Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm -&- Sivas Topraklarında Özlem

@lorensi

Yine ben yine ben. Nasılsınız sevgili okurlarım. Umarım iyisinizdir. Bir bölümle daha geldim yanınıza.

Sonra ki bölümlerin hepsini stokladım canlarım.

Bu bölümde baya güzel ve keyifli.

Şimdiden...

...Lorensi size keyifli okumalar diler...

Bölüm Dokuz - Sivas Topraklarında Özlem

Bir hafta sonra...

Sessizliğin hakim olduğu köy evinde, günlerdir baş sağlığı dilemek için gelen giden çok insan, akraba vardı. Her gün, neredeyse her saat oturduğum bir an bile yoktu. Dedem için gelen misafirlere, helva ve çay veriyor, onları evimizin iki katlı olmasından dolayı erkekleri yukarı kata alıyorduk. Kadınlar aşağı katta annemlerle sobbet ederken, ben ve Eda çay dağıtıp duruyor, neredeyse çay yetiştirmeye çalışıyorduk. Baş sağlığına mı, yoksa çay içmeye mi gelmişti köy halkı hiç bir şekilde anlayamıyorum.

"Abla? Dedem nerede?"

Aniden kulaklarıma ilişen Kerem' in sesiyle yutkundum. O daha çok küçüktü. Beş yaşında. Kim bilir büyüyünce dedemi bile hatırlamayacaktı. Biliyorum sadece fotoğraflar ile sevecekti. Benim anneannemi nasıl fotoğraflarla sevdiğim gibi, o da fotoğraflarla sevecekti dedesini.

Gözlerimin içi sızlamaya başlarken, kadınların tüm bakışları Kerem' e kaydı. Elimde ki boş çay tepsisini Eda'ya uzatıp, onun almasıyla erkek kardeşimin önünde dizlerimin üzerine çöküp, ellerini tuttum.

"Dedem nerede abla? Ben neden göremiyorum?" diye sordu bu seferde.

Yutkundum. "Deden cennete gitti birtanem."

Kaşlarını çattı, düşünür gibi bir yüz ifadesi takınıp, "cennet neresi?" diye sordu.

Dudaklarımı ıslattım, ellerinin tersini okşadım. "Cennet, herkesin gideceği çok güzel bir yer. Deden şimdi oraya gitti, bizi bekliyor."

"Tamam. Biz de gidelim dedemin yanına. Ben onu çok özledim."

Gözlerimden birer yaş yanaklarımı bulup, aşağı doğru süzülürken, titrek bir nefes alıp, başımı önüme eğdim ve tekrar ona kaldırdım. Bir elimle elini tutarken, diğeriyle hızla göz yaşlarımı sildim.

"Biz şuan oraya gidemeyiz. Deden de bize gelemez. Ama ileride mutlaka gideceğiz canım, anlaştık mı?"

Dudaklarını birbirine yasladı, başını istemeyerek salladı.

"Tamam."

Arkasını döndü, evin kapısından, dışarıda koşuşturan çocukların arasında kayboldu. Elbisemin cebinde titreyen telefonum ile kaşlarımı çattım, arayanın kim olduğuna bakmak için ayağa doğrulup, cebimden çıkardım.

Ömer Asaf arıyor....

Ona durumdan bahsetmemiş, sadece bir haftalığına şehir dışına çıkmak zorunda kaldığımı söylemiştim. Ne kadar nedenini bilmek istese de, söylememiş, bana zaman vermesi gerektiğini belirtmiştim. Şimdi ise elimde ki telefon buraya geldiğimden beri ikinci kez çalıyordu. İkinci kez Ömer Asaf arıyordu beni.

Eda yönünü mutfağa çevirirken, ben derin bir nefes alıp, evden balkona çıktım ve kapıyı kapadım. Etrafta kimsenin olup olmadığını kontrol edip, hala çalmakta olan telefonu açıp kulağıma yasladım.

"Alo."

"Nasılsın?"

Derin bir nefes aldım. "İyiyim. Sen?"

"Sesin kötü geliyor. Ne olduğunu hala söylemedin, ve inan senin için endişeleniyorum."

Benim için endişeleniyor olması beni içten içe memnun ederken, pek fazla tepki veremedim.

"Ömer Asaf?"

Gözlerimin içi sızladı. O ise bir müddet sessiz kalıp, ardından dudaklarını araladı.

"Efendim."

Şuan dedemin taziyesinde onunla konuşacak gücü kendimde bulamıyorum. Bu nedenle dudaklarımı istemeyerek araladım.

"Şuan konuşmayalım. Seninle konuşacak gücü kendimde bulamıyorum. Seninle konuşacak vakti de kendimde bulamıyorum. Beni anla lütfen. Ve beni bir daha arama. Açmakta zorlanıyorum, burası çok kalabalık. Mardin' e ne zaman döneceğim bile belli değil" dedim ve gözlerimin sızlamasına engel olamadım.

"Rahatsız ettiğim için kusura bakma" dedi sesinde ki üzüntüyü zerre gizleme gereği duymayarak.

Yanlış anlamasından korktum. Beni yanlış anlamasından o kadar çok korktumki, öyleki kalbim acıdı. İlk kez kalbimin acıdığına, bir erkek için attığına şahit oldum.

"Bana ne olduğunu söylesen, ona göre davranabilirim. Ama sen söylememekte ısrar ediyorsun. Yanlış bir davranışta bulunduğumu düşünmüyorum ama oldu ki öyle, özür dilerim. Benim için sorun değil. Şunu bilmeni isterim İkra. Sana değer veriyorum. Ve inan sana her baktıkça hızlanan kalbime anlam veremiyorum."

Cümleleri küçük bir göz yaşının yanaklarıma süzülmesine neden olurken, dedikleri ne kadar çok kalbime iyi geliyor olsa da benim ona söylediklerim canımı yaktı.

"Kusura bakma. Kapatmak zorundayım."

"Estağfurullah. Hoşçakal."

Görüşürüz demedi. Acaba benimle görüşmekten vaz mı geçti? Hoşçakal dedi. Hoşçakal demek ne demek? Hoşça -kal. Hoş kal demek. Kafam allak bullak olurken, telefonu hiç birşey demeden yüzüne kapadım.

Kapadım ve sanırım olmayan herşeyi bitirdim.

🎻

Yazar

Ömer Asaf telefon kapanır kapanmaz, nedense gözlerinin sızlamasına engel olamadı. Oturduğu çardakta arkasına yaslandı, sağ ayağı istemsizce inip kalkmaya başladı. Derin bir nefes aldı, İkra' nın neden böyle birşey yaptığına anlam veremedi. Neden böyle konuştuğuna anlam veremedi. Neden öyle şeyler dediğine, bir daha neden görüşmek istemediğine anlam veremedi. Ona o kadar bağlanmışken, sesi, gözleri, o dudakları Ömer Asaf' ın hafızasına bu kadar erken kazınmışken, neden böyle birşey dediğine anlam veremedi.

Canı yanmıştı. Belki düşmandan ona sıkılan kurşun bu kadar acıtmazdı canını. Belki bu kadar üzmezdi onu. Belki de bu kadar içinde ki yangını körüklemezdi. İkra' ya nedenini bilmeksizin, onun o yeşil bakışlarına bu kadar bağlanmışken, onun konuşmayalım demesi kırmıştı Ömer Asaf' ın onun kalbine bağlanmış kalbini.

Oturduğu yerden kalkacağı vakit yeni evlenmiş olan, Bayırlı ve Öykü' nün ona doğru yaklaşıyor olduğunu fark edince, değişik bir tepki vermeyip, yüzünde ki moral bozukluğunu belli etmemeye çalışarak arkasına yaslandı.

"Komutanım."

Bayırlı selam verip, komutanının selamını da alıp, eşinin oturmuş olduğu yere komutanının onaylayan bakışlarıyla oturdu.

"İyi göremedik sizi?" diye sordu nedenini anlamaya çalışır gibi. Derin bir nefes aldı, ardından arkasına yaslandı komutanı gibi.

Ömer Asaf önüne bakmaya devam ederken, derin bir iç çekip, Öykü' nün "bir sorun mu var Ömer abi?" diye sormasıyla Ömer Asaf tekrar konuşmadı. Kısa süre sonra dudaklarını araladı.

"Yok" dedi ve ekledi. "Yok bir sorun."

Bir sorun olduğunu çok net bir şekilde fark eden ikili, birbirlerine bakıp, tekrardan dertli görünen Ömer Asaf' a döndü.

"İkra dönmedi mi hala?" diye sordu Öykü bu sefer.

Ömer Asaf onun ismini duyar duymaz gözlerinin sızlamasına engel olamadı. Öne doğru eğildi, dirseklerini dizlerine yaslayıp, ensesini her iki elinin arasına alarak başını önüne eğdi.

"Dönmedi" dedi ve ekledi. "Dönmeyecek gibi."

"Yapma ya" dedi Bayırlı dudaklarını birbirine bastırırken. Eşine baktı, Öykü' nün Ömer Asaf' a bakan bakışları, Alp ona döner dönmez birbirini buldu.

Öykü ve Bayırlı Ömer Asaf' a içli içli bakarken, Ömer Asaf'ın ayağa kalkmasıyla Bayırlı' da kalktı.

"Dışarı çıkacağım. Acil bir durum olursa haber verirsiniz."

Bayırlı başını salladı, komutanına selam verip, Ömer Asaf'ın oradan ayrılmasıyla ikili bir kez daha birbirine baktı.

"İyi gözükmüyor" dedi Öykü asker adımlarıyla ilerlemeye devam eden Ömer Asaf' ın arkasından bakıp, eşine dönerken.

"Seviyor güzelim. Kapılmış o kıza belli. Açık açık dile de getiriyor. Niye birden böyle oldu anlamadık biz de" diyince Bayırlı, Öykü "ben İkra' yı arasam mı?" diye sordu.

"Şimdi arama. Anlaşılan komutanım az önce konuşmuş haline bakılınca. Yarın öbür gün ararsın."

Öykü eşini başıyla onayladı, eşinin beline dolanan koluyla askeriyenin bahçesinden, askeriyeye ilerlediler.

Ömer Asaf üniformasını değiştirip, askeriyeden çıkarken, kendini hiç beklemediği bir anda sokaklarda yürürken buldu. Arabasını dahi yanına almadı. Yalnız kalmaya, kendiyle dertleşmeye ihtiyacı vardı. Bunun o da farkındaydı.

Elleri cebinde, sokaklarda yürümeye devam ederken, aklında, hafızasına kazınan sadece o yeşil gözler vardı o kadar. O yeşil gözleri unutamıyor, aklından çıkaramıyordu. İkra buraya gelince onunla bir daha konuşur mu onu bile bilmiyordu. Tek isteği onun buraya gelmesi ve her zaman bakarken hızlanan kalbinin tek nedeni olan o yeşil gözlerine bir kez daha bakabilmesiydi.

Derin bir nefes aldı, anlam veremediği bir anda bir başka hayal kurdu. İkra' yla evleniyor olması, kapıda onu karşılayan bir eşe sahip olduğunu hayal etti. Herşeyin onunla paylaştığı ve sadece ondan çekinmediğini hayal etti. Böyle bir eş nasip olur mu? diye sordu kendi kendine. İkra' nın ona bakınca gülümseyen yüzünü gözlerinin önüne getirdi ve yutkundu.

"Ne güzel bir hayal" dedi içten içe ve ekledi. "Acaba gerçek olur mu?" diye.

🎻

Sivas'ta saat akşam yediyi bulmuştu.

Tüm gün baş sağlığına gelip giden dedesinin tanıdıklarına helva ikram etmekten, sürekli her tarafa koşup durmaktan yorulan İkra, kendini halsiz bir şekilde balkonda yer alan koltuklardan birine bıraktı, elinde ki telefondan WhatsApp'a girdi. Ömer Asaf' ın profiline tıkladı, gözlerinin sızlamasına engel olamadı. Dirseğini, balkon mermerinin üzerine yasladı, avucunun içine başını yaslayıp, mermerlerin üzerinde yer alan balkon korkuluklarına değdirip, öylece baktı elinde ki fotoğrafa içli içli.

Ömer Asaf herhangi bir piknik sandalyesine oturmuş, elinde ki kitapla ekrana bakıp gülümsüyordu. Fotoğraf adeta İkra' ya gülümsüyor gibiydi. Sanki kırk yıllık erkek arkadaşından ayrılmış hissediyordu kendini. Lakin sadece bir aydır onunla konuşuyor, yaz ayına birlikte girmiş olmanın heyecanı vardı içinde. Aşık olduğu adamla bir mevsim değişmek, ve o günler boyunca Ömer Asaf' ın sürekli karşısına çıkıyor olması onun hoşuna gidiyordu. Ondan ayrılmış hissediyordu. Oysaki Ömer Asaf' a hislerini bile söyleyememiş onun ne hissettiklerini öğrenememişti.

Mardin' e ne zaman gideceği hakkında hiç bir fikri yoktu. Babası bu kadar üzgünken, İkra' nın Mardin'e gidecek olması biraz garip dururdu. En azından köydekiler, babasını burada bırakıp, daha dedesinin kırkı çıkmadan bırakıp gitti diye. Oysa bir haftaya dek, geri dönmesi, hastaneye gitmesi gerekiyordu. İşinin başına dönmesine ihtiyacı vardı. Ömer Asaf' ı görmesine ihtiyacı vardı. Ondan özür dilemeye, kalbini -emin ki kırmış- kırdığı için özür dilemesi gerekiyordu. Ona dedesinin öldüğünü söylemesi gerekiyordu. Ama o kimseyle konuşmak istemiyor, üzüntüsünü Ömer Asaf' a yansıtarak çıkartıyordu.

Derin bir nefes aldı, açılan balkon kapısıyla elindeki telefonun ekranını kapatıp, hızla elbisesinin cebine yerleştirdi gelen kişiye baktı.

Yengesi Eda'nın balkona girmiş olmasıyla, İkra' nın dertli olduğunu fark edip, dudaklarını birbirine bastırdı ve "yanlış zamanda mı geldim?" diye sordu.

İkra oturduğu yerde daha rahat bir pozisyon alıp, "hayır" dedi ve "otursana" diye ekledi.

"İyi görmedim seni bugün" diyip, İkra' nın karşısında yer alan Eda, arkasına yaslandı.

İkra başını olumsuzca sallayıp, "iyiyim, dedem için üzülüyorum" dedi. Doğruydu. Dedesi için üzülüyor ve bunu Ömer Asaf' a yansıtıyordu. Zaten böyle bir günde, buraya dedesi için gelmişken başka kim için üzülebilirdiki.

"Benim bir dedem var mı bilmiyorum. Bu yüzden seni, Barış'ı, ve babanı anlayamam. Sizi anlayamam çünkü daha önce kimseyi kaybetmedim. Kimseye dede diyemedim.

İkra' nın yüzünde hüzünlenen ifade daha derin bir hal alırken, "sanki bir yanın eksilmiş gibi hissediyorsun" dedi Eda'ya. Ardından sızlayan gözleriyle ekledi.

"Sanki hayat bitmiş gibi ama devam ediyor."

Eda onu başıyla onayladı, uzanıp İkra' nın ellerinden birini tutup okşadı.

"Atlatacağız. Birlikte. Barış çok üzgün. Yanına gitmek istiyorum ama yanlış birşey söylerim diye korkuyorum."

İkra buruk bir şekilde gülümsedi, ardından elini tutmuş olduğu Eda'nın elinin üzerine eline koydu.

"Sen abimin yanında ol. Dedeme çok düşkündü o. Belli etmemeye çalışıyor ama emin ol ağlayacak bir omuz arıyordur."

İkra' nın kurmuş olduğu cümlelere karşı, Eda öylece baktı görümcesine. Baktı ve gülümsedi.

"Ben Barış' ın yanına gideyim o zaman. Zaten Selim' i uyutmaya çalışıyordu, yardımcı olayım." İkra dudaklarını birbirine yasladı, başını olumluca salladı ve Eda'nın yerinden kalkıp, balkondan çıkışını izledi. O çıkar çıkmaz, kendini arkasına yasladı, ardından tekrar elinde ki telefonun ekranını açıp, Ömer Asaf' ın gülen yüzüne bakmaya devam etti. Seyretti ve her bir zerresine ayrı ayrı bakıp tebessüm etti. Başını tekrardan korkuluklara yaslayıp, dakikalarca o fotoğrafa bakıp durdu. Ona nasıl tutulduğunu, nasıl kapıldığının farkına bir kez daha vardı.

🎻

İkra Şanlı

Aradan bir kaç gün daha geçmişti. Ömer Asaf bu günler içinde ne bana bir mesaj yazmış, ne de bir arama göndermişti. Hastaneyi aramış, önce başhekimden izin almış, ardından Yusuf hocama bildirmiştim. Zaten kendiside bir haftaya kadar gelemeyeceğini, annesinin durumunun kritik olduğunu bildirmişti. Günlerdir köyde, hala gelip gitmekte olan misafirlerin başsağlığını dinliyorduk.

Yine her zamanki gibi evin salonunda oturmuş, bu sefer kimse yoktu. Ailemle birlikte oturmuş ve babamın kararını dinliyorduk. Ne karar vereceğini, ne zaman gideceğimizi. Kimse bilmiyordu.

"Barış" dedi nihayetinde konuşan babam.

Abim babama döndü, yaslanmış olduğu koltuktan sırtını çekip, öne doğru doğruldu.

"Sen İkra' yı, eşini al dön. Biz bir müddet daha kalalım burada. İlker ve Sedef yanımızda olur. Hem oğlun var senin. Geceleri soğuk oluyor, hastalanmasın" dedi ve Sedef' e döndü.

"Seninde okulun eğer sorun olacaksa sende kardeşlerinle git güzel kızım." Ablam başını olumsuzca salladı, "okul kapandı ya baba" dedi.

Babam ablama öylece bakıp, "doğru ya" diyerek başını önüne çevirdi. Bu üzüntü ona unutkanlık eklemişti bu sıralarda. Babamın üzerinde gezinen bakışlarımı abime çevirdim.

Abim babamın sözünü hiç bir zaman ikiletecek bir evlat olmadı. Ne kadar da çok gitmek istemese de, bana ve eşine bakıp, başını onayla salladı.

"Tamam baba. Biz bu akşam çıkalım yola o zaman" deyince eline telefonunu aldı, "bilet alayım" diyerek bir kaç siteye girdi. Yanımda oturan babam sırtımı okşamaya başladı.

"Sen git kızım. Hastanede işinin başına dön. Biz de bir kaç güne geliriz." Babamı ister istemez başımla onayladım. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve yanımda oturan Eda'ya dönüp, fısıldadım.

"Biz eşyalarımızı toplayalım."

Beni başıyla onayladı, ayağa kalktık. Birlikte eşyalarımızı toplamak için odaya girerken, hızlı hızlı toplamaya başladık. Erkek kardeşim Kerem ise yine her zaman ki gibi köyün çocuklarıyla dışarıda koşuştururken Eda'yla hızlı hızlı eşyaları toplamaya devam ettik. Kız arkadaşım Akel, dün bana mesaj atmış ve ne zaman dönecek olduğumuzu sormuştu. Bugün bilmiyorum demiştim ona ama şuan biliyordum. Abimin odaya girip, "bu akşam gece bire aldım bileti" demesiyle öğrenmiştim ne zaman, kaçta gideceğimizi.

Başımla abimi onayladık, onun odadan çıkmasıyla biz de tüm eşyaları halledip, odadan Eda'yla birlikte çıktık. Son kez Sivas'tan gitmeden önce, anneme haber verip dışarı çıkmıştım. Köyün içerisinde, üstüme geçirmiş olduğum açık mavi ve hafif desenli elbisemin askılıklarını düzeltip, köyde yürümeye devam ettim. Elimde ki telefondan, Ömer Asaf' ın mesaj yazıp yazmamış olmasına bakıp duruyor, dudaklarımı büzerek telefonumu önüme indiriyordum.

Taşlı yollarda yürümeye devam ederken, yan taraftan işittiğim sesimle adımlarım yerinde durdu.

"İkra?"

Gülçin ablanın, elinde kovalar ve bacaklarında ki şalvar ile bana doğru yaklaşıyor olmasıyla onu geldiğimden beri ilk kez görüyor olduğumu fark ettim. Başına örtmüş olduğu eşarpı o kadar güzel bağlamıştı ki, ayağında ki lastik ayakkabıların rengiyle harika bir uyum sağlamıştı. Elindeki kovaları tam önüne bıraktı, nefes nefes doğruldu ve "hoş geldiniz kızım" diyerek öne doğru eğildi.

Karşılık verip, ona sarılarak sırtını okşadım ve "hoş buldum" dedim. İkimizde geri çekildiğimiz vakit, onun eşarbını düzelterek, "başınız sağolsun" demesi ve ardından, "köyde değildim yeni geldim, taziyeye gelemedim" demesiyle buruk bir şekilde gülümsedim.

"Teşekkür ederim Gülçin abla. Siz nasılsınız?"

"İyiyiz kuzum biz de. İş güç işte, ahırdan geliyorum inekleri sağdım" dedi yerde ki kovaları eliyle gösterirken.

"Annenler evde mi?"

"Evdeler. Alt katta oturuyorlar."

"He tamam. Ben bir duş alıp, başsağlığına gideyim."

Onu gülümseyerek başımla onayladım, onun "hadi görüşürüz kızım" demesiyle başımı eğip kaldırdım ve "kolay gelsin" diyerek yanında ayrıldım; aşağı köye doğru yol aldım.

Taşlı yollarda yürümeye devam ede ede, köyün ağaçlık bahçesine girdim ve elimde ki telefona buruk bir şekilde bakıp, tekrardan bakışlarımı önüme çevirdim. Doğanın ve memleketimin güzel kokusu bana o kadar iyi geliyordu ki, buradan hiç gitmek istemiyordum. Ama babamın da neden Mardin' e takıntısı olduğunuda anlamış değildim. Gerçi eğer Mardin' de olmamış olsaydık, şuan elimde ki telefona bakıp, aklımı kendisiyle bozmuş olduğum üsteğmenden bir mesaj yahut bir arama bekliyor olmayacaktım.

Kendi kendime bahçenin içerisinde yürümeye devam ederken, bir kez daha "İkra" diye işitmiş olduğum ismimle yerimde durdum, omzumun üzerinden sesin sahibine döndüm.

Elleri cebinde, bana doğru gelen Cihan ile göz göze gelir gelmez, dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Nasılsın?"

Önümde durdu, sorusunu sordu. Başımı salladım, telefonumu önümde her iki elimle tutup, "iyiyim" dedim lakin sen diye sormadım. Kendisinden hiç haz ettiğim söylenmezdi. Aklını benimle bozmuş, yazın her köye geldiğimiz vakit dibimden ayrılmazdı. Öyleki, tatil için hastaneden iki haftalığına almış oldugum iznimin çabucak bitmesini ve Mardin' e geri dönmeyi dört gözle bekliyordum. Dedemin ölümünden neredeyse on gün geçmişti. Ön gündür ortalıklarda gözükmeyen Cihan, bugün gideceğim gün karşıma çıkıyordu.

"Ben de iyiyim" dedi düşüncelerimden sıyrılmama, bakışlarımı bir kez daha kendi üzerine çekmesine neden olurken.

"Güzel" diyip, yoluma devan edecekken, parmaklarının koluma dokunmasıyla hızla geri çekildim.

"Yavaş olur musun?" dedim kısık çıkan sesimle.

Parmaklarını çekti, elini indirdi. Gözleri gözlerime baktı. O koyu kahve gözleri ve kalın kaşları beni ürkütürken, bana olan duygularının farkındaydım. Ne yapmaya çalıştığınıda anlıyordum ama pas vermeyecektim. Benim kalbim ve aklımda bir başkasına aitti. Ve buradan döner dönmez ondan özür dilemekteydi.

"Kusura bakma. Korkuttum sanırım."

Gözlerimi devirdim, derin bir nefes alıp yanından ayrılmak istedim. Bir iki adım atacağım vakit, duyduğum ve işittiğim cümlesiyle midem alt üst oldu.

"Hazır buraya gelmişken babandan söz mü alsam?"

Bedenim korkuya kapıldı, ama anlık bir korkuydu sadece. Cümlesinin vermiş olduğu mide bulandırıcı hissiyle, sert adımlarım ona döndü ve bakışlarım etrafa bakındı.

"Sen..." dedim iğrenç ve tiksintinin bulaşmış olduğu sesimle. Etrafta gezinen bakışlarım tekrardan ona döndü.

"Buraya dedemin vefatı için gelmişken, ne sözünden bahsediyorsun?" dedim hafif sesimi yükselterek.

Dişlerini birbirine yasladı, bir iki adım öne doğru attı.

"Ne olmuş yani? Deden vefat etti, aradan bir buçuk hafta geçti. Hayat devam ediyor İkra. İzin ver hayatının bir parça-" demeye varmadan istemsiz bir şekilde yüzüne geçirmiş olduğum tokat ile kısa bir afallama yaşadı.

"İğrençsin!" dedim birinin bizi görmediğine içten içe dua ederken. Öfke yüzüne yayılırken, ellerinden birinin yumruk şeklini aldığını fark ettim. Dudaklarımı ıslattım, öfkeyle derin bir nefes aldım.

"Ben seni sevmiyorum, istemiyorum. Düş yakamdan anlıyor musun beni! İstemiyorum seni ben" deyip, ona arkamı döndüm ve arkadan bir kez daha onun o iğrenç sesini duydum.

"Bir iki hafta sonra Mardin' e geleceğim. Elinde sonunda benim olacaksın. Duyuyor musun!"

Mide bulantım daha da çok arttı, adımlarım daha da hızlandı. Cümleleri sadece midemi bulandırıyor, rahat nefes almama bile engel oluyordu. Küçüklüğünden beri kafayı benimle bulmuş, ne zaman köye gelsem gün yüzü vermemişti. Ben ise hep susup kaldım, görmezden geldim. Ama artık yapmayacağım. Onun karşısında susup, güçsüz bir kadın olarak görünmeyeceğim.

Günün ilerleyen saatlerinde, ben, abim, Eda ve yeğenim Selim ile annem ve ablamlarla vedalaşıp, dayımın bizi havaalanına bırakmasıyla teşekkür etmiştik. Saat on ikiydi, uçağın pistten kalkmasına henüz bir saat vardı. Uçağın giriş kapısına oturmuş, pusette mışıl mışıl yatan Selim' e bakıp gülümsüyordum. Abim ise önüne bakıyor, arada bir eşine bakıp buruk bir şekilde tebessüm ediyordu.

"Aç mısınız?" diye sordu hiç beklemediğim bir anda.

Uçakta yemek veriyorlardı ama ne abim, ne Eda, ne de ben alıyordum. Uçak sandviçlerini hiç bir zaman sevmedim. Defalarca uçağa biniyor olsam da bir kez olsun alma girişiminde bulunmamıştım.

"Eve gidince, güzel bir makarna yapar yeriz yatmadan önce" dedim buruk bir şekilde gülümseyerek.

İkisi de başıyla beni onaylarken, başımı abimin omzuna yasladım ve zamanın geçmesini sabırla bekledim. İlerleyen dakikaların ardından işitmiş olduğum anons ile abime baktım.

"Lütfen dikkat! İki bin yüz on altı Mardin seferi yolcu alımına hazırdır. Yolcularımızın, iki numaralı çıkış kapısında uçağa geçmeleri önemle rica olunur."

Anonsun ingilizcesini dinlemeden, ayaklanıp kapıya yaklaştık. Bavullarımızı uçak bagajına göndermiş, sadece ben ve Eda çantalarımızı almıştık yanımıza. İki numaralı çıkış kapısına doğru ilerleyip, sırayla bilet ve kimlik kontrolünden geçip, uçağın içinde yerlerimizi aldık. İner inmez babamın ara demesini sürekli kendi içimde tekrarlayıp duruyor, unutmamak için şans diliyordum.

Uçak tam bir de pistten havalanırken, daha fazla gözlerimi açık tutmayı başaramayıp, arkama yaslandım ve gözlerimi derin bir uyku çekebilmek adına kapadım.

🎻

Uçaktan inmemizin, taksiye binip eve gelmemizin ardından iki saat geçmişti. Annemleri arayıp, biz inene kadar uyumamış olmaları beni duygulandırmış olsada belli etmemeye çalıştım. Abim Selim' in pusetiyle odasına götürmesiyle, ayakkabılarımı çıkartıp eve girdim ben de. Derin bir nefes alıp, evin ferahlatıcı kokusuyla gözlerimi açıp kapadım.

"Ben bir paket makarna yapayım."

Eda'yı başımla onayladım, ardından köye gitmeden önce hazırlamış olduğum küçük çantamı elime alıp, odama ilerledim. İçeri girip, kıyafetlerimi hızla eşofmanlarımla değiştirdim ve yarın sabah duş almanın daha iyi olacağını düşünüp, odadan yengeme yardım etmek için çıktım.

Mutfakta kaynayan suyun içine makarna paketini boşaltıyordu. Duvara yapışık baharat kısmından tuzu alıp, biraz dökmesiyle abimde odasından çıkmıştı. Mutfağa girdi, masanın sandalyelerinden birini çekip, oturdu. Derin bir nefes alıp, ellerini masanın üzerinde parmaklarını birbirine geçirerek derin bir nefes daha aldı. İlerleyip, arkasında durdum ve kollarımı kaldırıp boynuna doladım. Başım direkt olarak omzuna yaslandı, dudaklarım yanağına dokundu.

"Kendine gelmen lazım" diye fısıldadım Eda makarna ile ilgilenirken. Başını usulca salladı, gülümsedi.

"Oğlun ve eşin için toparlanman lazım."

Bir kez daha beni başıyla onayladı, ardından "tamam" diye fısıldadı. Bir öpücük daha bıraktım yanağına ve masaya tabak kaşık çıkarmak için dolaba yaklaştım. Ne kadar yemek yemek istemesem de, ayakta durmak için yemek zorundaydım. Dedemin torunlarını böyle görmesi, onu fazlasıyla üzebilirdi.

Makarna pişer pişmez, masada yer alan tabakalara doldurduk ve yemeye koyulduk. Abim yavaş yavaş yiyor olsa da, yine de yiyor olduğunu görmek beni gülümsetiyordu. Her birimize birer bardak su da doldurup, tekrardan masaya oturdum ve salçalı-yoğurtlu makarnamı yemeye devam ettim. En sevdiğim yemek olabilirdi.

"Yarın önemli bir duruşmam var" dedi abim makarnasından bir çatal alırken. Ağzımda ki lokmayı iyice çiğneyip, yuttuktan sonra abime döndüm.

"Dikkatini topla, ve başarını göster. Sana inanıyorum, sen çok iyi bir avukatsın."

Buruk bir şekilde gülümsedi. "Üzüntümü dışarı yansıtmaktan korkuyorum."

Eda'yla kısa bir bakışma yaşayıp abime döndük.

"İyi geçecek. Kafandakileri bir süreliğine kenara boşalt ve sadece müvekkilinle ilgilen."

O bir kez daha bizi başıyla onaylarken, hızla makarnalarımızı yiyip, kirli tabaklarımızıda yıkayıp, odalarımıza çekildik. Başımı yastığa koyar koymaz, gözlerim gecenin karanlığından dolayı hızla kapandı ve yeni güne aralanmasını sabırla uyuyarak bekledi.

Bölüm Sonu...

Bir bölümün sonuna daha geldik. Yavaş yavaş ilerliyoruz okuduğunuz üzere. Ama daha neler neler yazacağım, yazmak için sabırsızlanıyorum. Gerçi yazdım ama paylaşmadım.

Başta da dediğim gibi bir sürü bölüm stokladım. Her hafta size bölüm atabilmek için geceleri en az bir, bir buçuk bölüm yazıyorum.

Bir sonra ki bölüm çok ama çok yakında sizlerle.

Sizce İkra' nın Ömer Asaf' a davranışı doğrumu , bence değil ama öyle olması gerekiyordu.

Şimdilik hoşçakalın, kendizine iyi bakın görüşmek üzere..

Beni takip etmeyi unutmayın. ;) 😉

 

Loading...
0%