@lotussmiaa
|
Selam benim, çiçeklerim. Sizi özledim ve geldim. Umarım bölümü beğenir ve bol yorum yaparsınız. Seviliyorsunuz;)
Başlamadan önce kalp bırakırsanız sevinirim.
Babamın önüme koyduğu seçimlerden birisini seçmek zorundaydım. İlk seçeneği seçmem söz konusu bile olmazdı. Ben okumayı çok seviyorum. Bunun için evlenmeyi bile göze alırdım. Ama hayatımda Avaz olmasaydı.
Peki ikinci seçenek? Bir baba kızının karşısına böyle bir seçenek nasıl suna bilirdi mi?
Ben ikincisini seçtim, ama bu durumu Avaza nasıl açıklayacaktım? Ona ne diyecektim ki? Ben seni okumak için sattım mı? Ben okumak için bize ihanet ettim, evlenecem mi diyecektim? Ne söyleyecektim?
Allah böyle bir şeye lanet etsin. Sanki şu koca Dünya bir olmuş bizim bir araya gelmemizi istemiyor.
"Tamam, güzelll. Ben Keskinlere haber veririm. Gelip müsait bir zamanda isterler Zeyşanı. Evlenirler." merdivende oturduğum için o adamın söylediği jer şeyi duymak zorundaydım.
"Ama baba," lafını böldü abimin. "Kendisi seçti ve konu kapandı" dedi.
Dik duruşumla ayağa kalktım ve odama çıktım. Yani bu havam kimeydi ki? Ne oldu şimdi? Babama boynumu bükmediğimi mi göstermiştim guya. O da nasıl mı? Evlenerek!
Peki soru şu. Benim hayalimdeki dik duruş bu muydu? Tabi ki hayır! Ben her şeye rağmen o Avukatlık diplomasını alacaktım, öyle dikilecektim tüm her kesin, babamın karşısına. Sana rağmen, her şeye rağmen başardım diyecektim. Şimdi? Koca bir hiççç. Yok.
Odamda yatağımın üstünde uzanıp ağlamaya başladım yine. Tamam çaresiz olduğum günler vardı, ama bu başkaydı hiç böyle hiss etmemiştim ki.
Abim yanıma geldi.
"Ne yapıyorsun, ağlıyorsun di mi?"
Burnumu çekip abime cevap verdim. "Başka elimden ne geliyor ki?"
"Ne mi geliyor? Abiciğim, ah Zeyşan, ah. Sen neden kafana buyruk iş yapıyorsun? Adam ne güzel düşünmen için zaman verdi sana. Bir bizimle konuşsaydın, belki o zaman düşünüp bir çaresini bulurduk. Yaktın kendini. Şimdi sen kendin kabul etdin diye ben de karışamıyorum." elini alnına koyarak abim düşünmeye başladı.
"Sakın, abim, sakın sen karışma! Benim yüzümden bir de sen azar işitme." umrunda sanki.
"Peki sen ne yapacaksın? Hadi diyelim sen bir şekilde başa çıktın bununla. Avaza ne diyeceksin? O garibimin olanlardan haberi yok di mi." iç çektim.
Derin bir nefes aldım. Ah çekdim kocaman.
"Off, abi, of. Hiç bir şey bilmiyorum ben artık, hiç. Ona ne anlatacam. Onunla ne konuşacam yemin ederim ki bilmiyorum. Bildiğim tek şey var o da Avazın ortalığı yakacağı." bundan emindim.
Abim elini omuzuma attı. "Güzelim, bak. Ben senin yanındayım tamam mı? Ne olursa olsun. İster dünya yansın. İstersen en kötü bir şey yap. Hep senin arkandayım. Kılına zarar gelmesine dayanamam. Buna izin de vermem." makarasına cümlesini böyle tamamladı "sana ancak ben zarar vere bilirim o kadar. Hem ben abiyim be, adamın ben kızım, adamın dibiyim. Saksı değilim ki."
Abim konuştukca gözlerimin içi gülüyor, kendimi daha çok şanslı ve güçlü hiss ediyordum. İyi ki benim abimdi, benim en değerlimdi. Onun için canımdan bile vazgeçe bilirim demiştim di mi.
"Abi, ama son kez yarın babamla bu konuyu konuşacağım. Eğer yine evlen diye tutturursa artık yapacak bir şey yok demektir." Avazla konuşurdum son çare. Beni anlayacaktı.
"Tamam, sen nasıl istersen. Ama dediklerimi sakın unutma." Abim alnımı öptü ve çıkıp gitti.
Odadan çıktıktan sonra Zana ve Gül odaya geldi. Abim kızlardan rica etmiş ilk ben konuşayım Zeyşanla diye. Kızlar da Halil gibi aynı konuyu konuştular. Abimin söylediklerini bire-bir kızlarla da konuştum.
Hadi bakalım 'sabah ola hayır ola' diyerek kendimi uykuya teslim ettim.
*********
Zeyşan sabah kalkıp herkesle birlikte kahvaltısını yaptı. Öyle babasını kızdırmamak için sofrada surat bile asmamıştı. Her ne dediyse hepsini ikiletmeden yapmıştı.
Sonunda kahvaltıdan sonra Zeyşan cesaretini toplayıb avluda kahve içen babasına yakınlaştı.
"Baba, biraz izin verirsen konuşa bilir miyiz?" diye izin aldı.
Fikret ağa kafası ile onay verdikden sonra Zeyşan babasının yanında kuruldu.
"Baba lütfen lafımı kesmeden dinle. Dün biliyorum ciddiydin. Ama ne olur fikrinden taşınsan. Bana böyle kötülüğü yapmasan? Tamam biliyorum, şimdi dersin ki, bu kötülük değil senin iyiliğin için yapıyorum. Ama ne olur yine düşünsen bi, haaa? Olmaz mı?" Masum bakışlarımla resmen babama yalvarıyordum.
"Bak kendi ağzınla söyledin, iyiliğin için söylüyoruz. Evlenirsin, kocanın evinde okursun hem de okuyacağını." kahvesinden yudum aldı.
"Baba, tamam anladım. Evlenme yaşımın geldiğini düşünüyorsun. Ama illa şart değil ki sevmediğim adamla evleneyim. Avaz var biliyorsun, haberin var ond-" lafımı daha bitirmeme izin vermeden kesti beni.
"Bana bir de o adamın adını çekme. Söylediklerimde de son derece ciddiyim. Şimdi çık git odana" sona doğru daha bağırarak konuştu.
Daha yapacak bir şey yoktu. Son çare Avazla konuşacaktım. Odaya çıkar çıkmaz Avaza mesaj atdım. Akşamüstü hep buluşduğumuz, görüştüğümüz yerde konuşacaktık. Olup bitenleri anlatmaktan başka çarem yoktu.
Ben: Avaz, nasılsın? Senin de işin yoksa hep buluştuğumuz yerde konuşa bilir miyiz? Anlatacaklarım var da. Çok acil.
Avaz'ı kaydetme şeklime baktım. Umarım ömrümün sonuna kadar sevgilim olarak kalacaktı.
Mesajı attıkdan 5 dakika sonra cevap geldi.
Sevgilim: Tabii canım, olur da kötü bir şey yoktur umarım.
Ben: Buluşalım da bir ben sana anlatırım.
Hemen hazırlanıp Avaz'ın yanına gittim. Kafamda olacakları düşündüm. Peki ben bunları açıkladım Avaz'a tamam. Ondan sonra ne olacaktı? Diyelim ki, evlenmemi kabul etdi Avaz. Ya sonra? Ben kendimi nasıl kurtaracaktım?
Hep mi ben birilerinden yardım alarak hayatta kalacaktım? Ben hiç böyle düşünmemişdim ki. Kendi ayaklarımın üzerinde duran, kimseye lafını çekinmeden söylemeyi beceren biri olmak istiyordum.
Şimdi... Birilerine laf anlatmaktan çok yorulmuştum. Ya beni doğru anlamazlarsa diye ya her hangi söylediğim cümleyi doğru algılamazlarsa.
Bazen diyorlar ya insanlar pozitiv düşünmeli ki, iyi şeyler olsun. O düşünce hiç bende işe yaramıyordu işte. Hep en iyisini düşünürken hep en kötüsü oluyordu.
Misal ben hep üniversiteye tam puanla gireceğimi hayal ediyordum, avukatlığı okuyacağımı hayal ediyordum. Sonuç?Koca bir hiç. Felaket.
Tamam kabul tam puanla kabul oldum, ama öğretmenliye. Dünyanın adaleti işte.
Hem dünyada adalet diye şey var mıydı ki? Bence yok. Bu dünyada adalet hep güçsüzlere, fakirlere geçerli. Adaletsizlik her zaman zenginlerin ve güçlülerin tarafında. Kötü anlamda.
Hani bir laf var ya 'er ya da geç her şey ortaya çıkıb adalet sağlanacak'. Ben o lafa hiç inanmıyorum. En azından artık inanmıyorum. Neden diye sorsanız, şöyle cevap veririm.
Doğru er ya da geç adalet sağlanacak da olanlar oluyor be insana. Bir insan suçsuz yere hapise tıkılıyorsa adaletin sağlanacağına kadar hayatını orada çürütüyor zaten.
İşte ben sırf herkes için eşitlik olsun diye böyle mesleği seçmiştim.
Öğretmenlik de kutsaldır, hocalarımızın eziyetlerinin karşılığını hiç bir zaman veremeyiz doğru. Ama ben sevmiyorum ki. O başkaları için hayal ve ya istek ola bilir. Benim için öyle değil...
Avaz ne yapardı? Ne plan kurardı?
Onun için üniversite okumaktan vazgeçer miydim? Bunu yapa bilir miydim?
Yapardım!
O kadar yılımız için yapardım. Kaçalım! Hiç kimse, hiç bir şey umrumda değil! Kaçalım! Kimsenin olmadığı yere gidelim. İkimiz ve mutlu olalım. Biz olalım!
*******
Avazı beklerken hayallere dalmıştım. Arkadan yavaşca bana yakınlaştı. Ne zaman geldiğini duymadım bile.
Onu gördüğümde sanki bir garipti. Hep beni gördüğü zaman sevinçten havalanan adamdan eser yoktu. Ruhsuz şekilde karşıma çıkmıştı. Belki de ben kendimden dolayı öyle hiss ediyorumdur. Bilmiyorum.
Morarmıştı gözlerinin altı biraz. Uykusuzluktandı galiba bilemiyorum. Bu gün fazla garipti.
"Nasılsın, güzelim? Hadi anlat bakalım ne oldu?" diye sordu. Moreli mi bozuktu acaba?
Sakin sakin konuşmam gerekiyordu.
"Avaz, gel şöyle otur yanıma. Anlatıcam, ama sen de söz ver ki sakin olacaksın, tamam mı?" dedim elinden tutarak.
"Zeyşan, sinirleneceğimi biliyorsun da neden sakinleştirmeye çalışıyorsun?" hiç bana böyle davranmazdı. Ne olmuştu ya?
"Sen iyi misin? Ekstra sinirlisin ve ne diyeceğimi bile bilmeden daha çok sinirleniyorsun. Dur bir anlatıyorum," dedim.
"Zeyşan, bak sinirleniyorum" dedi.
"Delir o zaman. Allah Allah ya. Adama bak biz iyiliğini isteyelim, beyefendi beğenmesin. İyi söyleyim de delir... Evleniyorum" tek seferde evelemeden söylemiştim.
Ne dedim ben? Ne demiştim? Ağzımdan sinirle direkt evleniyorum mu çıktı? Ellerimi ağzıma götürdüm.
Ama beni şaşırtan o değildi. Avaz hiç şaşırmışa benzemiyordu ama.
"Ne? Ne dedin sen? Evleniyorum mu?" yok kesin bir şey vardı. Kesin! Bu tepki normal değildi. Şimdi onun gözlerini kan bürümeliydi.
Ben ondan daha böyük tepki bekliyordum ama neyse.
"Evet, otur anlatayım." İkimiz de oturduk ve ben konuşmağa başladım.
"Avaz hani sana anlatmışdım ya babam beni evlendirmek istiyor diye"
Kafasını salladı. "Evet ama konu kapandı dedin. Ben babanla konuşayım onu ikna edeyim dedim hayır olmaz dedin. Ortalığı elli altı götürüyor bir de sen karıştırma dedin" evet aynen öyle söylemiştim. Acaba yanlış mı etmiştim? Konuşmalı mıydı babamla?
"Tamam, kabul hata ettim. İzin vermeliydim babamla konuşmana, ama ne yapa bilirdim ki? Her şey daha kötü olacaktı." çaresizdim, hem de çok çaresizdim.
"Sen neden bana sormadan bir şey yapıyorsun ki?" dedi sinirle. Ama bu benim bildiğim Avaz değildi. Asla o değildi. Bu kendim sevdiğim adam değildi.
Al işte Avaz da bana hesap soruyordu. Neden benim hayatımdakı tüm erkekler öküz?
"Şimdi dün babam beni yanına çağırdı. Karşıma iki seçenek sundu. Ya evlenmeyip hiç bir şey okumayacaktım-ki biliyorsun bu benim en büyük hayalim mümkün değil. Diğeri de evlenip öğretmenlik okuyacaktım. Ben de ikincisini seçmek zorunda kaldım başka çarem yoktu." Ama gerçekten başka çarem yoktu.
"Peki şimdi ne yapıcağız ha Zeyşan'ım söyle bana." öyle masum masum soruyordu ki, kalbim acıyordu.
Ama çok sakindi Avaz. Yoksa bana mı öyle geliyordu? Çattım kaşlarımı.
"Ben düşündüm. Kaçalım, Avaz. Hiç kimseyi düşünmeden, herkesi arkamızda bırakarak kaçalım. İstemiyorum ben sensiz hayatı. Gidelim işte. Başka şehire taşınalım, ya da ülke. Yanımdaysan hiç fark etmez bana. Sen olduğun yer yuvadır zaten bana," ellerini tuttum. Gözlerinin içine baktım. "Sonra okurum, sonraki yıl sınava girerim. Kaç yıl beklemişim, bir yıl daha beklerim, çok mu? Değil. Sonunda her şey çok güzel olucaksa, beklerim" özlerimin içi parlıyordu konuşdukca. Avaz'ın kabul edeceğine o kadar emindim ki. Beklemek neydi ki? Ömrüm beklemekle geçmemiş mi zaten.
Onun cevap vermesini bekledim, bekledim. Fakat konuşmadı. Korkmaya başladım artık. Yavaşca ellerinden ellerimi çektim.
"Avaz, konuşsana korkutma beni gideriz di mi?
"Zeyşan, özür dilerim ama ben yapamam," başımı yana doğru çektim. Ne demek özür dilerim? Nasıl yapamam. "Ben kaçamam, kaçamayız" dedi. Ama ben Avaz'ı tanıyorum. Asla böyle biri değil. Benim üzülmeme müsade etmez. Peki şimdi neden böyle yapıyor. Neden yarım bırakıyor bizi. Enkaz'ın altında neden bırakıyor beni?
Uçmama neden izin vermiyor? Kanatlarımı neden kırıyor?
Şaşırmış halde ağzım açık Avaz'ın ne dediğini düşünüyorum, onu anlamaya çalışıyorum. Elimi gergince alnıma götürerek.
"Bir dakika, bir dakika. Sen... Sen ne dedin?" titriyordu her yerim.
"Özür dilerim, Zeyşan. Özür dilerim, çiçeğim" ağlıyordu. Konuşamıyordum, dilim tutulmuştu sanki. Sarıldı bana. Ben sarılmadım ama. Durdum öyle. Ağlıyordum mu? Hayır. Ama gözlerimden yaşlar dökülüyordu öylesine.
"Yapma, bana bunu yapma, Avaz. Yalvarırım," haçkırarak ağlıyordum bu defa. Tutamamıştım, saklayamamıştım da. "Yaşamak istememe sebep verme ne olursun. Ölürüm ben" dedim.
Duymak istemezcesini başını aşağıya doğru tuttu. "Avaz, biteriz. Seni tanımam, yüzünü göremem, yabancıya dönüşürüz. Yapma" yalvarışlıydı sözlerim. Acılıydı, acınacaklıydı. Kırıklıktı. Kızgınlıktı.
Ellerimi tuttu. Geri de çekmedim. Ağlıyordum sadece. Gözlerimde yaş kalmış mıdır acaba?
"Öyle olsa bile," derin nefes aldı ve ellerini yüzüme yerleştirdi. "Tanıştığın ilk kişi olucağım, bana hep aşık kalıcaksın, ben de sana hep aşık kalıcağım," yine sustu ve ben onun susmalarını hiç sevmiyordum.
"Bana aşık olmasan bile, beni boşuna sevmekten vazgeçsen bile, benden nefret etsen bile, kızsan bile. Hatta görmek istemesen bile uzaktan hep yanında olucağım. Hatırlıyor musun," ben ona nefret etmezdim ki. Avaz'a nasıl nefret edilir ki? Ben bunu beceremem.
Gözlerime bakıyordu. "Söz verdim ben sana, yıllar önce verdiğim söz vardı sana. Lütfen. Lütfen yalvarırım benim için hayatta kal. Lütfen" ikimizin de gözleri yaşlarla, kırgınlıkla, boşlukla, mahv olmuş hayallerle doluydu. Ama neden böyleydi?
Biz neden bu hale gelmiştik? Neden? O kadar çift, o kadar adam varken, neden biz bu durumdaydık. Cevap veremedim dediğine.
Başımı aşağıya saldım.
"Duydun işte kaçamayız. Zeyşan, yapamam. Niyesini sorma, yapamam. Elimde değil ve bunun için kendime nefret ediyorum. Nefes almak zor, benim yanımda böyleyken bana yaslanmaman koyuyor anlıyor musun? Hele o gözlerindeki yaşın sebebi benim ya, silahı kafama sıkıp öldürmek istiyorum kendimi ve bunun için zor dayanıyorum" baktım ona öylece. Dizlerimin üzerine oturup bağırarak, avazım çıkana kadar ağlamak istiyordum sadece.
Ok misali, söylediği her kelime kalbimi delip geçiyordu.
"Zeyşan," başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Hiç bir ayrılık benim ecelime hükm edemez, ama senden ayrılmak ölüme beraber"
"Doğru, senin ailen seni seviyor, değer veriyor. Ölme sen. Yaşa. Lütfen yaşa. Ama benim ailem öyle değil, şimdi ölsem gram üzülmezler. Çok sağ ol hatırlattığın için" acıyla gülümsedim.
Sinirle bağırıyordum ben sadece.
"Zeyşan, yapma." dedi. Yapma mı? Ne yapmayım? Mesela ne önerirdi?
"Lan sen mal mısın, gerizekalı mısın?Böyle bir anda sana ihtiyacım varken, gel sana kaçalım demişken nasıl yalnız bırakırsın beni ha? Sevdiğin kadın karşına geçmiş beni evlendiriyorlar söylüyor. Hiç mi umrunda değilim," elimi yumruk yapıb göğsüne vura vura konuşuyordum. "Ne bekliyorsun benden? Ne yapmamı istiyorsun? Göz göre göre kendimi mezara mı koyayım? Ne yapmam lazım?" bağırıyordum. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum.
"Sen benim için kolay mı sanıyorsun, ha?" o da sesini kaldırdı. "Geçmiş karşıma ben evleniyorum diyorsun. Baban karşına seçim sunarken, sen orda o seçimi yaparken bana sordun mu? Düşündün mü beni, bizi?" bir de üste mi çıkmaya çalışıyordu. Bağırdığı için gözleri daha da koyulaşmıştı.
Kimse yoktu burda. İkimizi de kimse duymuyordu. İkimizdik, ama çok yabancıydık.
Sesim yavaşladı. "Avaz, sen benim ne yaşadığımı biliyor musun? Biliyorsun. Ben bildiğini zann ediyordum. Ne şartlarla büyüdüm onu da biliyorsun. Peki neden bana böyle konuşuyorsun?" evet, evet bunların hepsini biliyordu. Anlatmıştım. Asla mantıklı açıklaması olamazdı bu söylediklerinin.
"Yapamam" tek söylediği kelime buydu sanırım.
"NEDEN? NEDEN?" kendimden geçtim.
"Sevmiyorum artık seni!" dondum. Kaldım yerimde. Dediğini algılamaya çalıştım.
Sevmiyorum.
Artık sevmiyorum. Yalan söylüyor. Anlıyordum, çünkü gözlerime bakmıyordu.
"Yalan söylüyorsun" güldüm sinirle.
"Seni sevmiyorum"
"Yalan söylüyorsun"
"Sevgim bitti" hâlâ yüzüme bakmıyordu.
"İnanmıyorum, yalan" kulaklarımı kapadım. Sanki duyamazdım.
"Yalan değil, Zeyşan. İstemiyorum" her dediği kelimeye inanan ben şimdi inanmıyordum. Kandırmak istiyordum kendimi.
"O zaman gözlerime bak ve seni sevmiyorum de" yutkundu sertce. Daha yaklaştı bana. Gözlerime baktı. Umarım yapmaz, yapamaz.
"Zeyşan, neden seni sevmediğime inanmıyorsun? Bu kadar mı inandın bana, o kadar mı ilgisizdin ilgi gösterince kopamıyorsun," her kelimesi yıldırım gibi kalbime düşüyordu. "Seni seviyordum, şimdi sevmiyorum" gözlerime bakıyordu.
Şimdi oldu işte. Gözünde ailesinin bile sevmediği zavallıydım.
Annesi babasının değer vermediği zavallı kızdım.
Elime ne geçiyorsa ağlayarak her yeri dağıtıyordum. Bardakları duvara fırlatıyor, sandalyeleri yerlere vuruyor, elimdeki her şeyi kırıyordum.
"Aptalsın sen, koca bir aptal." artık sinirimi çıkardığım için sesim yavaşladı, battı sanırım. Burnumu çektim ve Avaz'a yakınlaşarak söyledim.
İnanmıştım ben ona.
"Seni var ya sevdiğim güne lanet olsun. Keşke sevmeseymişim, keşke seni kimseye söylemeseymişim, keşke..." artık devamını kendim bile getiremiyordum. Öyle değildi çünkü. Hep iyi ki söylemiştim ben ona. İyi kim demiştim. Neden böyle oldu ki?
"Yalanmış... Sevgin de, söylediğin onca laflar da, aşkın da hepsi külliyen yalanmış. Gerçekten nasıl ya? Nasıl yaparsın bunu bana? Artık sevmiyorum ne demek, Avaz?"
Karşıma geçti konuşacaktı. İçimde buruk, ağır bir hayal kırıklığı vardı. Bu hayatta iki erkeğe güveniyordum ben. Abim ve Avaz. O bu gün beni öldürdü, kanadımı kırdı.
"Zeyşan, lütfen böyle konuşma. Ben böyle olmasını ister miydim hiç? Aşkım da yalan değildi bunu en iyi sen biliyorsun. Öyle demek istemedim biliyorsun," ellerimi tutmaya çalıştı. Geri çekildim. Pişman olmuştu söylediklerinden, ama geç kalmıştı. "Ben şimdi de sana deliler gibi," devamını getirmedi. "Ama yapamam elimde değil. Üzgünüm."
"Üzgünüm," dediğini kendi kendime hatırlatmak istiyordum sanki. "Üzgün müsün ha, öyle mi? Üzgünmüş," başımı sallayarak konuştum. Dudaklarımı ısırdım.
Ellerim tiriyor, gözlerimden yaşlar dökülüyodu. Gözyaşlarımı kontrol edemiyordum. Ellerimi titreyerek alnına götürdüm, acıdan göğsüme vura-vura konuştum.
"Sen var ya bizi bitirdin. Beni bu gün ruhen öldürdün, kanatlarımı kırdın. Şimdi beni diri diri gömseler var ya gıkım çıkmaz o kadar. O evden gelinlik yerine, kefenle çıksam daha mutlu olurum her halde. Ben sana güvenmiştim yaa," gerçekten güvenmiştim. Kim ne yapsa da o beni bırakmaz, bırakamaz demiştim.
"Kim yapsa da, Avaz'ım yapmaz demiştim, o başkadır demiştim. Ne oldu, haaaa? Ne oldu söyle bana? Aşıkmışşşş" sinirle gülmeye başladım.
"Aşkın batsın" dedim.
"Kimseye fazla güvenme, Zeyşan" bunu söyledi. O kadar lafımın üzerine söylediği şey buydu. Neden böyle davranıyordu?
"Zeyşan, bak. Tamam seni şu an çok kırdığımın farkınyadım. Ama hiç bir şey yapamam, affet beni." o kadar söylediklerinin üzerine onu affetmemi mi bekliyordu?
Ağlamıyordum artık, ama sanki gözlerimden her an yaşlar dökülecekti. Cesaretimi topladım son kez içimdekileri Avaz'ın yüzüne karşı döktüm. Çünkü görüyorum ki, konuştuğum her kelime boşunaydı.
"Neden ya neden? Eğer böyle yapıcaktınsa, istemiyorum deseydin, hayatımdan çık git deseydin. Ben bir şekilde yüreğime taş basar giderdim hayatından. Zorla da olsa seni kalbimden çıkarırdım. Sana bu kadar bağlanmaz, iliklerime kadar işlemezdim," zorla konuşuyordum zaten. "Sana evlilikle ilgili mesaj attığımda, ben hall ederim diye umutlandırmasaydın. Güvenmemi sağladın kendine. O zaman yapamam deseydim. İnanmıştım ya ben sana" diye devam ettim.
Güvenmiştim, bu kelimenin içinde binlerce hayal kırıklığı saklıydı.
Onunla birlikte elimde Bir Avuç Umut'um vardı. Şimdi. Avuçlarımda hayal kırıklığı var benim, anlatsam anlar mısın? Dinler misin? Bir kadının hayal kırıklığı, bin cam kırığına bedel derler. Doğruymuş. Avaz daha dün düşlerimi süslemişti, şimdi kırgınlıklarımı topluyordum yerden.
Ne yazık ki aşk hayalin çocuğu, hayal kırıklığın annesiydi.
Ama ne kadar zordu anlıyorsunuz beni di mi? Gerçekten anlaya bilir misiniz? Kaybolmuş gibi hiss ediyorum kendimi. Bunca zamanı kaybetmiş gibi hiss ediyordum. İçimdeki her şey tükenmiş gibiydi.
Bu kadar kolay mı? Hayır!
Bu kadar kolay değildi! Bu kadar kolay olmamalıydı!
Gözlerinde neden ayrılık vardı?
Bu kadar ucuz muyduk gözünde? O kadar mı bitmiştik?
Sinirden ellerim titremeye devam ediyordu. Gözyaşlarım öyle akıyordu ki anlatamam bunu kimseye. Hiç değilse, bunu mu bile görmüyordu? Önceler karşısında gözyaşı döksem dünyayı yakacak kişi, şimdi karşımda umrunda değilmiş gibi gözlerini kaçırıyordu. Gözlerinde korku vardı. Kaybetmek duygusu vardı.
"Seni var ya hayatım boyunca aff etmeyeceğim. Bana yaptığın bu kazığı asla unutmayacağım. Sana da unutturmayacağım. Bir gün gelirsin beni aff et diye, ama ben işte tam şu an senin bana söylediğin gibi yapamam derim. Belki, o zaman ne hiss etdiğimi anlarsın. Bir gün gelir ayaklarıma kapanacaksın beni aff et diye ama işte o zaman çok geç olacak. Şimdi ise kalbimden, ruhumdan, aklımdan DEFOLL. Çık gittt!" bitti. Her şey buraya kadardı sanırım.
Daha da söyleyeceği bir şey olmadığı için arkasını döndü. Ne halde olduğumu bile bile çıktı gitti. Kafasını yere eğe eğe gitdi. Göz göre göre beni böyle bırakıp gidiyordu.
"Dilerim tek bir gün bile mutlu olamayasın. Seni Allaha emanet ediyorum. Öyle bir öldün ki içimde, kıyamette bile dirilemeyeceksin. Öyle kırdın ki beni, hayatın boyunca hep kırıldığınla kalırsın." son sözüm buydu sanırım. Ayakta zorla duruyordum.
Giderken belki arkasını döner dedim. Gitmez dedim. Durdu, arkasına bakmak için belki de. "Şimdi sana hoşçakal deme zamanı, ama sen hoşça kalmayı hakk etmiyorsun be çiçeğim. Ama yine de Hoşçakal" dudakları titriyordu.
Bakmadı arkasında ve yeniden yürüyerek çıkıp gitti.
Ayrılık getirmişti Mavi Gül. Aştık sanmıştım. Hep olduğu gibi ayrılık getirmişti. Bir hoşçakala sığdırdı beni, yere göğe sığdıramadığım. Eyvallah dedim içimden, eyvallah. Dudakların titriyordu sevgilim, hoşçakal deyişinle bir adam öldürdün sanki.
Avaz'ın gitmesi ile yere çöktüm. Bağıra bağırarak, hıçkırarak ağlamaya başladım. Ayağa kalkamaya bile halim yoktu. Bir roman gibiydik okuyup biteremedik, bir rüyaydı erken uyandık, bir hayaldi parmak şıklatmayla alt üst olduk. Bir merhabayla başlamıştı, ama bir elveda bile diyemedim. Bu kadar. Bitmişti.
Allah herkesin belasını versin!
Allah bizi bu duruma sokan herkesin belasını versin!
Nasıl başlarsa, öyle bitermiş aşklar. Evet aşkımız aniden başladı ve evet aşkımız aniden bitti. Ateşsiz yanmak neymiş, öğrendim. Alt üst oldum. Beni bitirdi, ama tüm izlerini sindi üstüme.
Bu kadar hayatımı ona bağlamamalıydım. Bu doğru değildi. İnsan hiç bir zaman bu hayatı başkası için yaşamamalıydı. Bir ayrılık konuşması bu kadar zor olmamalıydı, olamazdı.
Ama o öyle sıradan bir insan değildi ki, benim tüm hayatımdı. Çocukluğumdu, gençliğimdi, yıllarımdı. İşte tüm bu anlılar 5 dakika içinde bitiyormuş demek ki. Nasıl bana böyle şey yapa bilirdi ki?Onca seneyi boşuna mı geçirmişiz? Boşuna mı bana gereğinden fazla değer vermiş, boşuna mı bana seni seviyorumlar demiş. Peki gözleri?
Gözler yalan konuşmazı ki, sevgi vardı orda, bana beni değerli hiss ettirecek ışık vardı. Omuzlarında çok ağır yük vardı. Bir kabus olmalıydı tüm bunlar.
Gökkuşağı yağmurdan sonra renkli şekilde görünürdü değil mi, babamın ettiği o kelime gökkuşağımı siyah beyaza çevirmişti.
Gökkuşağı mutluktu değil mi? İşte o mutluluk benim elimden alınmıştı.
Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim. Gene de sen bilirsin. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia.
Bir kaç gün önce bu şiiri ona okumuştum. Ayrılık getirmişti işte, kırgınlık, kızgınlık getirmişti. Paramparça olmuştuk.
Şimdi öğrendim. Lavinia gerçekten ölümmüş.
Uçurumun kenarına geldim. Oturup içim çıkana kadar ağladım. Zaten beni burada kimse duyamazdı, avazım çıktığı kadar bağırdım, kendi kendime söyledim. Saydım. Sövdüm.
Telefonu çıkardım. Kendime öyle içli bir şarkı açtım ki, yine o şarkı eşliğinde ağlamaya başladım. Zaten şu dünyada insanlar şarkılar, şarkılar da insanlara sığınırdı. (Çağan Şengül- Çok Yazık)
Bir yandan da Avazla çektirdiğimiz fotoğrafımıza bakıyordum. Ne kadar da mutluyduk. Ne kadar da bana aşık aşık bakıyordu. Parkta çekilmişti fotoğraf. Ben elimdeki çiçeklere, o bana bakıyordu. Mutluyduk orda evet. Hem de çok mutluyduk.
Aşk azalır mı? Aşk biter mi?
Bitmez. Şeker biter, tuz biter, ömür biter, hatta nefret bile biter. Ama. Ama aşk bitmez ki. Sevda bitmez.
Bir de baktığımda saatin geç olduğunun farkına vardım. Evden merak etmezlerdi de sinirlenirlerdi. Söylenmek için bahane ararlardı.
Çabuk kendimi toparladım eve doğru yolumu almaya başladım. Normal yoldan değil de, kimsenin pek kullanmadığı yoldan gitmek istiyordum konağa. Böyle bu halimde beni kimse görmemeliydi. Ruh gibiydi. Hayatımın alt üst oluşunun ilk günüydü. Bunu kimse bilmemeliydi.
Yolda giderken nasıl yürüdüğümün, nefes aldığımın farkında değildim. Tıkanmıştım. Nefes almak zor olur muydi hiç? Olurmuş.
Önüme bakmadan yürüyordum. Ayağım görmediğim taşa değdi ve düştüm. O kadar çok ağladım ki. Bu denli ağlamamıştım.
Ayağım taşa değdiği için ağladım. Hem de içim dışıma çıkana kadar.
Ayağa kalkmak için duvara tutundum. Başımın üstünde bir el uzandı.
İşte onu gördüm karşımda.
Miran...
Kafasını benimle bozmuş bir psikopat. Eğer beni burda yalnız bulduysa bir şey yapmadan asla rahat bırakmazdı. Kalbim hızla çarpıyordu. Deli gibi çarpıyordu. Ben bu sapıktan nasıl kurtulacaktım?
Gözlerimi devirdim ona. Kendim ayağa kalktım. Üst başımı düzelttim.
"Ne yapıyorsun sen burda?" diye sordu bana. Sana ne demek vardı ama muhattap olmak istemiyordum onunla. Cevap vermeden yoluma devam etmek istedim.
Bileğimden yakaladı. Elimi çektim. Fakat sıkı tutmuştu. Gözlerine bakmadan "Bırak!" dedim.
Bırakmadı. "Bıraksana, sapık!"
Bıraktı. "Avaz seni üzmüş galiba. Neden ağlıyorsun?" o kim olurdu ki, benimle böyle konuşurdu?
"Sana ne? Sen kimsin? Ne hakla bana böyle soru soruyorsun?" dedim sertce.
Güldü. Aptal suratına gülme belirdi. "Avaz'ın hayatında yeri oldu da ne oldu? Şu an ağlıyorsun. Onun yerine bana," lafını kestim. Tamam ben ayrılmış ola bilirim ondan, ama kimse kötüleyemezdi onu.
"Kes. Konuşma. Sakın devamını getirme. Ayrıca sana ne? Ağlarım da, üzülürüm de. İşine bak" dedim ve gittim. Yine bileğimden yakaladı.
"Lan bırak!" bağırdım. "Bırakmıyorum"
"Çattık ya. Sapık mısın oğlum sen?" dedim.
"Sapığım ne olacak? Kim kurtarıcak seni? Avaz mı. Ay ya da dur, siz ayrıldınız galiba di mi?" dudaklarını yalandan büzdü.
Tokat attım yüzüne. "Bırak beni!"
"Hadi gelsin şimdi kurtarsın seni benim elimden. Bırakmıyorum seni, bırakmam da" elinden kurtulmak için çabalamama rağmen hiç bir şey olmadı. Kurtulamadım.
Şimdi yere oturup ağlamak istiyordum.
Bölüm sonu...
Bölümü nasıl buldunuz?
Avazla Zeyşanın hali nasıl olacak?
Zeyşan nasıl kurtulacak?
Neden Avaz böyle bir şey yaptı?
En sevdiğiniz sahne?
Miran çıktı bir de başımıza iyi mi?
İnsta sayfam: lotussmiaa
Tt: lotussmiaaa
Sizi çok seviyorum, çiçeklerim. Yorum yapmayı unutmayınız:)🍭💗🌸 |
0% |