Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@lostaoull

Güneş tüm ihtişamıyla odama süzüldü. Sabah olmuş, yeni bir gün başlamıştı. Hiç olmadığım kadar huzurlu uyumuştum. Ayağıma dolanan yorganı hızlı bir şekilde atıp yataktan kalktım. Bugün yorucu bir gün olacaktı.

Odamdaki banyoya doğru ilerlerken aynadaki yansımamla karşılaştım. Siyah saçlarım sabaha meydan okurken gözlerim ise bir o kadar mağlup bakıyordu. Gözlerimdeki bu ifade hep oradaydı. Sanki tüm günahlarımı bir bir yüzüme vuruyordu. Bir gün bu ifadenin yok olmasını diledim.

Gözlerim dudağıma ve yanağıma kaydığında acının izleri oradaydı. Kolumun etrafında kurumuş kanlar bugünkü kaçışım için en gerekli sebeplerdi. Bakışlarımı aynadan çekip banyoya ilerledim. Üzerimdekileri çıkartıp duşa girdim. Soğuk su tenimi ısırsa da sıcak suyla duş alamayacak kadar çok şey yaşamıştım. Kolumdaki kurumuş lekeleri çıkartırken canımın yanmasını göz ardı ettim. Her bastırdığımda kesilen yerden tekrar kan sızıyordu umursamadım çünkü bana böyle öğretilmişti. Yara kanardı, kan durmamalıydı. Durursa unuturduk. Bu yüzden benim hiç kabuk bağlayan yaralarım olmazdı. Hep açık kalırdı yaralarım.

Uzun bir duşun ardından soğuğa aldırmadan üzerime en kalın kıyafetlerimi giydim. Hava kapalıydı, bugün olacakların farkındaydı sanki. Saçlarımı kurutup sıkı bir at kuyruğu yaptım ve odamdan dışarı çıktım. Telefonumdan saate baktığımda saat sekize geldiğini gördüm. Aşağıya indiğimde çalışanlar hızlı bir şekilde kahvaltı hazırlıyordu. Hiç kimseye aldırış etmeden evden çıktım.

Bugün veda günüydü. Vedalar acıtırdı, ama benim vedalarım sadece beni acıtıyordu. İleride bir taksi vardı. Her şeyi unutup ailemin yanına gidebilirdim. Bir veda belki de birçok şeyi değiştirebilirdi. Kırılmıştım. Beni yok sayıp amcamın yanına getirdiklerinde sadece on altı yaşındaydım. Babam beni sevmezdi, bunu biliyordum, ama annem severdi, öyle inanmıştım. Anneler yalan söylemezdi, anneler en çok çocuklarını sever zannederdim. Bu yalanların boynuma dolandığında sadece on altı yaşındaydım.
Yine de unutabilirdim. Belki bir daha göremeyecektim. En azından anneme veda etmeliydim. Taksiye nasıl bindiğimi ve adresi nasıl verdiğimi bilmiyordum. En son iki yıl önce annemi görmüştüm. Bir yabancı gibi bakan gözlerinin ardında kalmıştım.
Ellerim kucağımda birleşmiş, hızlı bir şekilde bacaklarımı titretirken taksicinin garip bakışlarına maruz kalıyordum. Kafamı cama yaslayıp palmiye ağaçların arkasına saklanmış olan denizi seyrediyordum.Taksici durduğunda, çoktan geldiğimizi biliyordum. Gözleri tekrar bana döndüğünde, taksimetredeki yazan parayı uzatıp inmiştim.


Karşımda duran büyük eve baktığımda, bir zamanlar burada mutlu olduğum anılar zihnime doluşmaya başladı. Adımlarım yavaş ama kararlıydı. Kapıda duran iki heybetli bedeni tanıyordum. Onların da beni tanıdığını biliyordum. Bu yüzden içeriye girerken bir şey dememişlerdi. Diğerinden biraz daha uzun olanın elindeki telefonuyla anneme haber verdiğini, üzerindeki sabahlığıyla hala güzelliğinden bir parça eksilmemiş annemin bana doğru adımlamasından anladım. Hala öfkeleri bakışlarının ardında bana bakıyordu. Affedilmeyi hak etmemiş olmak içimde bir yerlerde küçük Asya'nın canını yakmıştı.

"Asya, sen nasıl buraya gelebilirsin?"
Bir kere bana sarılır mısın anne?
"Ben sadece..." zar zor duyduğum ses bana aitti. Tekrardan boğazımı temizleyip konuştum. "Ben sadece nasıl olduğunuzu merak ettim." Gözlerindeki ruhsuzluğa rağmen dudaklarına bir gülümse yerleşti. "Merak ettin öyle mi?" Eliyle yaralı olan kolumu bastırıp beni çekiştirirken hiçbir şey diyemiyordum. "Bak," eliyle gösterdiği yere bakarken kardeşimi gördüm. Duru, benim masum çiçeğim. Tekerlekli sandalyesinde tüm güzelliğiyle etrafı izliyordu. Benim aksime sarı saçları güneş gibi etrafa ışık saçıyordu. "Senin yüzünden bu halde ne çabuk unuttun Asya." Bir damla düştü sol gözümden. Bakışlarımı tekrardan anneme çevirdim. "Yemin ederim, bilerek değildi anne."
Bakma bana öyle anne. Koparma beni kalbinden. "Sana inanmıyorum Asya. Şimdi hemen buradan gidiyorsun.'"Tekrardan beni çekiştirmeye başladığında yedi yıl önce de aynı şekilde kapı dışarı edilmiştim. Elimi kolundan sert bir şekilde çekmiştim. "Yeter, ben de çocuktum anne. Yıllar önce yaptığım bir hata yüzünden daha kaç kez bedel ödemem gerekiyor? Benim neler yaşadığımı biliyor musun anne?" Gözlerindeki ifade sarsılsa da hala öfkeli bakışları duruyordu. "Bilmek istemiyorum Asya. Sen de onlar gibisin." Bilmek istemiyorum demişti bana. Oysa ben her zora düştüğümde anne derdim. Anneler merak ederdi çocukların neler yaşadıkları, onlar için önemli olmalıydı ama benim annem için değildi. Ben hasta olduğumda kimi sayıklayacaktım?
"Ben kimler gibiyim anne?" Bana bunu yapma anne. Görmüyor musun halimi? Bir sarılsam yıkılsam ayaklarına anlatsam her şeyi. Anlayabilir misin beni Anne?

"Sen de baban ve amcan gibisin. O kadar karanlığa batmışsın ki onlar gibi, buranın ışığı seni yorar. Şimdi git, ait olduğun yere sakın bir daha buraya geleyim deme. Hatıralarından da sil her şeyi, yokmuşuz gibi çünkü ben öyle yapacağım.'"

Annemin sözlerinden sonra hızlı adımlarla orayı terk ettim. Yanlış bir kararın acısını yaşıyordum. Aslında hiç gitmemeliydim, orada olmamalıydım. Hem dediği gibi, ben iyi biri değildim, kötüydüm, güzel şeyleri hak etmiyordum. Bana "sil" demişti. İnsan annesini silebilir miydi? Peki, annem nasıl silebilmişti beni hatıralarından?

Aklım durmuş gibiydi, bir hata ne kadar da acı veriyordu. Elimde duran telefonun çalmasıyla gözlerimde akmayı bekleyen yaşları savuşturdum. "Efendim Tunç," sesim soğuk ve sertti. "Prenses, seni göremedim. Sakın aklına kötü şeyler getirip gelmemezlik yapma. Yoksa biliyorsun olacakları." Kahretsin ki biliyordum, ama bugün yine de kaçacaktım. "Kes sesini Tunç. Bir dakika bile gecikirsen iş iptal." Her zaman her yere geç kalan Tunç, sevkiyat söz konusu olduğunda geç kalmazdı, yine de geç kalsın istedim. "Sen yeter ki iste prenses." Başka bir şey demeden telefonu suratına kapattım.

Az ilerde gördüğüm boş banka doğru yürürken hemen yanımda duran amcadan bir gevrek almıştım. Yine bir bankın köşesinde sonsuzluğu izliyordum. Bugün her şey değişecekti, ya yok olacaktım ya da yeni bir hayatın başlangıcında duracaktım. Tek başıma koca dünyanın yükünü sırtlanabilirdim. Belki yarıda bıraktığım üniversiteme bile devam edebilirdim. Her son yeni bir başlangıcı getirirdi, değil mi? Yoksa sonlar ne işe yarardı? Annemin söylediklerini unutmaya çalıştım. Kalbimi acıtmamasını istedim. Ama her şeyden çok acıtıyordu. Keşke dövseydi beni de, söylemeseydi öyle. Hem alışkındım , istediği kadar vurabilirdi. Hatta beni yanındaki bir odaya bile kapatabilirdi. Oysa ki o beni kapı dışarı etmişti bir kez daha.

Saatlerce düşündüm. Hava karardı, gök gürledi. Bir sahnenin başlangıcı haber edercesine şimşekler yeryüzüne indi. İşte bu sefer kafamın içindeki sesleri susturmadım. Bulduğum taksiye binerken hiç beklemediğim kadar sakinim. Eve geldiğimde amcamın bana baktığını gördüm. Ama beni görmezden gelmişti. Biliyordu. Bugün ne götürüleceğini biliyordu. Hatta her şeyi belki de o planlamıştı. Yine bir oyunun içindeydim. Ama bu sefer figüran değil, başrol olacak ve herkesi geride bırakacaktım. Odama ilerledim, yatağımın üzerinde duran kısa elbise hiçbir yerimi kapatmayacak kadar açıktı. Bugün sondu her şey, bitecek, bu elbiseleri son kez giyecektim. Saat sekiz buçuktu. Yarım saat içinde hazır olmam gerekiyordu. Elbiseyi giyip aynaya doğru ilerledim. Annemin dediği gibi olabilir miydim? Ben onlar gibi miydim? Soluk yüzüme renk gelmesi için sürdüğüm makyajlar sayesinde canlanan gözlerim bana ait değillerdi. Çantamın içine kimliğimi koyup eksik bir şey olmaması için tekrardan kontrol ettim. Ayakkabılarımı da giydiğimde saat tam dokuzdu.

Aşağıya indiğimde Tunç arabada beni bekliyordu. Havanın soğukluğu üzerimdeki ince hırkadan delip geçiyordu. Yağmurun yağmaması şu anlık benim için iyiydi. "Yine göz kamaştırıyorsun prenses" Arsız gözleri bedenimi süzüyordu. Tüm bunların birkaç saat içinde biteceğini kendime hatırlattım. "Anlat. Kime ne götüreceğim" Sesimin arkasına gizlenen korkuyu anlamaması için dua ettim. Tunç ciddi bir şekilde bana döndüğünde irkilmiştim yanağında bir tokatın izi vardı. Demek amcam her şeyi gerçekten biliyordu. "Adamımız Vehbi Karaca. Ünlü Karaca Holdingin sahibi. Herkesten gizlediği bir oğlu var, on dört yaşında. Gerekirse adamı oğluyla tehdit edersin. Çeşme'de herkesten gizlediği bir mekanı var. Mekanın altında aklına gelebilecek her türlü pislik var. Mekanın altına sakın gitmiyorsun. Adamı yanına nasıl çağırıyorsan çağırıyorsun ve elimdeki çantayı ona teslim edip Kenan Kaya'nın selamını söylüyorsun. Anladın mı beni?" Mekanın altında neler döndüğünü az çok tahmin etsem de içim ürpermişti. "Peki ben neden çantayı götürüyorum? Tüm bunları sen de yapabilirsin." Başka bir şey vardı, Tunç'un gelmesi, amcamın her şeyi bilmesi normal değildi. "Çünkü sen elimizdeki en güzel vitrinsin. Tabi bir şey daha var, adamın karısı ölmüş. Karısına benzeyen kızlara ayrı bir zaafı var ve sen de çok benziyorsun. Bu bizim işimizi kolaylaştıracak." Ben nasıl bir belaya bulaşmıştım. Böyle adamları çok iyi tanıyordum, bana ulaşana kadar peşimi bırakmazdı. "Siz beni gerizekalı mı zannettiniz? Sonra ne olacak, adam beni bırakacak mı?" Tunç'un eli saçlarımın arasına girip çekince başım geriye düşmüştü. "Seni onlara yedirmem güzelim. İçin rahat olsun. Unutmadan adama diyeceksin ki, bilgi için beş yüz bini hazırlasın." Sert bir şekilde bıraktığında başımı cama çarpmıştım. Tunç arabayı çalıştırdığında sessizleşmiş, yarın her şeyin daha da güzel olacağını düşünüyordum. Bir saatlik yolun ardından sonunda dediği mekana gelmiştik. "İç bunu" elindeki içkiyi bana uzatıyordu. "İçmek istemiyorum." İnmek için kapıyı açtığımda sert bir şekilde kapıyı kapatmıştı. "İçeceksin." Bugün sondu, son bir kez içebilirdim. Elinden aldığım içkiyi hızlı bir şekilde dudaklarıma götürüp bitirdikten sonra arabanın bir köşesine fırlatmıştım. Arabadan indiğimde Tunç' hızlı bir şekilde gitmişti. Hırkamı bile alamamıştım. Beni arka taraflarda bir yerlerde izlediğini biliyordum. Stresten mideme kramplar giriyordu, iki büklüm olmamak için zor tutuyordum. Mekana girdiğimde etrafta fazla kimse yoktu büyük ihtimalle daha başlamamıştı. Direk barmene doğru ilerledim ve sandalyelerden birine oturdum. “Vehbi Karaca’yı görmek istiyorum. Hemen.” Barmenin şaşkın ve alaycı gözlerine karşı ciddi ifademi korumayı başarmıştım. Bir şey demeyip arka tarafa doğru ilerlemeye başladı. Hemen sonra ondan da uzun büyük ihtimalle Karaca’nın korumalarından biriydi. “Patronu görmek istiyormuşsun ?” Gür sesi tüm bu gürültünün altında bile duyuluyordu. “Kenan Kaya’nın selamı var.” Söylediklerimle birlikte adam yüzüme daha dikkatli bakıp arkasını dönüp gitmişti. Ellerimin terini bacağıma silerken bir kaç saat sonra her şeyin bittiğini ve güzel bir yere yerleştiğimi düşündüm tekrardan. Koruma yeniden gelirken arkasında Vehbi Karacayı gördüm. Yüzünde iğrenç bir sırıtışla ağzındaki kürdanı çekiştiriyordu. “Ah, Kenan her zaman ağzımın tadını iyi bilir.” Dedikleri midemi yerle bir ediyordu. “Vehbi Karaca, istediğin her şey bu çantanın içinde.” Biraz daha yanına yaklaşıp kulağına doğru fısıldadım. “Eğer ki beş yüz bini yarın akşama kadar getirmezseniz biraz canınız yanabilir.” Her fısıldayışımda adamın bakışları saçlarımda, tenimde ve en çok da gözlerimde oyalanırken stresten daha da terleyen ellerimi bacağıma sürtmemek için zor tutuyordum. “Kenan Kayaya söyle yarın akşama kadar parası elinde olur. Peki senin için de pazarlığa oturmamı ister misin küçüğüm?” Beni sandalyeye oturttuğunda nefesimi tutmuştum. Korkuyordum. Bu adamın pis elleri beni öldürse kimse beni hatırlamayacaktı. Kirli bir mekanda kirli bir şekilde ölürken hiç kimse benim burda neden olduğumu değil sadece burada olduğumu sorgulayacaktı. Pis nefesini yüzümde hissettiğimde bir şeyler yapmalıydım. “Vehbi Karaca oğlun nasıl keyfi yerinde mi ? On dört yaşında olmalı.” Oğlunun adını söylememle birlikte gözlerinden geçen korkuya şahit oldum. Hızlı bir şekilde uzaklaşmıştı. “Sakın bir daha oğlumu anma. Kenan Kaya’ya söyle her şey konuştuğumuz gibi olacak. Sen de kendine dikkat etsen iyi olur küçük kız kapmasınlar.” Bakışlarındaki ürpertici soğukluğa aldırış etmedim. Bitmişti işte bu kadardı artık kaçışım için hazırdım. Mekandan çıktığımda Tunç’un araba içinde beni beklediğini fark ettim. Ona doğru ilerlerken bakışlarında garip bir ifade vardı. “Hallettin mi “ “Evet” Bir şey demeyip arabaya bindiğinde biraz durduktan sonra bende bindim. Sessiz bir şekilde geldiğimiz yolu dönerken bir şey yapmalıydım. “ Tunç susadım ben ileride market olmalı su alır mısın ?” Kahretsin ben onla böyle konuşmazdım ki. “Sen benden su istiyorsun öyle mi ? “ Şüphelenmişti. “Evet Tunç. Beceremeyeceksen ben inip alayım.” Bakışları tekrar normale dönse de hala şüphelendiğinin farkındaydım. Almayacak zannettiğimde arabayı durdurmuştu. İndiğinde içimde tuttuğum tüm nefesi dışarıya vermiştim. Hemen çantamın içinde duran uyku ilacından bir kaç tane alıp elimin içinde küçük parçacıklar haline getirdim. Oturduğum yerin camı tıklatıldığında yerimde zıplamıştım. Camların siyah oluşuna bir kez daha dua ettim. “Al iç hadi suyunu “ Tunç kapımı açıp suyu uzatırken diğer elimle suyu almıştım. Bir yudum içerken Tunç kapıyı kapatmış kendi yerine doğru dolanırken ufaladığım parçaları içine atıp çalkaladım. Şimdi Tunç’un bu suyu içmesi gerekiyordu. Eğer içmezse her şey boşa gidecekti. “Bu kadar mı içecektin ? Bilseydim almazdım.” Deyip elimdeki şişeyi alıp dudaklarına götürmüştü. Ağzımı açıp ona bakarken ilk defa şansın benden yana olduğunu düşündüm. “Dilini mi yuttun prenses ?” Şaşkın bakışlarım hala üzerindeyken bir şeyler söylemem gerekiyordu.

“Uykum var Tunç bulaşma”

“Uyu bakalım prenses.” Yarım saat olmuştu. Tunç ara sıra esnesede hala devam edebiliyordu. Neredeyse varacaktık artık etkisini göstermesi gerekiyordu. Gözlerimi camdan çekip ona çevirdiğimde kaşlarını kaldırıp indiriyordu. Biraz daha bekledim araba hafif hafif sallanmaya başlamıştı. “Tunç öldürecek misin bizi ne biçim araba kullanıyorsun.” Kafasını bana çevirdiğinde gözlerini açık tutamadığını anladım. “Düzgün konuş benimle.” Onu sinirlendirmemeliydim. “Tunç bak gözünü zar zor açık tutuyorsun bırak arabayı ben kullanayım hem geldik zaten.” Bir bana bir de yola bakıyordu. Ama bir şey demeyip yoluna devam etmişti. Ellerim çaresizlikle önüme düşerken ağlamamak için zor tuttum kendimi. Tüm kaçış planım buraya kadardı. Belki de hiç bir zaman kurtulamayacaktım. Bir anda araba durmuştu. “Tamam geç direksiyona ama dışarı çıkmadan yer değiştirmemiz lazım babamın adamları burada olabilir” Kelimeler ağzından çıkarken zorlanıyordu. Her an uykuya dalabilirdi. Ufak bir baş sağlamayla kabul ettim dediklerini. Arabanın içinde yer değiştirirken ona değmemek için her şeyi yapıyordum. O benim tarafa doğru geçtiğinde büküldüğüm yerde ben de harekete geçtim. Tam geçiyordum ki beni belimden tutup kucağına oturtmasıyla olduğum yerde kalakaldım. “Biliyor musun Asya hep burada oturmanı hayal etmiştim.” Kalkmak için hamle yaptığımda elleri iki kolumu yakalamış bacaklarıyla bacaklarımı sıkmıştı. “Hep sıcaklığını hissetmek isterdim. Şimdi burada bu şekilde beni ne kadar etkilediğini tahmin etmek istemezsin.” Gözü kapalı bir şekilde konuşurken kelimeler ağzında yuvarlanıyordu. Ama yine de ondan kurtulamıyorum güçlüydü. Kendinde değilken bile bana meydan okuyordu. Dayanamadım tüm gücümle kalktığımda çoktan beni bırakmış olduğunu ve uykuya daldığını fark ettim. Hızlı bir şekilde direksiyona geçip geldiğimiz yola geri döndüm. Burada atamazdım Tunç’u farkedilirdi. Ellerim titreyip gözümde yaşlar akarken tüm bunların sevinçten olduğunu biliyordum. Nereye kadar sürdüm, kaç tabale geçtim bilmiyorum. Ama artık Tunç’u bir çöp misali yolun kenarına atmalıydım. Yoluma yalnız bir şekilde devam etmeliydim. Bulduğum ilk boşlukta arabayı durdurmuştum. Yol kenarı ormanlık bir alanda kimse farketmezdi. Yavaşça Tunç’un olduğu tarafa doğru giderken aynı zamanda etrafa bakıyordum. Yağmur başlamıştı hızlı olmalıydım. Kapıyı açıp Tunç’u tüm gücümle aşağıya çektiğimde arabanın büyüklüğünden yararlanarak kimsenin görmemesini diledim. Yoldan uzaklaştırıp ormanın içine doğru biraz sürükledikten sonra onu öylece orada bırakıp arabaya doğru ilerledim. Her şey bitmişti. Kurtulmuştum. Yerimde bir kaç defa zıpladım. Gözlerimdeki yaşlar hala akmaya devam ediyordu.

“Nereye güzellik beni burada bırakabileceğini mi zannettin ?” duyduğum sesle dünyam başıma yıkılmıştı. Koşmaya başladım zaten yakındı ondan önce varırsam yine onu burada bırakabilirdim. Tam arabaya ulaştığımda ayağımdan yakalayıp yere düşürmüştü. “Bırak beni pislik” elinden kurtulmaya çalışsam da sıkı bir şekilde tutup beni tekrar ormanın içine doğru sürüklemeye başladı. “Sen kendini akıllı mı sanıyorsun Asya ? Ne yaptığını anlayamayacak kadar salak mıyım ben ? Bu yaptığını babam illaki öğrenecek ve işin bitecek biliyorsun değil mi ? O yüzden madem babam işini bitirecek ondan önce ben biraz tadına bakayım.” Duyduklarımı kimse duymamalıydı. Çırpındım. Beni ormanın içine doğru götürürken çırpınabildiğim kadar çırpındım. Söylediklerini algılayamıyordum zihnim karışıktı. Zil yoktu ama yine bana zarar veriyordu. Beni iktiridiği ağaçın gövdesine düştüğüme sırtıma batan taşın acısını hissettim. Üzerime eğildiğinde hala bir kaçış yolu arıyordum. Elleri vücudumda gezinirken yüzü boynumdaydı. Bir eliyle iki elimi hapesetmiş yere bastırıyordu. “Bırak, yapma, dokunma bana pislik.” Ağlamam şiddetlendi yağmur hızını artırdı. Korkuyordum. Ben yaşayamazdım ki artık. Zaten kısa olan elbisem giderek kısalmış eteğin bir kısmı yırtılmıştı. Üstündeki tişörtü çıkartırken anlık bir şekilde ellerimi bırakmış iki eliyle birlikte vücudumda geziniyordu. Bulanık gözlerimle ilerdeki taşı gördüm. Biraz daha çırpınıp taşa doğru yaklaştım. Tam kafası göğüs kafesimin oralarındayken tüm gücümle vurdum. Eliyle başını tutarken üstümden yana doğru devrilmişti. Hızlı bir şekilde üstümü bile düzeltmeden koştum. “Asya sana bunu ödeticem. Sana buraya gel dedim.” Gür sesi boşlukta yayılırken arabaya vardım. Ellerim titriyor bir türlü anahtarı çeviremiyordum. “Yapabilirsin Asya, dayan “ Tekrardan anahtarı çevirdiğimde araba çalıştı. Kapının açılmasıyla Tunç arabaya girdi. “Asya, Asya seni yakalayamayacağını düşünmen büyük yanlış.” Ağlıyordum. Üstüm başım çamur içindeydi. Az önce pis elleri vücudumda gezinen adam hemen yanı başımdaydı. Belki de kurtulamayacaktım. Her şey sadece bir hayalden ibaretti. Gaza yüklendim yola bakmadan çıktım. Herhangi bir arabanın olmaması şansım mıydı bilmiyordum. “Arabayı kenara çek Asya. Benden kurtulamayacaksın bunu biliyorsun.” Sesi midemi bulandırıyordu. Konuşmamalıydı. “Senden kurtulacağım. Hatta tüm Dünya senden kurtulacak.” Sesimdeki kararlılık onu korkuttu, korkmalıydı. “ Saçma sapan konuşma Asya çek sağa arabayı.” Şeytanı bile ürkütecek bir kahkaha patlattım. “Belki de her şey böyle bitecek.” Anlamamış gözlerle bana bakıyordu. Artık ağlamıyordum. Elleri direksiyona uzanmış durmam için baskı yapıyordu. Hızımı daha da artırdım. “Asya deli misin ölücez kızım. Tamam dokunmayacam bir daha sana çek sağa “
Duymuyordum söylediklerini. Bana dokunmuştu bir kez daha. Artık dayanamazdım. Hem kurtulsam bile nasıl yaşayacaktım ? Hayal kurmuştum hayal olarak kalmalıydı. Ellerim serbest kalmış direksiyonu Tunç tutuyordu. Ayağım hala gazdayı. Bir anda direksiyonu ondan aldığımda arabanın hakimiyetini kaybettim ve yola savrulduk. Tunç’un bağırışları kulağımda yankılanıyordu. Bir şeyler yap diyordu. Önce gözümü büyük bir ışık aldı sonra büyük bir gürültü. Acı tüm vücuduma yayılırken gözlerimi kapadım.
Kurtulmuştum.
Her kaçış bir vazgeçişti ve ben vazgeçmiştim.


Loading...
0%