseldi. Öylece tüm herkes acıyla ağlamaya devam ederken, abimin "başımız sağolsun" demesi, gözyaşlarımın akmasına, hıçkırıklarımın çoğalmasına neden oldu.

Küçükken, bir kez olsun dediğimi ikiletmeyen, sevgisini hiç bir torunundan eksik etmeyen, ne olursa olsun hep güler yüzlü olan dedemin şuan aramızda olmaması canımı yakmaya devam ederken, sıkı sıkı sarıldım abimin beni saran bedenine. Saçlarımı okşayışı, çenesini saçlarıma dokundurmasıyla yutkundum.

Hayattan bir kişi daha eksildi, canımızdan bir can daha koptu. Ve ben işte her iki dedemi de kaybetmiş oldum. Hem anneannem, hem babaannem. Küçükken kaybetmiş olduğum dedem. Şimdi ise babamın babası. Artık benim ne dedem vardı ne nenem. Hayat dördünüde aldı bizden.

🎻

Uçağın gürültülü kalkışı midemi alt üst ederken, arkama daha sıkı yaslandım ve yanımda oturan abimin omzuna başımı yasladım. Hemen yan tarafta oturan Eda'nın kucağında ki Selim' e baktım, uzanıp onu kucağıma almak istedim. Eda bunu anlamış olacak ki gülümseyerek abime uzattı Selim' i. Abim de bana.

Onu kucağıma aldım, uçağın camından bulutları gösterdim. Kucağıma oturtup, camdan bakmasına neden oldum. Tam beş aylık olmuştu. Ömer Asaf ile tanışmamızın ardından tam bir ay geçmişti. Dedemin ani vefat etmesi, ona haber vermeyişimi, yarın barınağa gelemeyeceğimi yazamamıştım. Uçaktan inince, aklıma gelir gelmez ona mesaj yazacaktım. Unutmak gibi bir korkuya kapılırken, Selim' le oynaya oynaya uçağın inmesini bekledim.

Ablam okulların kapanmasından dolayı o da bizimle gelmişti Sivas' a.

Aradan geçen bir saatin ardından piste inen uçaktan, sırayla indi tüm yolcular. Bizi almaya gelecek olan Ahmet dayım, bizi havaalanı çıkışında bekliyor olacaktı.

Abim oturduğu koltuktan ayaklanıp, Selim' in yukarıya, el bagaj kısmına koymuş olduğu pusetini çıkartarak, Selim' i kucağımdan alıp içine yerleştirdi. Annem, ablam, İlker, babam ve erkek kardeşim uçaktan merdivenleri kullanarak inerken, Eda ve abim Selim' i dışarının fazlasıyla esiyor olmasından dolayı sıkı sıkı giydiriyordu. Hosteslerden birinin yardımcı olmasıyla, abim Selim'i pusetiyle alıp, uçaktan inmek için kapıya yöneldi. Ben ve Eda arkadan onu takip ederken, cebimden telefonumu çıkardım ve saatin gece iki olduğunu fark ettim.

Selim gözleri açık, pusetin içinde kendi kendine ağız sesleri çıkarırken, buruk bir şekilde gülümsedim ve internetimi açtım. Ömer Asaf' a gece gece mesaj yazmayıp, yarın sabah yazacağıma karar vererek telefonumu çantama attım.

"Bagajları alalım" dedi İlker havaalanına girerken. Abim başını sallayarak arkadan ilerlerken, ablam babamın koluna girmişti. Koluna girmiş ve yürümesine yardımcı oluyordu. İçinde ki acıyla rahat rahat yürüyemiyordu bile.

Havaalanından bagajları alıp, çıkışta bizi bekleyen uykulu dayımın gözlerine baktım. Buruk bir şekilde gülümsedi, annemle, babamla selamlaştı. Biz de gülümseyip, ona selam verirken, abimler bagajları arabanın arkasına yerleştiriyorlardı. İlker ve abim arkaya, arkası açılan arabanın bagaj kısmına geçerlerken, babam dayımın yanına ön yolcu koltuğuna yerleşti. Dayım da şoför koltuğuna yerleşmiş, ben, ablam, annem ve Eda' da arkaya sıkışmıştık.

"Hoş geldiniz, başınız sağolsun enişte" diyen dayıma, babam başını sallayarak teşekkür etti.

Memleketimin burnuma gelen toprak kokusu, beni buruk bir şekilde tebessüm ettirdi. Dedemin sağ olmasını herkesten çok isterdim. Onun sağ olmasını, buraya onu toprağa defnetmek için değil de görmeye gelmek için gelmeyi çok isterdim. Ama olmadı. Kader böyle birşeydi.

Bir gün varız, yarın belki de yokuz...

Bölüm Sonu...

Ben yazarken biraz hüzünlendim gerçekten. Umarım siz iyisinizdir.

Nasıl buldunuz yorumlar yazın arkadaşlar.

Ömer Asaf' ın İkra' ya olan konuşmaları sizce nasıl?

Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere, hoşçakalın; kendinize iyi bakın.

Beni takip etmeyi unutmayın ;) 😉

Loading...
0%