Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Simurg Uçuşu

@lorewalkerlavi

Nicole, Selanik üssüne yaklaştığında göğsünde büyüyen kaygı adımlarını hızlandırıyordu. Yolculuk boyunca Uluç’un nerede olabileceğini düşünmüş, aklında onun görüntüsü belirmişti defalarca. Her zaman yanında olan Uluç, bu kez orada değildi, ve Nicole bu eksikliğin ona ne kadar ağır geldiğini fark ediyordu. Terk edilmiş görünen Selanik üssüne vardığında bir an duraksadı, çünkü buradaki sessizlik ve ürpertici boşluk neredeyse içeriye girmesini engelleyecek kadar yoğundu.

 

Üssün kapısından adımını attığında, soğuk duvarlar ve terk edilmiş ekipmanlar ona kasvetli bir hava yayıyordu. Gergin bir şekilde koridorlarda dolaşırken, her köşe başında bir şeylerin gizlendiği hissi içini ürpertiyordu. Burada daha önce bile bulunmuş olmasına rağmen, Uluç olmadan her şey farklı görünüyordu. Nicole, içinde bir yerde ona kızıyordu. “Neden şimdi kayboldun? Neden yalnız bıraktın beni?” diye düşünüyordu. Zihnindeki öfkeyle derin bir nefes aldı, ama bu duygusal karmaşa içinde ilerlemeye devam etti.

 

Koridorların labirent gibi uzandığı bu terkedilmiş üs, dar ve karanlık geçitleriyle ona adeta klostrofobik bir kapanmışlık hissi veriyordu. Sanki her duvar ona daha da yaklaşıyor, içinde bulunduğu yalnızlık hissini daha da yoğunlaştırıyordu. Bu düşüncelerin ağırlığında ilerlerken, en alt kata yaklaştığında, sonunda su dolu bir haznenin içinde mahsur kalan Kaan’ı fark etti. Gözleri aniden parladı, ama aynı anda Uluç’un izini hala bulamamış olduğunu hatırlayınca içinde bir burukluk belirdi.

 

Hazneye yaklaştığında, bir yandan Uluç’u bulma arzusuyla gözleri çevreyi tarıyordu. Kaan’ın içindeki su seviyesi yükselmişti ve giderek çenesine ulaşıyordu. Nicole, kontrol panelinin yanına koştu, düğmelere hızlıca basmaya başladı. “Kaan!” diye seslendi, ama gözleri hala Uluç’u arıyordu. Panik içinde düğmelere bastı ama hiçbir şey olmadığını görünce kaşlarını çattı.

 

Kaan, hafifçe gülümsedi ve güçlükle konuştu. “Beni bulmaya mı geldin, Nicole? Ama... asıl Uluç’u arıyordun, değil mi?”

 

Nicole, gözlerini devirerek ona baksa da, içinde derin bir hüzün vardı. “Gerçekten bu durumda bile şaka mı yapıyorsun?” diye sordu. Parmakları hızla düğmelere basarken derin bir nefes aldı. “Seni buradan çıkarmam gerekiyor. Ayrıca, evet, asıl amacım Uluç’u bulmak,” diye ekledi, sesinde hafif bir kırılganlık vardı ama hemen kendini toparladı.

 

Kaan suyun yükseldiğini fark edince hafif bir endişeyle, “Eğer biraz daha hızlı davranmazsan, su seviyesi boyumu aşacak gibi görünüyor,” diye ekledi, ama sesinde hala bir alay vardı.

 

Nicole, parmakları titreyerek paneldeki son düğmeye bastı. Bir tık sesi duyuldu ve haznenin kapağı ağır ağır açılmaya başladı. Suyun boşalmasıyla birlikte Nicole derin bir nefes aldı. Ancak, Kaan’ın hareketsiz kaldığını görünce kalbi bir an yerinden fırlayacakmış gibi oldu. Birkaç saniye boyunca Kaan’ın hareketsiz yüzüne baktı. İçinde derin bir üzüntü belirdi; en son anda onu kaybetmiş olduğunu düşündü.

 

Tam bu anda Kaan aniden gözlerini açıp hafifçe gülümsedi. “Şaka yaptım, Nicole!” dedi, alaycı bir ifadeyle. Nicole’ün yüzü öfke ve rahatlamayla karışık bir hal aldı.

 

“Gerçekten... bunu yapman mı gerekiyordu?” diye homurdandı Nicole, ama gözlerindeki rahatlama gizlenemezdi.

Kaan gülerek başını salladı. “Ah, biraz eğlence katmam gerekiyordu. Sonuçta, zor bir gün geçiriyoruz,” dedi ve ciddi bir ifadeyle ekledi. “Ama gerçekten… beni bulduğun için teşekkür ederim, Nicole. Eğer gelmeseydin burada ne olacağını iyi biliyordum.”

 

Nicole derin bir nefes aldı ve başını sallayarak ona bakış attı. “Bir daha seni böyle görmek istemiyorum,” dedi yumuşak bir sesle. “Şimdi bize neler olduğunu anlat.”

 

Kaan duraksadı, gözleri ciddileşti. “Bu Zeynep’in işi. Beni buraya kilitleyip Uluç’u da yanına aldı. Sanırım bizi birbirimizden ayırmak istiyordu.” Nicole bu duydukları karşısında şaşırdı ama aynı zamanda öfkeyle yumruklarını sıktı. Zeynep’in planının ardında neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

 

İkili, ağır adımlarla en üst kata doğru ilerlerken sessizlik içinde birbirlerine destek olmaya çalışıyordu. Üst katlara çıktıkça, üste yayılmış cesetleri fark ettiler. Etrafta kendi askerlerinin yanı sıra, tanımadıkları yeşil zırhlı askerlerin de cansız bedenleri vardı. Bu görüntü karşısında Nicole’ün yüzü sertleşti.

 

Tam o sırada, telsizden bir parazit sesi yükseldi. Nicole hızla düğmeye basarak gelen çağrıyı aldı.

 

"Nicole, durumunuzu rapor edin," dedi Mirsait’in sert sesi.

 

Nicole, derin bir nefes alarak telsize konuşmaya başladı. “Komutanım, Selanik üssüne vardık. Burası terk edilmiş durumda ve büyük bir çatışma yaşanmış gibi görünüyor. Kaan’ı en alt katta, su dolu bir haznede mahsur kalmış halde buldum ve kurtardım. Ancak… Uluç’un sinyaline ulaşamadık; cihaz hasar görmüş gibi.”

 

Mirsait’in sesi daha düşünceli bir ton aldı. “Peki, başka bir şey? Çatışma izleri ve ölü askerler hakkında bilgi verebilir misiniz?”

 

Nicole gözleriyle cesetleri taradı. “Komutanım, burada sadece bizim askerlerimiz değil, tanımadığımız yeşil zırhlı askerlerin de cesetleri var. Bunlar hakkında bilginiz var mı?”

 

Mirsait, telsizin öbür ucunda birkaç saniye sessiz kaldı, ardından ciddileşmiş bir sesle, “Eğer gördüğünüz askerler yeşil zırhlıysa, bunlar Alkam örgütüne ait olmalı. Alkam, mutantları kontrol altına alıp kullanmayı hedefleyen bir örgüt. Zeynep’in onlarla bağlantılı olduğu şüphesizse, bu sıradan bir ihanet değil. Ancak durumun ayrıntılarını hâlâ bilemiyoruz.”

 

Nicole, Mirsait’in dediklerini sindirmeye çalışarak başını salladı. “Yani, Zeynep’in Uluç’u kaçırmasının sebebi Alkam örgütü mü?” diye sordu.

 

“Kesin bir şey söylemek zor. Ancak Alkam örgütü hem Melek Muhafızları’na hem de Kızıl Muhafızlara düşman. Yeni Adana’da Revizyonist adı verilen bir liderle bağlantıları olduğunu biliyoruz. Onun amacı tamamen bağımsızlık; hem meleklerden hem de Kızıllardan nefret ediyor.” Mirsait’in sesi soğuktu.

 

Kaan bu açıklamalar karşısında biraz duraksadı ve düşünceli bir ifadeyle Mirsait’e seslendi. “Komutanım, Zeynep’in bu örgütle ilişkili olduğunu anlamıştık. Ancak… belki de sadece Uluç’u kontrol altına almak için değil, aynı zamanda onu kendi mutant askerleri arasına katmak için kaçırmış olabilirler.”

 

Nicole, hafifçe kaşlarını çattı ve Kaan’a bakarak “Bu durumda Zeynep esir alınmış değil, Alkam için mutant üreten bir bilim insanı olarak çalışıyor olabilir mi?” diye sordu.

 

Mirsait bir süre daha düşündü, ardından soğuk bir sesle talimat verdi. “Evet, bu çok mümkün. Bu yüzden her hareketinizde dikkatli olun. Şu an en iyi seçenek Yeni Adana’ya gitmek ve Alkam hakkında daha fazla bilgi edinmek. Eğer Uluç oradaysa, onu bulmalısınız.”

 

Telsiz bağlantısı kesildiğinde, Nicole ve Kaan birbirlerine kararlı bir bakış attılar. Nicole gözlerindeki ciddiyetle, “O zaman, her ne olursa olsun, Uluç’u geri getireceğiz,” dedi.

 

Kaan hafifçe gülümsedi, ama gözlerinde de bir kararlılık vardı. “Öyleyse, Yeni Adana’ya yolculuk başlasın.”

 

İkili, Selanik üssünün soğuk koridorlarından ilerleyerek, Uluç’u bulmak için kendilerini bekleyen tehlikeli bir yolculuğa doğru yola koyuldular.

 

 

**************************************

 

Yeni Adana’nın geceye bürünen çatılarından birinde Sabri gökyüzünü seyrediyordu. Hafif bir rüzgar esiyor, yıldızsız geceyi sararak etrafa sessiz bir huzur yayıyordu. Sabri’nin bakışları, karanlık gök kubbenin derinliklerinde bir şey arıyormuş gibi boşluğa dalmıştı.

 

O sırada genç bir isyancı asker, çatıya çıkarak usulca yanına yaklaştı ve bir adım geride durarak selam verdi. Sabri, gözlerini gökyüzünden ayırmadan gencin varlığını fark etti. Hafifçe başını çevirip ona baktı ve gülümseyerek, “Geceler hep sessizdir,” dedi. “Ama bu sessizlik içinde, her yıldızın kendine özgü bir özgürlüğü vardır. Onlar gibi parlamalıyız; sessiz ama sarsılmaz.”

 

Genç asker Sabri’nin sözlerini dikkatle dinledi, gözlerinde hayranlık vardı. Sabri, başını hafifçe sallayıp yıldızsız göğe bakarken bir şarkısının nakaratını mırıldanmaya başladı:

 

"Gör,

Her yangından,

Binbir renkten tek duman çıkar.

Canın yanmaz,

Eğer bilmesen"

 

Sabri’nin sesi geceye karışırken, genç asker onun mırıldanmasını sessizce dinledi. Sabri’nin bakışlarındaki kararlılık ve özgürlük tutkusu, o anda yanında duran genç savaşçıya derinden işliyordu. Sabri’nin sözleri sadece bir şarkı değildi; adeta direnişlerinin ve özgürlük arayışlarının bir temsiliydi.

 

Loading...
0%