@lostaoull
|
Yorgundum. Kendinden yorulur muydu insan ? Yirmi üç yaşındaydım. Ne yaşadın diye sorsalar ağzımı açıp tek bir cümle çıkmazdı. Ama ne yaşayamadın diye sorsalar dilimin küf tutmuş kilidi açılır, her şeyi anlatırdı. Öyle çok kırılmıştım ki bu hayata toparlanamıyordum bile. Bazen derin bir nefes alıp her şeyin bittiğini düşünürdüm. Aldığım nefesler boğazıma dizilir, koca bir yumru haline gelirdi. Tüm hıncımla bağırmak isterdim, fakat sesim bana düşman olur, bir tütün gibi acı acı yakardı boğazımı. Yine böyle hissediyordum. Gözlerimi kapattım ve her şeyin bittiğini düşündüm. Açtığımda gitmiş olmasını diledim. Fakat tam karşımdaydı. Yüzünde ona yakışmayan sırıtışla bana bakıyordu.Boyunun uzun olmasına ilk defa bu kadar sevinmiştim çünkü gözlerine bakmıyordum. Korktuğumdan değil, sadece bana unutmak istediğim geçmişi hatırlatmasından. Bir eli kapının pervazına dayanmış diğer eli ise her zaman yanında taşıdığı zili tutuyordu.Onunla kapı arasında kalmak, kabuslarımdaki en kötü sahnelerden biriydi. Ama onu tanıyordum, eğer bir adım geriye adım atarsam daha da yaklaşırdı. Ona belli etmemeliydim. Amcam evdeydi, bana bir şey yapamazdı. Sakin olmalıydım. Sakin ol. “Neden buradasın, Tunç” içimde patlamaya hazır bir volkan vardı. İsmi dudaklarıma yakışmayan bir küfür gibiydi. “Beni özlediğini düşündüm, Asya.” Zili tutan eli yavaşça yüzüme yaklaşıp önüme düşen bir saçı kulağımın arkasına yerleştirdi. Parmaklarını tenimden uzaklaştırmak istesem de kulağımın dibinde duran zilin sesi beni olduğum yere çiviliyordu. Yine de bunu ona belli etmemek için elimden geleni yapacaktım. Yüzüme sayısız maskelerimden birini takındım. “Şeytan görsün yüzünü.” Yüksek sesli kahkahası, korku filminin ara müzik sesi gibiydi. İçimi saran endişe tohumları, kalbimin orta yerinde filizlenmeye başlamıştı. “Şş.. deme öyle, beni sevdiğini bilmesem az daha söylediklerine alınıcam.”Elleri yüzümün her bir kıvrımını keşfe çıkarken midemden yükselen sıvıyı görmezden geldim. “ Tekrar soruyorum Tunç niye geldin?” Sorduğum soruyla eli yanağımda asılı kalmıştı. Ah, önce elini sonra da dokunduğu yerleri yakıp kül etmek istiyordum. “Senin o güzel ve meraklı dilin fazla uzamış sanırsam. Ne yapsak ki şimdi ?” Yüzüme dokunan elleri giderek daha aşağıya doğru kaymaya başlamıştı. Zihnimin bulanıklaştığını hissediyordum. Öyle ki bu durum benim sakin kalmamı zorlaştırıyordu. Boynumda gezinen elini zayıf parmaklarımın arasına kırarcasına hapsetmiştim. “Seni öldürürüm Tunç Bir daha sakın bana dokunma.” Elektriğe çarpmış gibi elini bırakırken ellerimin titremesini önlemek için iki yanımda yumruk yapmıştım. “Asya, Asya hiç değişmiyorsun. Hala aynı o dik başlılık. Kabul etmeliyim ki bu huyun bana ayrı bir zevk veriyor.” Kelimeleri zehirli ve yakıcıydı. Yüzüne yerleştirdiği sinsi ifadesi birazdan olacakların habercisi gibiydi. “Sen de hiç değişmemişsin. Hala Kenan Kaya'nın bozuk kuklasısın.” İşte şimdi onun sinirini bozmaya başlamıştım. Boynundaki damarlar giderek daha da belirginleşmeye başlamıştı. “Beni sinirlendirmeye çalışıyorsun. Küçük uyarılarımı unutmuş olmalısın.” Zili çaldı. Beynimin içinde dolaşan tilki kuyrukları birbirine dolandı. Gözlerimi gözlerinden çekmemek için direnirken aklımda sadece siyah bir duvar vardı. Duvarın önünde büyük bir ekranda oynatılan videolar. Kan her yerdeydi. Ben nerdeydim ? Kaçmalıydım. Buradan gitmeliydim. Hayır, hayır gerçek değil tüm bu olanlar. Zihnimin oynadığı oyunlardı sadece sakin olmalıyım. Şimdi sırası değildi. Keskin bir acı tüm hücrelerimi uyarırken, soyutlandığım geçmişten zar zor çıkabilmiştim. Ne zaman çıkardığını görmediğim bıçağıyla kolumda küçük ama derin bir kesik atıyordu. Bu bir uyarıydı, söylediklerime dikkat etmem için. Bilmediği bir şey vardı, ben artık eski Asya değildim. Bıçağı tutup tam şah damarımın üzerine getirdim. “Yanlış yerde tutuyorsun tam buradan kesmelisin Tunç, baban öğretmedi mi sana hala ?” Beklemiyordu. Kaşları hafif bir şekilde havaya kalkmış, bir sonraki hamlemi bekliyordu. Elindeki bıçağı ürkütücü bir şekilde elinden alırken, artık ben yoktum. Koca bir boşluk tüm bedenimi sarmış, beni yönetiyordu. Boynunda hızla atan şah damarı, bulmam için fazla çaba sarf ediyordu. Ve tam yanına, tıpkı koluma attığı gibi bir çizik atarken sadece gözlerine bakıyordum. “Asya” gözlerini yumup bir kaç saniye beklerken bile gözlerimi ondan ayırmıyordum. Kanayan kolumu kavrayıp dudaklarına götürürken bir adım geriye attım. Bunu yapmamalıydım. Anlamıştı, hala zilden etkilendiğimi anlamıştı. Dudakları yarım bir şekilde kıvrılırken koluma bir öpücük kondurmuştu. “Asya, senin kestiğin yerde güller açar biliyorsun, fakat bi daha bunu yapma.” Bu bir tehditti. Üstüne basa basa söylediği her kelime benim ruhuma kast ediyordu. Elimi direkt boynundan çekerken artık öğrenmem gerekeni öğrenmeliydim. “Tunç, neden geldin?”Sıkıntılı bir nefes dudaklarından dökülürken, benden uzaklaşmaya başlamıştı. Bu güzeldi. Benden uzak durmalıydı. "Yarın mal götürmem lazım, bu yüzden bana lazımsın." Duyduklarımla şaşkınlığım daha da artarken, tek korkum tekrardan en başa dönmekti. "Sen hala devam ediyor musun?" Ellerini başının yanlarına alırken, koridorda gidip geliyordu. "Sen gerizekalısın Tunç." Hareketleri normal değildi, bu sefer neye bulaşmıştı Allah aşkına? "Yarın akşam dokuzda hazır ol." İstemiyordum. Öfke çığ olup bedenimden dışarı çıkmaya hazırdı. "Gelmiyorum. Ayrıca bir kere sözün de dur." Bir anda tekrardan kapıyla onun arasında kalırken, aldığım nefeslerin bana zehir olmasından korkuyordum. Asya, biliyorsun ki sana her zaman iki seçenek sundum. Sen hep benimle gelmeyi seçiyorsun. Üstelik diğer seçenek ikimiz için daha avantajlıyken." Üzerimde gezinen arsız gözlerine daha fazla katlanamıyordum. "Diğer seçenek için beni öldürmen gerekiyor, Tunç." Boynundaki damarlar tekrardan belirginleşirken onu sinirlendirdiğimin farkındaydım. "O zaman bugün güzel uyusan iyi olur, prenses." Ellerim yastığımın altında penceremden gözüken gökyüzünü izliyordum. Fırtınalı bir hayat için yorgun bir yapraktım. Sadece dinlenmek istiyordum. Karanlığın pençeleri dört bir yanımı sarmışken tek istediğim küçük bir ışık huzmesiydi. Oysaki aydınlığa ulaşmak, ona sığınmak hiç duymamış bir insana dünyanın en güzel şarkısını anlatmak kadar zordu. Bir planım olmalıydı. Beni bu hayattan çekip alacak küçük bir plan. Yaşadığım her durum benden bir parça eksiltmişti. Dört bir yana savrulmuş parçalarımı toplamak zor olabilirdi, ama toplayacaktım. Hayatım kelebeğin ömrü kadar kısa olmayacaktı. Nereye gideceğimizi bilmiyordum ama başarabilirdim. Her şeyi arkamda bırakabilirdim. Bir kere denemiştim, yine deneyebilirdim. Uzun zamandır hiç bu kadar heyecanlanmamıştım. Hızlıca yatağımdan kalkıp yarın kullanacağım çantamın içine amcamın cüzdanından azar azar aldığım paraları koydum. Komidimde duran uyku ilacını da çantama attığımda kendimi kuş kadar hafif hissediyordum. Eğer her şey istediğim gibi giderse istediğim bir şehre yerleşebilirdim. Küçük bir evim olurdu, önüne koyduğum çiçeklerin her gün beni selamlamasını seyredebilirdim. Hep hayalini kurduğum oyuncak ayımı da yanıma alır, geceyi bir annenin kucağı gibi rahat geçirebilirdim. Tekrardan yatağa yattığımda düşlediğim geleceğin gerçek olmasını diledim. Göz kapaklarımın ağırlığını kaldıramayan gözlerim yavaşça kapanmaya başlamıştı. Dizlerimi kendime doğru çekip uykunun sarsıcı kollarına kendimi bıraktım. |
0% |