@lostaoull
|
Rüzgar içimi buz tutacak kadar eserken montuma biraz daha sarıldım. Oturduğum bankta uçsuz bucaksız denizi izliyordum. Ay herkese güzelliğini kanıtlamak istercesine denize bir ayna misali kendini yansıtmıştı. Tam karşımda balık tutan bir amca hemen yanımdaki bankta benden bir iki yaş küçük arkadaş grubu ellerinde gitarla kordonu eğlendiriyorlardı. Biraz daha baktım denize bu aralar beni rahatlatan tek şeydi. Beni rahatlatan deniz miydi yoksa buradaki neşeli kalabalık mıydı, onu hala çözememiştim. Kalabalığı ve mutlu aileleri severdim. Onların bir parçası olmak ya da öyle hissetmek bile içimde bir yerlerde kıpırtılar oluştururdu. Derin bir nefes aldım, içimdeki yangını söndürmek istercesine. Ama bitmek bilmiyordu, dinmek bilmiyordu. Hep oradaydı, benimle birlikte. Kordonun gürültüsü bile zihnimi susturmaya yetmiyordu. Zihnim bir mahşer yeriydi. İçi ruhumun külleriyle doluydu. Düşünceler ise zihnimin yegane dostuydu. Ellerim, kendimi rahatlatmak istercesine tırnak diplerindeki etleri soymaya başlamıştı bile. Her zaman böyle olurdu. Bir şeyler düşünmeye başladığımda ellerim kendimi savunmak için kılıç çekiyordu. Bu tür zamanlarda gitmem gerektiğini anlardım çünkü bu kalabalık bile fayda etmiyordu. Daha fazla ses, daha fazla gürültü istedim. Susmuyordu. Ellerim soğuktan ya da kendimi sıktığımdan morarmaya başlamıştı. Deniz bir girdap gibi beni içine çekmeye başladığında bakışlarımı ondan çektim. O sırada elime bir damla düştü. Yağmur yağmıyordu. Ve bir damla daha düştü, ama bu sefer izlerini tüm yüzümde bırakmak istercesine yavaşça düştü. Ben ağlıyor muydum ? Ah, hemen gitmeliydim. Oturduğum banktan hızlıca kalktım. Anlamsız ve hızlı kalkışım balık tutan amcanın dikkatini çekmiş olacak ki gözlerini dikmişti. Umursamamaya çalışıp hızlı adımlarla gitmeye hazırlandım. O sırada bacağıma bir şey çarpmasıyla biraz irkilsem de arkamı döndüm. Pembe renkli desenli bir top tam ayağımın dibinde durmuştu. Nerden geldiğine bakmak için kafamı kaldırdığımda bana doğru bakan küçük sarışın bir kız çocuğu olduğunu gördüm. Aynı zamanda hafif aralanmış dudaklarıyla bana atmam için ellerini kaldırıyordu. Bu görüntü hiç anlamadığım şekilde zihnimi susturmuş ve beni mutlu etmişti. "Abla topu atar mısın ? " Sesi güzel bir şarkının son meledosi gibi ruhumu okşamıştı. Bana bekleyen gözlerle bakmasına daha fazla dayanamayıp yere eğilip topu ona doğru atmıştım. Sevinçli bir el çırpıp topu yakalamıştı. Giderken de arkasını dönüp bana el sallamayı unutmamıştı. Huzur bir çocuğun iki eli arasındaydı belki de. Babasına hızlı adımlarla yaklaşıp topu almanın hakkı gururunu yaşıyordu. Babası ise daha fazla bu görüntüye dayanamamış olacak ki kucağına alıp iki tur etrafında döndürmüştü. Tam iki turdu sımsıkı kucaklamanın sonu. Nasıl hissetmişti ? Bir babanın sıcaklığı nasıldı? Anlatsın hiç susmasın isterdim. Babamın gür sesi beynimin içinde yankılanmaya başlamıştı bile." Seni iki tur daha dövmemem için bana bir sebep söyle Asya " kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken öylece durduğumu fark ettim. Koşar adımlarla eve doğru gitmeye başladım. Her sabah bu eve dönmeyi dilemeden çıkardım. Öyle oyalanırdım ki bazen kaybolduğumu bile düşünürdüm. Ama kaybolan bedenim değildi ne yazık ki. Ve gün sonunda kendimi demir kapının önünde bulurdum. Soğuktan uyuşmuş ellerimle cebimdeki anahtarı çıkartıp kapıyı açtım. Solmuş çiçeklerin mesken ettiği bahçede kimsecikler yoktu. Birkaç kez yaşatmaya çalıştığım ama bir türlü beceremediğim çiçeklere baktım, hala aynıydılar. Bu evde yaşayamıyorduk. Gözlerim etrafı bir şey ararcasına talan ettikten sonra sonunda içimi yakan gerçekle karşı karşıya geldim. Amcam gelmişti. Babanın ne demek olduğunu bilmeyen ben baba yarısının da ne demek olduğunu öğrenememiştim. Bir sığıntı gibi yaşadığım bu evi bana çok gören amcam, bugünün hemen bitmeyeceğinin habercisiydi. Midemin bulandığını hissettim bir an önce odama gitmeli ve uyumalıydım. Bugün bitmeli, ben yarın yine evden gitmeliydim. Kapıyı sessizce açıp kapattıktan sonra parmak uçlarımla odama doğru ilerlemeye başladım. Ve ben daha ne olduğunu anlamadan, ışıklar açılmış amcamın heybetli bedeni beni yok etmek istercesine üzerime doğru yürümeye başladı. Ayaklarım yeni yürümeye başlamış bir bebek gibi dengesizdi. “Yine nerede sürttün lan ?” Amcamın gür sesine cevap vermemi engelleyen şey, kulağımın yanına doğru atılmış sert tokattı. Yere nasıl düşmemeyi başarmıştım bilmiyordum. Ama kulağımın uğultusu, amcamın bana karşı savurduğu tüm küfürleri duymamı engelliyordu. Yine de başımı kaldırıp tam gözlerinin içine baktım. Çünkü bu her zaman böyleydi, böyle olmak zorundaydı. “Kenan Kaya güçten mi düştün ? Yoksa yaşlanıyor musun artık ? “ Dudaklarımdan düşen kelimeler alaycıydı. Elimi yanağımdan çekip verdiğim cevapla kızarıp bozarmasını keyifle izliyordum. “Lan sen benimle dalga mı geçiyorsun ? Seni öldürürüm anladın mı beni ?” İşte bu sefer bir öncekinden daha sert olan tokatla dengemi sağlayamamış yere düşmüştüm. Ellerim yeri kurmak istercesine yumruk olmuştu. “Öldürsene amca” Sesim hiç olmadığı kadar kararlıydı. Benim yapamadığımı o yapsın istedim. Onun için kolay olmalıydı birisini öldürmek. “Asya, kızım, emin ol, seni öldürmek istesem bunu daha önce de yapardım, biliyorsun. Hatta öldürmekten de başka şeyler de anlıyorsun değil mi beni ? “ Böyle konuşmamalıydı, vurmalıydı. Ve kahretsin, dediklerini biliyordum. Yapardı daha fazlasını yapmıştı. Ama şimdi onu durduran bir şey vardı. Neden devam etmiyordu? Beni dövme fırsatını asla kaçırmazdı, ama bugün mutlu olmalıydı. Ve amcamın mutlu olmasının tek sebebi olabilirdi, o da oğlu. İçim titrerken oturduğum yerde dikleştim. Amcamın gitmiş olduğunu o zaman fark ettim. Bacaklarımın titremesine aldırmadan odama doğru ilerlemeye başladım. Gözümden bir damla yaş aktığında elimin tersiyle sildim hemen. Ve elime bulaşan kanı görünce gözlerimden bir damla daha yaş düştü. Yine kan dökülmüştü ve bu kan yine bana aitti. Artık odama gitmeliydim, her zaman yaptığım gibi bugünü unutmalıydım. Odama geldiğimde zil çaldı. Hayır, hayır kapı zili değil. Çan gibi biliyordum. Ellerim dizlerim titremeye başladı, beynim çoktan gerçeklik algısını kaybetmişti. Gelmiş olamazdı, değil mi ? Ama bu zili de ondan başkası çalmazdı. Odamın kapısını açıp kilitlemeliydim, orada kalmalıydım. Evet, bunu yapmalıydım. Ama bir türlü ne kapıyı açabiliyordum, ne de elim kapıdan ayrılabiliyordu. Sonra onun sesini duydum. Bir şeyler mırıldanıyor ve giderek daha da yaklaşıyordu. Oydu, gelmişti Kenan Kaya’nın oğlu Tunç Kaya tekrardan hayatımı cehennem etmeye gelmişti. “Asya, uzun zamandır görüşemedik değil mi ?” Ne zaman bu kadar yakınıma yaklaştı anlamamıştım. Ama şimdi buradaydı, tam karşımda duruyordu ve gözleri karabasan gibi üzerime çökmüştü. Ve her zamankinden farklı bakıyordu. Elindeki zili gördüğümde, aslında hikayemin yeni başladığını anlamıştım. Hikayem yeni başlıyordu. Ve bu sefer her zamankinden daha sancılı olacağını hissediyordum. Çığlıklarımı yutmak zorunda kalıp kurtarılmayı bekleyecektim. Ve belki de artık ölümü düşlemeyecektim. Ben Asya Kaya, ömrü en yakınlarının iki dudağı arasında olan kalabalığı zihnini susturmasına yardımcı olduğu için seven ve mutluluğu bir çocuğun iki eli arasında arayandım. Ben Asya Kaya, cehennemin her şekliyle tanışmış, yanmaya hazır ama yakmadan gitmeye hazır olmayandım. Ve benim hikayemin sayfaları çevrilirken herkes yanmaya hazır olmalıydı çünkü yandığım kadar yakacak gerekirse bu uğurda kendimi feda edecektim. |
0% |