@lostwingsiii
|
Uzun bir yolun ardından önüme çıkan açıklığa bakarken şakağımdan aşağı akan ter beni huylandırarak bedenimi daha da üşütüyordu. Üzerime giydiğim siyah sweat tam anlamıyla terden üzerime yapışmıştı ve şapka altında ezilen saçlarım terle de birleşince alnıma yapışarak huysuz beni daha da huysuzlandırmıştı.
İncittiğim ayak bileğim muhtemelen morarıp şişmeye başlamıştı çünkü ağrısından üzerine basamıyordum bile doğru düzgün. Bir de bu hâlimle kaybolmuştum.
Napoli'ye taşınalı uzun bir zaman oluyordu ve haber kaçırabilmek için şehrin tüm ara sokaklarının planını çıkarıp ezberlemiştim. Tıpkı bir mühendis edasıyla bir haftamı plan çıkarmaya ve ezberlemeye vermiştim işimi ciddiye aldığımdan.
Ama demek ki tam yapamamış olmalıydım ki rüzgarlı soğuk gece tüm bedenimi çepeçevre sararken kendime sarınmış hâlde ağzıma geleni sayıyordum. Kendimi sağlama almak istediğimden dolayı cadde ve sokakları bırakıp patikalara sapmıştım. Garantiye aldığım doğruydu, başarmıştım.
Kendime bile izimi kaybettirmiştim.
Derin bir nefes alıp ormandan çıkarak açıklığa yürürken önümdeki depoda göz gezdiriyordum. Yıprandığından döküntüleri olan deponun ağır çift kapaklı kapıları iki yöne açılmış şekilde içerdeki kasvetli, karanlık havayı gözler önüne seriyordu. Demir olduğu belli olan kırmızı kapıların boyası yer yer dökülmüş, ortaya çıkan demir görünümü paslanarak kararmıştı. İçeri girmek için kapı girişine geldiğim vakitse rutubet ve toz kokulu geniş depo kendini belli ediyordu. Sık kullanılan bir yer olmadığı belliydi. Hatta bomboş duran depo, terk edildiğinin habercisiydi.
Rutubet kokusu beni rahatsız etse de etrafı incelerken topallayarak yürümeye devam ettim. Su sızıntısı olduğu belli şekilde uzaklardan su damlama sesi yankılanırken yer toz toprak doluydu. Köşedeki kuytuda bulunan tahta sandalye üzerine atılan inşaat kumu torbası nedeniyle buranın bir vakitler inşaat firmasına ait olduğu çıkarımında bulunmuştum. O kuytu köşenin karşı duvarına ise yapışık hâlde bulunan ve yukarı çıkan demir merdivenler vardı.
Elimde başka seçenek olmadığından o merdivenlere yöneldim ve beş basamak yukarısına oturduktan sonra bağcıklı ağır botlarımın bağcıklarını çözmeye koyuldum. Bileğim; ayakkabı içinde büküldükçe sızlayıp ağrı şiddetini artırdığından dişlerimi sıkıyor, yüzüm acıdan buruşuyordu. Çıkarıp botu bi alt merdivenime bırakırken bileğimi inceledim dışardan içeriye çok az yansıyan ay ışığı altında.
Düşündüğümden daha felaketti. Yaklaşık 2.5 metrelik bir duvarı aşarak diğer tarafa sırtüstü düşerken bacağım altıma katlanmıştı ve kendi ağırlığımla beton arasında feci şekilde ezilmişti. Muhakkak doktor kontrolüne ihtiyacı vardı ancak şebekenin bile düzgün çekmediği bu alandan kurtulmak zorundaydım ilk iş.
Uzaktan gelen adım sesleri kulağıma çalınırken bakışlarımı ayağımdan çekip etrafta gezdirdim. Metruk depo boş olduğundan dolayı çok uzaktan gelen konuşmaları bile mırıltı şeklinde iletiyordu. Kısa zamanda da içeri dolan erkek bedenleriyle birlikte kaşlarım çatılmıştı. Takım giyen ve izbandut bedenli bir sürü adam içeri doluşurken onlardan farklı giyimli sadece bir kişi vardı. Çatık kaşlarım bu manzarayla birlikte yukarı kalktı şaşkınlık içinde.
Takım elbiseli adamlardan bir tanesi, karşı köşede duran sandalyeyi üzerindeki inşaat torbasını yere atarak almıştı. O köşede kumların sertçe yeri boylaması yüzünden toz kümesi oluşurken aynısı sandalye için de olmuştu. Sandalyenin üstünü silkme gereksinimi duymadan fırlatırcasına attıkları aynı saniye içinde sandalyenin üstünde o çelimsiz beden yer buldu. Deponun tam merkezinde olduklarından dolayı görünmemek için oturduğum merdivenlerde kendimi geri çektim ve kuytuda kalan köşede karanlıklara kaybolurken olayları izlemeye devam ettim. İçimdeki karşı konulamaz kıpırtı, kanıma adrenalin pompalıyordu.
Bunlar mafyaydı. Çift kanatlı kapıların arasından inci gibi dizili siyah, tek tip markayla donatılı arabalar göze çarpıyordu ve depoyu resmen kuşatmışlardı. Giydiği kırmızı tişört ve mavi pantolonun kan revan içinde olduğu karanlıkta bile belli olan benden genç beden gibi ben de burda sıkışmıştım muhtemelen. Kanlı Ay tutulması gibi bir mafyaya rast gelmek fazlasıyla zorken ben bu şansı yakalamıştım ancak genci eşek sudan gelinceye dek dövmeye başlamaları yüzünden çıkan kemik sesleri, korkudan beni iyice sindirmişti kuytuya. Gözümde şanssızlıktı şu an her şey.
"Ben yapmadım diyorum size!" Diye bağıran genç, depoyu inletirken boğazı kurumuş olmalı ki öksürerek sustu ve eğdiği başı sayesinde ağzından bir avuç dolusu kan döküldü yere. Ara ara kanın aktığı belli şekilde damlama sesleri kulağıma dolarken yerimde kıpırdandım. İşler çirkinleşmeden önce birkaç fotoğraf çekip tüymem lazımdı.
Deponun şeklini aklımda tasarlayabilmek için etrafa bakınmaya başladım hızlıca. Oturduğum demir merdivenlerin yukarısına başımı döndürdüğümde, yaklaşık 15 basamak yukarısının uzun bir platforma çıktığını fark etmiştim. Tekrar önüme dönüp bir kulağım olaylardayken ses çıkarmamaya özen göstererek botumu da alıp ayaklandım. Duvarla resmen bütün olurcasına eğik ve yavaş adımlarla yukarı çıkarken nefesimi bile tutmuştum farkında olmadan.
Asırlar gibi süren dakikalar ardından demir platforma çıktığımda nefesimi verdim sakince. Platforma oturup kendimi görünmeden karanlığa çektim. Şimdi üstten daha rahat görebiliyordum ancak geniş parmaklıklı balkon benzeri bu platformda biraz dâhi dışarı çıkarsam görmeleri kolay olurdu. Fazlasıyla açık bir alandı.
Bileğimin ağrısına katlanmaya çalışarak geçirdiğim botun iplerini bağlarken sessizleşen ortamla aşağı baktım. Parmaklıklardan uzak olduğumdan dolayı alttaki adamların bazıları platformun altında kalarak görüşümü kesmişti ancak bir tanesi vardı ki sadece yüzünü yan profilden görebilip, ağır adımlarını işitebilirken varlığı deponun havasını daha da ağırlaştırmıştı mümkünmüşcesine. İçimdeki merak daha da kamçılanırken platform üzerinde emekleyerek biraz daha aydınlığa çıktım ve iyice eğilirken olaya sonradan dahil olan adamı inceledim.
İfadesiz bir yüze sahip de olsa tehlikeli duruyordu ve ay ışığı yan taraftan vurarak esmer tenini, bal köpüğü rengi saçlarını aydınlatmıştı solukça. Fazlasıyla keskin yüz hatları bu aydınlatma sayesinde daha da keskinleşirken gencin saçlarından hiç de nazik olmayan tavırlarla tutup kafasını koparırcasına geriye çekti ve kendisine bakmasını sağladı. Zavallı gencin patlak dudağından ve burnundan akan kanlar yüzünün nerdeyse her yerini kaplamıştı.
"Duydum ki seni buraya getirirlerken biraz hırpalamışlar." Demişti soğuk ve fazlasıyla derin sesiyle. Bedenim soğuk yerine onun tehlike dolu sakin sesi yüzünden gözle görülecek kadar çok titrerken sertçe yutkundum. Her mafya onun kadar genç, yakışıklı, fit ve soğuk olabilir miydi?
Kafayı yemek üzereydim.
Uzun süreli susuzluk yüzünden çatlayan dudağımı gerginlikle yemeye başlarken gencin yanağına inen yumruk ciddili kemik kırılma sesiyle birleşmişti. Daha yeni durmuşken kan, oluk oluk tekrar akmaya başlamıştı ancak patronun umrunda bile değildi. Asıl amacımı ansızın unutmuş gibiydim. Onun tehlikeli soğukluğu altında ezilen amacım, oluk oluk akan kan gibi beynimden uzaklaşıp gitmişti.
Fark edilmemek için uğraşarak içimden çıkardığım kameranın penceresine gözümü dayayıp yakın açıdan patronu fotoğrafladım birkaç kez. Sadece benim duyabileceğim kadar kısık çıkan fotoğraf çekme sesleri benim kulağımda patladığından dolayı duymalarından endişe ediyordum fazlasıyla. Korkudan ve heyecandan titreyen elimi kameranın önüne atıp mercek konumunu değiştirerek geniş açıya aldım ve makine terli ellerimden sürekli kayarken tutmak için büyük gayret gösterdim.
"Sana son kez soruyorum, Diego Robas nerde?" Dedi tane tane tekrar o kulak dolduran derin ses tonuyla. "Söylemek zorunda olduğunu hatırlatma ihtiyacı hissettirme bana."
"B-bilmiyorum..." dedi bayılmak üzere olduğu belli şekilde zayıf sesle. "Beni aramıyor bile. Eve de gelmiyor Bay Kim, inanın bana. Bırakın beni lütfen."
Patron, canı sıkılmış şekilde gürültülü derin nefes alırken başından beridir cebinde tuttuğu elini çıkarıp sahte acıma duygusuyla "yapacak bir şey yok" demiş ve ceketini hafif kaldıran eli saniyeler içinde bir nesneyi kavrayıp ortaya çıkarmıştı. Kamera penceresinden olayları izleyen badem gözlerim, korkuyla kocaman açılırken kamerayı hafif aşağı indirdim ve emin olmak için çıplak gözlerle baktım.
Ay ışığında parlayan gümüş silah, saniyeler içinde patlamış dudaklar arasına girip gencin boğazına kadar uzanarak onun korku ve nefessizlikle çırpınmasına neden olurken patronun sıkıca tuttuğu saçlarındaki eli yüzünden çaresiz kalıyordu.
"Sen, onun için iyi bir uyarı olacaksın ufak Robas. Selamımı söyle," dediği anda genç bağırmaya ve daha çok çırpınmaya başlasa da ağzı içinde patlayan silah onu sonsuz sessizliğe boğarak boğazını olduğu gibi parçalamıştı. Gırtlağı altından boğazını patlatarak çıkan mermi yüzünden tazyikli akan kana öylece bakarken bana dönen gözleri uzun süre idrak edememiştim. Bunu nasıl yaptığına akıl sır erdiremediğim patrona döndüm.
Ve döndüğüm anda, sinirli parıltılarla süslenen kısık gözleriyle karşı karşıya kaldım. O an şunu fark ettim ki beni hepsi fark etmişti ve onlarca silah namlusu bana doğrulmuştu patronunki dışında. İri bedenli adamlar, patronun etrafında oluşturdukları hilal şeklindeki pozisyon sayesinde onu merkeze almışlardı. Rahat görünümünü, ceplerine tıktığı elleri ve dik duruşuyla sağlarken saniyeler içinde elinde olacağım garantiymiş gibi özgüvenliydi.
Silah sesi, depoyu inleten tek şey değildi.
Ben o an çığlık atmıştım.
Yaptığım öldürücü hata yüzünden bedenim kontrolünü kaybediyor gibi baştan aşağı buz kesip uyuşuyor, yerimden kımıldayamıyordum. Öyle bakıyordu ki sanki bu platform eriyip kendi kollarını çıkarmış ve beni mengene gibi kıstırmıştı kaçmamam için.
"Onu bana getirin. Onu sağlam istiyorum."
Ben, her şeyi çoktan biliyordum. Görmüştüm Bay Kim.
Bölüm sonu. Sizi seviyorum🩵
|
0% |