@lorewalkerlavi
|
Laboratuvar sessizliğe gömülmüştü, ama bu sessizlik onların zafere ulaştıkları anlamına gelmiyordu. Uluç, Nicole ve Kaan derin bir nefes aldıktan sonra, karşılarına çıkan bu tesisi kontrol eden sistemin yalnızca bir parçasını durdurduklarının farkındaydılar. Nicole yavaşça doğrulup başını çevirdi, karşısında hala işlemekte olan bilgisayar ekranlarına baktı. Kablolar ve ekranlardan süzülen veriler, klon ordusunun burada doğmuş ve büyümüş olduğunu doğruluyordu, ama bu hikaye burada bitmiyordu. Uluç’un içindeki huzursuzluk giderek artıyordu. “Burası bir merkez. Ama daha büyük bir kaynağı olmalı,” diye düşündü Uluç. Alev kırbacı yavaşça sönmeye başlarken, içindeki enerji hala dolup taşıyordu. Gözleri Nicole ve Kaan’a kaydı. “Buradan çıkmadan önce yapmamız gerekenler var. Daha fazla yaratık yaratılmadan, sistemi tamamen devre dışı bırakmamız gerekiyor.” Nicole kaşlarını çattı, elleriyle ekrandaki verileri incelemeye devam etti. “Sistemi kapattık, ama... burada bir şey eksik. Bu kadar büyük bir tesisin yalnızca bu kadar kolay devre dışı kalmasını beklememiz saçma olur. Dışarıda hala aktif sistemler olabilir.” “Bir üst kat mı?” diye sordu Kaan, gözlerini koridorun derinliklerine doğru kaydırarak. “Hayır. Daha derinlere inmeliyiz,” dedi Nicole kararlı bir sesle. “Bu tür yapılar her zaman en alt katlarda daha önemli sistemleri saklar. Bu, sadece bir üst kontrol birimi olmalı.” Uluç başını salladı. “Hadi, o zaman. Daha fazla beklemeye gerek yok.” Ekip, ilerlemeye devam ederken sessizlik daha da ağırlaştı. Aşağıya indikçe, zemin kayganlaşıyor, duvarlardaki nem belirginleşiyordu. Her adım, onları daha büyük bir bilinmeyene doğru götürüyordu. İçinde oldukları yer artık daha az bir laboratuvar, daha çok karanlık bir zindanı andırıyordu. Koridorun sonunda, geniş metal kapılarla çevrili bir bölgeye ulaştılar. Kapının önünde güvenlik sistemi vardı, ancak görünüşe göre bu sistem çoktan pasif hale getirilmişti. Nicole, dikkatle kapıyı açmaya çalıştı. “Kapının kilitleri devre dışı, ama yine de dikkatli olmalıyız.” Kapı ağır bir gıcırtıyla açıldı ve içeri girdiklerinde karşılarındaki manzara şok ediciydi. Oda, devasa bir bilgisayar ağı ve enerji santrali gibi görünüyordu. Tüm oda, kablolarla ve karmaşık devrelerle doluydu. Ortada ise devasa bir tüp vardı. Bu tüp, diğerlerinden farklıydı. İçinde yüzen figür, insan formunda ama aynı zamanda garip şekilde mekanikti. “Bu da ne böyle?” diye fısıldadı Kaan. Nicole yaklaştı ve ekrana baktı. “Bu... bir başka klon değil. Bu bir kontrol birimi. Bu tesisteki tüm yaratıkları yöneten, organize eden merkez bu.” Uluç, içindeki enerjinin yükseldiğini hissetti. Bu merkez, onun hissettiği huzursuzluğun kaynağı gibiydi. “Bu yaratıklara komuta eden bir şey... ya da biri var,” dedi, kaşlarını çatarak. Nicole, ekrandaki verileri hızla taramaya başladı. “Verilere göre, bu yaratık... hem insan hem de yapay zeka temelli bir hibrit olabilir. Görünüşe göre burada sadece biyolojik varlıklar değil, aynı zamanda yapay bir sistem üzerinde de çalışıyorlar.” Tam o sırada, odanın yanındaki bir monitör ışık saçmaya başladı. Monitörün ekranında, yüzü belirsiz bir figür belirdi. Gözleri derin ve soğuktu, yüzündeki ifade kasvetliydi. “Sonunda, karşılaştık,” dedi soğuk bir sesle. “Sizi bekliyordum.” Ekip bir anda silahlarını doğrulttu, ama figür yalnızca bir hologramdı. “Kim olduğunu sanıyorsun?” diye bağırdı Uluç, gözlerini monitöre dikerek. “Ben bu sistemi yöneten, her hareketinizi izleyen kişiyim,” dedi figür sakin bir şekilde. “Beni durdurabileceğinizi mi sandınız? Bu yaratıklar sadece başlangıç. İnsanlık, yeni bir evrimsel sıçrama yapıyor. Ve siz, sadece bunun parçası olmaktan başka bir şey değilsiniz.” Nicole, verileri taramaya devam ederken soğukkanlı bir şekilde konuştu. “Bu kişi, tüm bu operasyonların arkasındaki organizatör. Bu klon ordusunu yaratan beyin.” “Bu sistem devre dışı kaldığında ne olacak? Kaç kişiyi daha katletmeyi planlıyorsun?” diye sordu Kaan, öfkesi açıkça yüzüne yansıyordu. “Bu sadece bir başlangıç,” dedi figür. “Siz birkaç yaratığı yok ederek durduğunuzu sanıyorsunuz, ama gerçek savaş daha yeni başlıyor. İnsanlar güç istiyor. Ve biz, o gücü onlara vereceğiz. Yalnızca, bu evrimin güçlüleri hayatta kalacak.” Uluç, içindeki öfkeyi hissetti. Ellerini sıktı, avucundaki alevler parlamaya başladı. “Seni bulacağız. Ve bu çılgınlığı bitireceğiz.” Figür hafif bir kahkaha attı. “Beni bulamayacaksınız. Ama sizi bulacağım. Bir dahaki karşılaşmamızda, bu kadar şanslı olmayacaksınız.” Monitör kapandı ve oda tekrar sessizliğe büründü. Nicole, hızla klavyede tuşlara basmaya başladı. “Bu sistemi tamamen durdurmak zorundayız. Bu adam, tüm klon ordusunu yönetiyor.” Uluç, kapıya yaklaştı ve dikkatle etrafı inceledi. “Bu yaratık, hibrit bir varlık... Eğer bunu yok edersek, diğer yaratıkların kontrolünü de kaybederler.” Nicole başını salladı. “Bu doğru. Ama bu iş sandığımızdan daha büyük bir komployla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.” Tam o sırada, tüpün içindeki figür hareket etmeye başladı. Gözlerini açtı ve soğuk, metalik bir nefes aldı. Kablolar onun vücuduna bağlıydı, ama bir yaratık olmaktan çok, bir savaş makinesine benziyordu. “Bu şey uyanıyor,” dedi Kaan, silahını kaldırarak. “Buna karşı nasıl savaşacağız?” Uluç, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. İçindeki gücü çağırdı ve ellerinde alevler yeniden yoğunlaştı. “Bu şey bizim karşımıza çıkarsa, elimizdeki her şeyi kullanmamız gerekecek.” Tüp tamamen açılmadan önce, Nicole son bir komut verdi ve sistemleri kapatma düğmesine bastı. Tüm tesisin ışıkları bir anda söndü, enerji hatları kapanmaya başladı. Ancak, tüpün içindeki yaratık hala harekete geçiyordu. Karanlık çöktüğünde, Uluç’un alevleri tüm odayı aydınlattı. “Hazır olun. Bu iş daha bitmedi.” Yaratık tüpten çıktı ve gözlerini onlara dikti. Metalik bir homurtuyla hareket etmeye başladı. Artık kontrol odasından bir savaş alanına dönüşen bu odada, Uluç, Nicole ve Kaan ölümcül bir mücadeleye hazırlanıyorlardı. |
0% |