@lorewalkerlavi
|
Laboratuvarın karanlık sessizliği patlamaya hazır bir gerilimle doluydu. Uluç, Nicole ve Kaan, kapının önünde duran mavi zırhlı devasa adamla göz göze geldiler. Gözlerinde donuk bir öfke parıltısı olan adam, elindeki devasa çekici yavaşça yere vurdu. Bu gürleyen darbe, zemini titretirken, odada yankılanan metalik bir sesle ekibin üzerindeki tehdit bir kez daha hatırlatıldı.
Uluç birkaç adım öne çıktı. Elleri, içindeki alev gücüyle hafifçe yanmaya başlamıştı. Nicole ve Kaan, hemen tetikte beklerken, Uluç duraksadı ve geri dönüp arkadaşlarına baktı. "Bu benim mücadelem. Geri durun," dedi, sesindeki kararlılık tüm odayı doldurdu.
Nicole, itiraz etmek üzere ağzını açtı, ancak Uluç’un bakışı onu durdurdu. "Bu adam... bu savaş, benim yüzleşmem gereken bir şey. Geri çekilin."
Kaan da tereddütlü bir şekilde başını salladı. "Peki, ama eğer işler kötüye giderse seni yalnız bırakmayacağız," diye yanıtladı. Nicole de istemeyerek geri adım attı, ama gözleri Uluç’tan bir an olsun ayrılmadı.
Mavi zırhlı adam hafifçe eğildi, gülümsemesi soğuktu. “Kendine fazlaca güveniyorsun,” dedi alaycı bir tonla. Çekiçle yere bir kez daha vurdu ve zemini daha da parçaladı. "Sen... bu güce sahip olan kişi. Bir sapma olarak bana karşı durabileceğini mi sanıyorsun?"
Uluç, ellerini sıktı. Avuçlarındaki alevler yoğunlaşmaya başladı. "Sen kimsin?" diye sordu, ama mavi zırhlı adam yanıt vermek yerine hızla saldırıya geçti. Devasa çekiç, Uluç’a doğru muazzam bir hızla indi. Uluç, son anda yana sıçrayarak darbeden kurtuldu. Çekiç zemine çarptığında yer titredi, derin bir krater oluştu. Bu saldırının gücü, mavi zırhlının ne kadar ölümcül olduğunu kanıtlamıştı.
Uluç, hemen toparlanarak alev kırbacını oluşturdu ve mavi zırhlı adama doğru savurdu. Ancak alevler, adamın zırhına çarpar çarpmaz geri sekti. Zırh, alevlere karşı neredeyse dokunulmazdı.
"Bu gücün bana işlemeyecek," diye güldü mavi zırhlı adam, gözlerinde acımasız bir parıltıyla. Bir kez daha ileri atıldı ve bu sefer çekiciyle doğrudan Uluç’a saldırdı. Uluç, kendini savunmak için ellerini ileri uzattı, ama bu sefer çekiç doğrudan karnına çarptı. Darbenin şiddetiyle Uluç geriye doğru savruldu ve duvara çarptı. Vücudunu saran acı dalgası, savaşın ne kadar zorlu olduğunu bir kez daha hissettirdi.
Nicole ve Kaan, Uluç’un düşüşünü izlerken öne atılmak üzereyken, Uluç elini kaldırarak onları durdurdu. "Hayır!" diye bağırdı. “Bu benim savaşım.”
Mavi zırhlı adam, ağır adımlarla Uluç’a yaklaştı. "Bu kadar mıydı?" diye alay etti, çekici tekrar kaldırarak son darbeyi indirmek üzereydi.
Ancak tam o anda, bir ses odayı doldurdu. “Yeter!” Aika, hızla odaya girdi ve gözlerinde kararlı bir ifadeyle mavi zırhlı adama doğru adım attı. “Dur!” diye emretti. O an odadaki herkes Aika’ya döndü. Mavi zırhlı adam bile kısa bir süre duraksadı.
Aika, nefesini kontrol ederek mavi zırhlıya yaklaştı. "Düşüncelerini kontrol edebilirim," dedi, sesi sakin ama güçlüydü. Mavi zırhlıya bakarak, "Sen de bir mutantsın," diye ekledi.
Nicole, Kaan ve Uluç, şaşkınlıkla ona baktılar. Aika, ilk kez güçlerini açıklıyordu. Mutantların düşüncelerini kontrol edebilme yeteneği, onu bu savaşta güçlü kılabilirdi. Aika, kararlı bir şekilde mavi zırhlı adama doğru yürüdü.
Ancak mavi zırhlı adam, hafifçe gülümseyerek başını salladı. "Senin güçlerin bana işlemez," dedi. "Ben bir sapma değilim." O an devasa çekiçle Aika’ya doğru ani bir hamle yaptı. Aika, beklemediği bu saldırıya karşı koyamadı ve bir hamleyle geriye fırladı. Sert bir şekilde duvara çarpıp yere düştü. Kaan hemen yanına koştu, ama Aika baygındı.
Uluç, Aika’nın yere düşüşünü izlerken içindeki öfke patlama noktasına geldi. Yerde diz çökmüş halde nefes almakta zorlanırken, mavi zırhlı adam tekrar ona yaklaştı. “Bu savaş burada sona eriyor,” diye fısıldadı mavi zırhlı adam ve çekici kaldırıp son darbeyi vurmak üzere hazırlandı.
Ancak tam o anda, Uluç ellerini X biçiminde kaldırdı. İçindeki enerjiyi tüm gücüyle serbest bıraktı. Elleri turuncu alevlerle kaplanarak devasa bir ateş kalkanı oluşturdu. Mavi zırhlının çekiçi, alev kalkanına çarptığında geri teperek Uluç’un oluşturduğu kalkanı aşamadı. Mavi zırhlı adam şaşkın bir şekilde geri çekildi.
Uluç ayağa kalkarken tüm bedeni alevlerle kaplandı. Gözleri turuncu ateşlerle yanıyordu. İçindeki güç kontrolsüz bir şekilde yükseliyordu, ama bu sefer onu tamamen serbest bırakmaya hazırdı. "Bu gücün sana karşı işleyip işlemeyeceğini göreceğiz," diye fısıldadı Uluç. Tüm vücudu alevlerle dolarken, mavi zırhlı adama doğru hızla saldırıya geçti. Alevler, bu sefer mavi zırhın içine nüfuz etti. Adam, geriye doğru sendeledi, ama hala savaşa devam etmeye çalışıyordu.
Mavi zırhlı adam birkaç adım geri attı, ama Uluç’un saldırıları durmadı. Alevler adamın her tarafını sardı ve zırhının içindeki kabloları yaktı. Uluç, içindeki tüm öfkeyi serbest bırakarak son bir alev darbesi savurdu. Mavi zırhlı adam bu darbeyle birlikte geriye doğru sendeledi. Ancak, bir an duraksadı, gözleri Uluç’a dikildi. Yavaşça havaya yükselmeye başladı. Alevler ona zarar verse de, hala savaşı bırakmamıştı.
"Bu savaş bitmedi," diye bağırdı mavi zırhlı adam, gökyüzüne yükselmeye başlarken. “Bir dahaki sefere, bu kadar şanslı olmayacaksınız.” Ardından, gözden kaybolana kadar yükseldi ve bir anda karanlık gökyüzünde kayboldu.
Uluç, derin nefesler alarak yere çöktü. Nicole ve Kaan hemen yanına koştu. "İyi misin?" diye sordu Nicole endişeyle.
Uluç, gözlerini kapatıp başını salladı. "Bu savaş bitmedi... daha yeni başlıyor," dedi ağır bir nefesle. Karşılarındaki tehlike henüz son bulmamıştı, ama bugün bir zafer kazanmışlardı. "Neden bunu yaptın, Aika?" diye sordu Uluç, sesi yumuşaktı ama içinde bir merak ve hayal kırıklığı vardı. "Güçlerin... onları ne zamandır biliyorsun? Bunu neden daha önce söylemedin?" Aika, bir an sessiz kaldı, ardından gözlerini yere indirdi. "Sana söylemek istemedim çünkü... çünkü ne olduğunu tam olarak ben de bilmiyordum," dedi. "Bu laboratuvarda tutsak kaldığım süre boyunca, güçlerim hakkında çok az şey öğrendim. Onları nasıl kontrol edeceğimi bilmiyorum. Ama o an... seni korumam gerektiğini hissettim." Uluç, Aika’nın söylediklerini dinlerken, bu kızın içindeki gücün ne kadar tehlikeli ve kontrol edilemez olduğunu hissetti. Aika’nın bu güçleri açıklamakta zorlanmasının sebebi, aslında kendisinin bile bu gücü anlamamış olmasıydı. Tam o anda Foley elinde bir tabletle yanlarına geldi. "Sanırım soruların bir kısmını bu cevaplayabilir," dedi Foley, tableti Uluç’a uzatarak. "Laboratuvarda bulduğum verilerden bazıları." Uluç, tableti aldı ve ekrana baktı. Tabletin içinde laboratuvarda yapılan deneylerin ayrıntılı raporları vardı. Ekranda, Aika’nın gücünü anlatan bir dizi veri ve analiz vardı. "Düşünce kontrolü, mutant zihinlere etki etme yeteneği..." diye mırıldandı Uluç, Aika’nın güçlerini öğrendikçe kaşlarını çattı. "Bu yüzden mi o adamı durdurabileceğini düşündün?" diye sordu Uluç, Aika’ya bakarak. "Düşüncelerine hükmedebileceğini mi sandın?" Aika başını salladı. "Evet... tüm mutantların düşüncelerini kontrol edebiliyorum. Ama onun üzerinde etkili olamadım. Ben de tam olarak ne olduğunu bilmiyorum, ama... o farklıydı. Bir mutant değildi." Uluç, Aika’nın sözlerine şaşırmıştı. "Farklı mı? Peki o zaman neydi?" Tam o anda, Uluç tabletteki başka bir dosya fark etti. İçinde, mavi zırhlı adamla ilgili veriler vardı. Dosyayı açtı ve adamın biyolojik analizlerine göz attı. "Bu imkansız..." diye mırıldandı. Ekranda açıkça non-mutant yazıyordu. Yani mavi zırhlı adam, bir mutant değildi. Aika’nın güçleri bu yüzden işe yaramamıştı. Daha da dikkatle incelemeye devam ettiğinde, bir isim gözüne çarptı: Kızılşaman. Uluç, bu ismi okuduğunda içini bir ürperti kapladı. Bu adam sadece sıradan bir savaşçı değildi. O, tehlikeli bir figürdü, büyük bir güce sahip olan biri ama mutant olmayan bir varlık. Kızılşaman’ın kim olduğuna dair daha fazla bilgi bulmak için dosyaları karıştırdı, ama çok az bilgi vardı. Sadece onun bu laboratuvarla bağlantılı olduğu ve bilinmeyen bir kaynaktan geldiği yazıyordu. Nicole, Uluç’un yüzündeki ifadeyi görünce yanına yaklaştı. "Ne buldun?" diye sordu. "Bu adam... bir mutant değil," dedi Uluç yavaşça. "Ama o kadar güçlü ki... Bize saldırmasının sebebi neydi bilmiyorum ama Kızılşaman denilen bu varlık, büyük bir tehdit. Hem de düşündüğümüzden çok daha büyük." Kaan, kaşlarını çatarak tablete baktı. "Eğer o bir mutant değilse, bu kadar büyük bir güce nasıl sahip olabilir? O zırh, o çekiç... bu işin içinde başka bir şeyler var." Foley, derin bir nefes aldı. "Daha fazla bilgi bulmak için burayı araştırmamız gerekirdi, ama artık çok geç. Tüm sistemler kapalı ve burada kalırsak, bu yıkımın içinde yok oluruz." Nicole başını salladı. "Haklısın. Buradan çıkmalıyız." Uluç, tableti kapattı ve ayağa kalktı. "Evet, burayı patlattık ve görevimizi tamamladık. Şimdi geri dönmeliyiz. Bu bilgilerle Saraybosna’da daha fazla çözüm arayabiliriz." Ekip, hızla toparlandı. Uluç, Aika’ya yardım ederek onu ayağa kaldırdı. Nicole ve Kaan ise laboratuvarın çıkışını gözleyerek tetikteydiler. Patlamalarla sallanan bu yerden bir an önce çıkmaları gerekiyordu. Koridorlardan hızla geçerken, patlamaların yankıları peşlerini bırakmıyordu. Uluç, Aika’ya dönerek ona hafifçe başını salladı. "Buradan çıkıp Saraybosna’ya döndüğümüzde, her şeyi yeniden konuşacağız. Güçlerin hakkında daha fazla şey öğrenmeliyiz. Eğer bu dünyada hayatta kalmak istiyorsak, hepimizin birbirine ihtiyacı var." Aika sessizce başını salladı. "Biliyorum," diye fısıldadı. "Daha güçlü olmalıyım. Eğer bir daha böyle bir şey olursa, seni koruyabilecek kadar güçlü olmak zorundayım." Uluç, Aika’ya kısa bir süre baktı, ardından yoluna devam etti. Ekip, nihayet laboratuvardan dışarı çıkıp açık havaya kavuştuğunda, üzerlerindeki baskı biraz olsun azalmıştı. Ancak geride bıraktıkları sırlar, içlerinde daha büyük bir huzursuzluk yaratıyordu. Saraybosna üssüne geri dönerken, Uluç’un aklı hala mavi zırhlı adamdaydı. Kızılşaman kimdi? Neden onlara saldırmıştı? Ve bu adamın mutant olmaması ne anlama geliyordu? Savaşları henüz sona ermemişti, hatta belki de bu sadece başlangıçtı. |
0% |