@lorewalkerlavi
|
Foley, eliyle işaret ederek ekibi durdurdu. “Buradan sonra daha dikkatli olmalıyız. Burası kilitli görünüyor.” Mukaddes, güvenlik paneline eğildi ve bir kod girdi. Kapı, ağır bir gıcırtıyla açılmaya başladı ve soğuk hava yüzlerine çarptı. Ekip içeri girdiğinde karşılarındaki manzara tam anlamıyla bir dehşetti. Göz alabildiğine tüpler dizilmişti; içlerinde insanlıktan çıkmış bedenler asılı duruyordu. Kimileri tanınmayacak kadar bozulmuş, kimileri ise sessizce sıvıların içinde yüzer haldeydi. Etrafları kablolarla kaplıydı ve her tüpten ince bir buhar yükseliyordu. Nicole, gözlerini tüplere dikti ve yüzündeki dehşetle fısıldadı: “Bunlar... burada ne yapmışlar?” Uluç, Nicole’ün yanına yaklaştı ve gözlerini tüpteki figüre dikti. “Eğer burada olsaydık, biz de böyle olurduk,” diye mırıldandı. Gözlerindeki ifade ciddiyetle doluydu. Kaan, birkaç adım geride durmuş, tüplerin sıralandığı koridoru inceliyordu. “Bu, insanlık dışı bir şey. Ama burada kalırsak sonumuz aynı olur.” Mukaddes, ekibi koridorun sonundaki büyük tüpe doğru yönlendirdi. Bu tüp, diğerlerinden farklıydı; daha büyük ve daha korunaklı görünüyordu. İçinde küçük bir kız çocuğu yatıyordu. Mukaddes, kontrol paneline işaret ederek “Bu, diğerlerinden farklı. Adı Aika. Mermer tozuna karşı en dayanıklı olanı o,” dedi. Uluç, tüpe yaklaştı ve içerideki küçük kıza dikkatle baktı. “Onu neden burada tutuyorlar?” diye sordu, içinde beliren bir huzursuzlukla. Mukaddes, kontrol paneline doğru eğilerek, “Onu serbest bırakmamız gerek. Bu tüpte tutulmasının sebebi, yeteneklerini kontrol altında tutmak istemeleri. Ama o bizimle olursa, buradan sağ çıkmamızda bize yardım edebilir,” dedi. Nicole, Mukaddes’e şüphe dolu bakışlarla yaklaştı. “Bu riskli olabilir. Ya burada tutulmasının bir sebebi varsa? Ya bize zarar verecekse?” diye sordu. Uluç, Nicole’ün uyarılarına rağmen tüpe yaklaştı. İçinde yatan kızın yüzünde masum bir ifade vardı, ama Uluç bunun ardında daha büyük bir sır olduğundan şüpheleniyordu. Derin bir nefes alarak, “Başka seçeneğimiz yok. Belki o, bu savaşta bize yardımcı olabilir,” dedi. Nicole, derin bir iç çekerek kontrol paneline geçti ve şifreyi girdi. Tüp, ağır bir sesle açılmaya başladı. İçindeki sıvı yavaşça boşaldı ve küçük kız yere düştü. Mukaddes hızla eğilip kızı kucağına aldı. Tam o anda, küçük kızın bedeni titremeye başladı. Herkes gözlerini ona dikmişti; birkaç saniye içinde, kızın bedeni hızla büyüyerek genç bir kadına dönüştü. Artık karşılarında 18-20 yaşlarında güzel bir Asyalı kadın duruyordu. Nicole, bu ani değişim karşısında gözlerini kırpmadan izledi. “Bu... nasıl mümkün olabilir?” diye sordu, sesi şaşkınlıkla doluydu. Aika, gözlerini açtı ve etrafına baktı. Japonca konuştu ama ekip onun sesini, sanki kendi dillerinde konuşuyormuş gibi duydu. “Siz kimsiniz? Beni neden buradan çıkardınız?” Uluç, kadının Japonca konuşmasına rağmen Türkçe olarak duyduğunu fark ettiğinde bir an duraksadı. “Biz seni kurtarmaya geldik. Buradan çıkmamız gerek,” diye yanıtladı, içindeki şaşkınlığı bastırmaya çalışarak. Tam o sırada, laboratuvarda alarm çaldı ve kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başladı. Büyük tüplerden biri çatladı. Foley, silahını çıkararak ekibe seslendi. “Dikkat edin! Bir şeyler serbest kalıyor!” Tüplerden biri büyük bir gürültüyle patladı ve içinden kaslı, vahşi görünümlü bir yaratık fırladı. Yüzü tanınmaz hale gelmiş, gözlerinde yalnızca öfke vardı. Diğer üç tüpten daha yaratıklar çıktı ve dört Mermer Yiyici serbest kalmıştı. Nicole ve Kaan hemen silahlarını çekip yaratıklara ateş etmeye başladı, ancak mermiler yaratıkların kalın derilerine çarptıkça, onları durdurmaya yetmiyordu. Uluç, içindeki enerjinin yükseldiğini hissetti. Vücudu bir anda ısınmaya başladı ve zihninde bir patlama yaşandı. Bir Mermer Yiyici üzerine atıldığında, refleksle ellerini ileri uzattı. O anda, ellerinden çıkan turuncu bir alev, bir kırbaç gibi yaratığa savruldu ve yaratığı alevler içinde bırakarak yere düşürdü. Bu güç, içindeki öfkeyle birleşmiş gibiydi. Tam anlamıyla kontrol edemese de, bir başka yaratık üzerine yöneldiğinde, alev kırbacını bir kez daha savurdu ve yaratık yere serildi. Nicole, Uluç’a bakarak, “Bu... bu neydi?” diye sordu, sesi şaşkınlık ve endişeyle doluydu. Uluç, bu gücün nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. “Bilmiyorum, ama içimdeki enerji sanki patlamak üzereymiş gibi hissediyorum,” dedi. Foley, kalan iki Mermer Yiyici’ye ateş etmeye devam ederken, Uluç tekrar alev kırbacını savurdu ve son iki yaratığı da yere serdi. Laboratuvar, yanık et ve kimyasal kokusuyla dolmuştu. Alevlerin verdiği sıcaklık, ortamı daha da boğucu hale getiriyordu. Aika, korkuyla yere çömelmiş, gözleri dolu bir şekilde titriyordu. “Bunlar... bu yaratıklar...” Uluç, Aika’nın yanına eğildi. “İyi misin? Sakin ol, artık güvendesin,” dedi. Aika, başını salladı ama gözleri hâlâ korkuyla doluydu. “Ben... buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. Tek bildiğim, Antalya’ya tatile geldiğimdi. 20 Ekim’de...” Nicole, bu sözler karşısında kaşlarını çattı ve ona yaklaştı. “Hangi yıldasın sanıyorsun?” diye sordu, gözlerinde karışık bir ifade vardı. Aika, duraksadı ve şaşkın bir ifadeyle, “2014 yılındayız. Ben buraya getirildiğimde tarih buydu,” dedi. Kaan, bu duydukları karşısında donakaldı. “2014 mü? Bu nasıl mümkün olabilir?” Nicole, Aika’ya yaklaşıp ciddiyetle gözlerinin içine baktı. “Aika, yıl 2024. On yıldır buradasın.” Bu sözler, Aika’nın zihninde yankılandı. Yüzü dondu, gözleri büyüdü ve dudakları titremeye başladı. “On yıl mı? Ama... ama nasıl?” dedi, sesi korku ve şaşkınlıkla doluydu. Uluç, derin bir nefes alarak Aika’ya yaklaştı. “O yüzden seni burada bu kadar sıkı koruyorlardı. On yıldır bu laboratuvarda tutsak kalmışsın.” Nicole, Uluç’a bakarak başını salladı. “Bize ne yaptıklarını, ne planladıklarını daha iyi anlamamız gerekiyor. Buradan çıkmadan önce bütün bilgilere ulaşmalıyız.” Aika, gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalıştı. “Bana ne yaptıklarını tam olarak bilmiyorum, ama... bu yaratıkları yaratmak için deneyler yapıyorlardı. Benim üzerimde de bu deneylerden bazılarını uyguladılar.” Foley, silahını tekrar kontrol ederek çevreyi taradı. “Buradan çıkmadan önce, burayı tamamen kapatmamız gerekiyor. Yoksa daha fazla yaratık serbest kalır.” Ekip, Aika’nın geçmişi ve serbest kalan yaratıklarla ilgili gerçekliği anlamaya çalışırken, laboratuvardaki tehlikenin boyutunu daha da derinlemesine hissetti. Uluç, içindeki gücün ortaya çıkışını henüz anlamasa da, bunu nasıl kontrol edebileceğini öğrenmek zorunda olduğunu biliyordu. Nicole ise, geçmişte kaybolan bu kızın başına gelenleri daha iyi anlamak için kararlıydı. Artık yeni bir hedefleri vardı: Buradaki sırları çözmek ve bu distopik dünyada hayatta kalmak.
Uluç, içindeki enerjiyi hissettiği anda elini uzattı ve avucunda beliren turuncu alev, karanlık koridoru aydınlattı. Bu alev, ona güven ve kontrol hissi verirken, aynı zamanda çevresini gözlemlemesine olanak tanıyordu. Nicole ve Kaan, sessizce onun arkasından ilerliyorlardı. Nicole, tüfeğini sıkıca kavramış, her an gelebilecek bir saldırıya hazır şekilde gözlerini çevredeki gölgelere dikmişti. Kaan ise arkada, sessiz ve dikkatli bir şekilde yürüyordu; adımları neredeyse duyulmazdı. Koridorun bir köşesini döndüklerinde, önlerinde kırık tüplerle dolu bir alan belirdi. Bazı tüplerden dışarı sızan sıvılar yere yayılmış, içlerinde asılı duran bedenler ise ölü mü canlı mı olduğu belirsiz haldeydi. Tüplerin içinde yüzen bu bedenler, korkutucu bir şekilde hareket etmiyordu, ama duvarlardan gelen garip sesler, sanki bu sessizliğin arkasında bir tehdit olduğunu hissettiriyordu. Nicole, tüfekle tüplerin arasında ilerlerken, alçak bir sesle konuştu. “Burası tamamen terk edilmiş gibi görünüyor ama o sesler... sanki duvarların içinde bir şey var.” Uluç, başıyla onayladı. “Evet, burada bir şeyler ters gidiyor. Bu yaratıklar... sanki bekliyorlar.” Tam o sırada, koridorun sonundan metalik bir sürtünme sesi geldi. Uluç elini biraz daha ileri uzatarak alevle koridoru tamamen aydınlattı. Nicole ve Kaan tetikteydi. Sessizliği bozan bu ses, karanlığın içinde hareket eden bir şeyin habercisiydi. Bir anda, karanlığın içinden dev bir Mermer Yiyici fırladı ve hızla Uluç’a doğru saldırdı. Uluç, refleksle ellerinden alevleri daha yoğunlaştırarak yaratığa karşı koydu. Alev kırbacı yaratığın üzerine savruldu ve yaratık, alevler içinde yanarak yere düştü. Nicole ve Kaan hemen yanına geçip çevreyi kontrol ettiler. “Daha fazlası olabilir, dikkatli olmalıyız,” dedi Nicole, gözleri hala gölgeleri tararken. Uluç, elindeki alevi hafifçe sıkılaştırarak, “Bu sadece bir başlangıç gibi hissettiriyor. Derinlere indikçe daha fazlası olacak,” diye yanıtladı. Kaan, biraz ilerideki merdiven boşluğunu işaret etti. “Aşağı inen bir yol var. Oraya gitmeliyiz.” Merdivenlerden aşağı indiklerinde, daha geniş bir oda ve tüplerle dolu devasa bir laboratuvarla karşılaştılar. Bu alan, bir önceki bölgeden daha farklıydı. Tüplerin içinde yatan yaratıklar, diğerlerinden farklı olarak aynı forma sahipti. Uluç ve Nicole, bu tüplerin önünde durup dikkatle baktılar. Tüplerin içinde yatan yaratıkların hepsi aynı yüz hatlarına, aynı kas yapısına sahipti. Adeta bir klon ordusu gibiydiler. Uluç, şaşkınlıkla Nicole’e baktı. “Bu... sanki hepsi aynı kişi gibi. Burası neyin peşinde?” Nicole, etrafını tarayarak başını salladı. “Burada bir ordu yaratmaya çalışıyorlar. Ama bu yaratıklar neden aynı formda? Neden hepsi bu kadar tek tip?” Kaan, tüpleri dikkatle incelerken bir şey fark etti. “Bu klonlar... sanki bir prototip üzerinde çalışıyorlar. Her biri aynı şekilde şekillendirilmiş, ama bilinçsizler.” Uluç, tam bu sırada duyduğu derin bir hırıltı sesiyle irkildi. Ses, karanlık bir köşeden yankılanıyordu. “Hazırlıklı olun, bir şey yaklaşıyor!” diye uyardı. Uluç, alevini biraz daha yoğunlaştırarak adımlarını yavaşlattı. Aniden, devasa bir Mermer Yiyici karanlıktan fırlayarak Uluç’a saldırdı. Uluç, son anda yaratığı kavrayarak alevle dolu elleriyle onu arkasına doğru fırlattı. Yaratık, laboratuvarın ortasındaki büyük kapsüllere çarptı ve birkaçını kırdı. Kırılan kapsüllerden sıvılar yere dökülürken, içindeki mutantlar da serbest kaldı. Nicole ve Kaan, silahlarını doğrultarak tetikte beklerken, kapsüllerden çıkan mutantların ellerinde tüfekler olduğunu fark ettiler. Serbest kalan mutantlar, silahlarını Uluç ve ekibine doğrultarak ateş açmaya başladı. “Dikkat edin, ateş açıyorlar!” diye bağırdı Nicole. Etrafta silah sesleri yankılanmaya başladı. Kurşunlar, beton duvarlara ve tüplere çarparak kıvılcımlar çıkarıyor ve cam parçalarını etrafa saçıyordu. Uluç, hızla alev kırbacını savurarak önündeki mutantı etkisiz hale getirdi. Ancak, mutantlar hızlı hareket ediyordu ve sayı olarak oldukça fazlalardı. Nicole ve Kaan, siper alarak ateşe karşılık verirken, mutantlar sürekli olarak pozisyon değiştiriyordu. Kaan, duvarın arkasına saklanarak atışlarına devam ederken Nicole, “Çok fazlalar, daha iyi bir stratejiye ihtiyacımız var,” diye uyardı. Uluç, içindeki enerjiyi daha fazla serbest bırakıp ellerini kaldırdı. Alevler daha güçlü bir şekilde parlamaya başladı ve koridoru tamamen aydınlattı. “Arkamdan gelin, bu yaratıklardan kurtulmamız lazım!” Ekip, yoğun ateş altında yavaşça ilerledi. Uluç, elindeki alev kırbacını kullanarak önlerine çıkan mutantları etkisiz hale getirdi, ama saldırılar durmak bilmiyordu. Her köşeden yeni bir yaratık çıkıyor, her çatlakta bir tehdit belirmeye devam ediyordu. Nicole, bu karmaşada Uluç’un sırtını kollarken, Kaan yaratıkların karşısında en iyi pozisyonu alarak atışlarına devam etti. Uluç, koridorun sonuna yaklaştıklarında duraksadı. Karşılarında devasa bir kapı vardı. Kapının çevresindeki tüpler, bu yaratıkların nasıl üretildiğine dair izler taşıyordu. Ancak kapıya ulaşmadan önce, bir başka grup mutant ateş açmaya başladı. Nicole, siper alarak bağırdı: “Uluç, bu yaratıklar sayıca çok fazla. Buradan nasıl çıkacağız?” Uluç, alevleri daha da yoğunlaştırarak koridorun sonundaki yaratıklara doğru saldırdı. Alev kırbacı, tüplerin içindeki kabloları ve devreleri kopararak çevreyi bir an için aydınlattı. “Buradan çıkmanın bir yolunu bulacağız. Bu tesisin kontrol mekanizmasını bulmamız gerek!” Kaan, Uluç’un yanında durarak atışlarına devam etti. “Daha derine inersek neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Ama burada kalamayız.” Ekip, yoğun ateş altında kapıya doğru ilerlemeye devam etti. Her bir mutant, sanki önceden programlanmış bir ordu gibi hareket ediyor, ekibi kuşatmaya çalışıyordu. Uluç, alev kırbacını savurarak bir klonu daha yere serdi ve kapıya ulaştı. Nicole ve Kaan hızla kapının kontrol paneline geçti. “Hızlı olmalıyız, burada daha fazla kalamayız,” dedi Nicole, panikle. Kapıyı açmayı başardıklarında, karşılarına daha geniş bir alan çıktı. Burada, daha fazla tüp ve bir kontrol odası görünüyordu. Nicole, kontrol paneline ulaşarak sistemi devre dışı bırakmaya çalıştı. Uluç, alevleriyle yaratıkları etkisiz hale getirirken, Kaan da Nicole’ü koruyordu. Sonunda, Nicole sistemi devre dışı bıraktı ve yaratıkların hareketleri bir anda durdu. Laboratuvar sessizliğe büründü. Uluç, çevreyi tarayarak derin bir nefes aldı. “Bu sadece bir başlangıç. Bu tesiste daha fazla sır var. Bunları ortaya çıkarmak zorundayız.” Nicole, yorgun bir şekilde başını salladı. “Evet, ama buradan çıkmadan önce nelerle karşılaştığımızı daha iyi anlamamız gerekiyor.” Ekip, daha derinlere inmeye hazırdı. Bu yerin sırlarını ve yaratıkların kaynağını ortaya çıkarmak için yollarına devam edeceklerdi.
|
0% |