Her çocuk içindeki sevecenliği bulana kadar, aramak için gereken sabıra ve korkusuzluğa sahip değildir
Franz kafka
İstanbul
Anahtarı cebimden çıkarıp , anahtarı kilide yerleştirdiğimde bizimkilerin evdeki telaşları duyuluyordu.
"Ben geldim!" Dedim
Annem elindeki tencereyle bana bakıp , "hoşgeldin oğlum!" Diyerek Tencereyi yemek masasına bırakmıştı.
Masaya baktığımda misafir tabaklarıyla göz göze gelmiştim
"Misafir mi var?"
"Evet oğlum , bedri amcanlar gelecek birazdan".
"Yani , aileden olan insanlara neden misafir tabağı çıkarırsın ki?" Diye söylenerek anneme sarıldım , yine mis gibi leylak kokuyordu . Çocukluğumdan bu yana sevdiğim tek koku buydu
"Aile de olsa güzel ağırlamak lazım , oğlum. Sıradan tabaklarla konulur mu hiç ? ayıp" diye laf etmişti bana .
"En iyisini sen bilirsin , Mercan sultan!"
Dedim gülerek
"Ver bakayım bir yanak"
Yanaklarını sıkarak öpmüştüm . Sinir olmuştu tabi , yanaklarının sıkılmasından pek haz etmezdi.
"Dur , eşek sıpası, dur !" Diye beni itmeye çalışmıştı
Bende hemen, " Dur sultanım , ya sıkayım azıcık şu Yanaklarını!" Demiştim
"Oğlum , dur! Amcanlar gelecek şimdi , yemekleri getireyim. Aaa!"
"Tamam , tamam , durdum ben. Odama geçerim , zaten birazdan da-"
Ses tonum sonraları doğru daha sessiz çıkmıştı
Annem de "yardım et de sonra git odana , hem de şu ağzındaki baklayı çıkarmış olursun." Demişti
"Gözünden de bir şey kaçmıyor sultanım " demiştim mahcubiyetle
❄
"Anne, babam nerede?"
"İş çıkışı bir yere uğrayacaktı , kızım."
Dediğinde annemin yanına gitmiştim abim annemin cevabına karşı
"Bu saate mi bırakmış?" Demişti annemin yüzüne bakarak.
"Aslında bu saatte gelmiş olması lazım"
Demişti Annem sesinden anlaşıldığı üzere kaygı vardı
Telefonun ekranına odaklanmıştı , telefona uzanıp babamı arayacağı sırada birden babamın sesi duyulmuştu evin içinde.
"Ben geldim , hazırsanız çıkalım haydi.'
Annem saate bakarak " Nerede kaldın bedri, kaç oldu saat ?"
" Ne yapalım melek hanım , İstanbul trafiği akmıyor ki bir türlü" demişti babam bıkkın bir sesle. " Anca gelebildim" demişti anneme gülümseyerek
"Ee sen de haklısın" demişti Annem tebessüm ederek .
Sonra bize seslenmişti Annem
"Çocuklar, hadi hazırsanız çıkalım."
"Geldik" demişti Caner
"Nasıl olmuşum?" Diye sormuştu Ahsen beyaz elbisesinin eteklerini düzeltip , dalgalı uzun saçlarına dokunarak, babasına dönmüştü
"Prenseler gibi olmuşsun , benim güzel kızım," demişti babası , nazikçe Ahsen’in başını severken.
Ahsen’in Yüzü , hafifçe kızarmıştı.
"Teşekkür ederim , babacım. " demişti utangaç bir şekilde
Tabiki de bu tatlı anı , Ahsen’in abisi Caner bir şakayla bozmuştu.
" iğrenç olmuşsun" demişti yüzünü buruşturarak.
Her tipik Türk abisi gibi kardeşiyle uğraşmayı çok seviyordu Caner.
"Ya baba!" Diye bağırmıştı küçük Ahsen
Babası hemen devreye girdi:
"Abin şaka yapıyor kızım. "
Ahsen sinirli bir şekilde gözlerini kısarak karşılık verdi:
"Hiç de şaka yapmıyor, hıh. "
Abisine bakarak "sende çirkin ördeklere benzemişsin" demişti
"Ahsen , kızım , ne kadar ayıp!" Diye araya girmişti annesi " Öyle denmez abiye" hafifçe sitem etmişti çantasını koluna takarken
Bedri saate baktığında geç kalacaklarını fark etti " Arabada edersiniz kavganızı geç kalıyoruz
❄
Saat 20.30'u gösteriyordu. yemek masasının üstünde beyaz saten bir örtü, altın sarısı renginde çatal bıçak takımları, kristal desenli bardakları ve beyaz çukur Tabaklar vardı. masanın iki tarafında küçük beyaz mumlar , alt tabanlarına sahte papatyalar sarılıydı. yemekleri servis etmek için masanın yanında küçük bir masa vardı. üzerinde soğuk yemekler sıralanmıştı. zeytinyağlı sarma, zeytinyağlı barbunya, şehriye salatası... sıcak yemekler arasında ise Tekirdağ köftesi, sultan kebabı, ve aileye ait vazgeçilmez çoban salatası vardı.
Melek gözlerini masadan ayırıp Mercan’a bakarak, “ bu kadar zahmete niye girdin, canım ben sana yorma demiştim dedi kendini.
“ yormadım ki canım, hepsini severek yaptım,” diye cevap verdi mercan gülümseyerek “Ayrıca Zahmet olmadı,” diyerek Şakayla karışık kızmıştı.
Ahsen devreye girerek tatlı bir ses tonuyla “Egemen Abim nerede?” diye sordu .
Caner hemen devreye girip “ hiç umutlanma, küçük hanım. bugün senin yanımıza almıyoruz. Diyerek uyarmıştı.
Ahsen, abisine gözlerini kısarak dilini çıkardı. O sırada, siyah pantolon ve kot gömleği ile Mert odaya girdi. Ahseni kucağına alıp," Siz de hiç boşuna ümitlenmeyin bilgisayar bugün Ahsen'in," dedi, kucağındaki Ah seni gülümseyip göz kırparak.
“Ya abi, nasıl oynayacak bilgisayarla?” diye itiraz etti Egemen.
“ çizgi film açarsanız izler,” dedi Mert .
“ televizyondan izler Mert abi, ya!” diye sitem etti Caner.
“Kesin sesinizi, Bugün bilgisayar Ahsen’in, Siz de bana yardım edeceksiniz.”
“ çocuklar, laf dalaşına girmeyin de masaya geçin artık. Mert, oğlum Ahsen’i şuraya oturt.” dedi Bedri.
“ Tamam amca,” dedi Mert.
“Baban nerede?”
“ yüzünü yıkıyordu, Birazdan gelir amca,” diye cevap verdi Mert.
Yavaşça, herkes masanın etrafında yemek yemeye başladı. Ahsen, tabağındaki köfteyi zorla çatalıyla kesmeye çalışırken, melek ona göz kırptı. birlikte gülüşmeye başladılar. ama gülüşmeler kısa sürdü. Herkes, tabaklarındaki yemeğe odaklanmıştı. bir süre Sessizlik hakimdi. sadece çatal bıçak sesleri duyuluyordu.
Bedri, birden ayağa kalkıp, “şu an hepimiz burada, birlikteyiz. Sağlıkla, huzurla... bu sofralar hep böyle olsun.”
Sözleri, masada biraz sessizliğe dönüştü. Herkes, bedenini söylediklerini içten içe kabul ediyor gibi başlarını salladı. Ahsen, gözleri biraz nemlenerek, “bize Hiç ayrılık yok, değil mi?” dedi, sanki sadece birine değil, Herkesin ruhuna sesleniyormuş gibi.
Caner, Biraz önceki şakacı tavrıyla, “Tabii ki yok, o kadar seninle uğraştık, şimdi nasıl ayrılırız?” diye cevap verdi. ama yine de gözlerine bir burukluk vardı.
Mert, bir yudum su içtikten sonra, “aile olmak bu işte,” dedi ve gülümsedi. ancak bu gülümseme, huzur ve minnettarlık doluydu.
Masada, yavaşça kalın bir sessizlik yayıldı. Herkes birbirine bakmadan, yemeklerine odaklanmıştı ama ruhsal bir bağ, en derin şekilde hissediliyordu. O an, her şeyin ne kadar geçici olduğu, bir arada olmanın değerini ne kadar büyük olduğu, Herkesin içinde hissediliyordu. O zaman bir şekilde durmuştu ve o anın kıymeti, tüm masayı sarmıştı.
❄
Trabzon
Günlerden pazartesi sabah saat 7 sularında okula doğru yürüyordum Karadeniz’in havasından mıdır pek bir sisli ve kapalı
İnsan doğduğunda, dünyaya gözlerini açtığında, ilk öğrendiği şey ağlamaktır. Benim ilk ağlamam, annemin son çığlığıydı. Kollarında hayata merhaba derken, o gitti. Sonra, tüm çocukluğum boyunca, her “iyi ki doğdun “ demesi gereken kişi, bana “senin yüzünden “ dedi. Hep öyleydi. Her zaman suçlu ben oldum. Annem ölmeden önce ben doğdum. Bunu her an hatırlatan bir ses vardı, babamın içindeki ses. Yıllarca o ses, sesimi boğdu. “senin yüzünden”... o cümle her an kulağımda çınladı. Sanki başka bir şey duymak mümkün değilmiş gibi.
Ama nasıl anlatılır ki? Nasıl söylenir ki, o ölümün içinde bir parça da benim suçum? Bir çocuk, gerçekten suçlu olabilir mi? Ama ben hep düşündüm, belki de benim varlığım o eksikliği daha da büyütüyordu. Belki de babam bana bir nefes bile almak için bakmaya cesaret edemedi çünkü her gördüğünde o kayıp, o boşluk, daha da derinleşiyordu. Yıllar geçtikçe, her sözcük, her hareket, her bakış... Hepsi bir işkenceye dönüştü.
Yine kavga etmiştik sözcükler uçup gitmişti, ama bir şey vardı... o boşluktan o sessizlikten sonra. Her zaman olduğu gibi, herkes kendi odasına çekildi. Ama ben... ben hiç bir yere gitmedim. Karanlık odamda tek başıma kaldım ve içimdeki soğuk duvarları hissettim. Bütün geceyi bir karanlık odada geçirmek, insanı gerçekten yalnızlaştırıyor. Ama ben yalnız değildim. Her zaman yanımda o şey var: suçluluk.
Ve ben fark ediyorum ki, ben hiç gerçekten var olmadım. Ne annemle ne de babamla. Bir boşlukta, kimliğimi yitirmiş bir şekilde yaşamaya devam ediyorum. Belki de tek istediğim, bir an olsun hissedebilmek, gerçekten var olduğumu hissetmekti. Ama fark ettim ki, o an da yok. Belki de, sadece ben değil, herkes bir şekilde kaybolmuş durumda.
Yıllardır babamla göz göze geldiğimizde içimde bir korku var. O korku, belki de gerçek korkum. O korku, bir gün onu tamamen kaybedeceğimi... o korku, annemi kaybettiğimde olduğu gibi, bir anda her şeyin sona ermesinden... Kaybolan birinin ardından, bir daha asla aynı olamamak... ve ben, her geçen gün, biraz daha kayboluyorum.
İçimde ki karanlıkla birlikte, okula yürürken adımlarım neredeyse sessizdi. Ne kadar hızlı gitsem de, o adımların bana ne kadar ağır geldiğini hissedebiliyordum. Herkes gibi normal bir şekilde yürüyebilseydim keşke, ama o kadar çok şey birikmişti ki, vücudum bile o yükü taşımakta zorlanıyordu. Okul kapısından girmeden önce derin bir nefes almıştım. Belki de alıştığım gibi, her şeyin normalmiş gibi göründüğü, ama aslında içimdeki her şeyin ne kadar bozulduğunu fark ettiğim aldatıcı yalandı.
Koridorda, her sabah gördüğüm yüzler arasında kayboluyorum. Herkes bir şekilde gülümsüyor, bir şekilde konuşuyor, ama ben... ben onların hiç birine dahil olamıyorum. Burası bir okuldu, derler vardır, kurallar vardır, ama benim kafamda hiç bir şeyin anlamı yok... sanki zaman durmuş ve ben hep geçmişte, o anlarda kalmışım gibi.
Okulun gürültüsü, koridordaki sesler bana hep kaybolmuşluk hissi verir. Dışarıdan normal bir öğrenci gibi görünsem de, içimdeki boşluk her geçen gün biraz daha büyüyor.
Kapalı, soğuk bir alanda, hiçbir şeye dokunmadan yürürken, sınıfa girdiğimde ilk göze çarpan arkadaşlarımın donuk bakışları oldu. Ben sırama doğru yürürken herkes bir birine selam veriyordu, gülerek. Ama ben... ben kimseye selam veremedim. Gözlerim, biraz önce o karanlık odada ne kadar yalnız olduğumu hatırlatan her şeyin tam ortasında kayboldu. Sanki hep bu duvarın arkasındayım.
Kimse bu duvarı görmüyordu kimse bana dokunamıyordu.
Bütün sabah boyunca, dersin ne olduğunu bile duymadım. Öğretmen bir kaç soru sormuştu, ne anlattım ben demişti. Ama ben ne anlattı ne söyledi hiçbirini hatırlamıyorum, Gözlerim sadece tahtaya takılı kaldı. Sözler, anlamını yitirmişti. Her şey, sadece bir sis gibi etrafımda dönüyordu. Zihnimdeki o karanlık, her şeyin önünde duruyordu.her an , birisinin gelip “ Ne oldu?” Diye sormasını bekledim. Ama kimse gelmedi. Kimse bir şey fark etmedi.
Bir süre, sonra yalnızca bir hedefim vardı: bu günü bitirip, o karanlık odaya geri dönmek .
Bazen, okula gelmenin, derse katılmanın , kalabalıkların içinde olmanın ne kadar sahte bir şey olduğunu hissediyorum.
Hiçbir yere ait değilim gibi... Sanki birinin bana ”sende bizim gibi birisin” dediğini duymak istiyorum . Ama o sesi duyamıyorum. O duygu, bir yandan da hep kayboluyor. Herkes bir şekilde kendi dünyasında, ben ise hep kendi içimde... ve bu ikisi asla birleşmeyecek gibi.
Ders sonunda, herkes gibi kapıdan çıkıp koridora yöneldim. Ama bu sefer kimseyle konuşmamıştım. Sadece , ellerimi cebime sokup hızlı adımlarla okuldan çıkmak istedim. Çünkü her an, her saniye, o boşluk daha da derinleşiyordu. Her saniye, babamın gözlerindeki o bakışı, annemin kaybolmuş gülüşünü bir kez daha hatırladım. Ve her saniye, sanki biraz daha kayboluyordum.
Okul bitip evime doğru yürürken, o aynı soğuk duvarların gölgesinde kaybolmak üzereydim.
Adımlarım, sanki başka bir dünyaya aitmişim gibi... Ama bir fark vardı. Bu kez, evime dönmeden önce, her şeyin geçici olduğunu düşündüm. Okul da, bu adımlarda, her şey... Ama, şu bir gerçekti. Her şey geçici olabilir, ama ben kalıyorum. Kalacak olan, hep ben olacağım. O boşluk, o karanlık... Hepsi bir gün geçecek belki de. Ama ben, her gün biraz daha kaybolarak, yine de var olacağım. Çünkü başka çarem yok.
❄
Saat akşam sekizi geçiyordu. Eve gitmeyip ani bir kararla yürümek istemiştim. Camiye gitmiştim, Allaha derdimi anlatmıştım. İyi de gelmişti. Camiden çıkıp Eve yaklaştığımda silah sesi duymuştum. Yaşadığım memleketten dolayı garipsememiştim; buralarda normaldi silah sesleri.
Eve vardığımda evin ışıkları yanmıyordu “ uyudu mu acaba?” Diye düşündüm. Anahtarı alıp kilide yerleştirirken kapı bir anda aralanmıştı. “ Bu kapı niye açık ya, baba?” Diye seslenmiştim. Cevap yoktu ama kapı açıktı. Lambayı yaptığımda evin içinde ayak izleri vardı; merdivenlere kadar gidiyordu.
Kalbim çarpmaya başlamıştı, panik olmuştum. Bu ayak izleri babamın da olabilirdi, ama çamurlar yeniydi, ıslaktı. Görüntüsünden belliydi. Merdivenlere yönelip hızla çıkarken, babamın odasına doğru koştum. Gördüğüm şeyle dizlerimin bağı çözülür bağırmıştım:
“Baba!”
Babam yerde kanlar içinde yatıyordu. Çantamı yere fırlatıp babamın yanına doğru koştum. Göğüsüm sıkışmıştı, Gözlerim yanıyordu. Babam kollarımın arasında can çekişiyordu.
“Kı-kızım,” demişti bana. İlk defa “ kızım” demişti, yanlış duymamıştım. Bana “kızım” demişti. Tekrar etti
“kızım.”
Sesinin gücü yetmiyordu, yüzümü biraz daha yaklaştırmıştım. Yüzüne gözümdeki yaş akmıştı.
Ağlayarak:
“Babam,” demiştim. “dayan ne olur”
Hemen cebimden telefonu çıkarıp ambulansı arayıp adresi vermiştim, yarasının üstüne baskı yapmıştım kanı durdurmak için ama olmuyordu.
“ Baba, ne olur bir şey olmasın sana,” demiştim. Sesim titreyip ağlarken bana sesini duyurarak:
“Özür dilerim, ço-çok özür dilerim kızım,” demişti, kesik kesik. Nabzı yavaşlıyordu.
“Kendini hiç üzme, Ben annenin yanına gidiyorum,” demişti
“Baba ,hayır gitmeyeceksin, ambulans gelecek birazdan, dayan lütfen!” sesim oldukça tiz çıkmıştı
“senin seviyorum.”
Babamın bana ilk ve son “seni seviyorum” demesiydi.kalbi durmuştu, babam ölmüştü.
“Baba.”
“Baba uyan,” demiştim bağırarak
“Baba uyan, ne olur, şimdi olmaz!”
“Baba!”
Hemen kalkıp bahçeye koştum. Ayaklarım çıplaktı, dışarısı yağmurluydu.
“Yardım edin!”
“Ne olur, yarım edin! Babam ölüyor, ne olur, duyun sesimi!”
Kendi etrafımda dönüp bağırmaya başlamıştım, kalbim sıkışıyordu.
Mustafa abi koşarak gelip:
“ ne oldu kızım, ne diyorsun sen?” demişti panikle
“Abi, babam vurulmuş, yerde kanlar içinde yatıyor,”
“ne diyorsun?” diye evin içine koştu panikle. Ambulans sesleri yaklaşıyordu. İçimden, “kurtulacak babam” diye heyecanlanmıştım. Ambulanstan inip eve doğru koşmuşlardı Hemşireler. yanlarına doğru gittiğimde üstünü kapatıyorlardı.
“niye kapatıyorsunuz” demiştim sinirle
“Bakmayacak mısınız, niye kapatıyorsunuz?”
Sesim evde yankılanıyordu.
“Babaaa!”
Diye bağırdım, sedyenin yanına koşarak, gidip sarılmışım vücuduna.
“Baba kalk.”
“ Baba uyan, ne olur kalk!”
Sesim titriyordu
“Babaa!”
Hemşireler beni kenara alıp babamı ambulansa taşıdılar. Mustafa abi Bana sarılıp: sakin ol kızım, diyordu panik vardı sesinde. Dizlerimin üstüne çökmüştüm. Artık tamamen vücudum taşıyamıyordum.
“Baba” diyerek ağlamaya başlamıştım. kalbimin çarpmasını, göğüs kafesinin sıkışmasını engelleyemiyordum. kulaklarımda babamın sesi vardı, son sözleri ve hayatın boyunca ondan duydum ilk sözlerdi.
“Kızım, seni seviyorum, kendini üzme.”
Beynimin içinde dolanıyordu ama sesler gittikçe birbirine karışıyordu. Etraf, her şey, tüm eşyalar dönmeye başlıyordu. Etraf kararıyordu. Dışarıdaki dünyadan duyduğum tek ses, tanımadığım bir sesin “merak etmeyin” demesiydi. Gerisi yoktu. Gerisi karanlıktı, soğuk, buz gibi bir karanlık.
❄
İstanbul
Telefonum çaldığında odadaki balkona çıkmıştım, Yağmur arıyordu. gelen aramayı onaylayıp Telefonu kulağıma Getirdiğimde, telefonun diğer ucundaki ses yağmurun değil, bir başkasının sesiydi.
“ Alo, Mert Bey ile mi görüşüyorum?”
“ Evet, benim. siz kimsiniz?” demiştim.
“Telefonu sahibi nerede?”
“Efendim, ben Sürmene Devlet Hastanesinde hemşireyim. telefonu servisinin krizi geçirip bayılmış.”
“Ne bayıldı mı?” demiştim hemşirenin konuşması bitince.
“babası yanında mı?” diye sordum.
“maalesef Efendim, babası kalbinden vurulup ölmüş,” dediğinde.
Telefonla birlikte donum kalmıştım. kelimeler bir buz gibi vücuduma çarptı . o an bir boşluk vardı, içimde bir şeyler sarsılıyordu. bir şeyler yerinden çıkmış gibiydi .
“Telefon sahibinin yanında komşusu var, Ancak cenaze işlemleri için hemen gelip seni iyi olur, iyi günler.”
Annem balkona yanıma geldiğinde, endişeyle “Telefondaki Kimdi?” diye sordu.
yüzüme bakınca, “yüzün bembeyaz olmuş, oğlum, ne oldu?” dedi.
Bir an Hiçbir şey söyleyemedim. Dilim tutulmuştu. kelimeleri zar zor toparlayıp,
“ Kemal amcam ölmüş...” diyebildim.
annemin elleri Balkon demirlerine yapışmıştı. O an bir boşluk vardı, sanki dünya durdu.
Annemin arkasına baktığımda, kapının orada Duran babamla göz göze gelmiştim. O da haberi duymuştu yüzünün rengi gitmişti, ve gözleri kızarmıştı.
annemin koluna girdiğimde “kalbinden vurulmuş.” dedim “Yağmur sinir krizi geçirip bayılmış.”
Babam bir an bile düşünmeden “Valizleri hazırlayın, hemen gidiyoruz. Diğer amcanlara ben söylerim.” Demişti.
“arabayla mı gidiyoruz?” dedim.
Sanki konuşmak, dünyadaki her şeyden daha zor bir hale gelmişti.
“Hayır ilk uçakla,” dedi .
Ama benim aklımda, Şu an sadece yağmur vardı. Doğduğu andan itibaren, babası tarafından sevilmeyen ve evde yok sayılan Yağmur...
❄
Trabzon
Bir anda bir şeyin farkına varmamla birlikte, her şeyin karanlıkta kaybolmuş gibi olduğunu hissettim. zihnimdeki bulanıklık yavaşça dağılmaya başladı. Gözlerimi açtım, ama etrafım net göremedim. her şeyin bir perdesi altında olduğunu düşündüm, başım sanki çok ağrıdı. yavaşça gözlerim araladım, beyaz duvarlar ve floresan ışıkların yanı başımda olduğunu fark ettim.
Ağır bir nefes aldım, vücudum Sanki hiç uyandırılmamış gibi hissediyordu. Her şeyi Bulanık, ama bir o kadar da Keskin bir şekilde gerçekti, yanımda birileri vardı, sesler... kendi adımı duyuyordum ama bir türlü ne olduğunu kavrayamıyordum. Sanki bir yerlerde kaybolmuş, bir dünyadan diğerine geçiş yapmıştım.
“ Baba...” diye fısıldadım. sesim neredeyse duyulmayacak kadar zayıftı, fakat o kelime dudaklarından döküldü. Cevap yoktu. yavaşça gözlerimi daha da açtım, her şeyin yavaşladığı o anda birden bire ses geldi.
kızım ,çok şükür gözlerini açtığını gördüm...
sesi, Hem tanıdık hem de yabancıydı. Mustafa abi. ama babam? babam nerede? Ellerim titreyerek başımı sağa çevirdim, Odanın bir köşesinde sessizce oturan bir adam vardı .
yüzü, Gözlerim netleşene kadar bulanıktı, ama bir şeyler bana onun da bir zamanlar babamın olduğu söylüyordu. gözlerimden Birkaç Damla Yaş süzüldü.
Başımı hafifçe kaldırdım, zorlukla ama bir şekilde, vücudumu beni bırakmasına rağmen hareket ettim. o anda her şeyin çok ağır ve donmuş olduğunu fark ettim. Ellerim, Sanki hiç güç bulamayacak kadar zayıf, her şey çok karışıktı. Ama bir şey vardı, derinlerde, kalbimde... bir umut, bir bağ.
“Baba... nerede? babam nerede?”
sözlerim dudağımda donmuştu, içimde bir korku vardı. Ne olmuştu? neden buradayım? Babam... babam ...Gözlerim iyice ağrımaya başlamıştı. başımı tekrar yastığa koydum, Gözlerim titrek bir şekilde kapandı.
“ Baba... lütfen gel.”
ve o an... sanki bir rüyanın derinliğinden, o kaybolmuş anaların arasından bir ses, fısıldama duyuldu. Babamın sesi, ama sadece zihnimde, kulağımda değil.
“ kızım, seni seviyorum.”
ve her şey, her şey o anda yerli yerine oturdu. Bir yandan da karanlıkla mücadele ediyordum, fakat yavaşça, sabırla... gözlerimi tekrar açtım. Mustafa abinin yüzüne netleşmeye başladı, gözleri Kararmış ve yorgundu. ama bir parça huzur vardı, bir parça Güven.
“ sakin ol, Her şey geçecek. burada seninle birlikteyim,” dedi. sözleri içimi biraz daha rahatlatmıştı, ama hala babamın kaybolmuşluğu, gidişinin acısı içimdeydi.
Yavaşça, odanın her köşesini görmeye çalışırken, o boğazındaki düğüm, gerginliğin verdiği acı bir nebze daha dinmişti. Ama bir sorun hala vardı: babam nerede?
Bir süre sonra, gözlerim bir kez daha açıldı. Bu defa etrafımdaki Işıklar daha netti. Beyaz, soğuk bir hastane odası. bir süre sadece tavanı izledim . soluduğum hava bile farklıydı, Bir gariplik vardı. Derin Bir Sessizlik, aniden her şeyin altındaki huzuru almış gibi.
“ neredeyim?” sesimi kendime yabancıydı. titreyen dudaklarımdan çıkan bu kelimeyi tanıyamadım.
hemen yanımda bir ses duydum. Mustafa abi ... ama başka bir şey vardı. o da sessizdi, gözleri dolmuştu. yüzündeki ifadeyi çözemedim. yavaşça başımı çevirdim. Yavaşça... Ama birden, Sanki her şeyi son noktasıydı. Gözlerimdeki bulanıklık çözülürken, bir cümle ile dünyaya yayılır oldu.
“Baba...?”
Mustafa abi derin bir nefes aldı, bir süre sustu. sonra gözlerime bakarak ağlamaya başladı. O an, o gözler, Bana her şeyin bittiğini söylüyordu. her şeyin... sadece gözleriyle, tek bir bakışla.
“ Baba...” diye tekrarladım. “Nerede o? babam nerede ?”
O an, zaman bir anlığına durdu. hiçbir şey anlamadım. Kalbimde, beynimde bir şeyler kırıldı. sesimi kesildi, Ama bir şeyin başladığını hissettim. o korkunç, yırtıcı bir şey... içimden, derinlerden, her şeyimden bir parça gitti. Bir boşluk, bir delik açıldı.
Mustafa abi , sessizce başını çevirdi. “ yapma...” dedi . ama ben anlamadım, ne demekti bu? ne yapmamalıydım? ne olmuştu? Babam... babam neden gelmedi?
“ baba...? babam nerede?” sesim şimdi bir çığlığa dönüşmüştü. zihnimde binlerce soru, bir anda kaybolan her şeyle ilgili... şimdi... nerede.
Bütün kaslarım gerildi, nefesim daraldı. Gözlerim yeniden buğulandı , Ama bu sefer bir damla yaş yoktu. Gözlerim,bir anda her şeyi kaybettiğimde, boş bir göl gibi oldu . Sanki dünya üzerimden kayıp gitmişti. kendime bir boşlukta,hiçbir şeyin olmadığı bir yerin ortasında buldum.
“ Baba...” diye fısıldadım, ama kelimeler boğazımda takılı kaldı. bir şeyler daha, her şeyden önce benden alındı. “ Hayır...” dedim. “Baba gitme, lütfen gitme...” Bir Çığlık yükseldi içimden. ama ağlamak bile gücümü almıyordu. sadece “hayır” diyebildim.
Mustafa abi, başına ellerine gömdü. gözlerinden süzülen yaşlar, çaresizliğini daha da belirginleştiriyordu. Ama ben ona bakmıyordum. Gözlerim sadece bir şey odaklanmıştı; kaybolmuş babama. O an, etrafımda her şeyi sessizdi. o kadar sessizdi ki, sanki Dünyada sadece ben kalmıştım. babamın gitmesiyle ,zamanın bittiğini, hayatımın en karanlık anına, o soğuk beyaz odada, düşmüş olduğumu hissettim.
“ babam... lütfen...” derken, ağzımdan çıkan her kelime boğazında boğuluyor, sesim daha da düşüyordu. gözlerimde bulanıklık daha da artmış, bir anda her şey dönmeye başlamıştı. yavaşça nefes almak zorlaşıyor, her şeyi ağırlaşıyordu.
ve sonra... birden... sanki içimdeki her şeyi çatladı. “Baba...” diyemedim. Bir Çığlık, Keskin bir acı kalbimde yankılandı. Her şey birdenbire beyazdan Karanlığa döndü. her şey her şey kayboldu...
❄
2 saatin sonunda Trabzon'a varmıştık, kiraladığımız arabayla hemen hastaneye gitmiştik. Telefonda benimle konuşan hemşire, Yağmur'un yanına götürmüştü. Babam ise Mustafa adında ki komşunun yanına gitmişti. Yağmur'un yanına gittiğimde, koluna sarımla uzanmış, tavana bakıyordu. Teni solmuştu . Hemşirenin demesi ile üst üste sakinleştirici vurmak zorunda kalmışlardı. Yanına gittiğimde gözleri ağlamaktan şişmiş, kan çanağına dönmüştü. Gözlerinin altında çizgiler belirmişti. Yorgun gözlerle bana bakmıştı. Onu öyle görünce içimdeki acı daha da büyümüştü. Boğazıma bir yumruğuna oturmuştu. Ellerimle saçını okşayıp öpmüştüm, İkimiz de ağlıyorduk. Göz göze geldiğimizde "babam..." demişti, belli belirsiz bir sesle. Sesi kısılmıştı ve çok yorgundu. Sarıldım ve o, tek bir sarılma ile başını omzuma yaslayıp ağlamaya başlamıştı. Ellerin ve saçını okşayıp, "ben buradayım," demiştim sadece onu duyabileceği bir tonda.
Bir süre sonra, boşluk "babamın yanına gitmek istiyorum," demişti ."benim morga götürürmüsün?" Diye sormuştu. Bir süre Birbirimize baktık, Sessizlik hakimdi, Ama bu sessizliği o bozmuştu. Sesi yalvarır şekilde, "lütfen,” demişti.
Yataktan doğruldu, ayakkabılarını giydirdim ve koluna girdim. Morgun önünde Annem, melek yengem, Bedri amcam ve Orhan Amcam vardı. Bizim geldiğimizi gördüklerinde annemle Melek yengem ayağa kalkıp yağmurun yanına gelmişlerdi, sarılıp öpmüşlerdi ama Yağmur'un gözleri morg kapısındaydı. Babasını görmek istiyordu. Doktorlarla konuşup, beraber içeri girmiştik. Yanımızda Melek yengem, Orhan amcam ve Funda yengem vardı. Babamla Bedri amcam işlemleri başlatmaya gitmişlerdi, Yağmur, sendeleyerek yürürken, Funda yengem ve Melek yengem koluna girdiler. Yağmur zar zor ayakta duruyordu. Babasına yaklaştığında, babasını soğuk ve rengi gitmiş vücuduna bakmıştı. Yavaşça ellerini babasının yüzün de gezdirdi, gözlerinde biriken yaşlar süzülmeye başlamıştı. Sadece, “ Baba,” diyip sarılarak ağlamaya başlamıştı.
❄
Olay mahaline, Yani eve gelmiştik. Gece saat 1'di; herkes ayaktaydı ve bana sürekli Soru sormaya çalışıyorlardı. Ben cevap vermediğim için, bir süre sonra herkes odalarda çekilmişti. Tabii ben de odamdan çıkmıştım. Antrede ki iki oda karşılıklı birbirine bakıyordu. İki odanın kapısı da aralıktı. Baktığımda, amcalarımın, yengelerimin omuzlarına başlarına gömüp ağladıklarını gördüm. Hastanede ağlamamışlardı ama şimdi, Kardeşleri için hüngür hüngür ağlıyorlardı.
Merdivenden inerken, o an geliyordu aklıma: eve giriş anım, merdivenlerden koşup babamın yanına gidişim, babamın kanlar içinde yerde yatması. Beynimin içinden gitmiyordu gördüklerim. ve tabii geçmişim. Babamın beni yok sayması, suçlaması, var olduğu halde Beni yalnız bırakması, son kavgamızda bana dediği sözler:
"adımı lekeleme, yeter." "Annenin katili olman bile lekeliyor."
"Kundakta sokağa atmadığıma dua et."
Ve son nefesini verirken dediği ilk ve son sözleri, hayatın boyunca ilk defa duydum ve bir daha aynı duygu ile duyamayacağım o sözler: "kızım."
"Seni seviyorum."
"Özür dilerim kızım."
"Kendini üzme."
Beynimde, kulaklarımda dolanıyordu. Kalbim sıkışmaya başlamıştı. Kendimi bahçeye atmıştım, nefesim kesiliyordu. Yaşanabilecek ihtimallerin yaşanmaması canımı yakıyordu. Yaşadığı anda bile varlığı yoktu. Ama artık tamamen yoktu.
❄
Sabah
Sela okunmuştu, ardından ölen kişinin ismi okundu. Babamın ismi, öğle namazından sonra toprağa verilecekti. Insanlar başsağlığı için gelmişlerdi, Herkesin yüzü hem çok tanıdık hem de çoksa yabancıydı. Daha önce kapımı çalmayan insanlar, başsağlığı dilemeye gelmişlerdi ve bana o kadar sahte geliyordu ki... Mezarlığa gelmiştik, cenaze namazı kılınmıştı, tabutunu taşıyacaklardı. Aklıma Kavga ettiğimiz zaman düşündüklerim gelmişti.
"ölsem bile tabutumu taşımayacak bir babam vardı, Peki ben taşır mıydım?" Bu ses kulağımla yakalandığı an gözümden yaşlar geliyordu.
Tabutu taşıyacakları sırada yanlarına gidip,
"ne olur, Ben de taşıyayım," demiştim .
Ağlayarak ,"ne olur, taşıyayım," deyip tabutun etrafındaki insanlara bakmıştım. Amcam başı ile onaylamıştı. Tabutu taşırken aklıma gelen yine aynı sözlerdi.
"Peki, ben onun tabutunu taşır mıydım?" Diye düşünmüştüm o kavga gecesi Ama şuan, şimdi taşıyorum. Taşınmam dediğim tabutu, kendi isteğimi taşıyordum.
❄
Merhabalar bölümü okuyup oy verip yorum yaparsanız mutlu olurum diğer bölüm sonunda dediğim gibi kitapla ilgili paylaşımları instagramdan kendi hesabımdan yapıyorum hesabım lotusamber1 oradan takip ederseniz de mutlu olurum