Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Mavi Zırlı Adam, Alkam

@lorewalkerlavi


Mirsat, mavi zırhının ağırlığını hissetmeden gökyüzünde süzülüyordu. Uluç’la olan karşılaşması düşündüğünden çok daha farklı sonuçlanmıştı. Genç adamın içinde taşıdığı güç, efsanelerde duyduğu kehanete çok benziyordu. "O çocuk…" diye düşündü Mirsat, öfkeyle yumruğunu sıkarak. "O benim sonum olabilir."

Zihninde yankılanan bu düşünce, onu rahatsız ediyordu. Yüzyıllardır yürüdüğü bu dünyada, şimdi birinin onu yok etme gücüne sahip olabilmesi kabul edilemezdi. Aşağıda patlamalarla sarsılan laboratuvarın dumanları hâlâ gökyüzüne yükselirken, Mirsat gözlerini ileri dikti. Hedefi belliydi. Mukaddes.

Mirsat, gökyüzünde hızla süzüldü ve bir sonraki anda bir dağın tepesindeki gizli sığınağın önüne iniverdi. Bu yer, eski bir taş yapının içine gizlenmiş, mermerlerden inşa edilmiş bir yapıydı. Yüzyıllar boyunca burada saklanmıştı, Mukaddes de yanındaydı. Yavaşça içeri girdiğinde, Mukaddes onu karşılamak için ayağa kalktı. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, soğuk bir ifadeyle ona bakıyordu.

"Beklediğin gibi gitmedi, değil mi?" dedi Mukaddes, dudaklarında alaycı bir gülümseme belirirken. "O çocuk seni zorladı."

Mirsat, zırhının içinden soğuk bir nefes aldı. "O çocuk düşündüğümden çok daha tehlikeli," dedi, sesinde hem öfke hem de tedirginlik vardı. "Onun gücü, kehanette bahsedilen güç. Bu dünyada bana rakip olabilecek biri varsa, o da Uluç."

Mukaddes bir adım daha yaklaştı, gözlerinde merak vardı. "Peki şimdi ne yapacaksın? Eğer o çocuk seni yenebilirse…"

Mirsat bir anda ona döndü ve gözlerinde parlayan öfkeyle konuştu. "Onu yok edeceğim!" dedi, sesi yankılanarak odayı doldurdu. "Bu dünyada bir yok edici varsa, o benim. Kehanetin asıl sahibi benim, kimse buna engel olamaz."

Mukaddes, Mirsat’ın öfkesini izlerken sessizce gülümsedi. Mirsat, yüzyıllardır bu gücü taşıyordu ve ona göre kehanetin gerçek sahibi kendisiydi. Ama Mukaddes, Mirsat’ın düşündüğünden daha fazlasını biliyordu.

"Sana bir şey sormama izin ver," dedi Mukaddes, sesini yumuşatarak. "Bunca zaman boyunca, yok edici olduğuna gerçekten inandın mı? Yoksa sadece kaderin seni bu yola ittiği için mi böyle oldun?"

Mirsat, bir an duraksadı. Bu soru onu rahatsız etmişti. "Ben, bu dünyanın yok edicisiyim," dedi sert bir sesle. "Mitlerde bahsedilen güçlü insan, yok oluşun elçisi benim. Kehanete göre, bu dünya benim ellerimde yıkılacak. Ve hiç kimse, ama hiç kimse bu kaderi değiştiremez."

Mukaddes, kaşlarını çattı. "Ama o çocuk, Uluç… Senin yok edici olmadığını kanıtlıyor, değil mi?" dedi, sesi derin ve dikkatliydi. "Kehanetin asıl sahibi o olabilir. Senin sonunu getirecek olan kişi o."

Mirsat bu sözlere daha da öfkelendi. Gözlerini kısarak Mukaddes’e doğru ilerledi. "Bu çocuk beni yok edemez. O bir sapmadan başka bir şey değil. Ama evet… O güç, beni tehdit ediyor. Onun gücü, mitlerde bahsedilen kehanetin bir parçası olabilir. Ancak ben bu kehaneti değiştireceğim."

Mukaddes, Mirsat’ın bu hiddetini izlerken sessizce ona baktı. Mirsat her ne kadar dünyanın yok edicisi olduğuna inanmış olsa da, Mukaddes onun bu yolda yalnız olduğunu biliyordu. Uluç, her ne kadar kehanetin diğer yüzünü taşıyor olsa da, Mirsat’ın geçmişi ve planları onu karanlık bir sona götürüyordu. Ve bu sona kimse engel olamayacaktı.

Mirsat, derin bir nefes alarak tekrar sakinleşmeye çalıştı. "Bu dünya, uzun zamandır benim için var oldu," dedi soğuk bir tonla. "İnsanlık, mermerlerin gücünü keşfettikçe yozlaştı ve bu yozlaşma benim işime yaradı. Sapmalar, mutantlar... Hepsi benim yolumda sadece birer araç. Ama o çocuk, Uluç, benim yolumda bir engel."

Mukaddes yavaşça başını salladı. "Peki, bu dünyayı yok etmek istiyorsun. Ama neden? Neden bu dünyayı yok etme gücünü kendine hak olarak görüyorsun?"

Mirsat, gözlerini karanlığa dikti. "Çünkü dünya yozlaştı. İnsanlık zayıf düştü. Mermerlerin gücüne sahip olanlar, güçsüz olanları ezip geçiyor. Ben, bu dünyayı baştan sona yıkıp, kendi düzenimi kuracağım. Çünkü kehanette söylendiği gibi, bu dünya yok olmalı. Ve ben de bu yok oluşun elçisiyim."

Mukaddes, Mirsat’ın bu açıklamalarını dinlerken, yavaşça arkasına yaslandı. "O zaman, her şey hazır olduğunda Uluç’un da yok edileceğinden emin misin?"

Mirsat’ın yüzünde kararlı bir ifade belirdi. "Evet. Onun gücünü yok edeceğim. Kehanet bana karşı duruyor olsa da, bu dünyada bir yok edici varsa, o benim."

Mukaddes, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. "O zaman senin yolun belli, Mirsat. Bu dünya ya senin ellerinde yok olacak, ya da senin sonun gelecek. Ama şunu bil ki, Uluç’un gücü sandığından çok daha tehlikeli. Onu hafife alırsan, kehanet seni yok eder."

Mirsat, bu sözleri duyduğunda gözleri parladı. "O çocuk, beni yenemeyecek. Onun gücü ne olursa olsun, ben bu dünyanın yok edicisiyim ve bu dünya, benim ellerimde yıkılacak."

Mukaddes, Mirsat’ın kararlılığını izlerken, bu savaşın sadece bir başlangıç olduğunu biliyordu. Mirsat, yüzyıllar boyunca kendini dünyanın yok edicisi olarak görmüştü, ama belki de kehanetler yanılmıyordu. Uluç’un yükselen gücü, Mirsat’ın sonunu getirebilir miydi?

Mirsat son bir kez karanlığa baktı, ardından Mukaddes’in yanından geçip odadan çıktı. Gelecek savaş, dünyayı değiştirecek ve kaderin belirlediği yok edici, ya Mirsat ya da Uluç olacaktı.

 

Loading...
0%