@love_21
|
" Hayatım?" Sesin geldiği tarafa, sokağın başına, baktığımda heybetli bir cüsse ile karşılaştım. Tıpkı dün ki gibi. Bu oydu... Kimdi? Mardin Ağası mı? Heybetli cüssesi ile bize yaklaşırken gözlerime inanamıyordum. Sedat ise anlamsızca bir bana bir de ona bakıyordu. Bunun ne işi vardı burda? Her yerde karşıma mı çıkacaktı? Heybetli cüssesi, beyaz gömlek, siyah pantolonu ile bize yaklaşırken, dudağında bir sırıtış vardı. Bir dakika ne demişti o? Hayatım... Bana mı demişti onu? Etrafımda başka birisi var mı diye baktığımda bizden başka kimsenin olmadığını gördüm. Başka kime demişti? Sedat' a baktığımda o da mal bir şekilde bakıyordu. He aynen Sedat'a hayatım dedi. O zaman bana demişti. Bana mı demişti? Hayatım... Ben onun neyi oluyordum tam olarak? Bence bunu demiş olması için ilk olarak aramızda bir şeyler yaşanması gerekiyordu. Ben yaşanmayı geç tanımıyordum bile kendisini. E o zaman neden böyle bir şey demişti? Kafamda sorular uçuşurken, o yanımıza geldi ve bana baktı. Baktığı zaman yüzündeki gülümseme daha da derinleşti. Şu an sırası değildi ama gülünce gamzeleri ortaya çıkıyordu. Hem de her iki taraftan da. Derin bir çukurdu gamzeleri. Ben şaşkınca ona bakarken, o gülümseyen yüzünü benden çekti. " Hayatım seni arıyorum nerdesin?" Dedi. Yalnız ben şok içindeydim. Ben bir rüyanın içinde miyim? Yüzümdeki göz yaşlarım kurumuştu. Gözlerimdeki ve yüzümdeki tek duygu şaşkınlıktı. Ben olayın etkisinden çıkamamışken, onun yüzündeki gülümseme çok az da olsa azaldı ve Sedat'ı işaret ederek " Arkadaşın mı?" Dedi. Yalnız ben daha cevap vermeden bu sorusunun ardından bana daha çok yaklaştı, kollarını belime dolayarak beni kendisine yasladı. Aklım bu olayları kaldıramıyordu resmen. Şok içinde yüzüne bakarken daha kendisiyle doğru düzgün göz göze bile gelmemiştik. Ben de kollarımı nereye koyacağımı şaşırmıştım. Ayrıca kollarını belime öyle bir sarmıştı ki, kendimi ondan çekemiyordum bile. " Asıl sen kimsin?" Diye sordu bu sefer Sedat ona. Gözlerindeki şaşkınlık gitmiş bana atacağı adımını geri almıştı. Yüzünde hafif merak ve aşırı derecede öfke beliriyordu. Ben hâlâ şaşkınlık evresindeyken o tekrar konuştu " Ben Maran Aslanoğlu... " Dedi büyük bir özgüvenle. "Ama kim olduğumun bir önemi yok, şimdi burdan siktir olup gitmezsen, asıl o zaman benim kim olduğumu görürsün." Sedat'ın yüzündeki öfke anında kaybolurken, onu tanıdığını anlamıştım. O da benim gibi adını biliyordu, ama yüzünü görmemişti büyük ihtimalle. Sedat'ın yüzü korku ile gerilirken, kendini bir adım daha geri attı. Bir bana baktı bir de yanımdaki adama, bir onun yüzüne baktı, bir de onun belimi sarmış koluna. Sonra da yere bakıp sokağın dışına doğru ilerledi. Biz ikimiz de onun arkasından bakakalmıştık. Bir süre sonra sokaktan görünmez derecede uzaklaşmıştı. Peki biz ne haldeydik? Tabiki hiç kıpırdamadan yerimizde duruyorduk. Yüzüm onun göğsü ile bakışırken, kafamı yüzünü görebilmek için sanki uzaya bakıyormuş gibi havaya kaldırdım. Ben hayatımda ilk defa böyle uzun bir adam görüyordum. Sanki çok adam görüyormuş gibi. Yoksa ben mi kısaydım? Bence bir kıza göre 1.68 boyu gayet normaldi. Asıl o anormaldı. Kesin anasının karnından çıkarken üç yaşında gibi duruyordu vicdansız. O kadar ki heybetliydi yani. Bir anda tekrar vücudum çekilme hissi hissetti. Tekrar çekmişti beni kendine. Bense bir karıncanın fili itikliyormuş gibi hissediyordum. Çünkü gerçekten ne kadar itiklesem de hareket dahi etmiyordu. " Ya bırakır mısınız beni?" Dedim yüzümü buruşturarak. Ahsen sen de az değilsin ha, adam seni bu Sedat denen şerefsizden kurtardı senin dediğine bak. E napim ben daha mı çok yapışım yani adama? Yapışmak demişken, beni kendine daha çok çektiğinde, dün ki gibi okyanus kokuyordu. Ve insan nedense kendini güvende hissediyordu. Neyse kendime gelmeliydim. Kendine gel Ahsen! " Kimdi o adam?" Dedi bana dönüp gözlerime bakarak. Bende onu gözlerine baktığımda gözlerinin gerçekten bir çölü anımsattığına emin oldum. Ve tabiki beni dinlemeyerek belimdeki elini uzaklaştırmamıştı. " Bunun sizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum. Ayrıca beni ahtapot gibi sarmayı bırakır mısınız?" Diye de cevabımı yapıştırdım sinirle. Yalnız yapıştırmamla belimdeki kollarını bırakması bir olmuştu. Bırakınca, gözüm hafif kararsa da kendimi tutmuştum. Üzerimdeki sıcaklık gidince hafif bir ürperti gelmişti üzerime. " Eğer bu kişi benim en yakın arkadaşımın kız kardeşiyse bu beni ilgilendirir. Ayrıca seni kurtardım. Bana teşekkür edeceğine, beni azarlıyor musun?" Diye sordu hafif sinirle ve alayla. " Sizden yardım isteyen olmadı." " Aman yardım eden de ne kabahat" Diye söylendi tekrar alayla. Peki şu an gözüme neden çekici geliyordu? E bı zahmet gelsin. Adam taş mübarek. İç sesimi normalde dilemezdim. Bazen çat kapı belirirdi ama şu an az çok hak verebilirdim. " Neden sürekli karşıma çıkıyorsunuz?" Diye sordum bu sefer bende. Ama harbiden de psikolojimi bozmuştu. Dün, beni özür dilemek, bugün de teşekkür etme durumuna düşürmüştü. Yalnız yarın da karşılaşırsak baya bir şaşırdım. Çünkü bunlar tesadüf olamazdı. " Bilmem. Çekiyor galiba. Ne demiş kimya baba; zıt kutuplar birbirini çeker." Bunu demesiyle hafif dudağım kıvrılırken, benzetmesi tam bir deha işiydi. Çünkü gerçekten ,o koskoca Mardin ağası iken, ben öylece bir kızdım. Sonra tekrar ciddileştim. Tam bir şey diyecektim ki " Ahsen! Ahsen! Hay Allah nerde bu kız? Yine açtı belayı başıma." Annemin sesini duymuş oldum. Hızlıca onun yüzüne son kere biraz minnetle biraz da sinirle bakarken o sokaktan çıkmış oldum. Anneme göründüğümde " Ya sen nerdesin? Seni arıyorum sabahtandır! " Dedi annem sinirle. " Burdaydım anne" dedim bende yanımdaki sokağı göstererek. " Gölge olduğu için oraya geçmiştim, duyamadım seni." Diye bir de yalan uydurdum. " Aman iyi. Hadi gidiyoruz." Dedi çok da umursamayarak. Onu başımla onayladım ve arkasından arabamıza doğru ilerlemeye başladık. Arabaya yaklaşınca, şoför annemin kapısını açtı. Bense öteki taraftan kendim bindim. Anneme doğru baktım.O bana bakmıyordu, ama yüzünde iğneleyici bir surat ifadesi bulunuyordu. Tam gözüm dolucakken kendimi tuttum. Ahsen... Güçlü dur Ahsen. Kendimi böyle motive ediyordum. Ve en sonunda araba yola koyuldu. Bende bugün ki şeyleri düşünmeye başladım. Ben bugün ne yaşamıştım be. Aslında ne yaşamadım diye sorsam daha mantıklı olurdu. Bir psikopatın bana bulaşması , daha sonra koskoca Mardin Ağası'nın seni ondan kurtarması. Hayat ne garipti be. Mesela ben nerden bilecektim, Mardin Ağasın'nın üzerine su dolu kovayı bocalayacağımı. Ya da nerden bilecektim beni bugün kurtaracağını. Hayat gerçekten garipti. Yalnız o okyanus kokusu hâlâ burnumda tütüyordu. Sanki beynime sinmişti ve onu ordan çıkaramayacaktım. Ya da çölü anımsatan gözleri... Ahsen! Kendine gel. Hayır iç sesimi dinlemicektim. Alnına dökülen kumral saç tutamları... Heybetli boyu... Okyanus kokusu... Ahsen sen böyle biri değilsin. Benim bu iç sesim de bir garipti. Adamın yanındayken beni adama çekiyordu şimdi ise ben adamı düşününce ' sen böyle biri değilsin' diye isyan ediyordu. Susturma şansım olsa ağzının ortasına vururdum da. İşin garibi ağzı da yoktu ki. Ayy valla kafayı yiyecektim. Şu an şu durumda ben bunları mı düşünüyordum cidden? Beni düşünmek kötü bir şey mi Ahsen? Bak iç ses şu an seninle muhattap olmayacağım, lütfen şu an defolup gider misin burdan? İçimden herhangi bir ses gelmeyince ben de susmuştum. Ama harbiden bazen beni deli ediyordu. Arabanın durmasıyla kendime gelirken, düşüncelerimden de sıyrılmıştım. Hemen annemin aldıklarını şoföre verdim ve kendikilerimi de ben aldım. Annemle eve ilerledik, o ve şoför annemin odasına giderken ben kendi odama çıkmıştım. Kıyafetlerimi dolabımın yanına bıraktım. Hiç dolabıma yerleştirme zahmetinde bulunmamıştım. Saat 19.38 gösteriyordu. Yemek yememize yirmi dakika falan vardı. Ben de hemen rahatlamak için kendimi banyoya attım. Bir güzel yıkandım. O şerefsiz Sedat'ın dokunuşlarından arınmak istedim. Daha sonra banyodan çıktım, üzerime rahat şeyler giyip aşağı indim ve yemekte sadece babam eksikti. Abilerim ve annem oturmuştu. Ben de yerimi alırken abilerime babam gelmeden küçük öpücükler attım. Baran abim göz kırpmış, Azad abimse gülümsemişti. Daha sonra bende gülümsedim ve yerime oturdum. Bir kaç dakika sonra babam geldi ve yemeğimize başladık. En son birlikte yemek yerken, tartışma içerisindeydik. Azad abime ve Baran abime baktığımda, normalde babamla yemeğin üzerinde iş konuşurlardı. Ama şimdi ikisenden de çıt yoktu. Ben sakince yemeğimi yerken babamın sesini duydum " Sultan yarın için her şey hazır mı?" Diye soru sordu anneme. " Hazırdır ağam, tû merak neke( sen merak etme)" babam kafasını salladı, bakışları beni ve abilerimi buldu. " Bir aksilik çıksın istemem." Dedi tekrar babam imâ ile. Babama inat bir şey olsun istedim. Bu nişana engel olunsun istedim, iyi yada kötü bir şey olsun istedim. Yeter ki bu nişan olmasın. " Hazırdır ağam hazırdır, sen rahat ol." Dedi tekrar babamın içini rahatlatmak ister gibi. Masaya tekrar bir sessizlik çökmüştü. Herkesin kendi dertleri vardı. Ve tekrar babamın sesi, sessizliği bozmuştu. " Azad, oğlum işler nasıl gidiyor?" Dedi sanki hiç bir şey olmamış gibi. Babamda bir sıkıntı mı vardı? Beni istemediğim birisine verecekti yarın ve hiç bir şey olmamış gibi davranıyordu. Azad abime baktığımda, konuşmayı geç babamın yüzüne bile bakmıyordu. Umursamaz bir tavırla yemeğini yiyordu. " Azad sana diyorum!" Dedi bu sefer babam biraz daha sesli konuşarak. Bu sefer abim tekrar umursamazlığını gösterince " AZAD BANA CEVAP VER!" Diye bağırdı bu sefer. Bunu demesiyle herkesin gözleri fal taşı gibi açılırken, herkes yerinde buz kesilmişti. " Cevap veremez baba." Kimse benden bir tık bile beklemezken, ortaya atıldığım için herkesin odak noktası ben olmuştum. E yani benim de burama gelmişti. Sabır da bir yere kadardı. Sanki bir şey olmamış gibi davranması zoruma gidiyordu. Ya ben yarın nişanlanıyordum ve bu ne annemin ne de babamın umrundaydı. " Yarın beni zorla birisine vereceksiniz. Ben sevmiyorum o adamı, istemiyorum onu. Ayrıca hiç bir şey olmamış gibi davranamazsınız!" Bunu dememle babamın gözleri sanki yerinden çıkarmışcasına açılmıştı. Ve anında yüzünde alaycı bir surat belirdi " Sen yürek mi yedin kızım" dedi imâ ile. Yüzünde bir çok duygu barındırırken , en çok belirgin olan sinirdi. " Hayır babacım sadece neden böyle davrandığınızı merak ediyorum." Dedim ben de hafif kısık sesimle. Biraz sinirli biraz da üzgün çıkmıştı. " Se-" sözünü yarıda kesen şey masanın üzerinde duran telefonun çalma sesiydi. Babam sözü yarıda kesilmişti ama telefonda kimin olduğunu görünce hemen telefonu eline aldı ve açmadan önce bana dönüp " Müstakbel kayınbaban arıyor." dedi ve masadan kalkıp ordan uzaklaştı. Anında gözlerim dolunca ellerimle oynamaya başlamıştım. Diğer aile üyelerine baktığımda annem her zamanki gibi bana iğrenerek bakıyordu. O da birkaç saniye durup babamın arkasından gitmişti. Abilerime baktığım zaman da Baran abim o kadar sinirliydi ki, şu an gidip babama saldırabilirdi. Ama Azad abimin zor da olsa onu tuttuğunu gördüm, yoksa işimiz yaştı. Bende de iştah kalmayınca yerimden kalktım, abilerimle birkaç saniye bakıştıktan sonra odama doğru ilerledim. Odama girer girer girmez kıyafetlerimi çıkarma zahmetinde bile bulunmadan, kendimi yatağa attım ve daha fazla düşünmeden kendimi uykuya teslim ettim...
🤍 Kapımın gümlemesi ile yatağımdan fırlarcasına kalktım. Saat kaçtı? Sabah mıydı? Hâlâ akşam mıydı? Pencereden hafifçe perdeyi aralayıp dışarı baktım. Sabah saatleri olduğunu anladım, çünkü güneş daha tam tepede değildi. " Ahsen! Kapıyı aç!" Dedi bir ses kapıdan. Bu... Babamın sesiydi. Sertçe yutkundum ve yataktan hafifçe doğruldum. Babamın sesi çok olmasa da yüksek çıkmıştı. Acaba dünkü hırsını mı alıcaktı benden? Korkuyordum ama korkumu göstermeyecektim. Kapıya yavaşça yaklaşıp kolunu kavradım. Ve açtım. Karşımda babamın ateş gibi gözleriyle karşılaşmıştım. Yüzünde alaycı bir ifade bulunuyordu ve o alaycı ifadesi ile odama girmeye başladı. " Aa neden kapıyı açmıyorsun Ahsen?" Dedi babam imâ ile. Sertçe yutkunduğumda odanın içine girdi ve kapıyı arkasından kapattı. Yavaşça üzerime doğru gelmeye başlayınca ben de adımlarımı geriye doğru atıyordum. " Evett nerde kalmıştık? En son sen yürek mi yemiştin?" Diyince gözlerim fal taşı gibi açıldı. İşte o an anlamıştım ki bana vurmak için gelmişti odama. İstese akşam da gelebilirdi ama abilerim şu an işte oldukları için bu saati seçmişti. Ben zorla nefes alırken,elini havaya kaldırdı. Kaldırdığı an yüzüme sert bir tokat attı. Acı yüzümden başlayıp vücuduma yayılırken ben bedenimi tutamayıp yere yapmıştım bile. " Sen bana karşı gelemezsin anladın mı beni! Bana cevap veremezsin! Bu konakta ben ne dersem o olur! Anlaşıldı mı?" Diye tükürürcesine konuşmuştu. Ben de ev halkı duymasın diye bağırmıyordum. Kendimi çok zor tutuyordum. Ellerimi yanan yanağıma koyarken, birden bileğimden tutup ayağa kaldırdı. Gözlerimden yaşlar firar ederken nasıl böyle bir aileye kurban gelmiştim bilmiyordum. Benim burdaki suçum neydi bilmiyordum. Aynı şeyleri abilerime hiç yapmazlardı zaten. Neden bir tek bendim? Benden istedikleri neydi? Sırf bu yüzden, inanmıyacaksınız ama Demirle bir an evlenmeyi mantıklı bulmuştum. O en azından gülümserdi bana. Yalandan da olsa sevgi gösterirdi. Tabiki babam gibi olur muydu onu bilemezdim. Ama dışardan bana zarar vermiyordu. Sadece psikopat birisiydi. Yapıştı mı yapışıyordu. Gözlerimdeki göz yaşları durmazken, bileğimdeki elini daha çok bastırarak beni yüz üstü yatağa fırlattı. Kısık da olsa inlerken birden kemer sesi duymuştum. Ne mi yapicaktı? Sırtıma bir aydır kemerle darbe vurmuyordu. Çünkü en son vurduğunda acıdan bayılmıştım ve hastanelik olmuştum. Doktor da kemer vurulan yerlerin çok kötü olduğunu söylemişti ve merhem vermişti. Şimdi sırtım daha iyiydi ama tam iyileşmeden yenileri eklenecekti. Kemer sesi kesilince, derin nefeslerini duydum. Kemerle vurmamıştı ama kemerin ucunu sırtımda yavaşça gezdirmeye başlamıştı. Vücuduma bir ürperdi gelince ağlamam daha da şiddetlenmişti. Ama hâlâ kısıktı sesim. Kemer sırtımdan kalkınca , bu sefer gerçekten vuracağını anladım ve bu düşünce vücudumun titremesine sebep oldu. Çok geçmeden sırtımda bir acı hissettim. Keskin hir acı... Vurabileceği en sert şekilde vurmuştu. Vurduğu anda acıya tahammül edemedim ve çığlığı bastım. İkinci kere vurunca tekrar çığlık attım. Normalde çığlık atınca uyarırdı, kızardı sessiz ol diye. Şimdi uyarmamasının sebebi büyük ihtimalle evde kimsenin olmamasıdır. Olsa bile herkes avludadır diye düşünmüştüm. Ellerimle yorganı sıkarken hâlâ darbe almaya devam ediyordum. Ve sırf acıyı yaşamam için kemeri vurduktan sonra üç saniye bekliyordu. Daha sonra tekrar vuruyordu. Bir zaman sonra vurmaları kesilince, kıyafetimden tutup yataktan kaldırdı. " Bana bir daha cevap vermeyeceksin anladın mı?" Diye sordu sessizce bana yaklaşarak. Benden bir ses alamayınca " ANLAŞILDI MI?" diye gürledi bu sefer. Bense tekrar cevap vermedim ama onun yerine gözlerimdeki yaşlar durmaksızın devam ediyordu. Ben gerçekten bu evden gitmek istiyordum. O an Rabbimden bir umut istedim. Benim şu an burda canımı alsın istedim. Bu acılar çok büyüktü. Bir an da beni sertçe bırakınca, kemerini pantolonunu taktı. Kendisine aynadan bakıp, üstünü başını düzletti. Ve sanki hiç bir şey olmamış gibi yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirip odadan çıktı. Ben arkasından bakarken sırtım, yanağım, hatta her yerim acıyordu. Nefes dahi zor alıyordum. Karşıdaki aynadan kendime bakınca, yüzü gözü karışık bir Ahsen görmüştüm. Ayakta zor durduğum için oturmak istemiştim ama nafile. Oturmak için hamle yaptığımda sırtımım acısı iki katına çıkmıştı. Daha fazla kendimi tutamayıp bağırarak ağlamaya başladım. Acılarımı umursamadan kendimi yere bıratım. Yatağa yaslandım ve bacağımı kendime çekip, ellerimi kendime doladım. Bir kere cevap vermiştim sadece ve yaptıkları çok acıydı. Cevap şeklimse gayet güzeldi ama o tekrar bana saldırdı. O konumda ne kadar durdum bilmiyordum ama o kadar yorulmuştum ki, gözlerimi zor açıyordum resmen. Gözlerim istemsizce kendi kendine kapanırken o konumda hareketsizce kalmıştım.
🥺 Kulağım uğultulu olan ses duyuyordu. İlk önce hareket ettim, daha sonra gözlerim açıldı. Daha yukarı bakamadan, aşağıdan kimin geldiğini anlamıştım. Bitmiyordu ki bunlar. "Ahsen! Kalk hazırlan gelmelerine bir saat var!" Allahım ne kadar da rahatlardı. Artık şaşırmaman lazım Ahsen. Doğru. Şaşırmam hataydı. Gözlerim yavaşça yukarı kalkarken, hâlâ aynı konumdaydım ve kafamı kaldırınca her yerim otomotik olarak acımıştı. Yüzüm buruşurken, daha anneme bakmadan tam karşımdaki aynaya baktım. Gözlerim kırmızılıktan ,kendi rengini göstermiyordu. Saçlarımsa darma dağınıktı. Hatta yarısı yüzüme doğru gelmişti. " Hadi kalk! Otur şuraya." Annem bunu demesiyle kolumdan tutup ayağa kaldırdı. Ama eş zamanda acıyla bağırmıştım. Annemin de bağırmamdan olucak ki yüzünü buruşturdu. Hangi anne şu haldeki kızına bu halde davranırdı ki. Ve eminim ki babamın bana bunları yaptığından haberdardır. Ona rağmen acılarımı umursamadan bana muamele ediyordu. Artık yapacak bir şey yoktu. Onları dinlemekten başka çarem de yoktu. Çünkü ne zaman bir adım atsam o şey bana on kere darbe vuruyordu. Annem sinirle bir daha konuşacakken, zor da olsa küçük bir adım attım. Yüzüm acıdan buruşurken, bu acı bitsin diye hızla ilerledim ve nerden geldiğini bilmediğim bir sandalyeye oturdum. Büyük ihtimalle makyaj yaparken oturmak için getirmişlerdi. Annem oturduğumu görünce beni umursamdan odadan çıktı. Ya rabbim ben ne yapacaktım? Benim bu hayattaki suçum neydi? Tek yaptığım evde durmaktı, başka yaptığım bir şey yoktu ki. Annem gittikten 2 dakika sonra bir kadın girdi içeri. Yirmili yaşlardaydı elinde bir çantası bulunuyordu. Bana gülümsedi. Ben de hâlâ acıyan yanaklarıma inat ona gülümsedim. " Ahsen Hanım siz olmalısınız." Dedi gülümseyerek yanıma gelirken. Başımı salladım ve kendimi daha dik konuma getirdim. Vakit kaybetmeden hemen makyaja başlamıştı. " Nasıl bir şey istersiniz?" Diye bana dönüp sordu kadın. İstemiyorum desem en fazla ne olur? Ne olur? İç ses nerdesin cevap versene? Ah hayır bana küsmüş olmazsın sana şu an ihtiyacım var. Bir ses gelmeyince cevaben dönüp dedim. " Ağır bir şey olmasın, toprak renklerinde ve hafif olsun." Diye söyledim. Aslında hiçbir şey istemiyordum. Ama kadın boşuna geldiğini zannedecekti. Kadın başını sallayarak beni onayladı ve yapmaya başladı.
~ Kadın makyajımı bitirmiş şimdi de saçlarımın son dokunuşlarını yapıyordu. Her ne kadar saçımı kendim yapıcam desem de beni dinlememiş, ' nasılsa bir kere oluyor' diyip kendisi yapmıştı. Ben de fazla itiraz etmemiştim. Saçım uzun olduğu için dalgalı yapınca güzel duruyordu. Kendisi de öyle düşünüp öyle yapmıştı. Lakin ben hiçbir şekilde o pislik Demir'in yanında güzel durmak istemiyordum. Çünkü ne zaman beni görse asla o iğrenç bakışlarını benden ayırmazdı. Bu arada gözlerim hâlâ kızarıktı lakin hafifti, çok değildi. Ama yanıyordu. Sırtım da aynı şekilde. " Ahsen Hanım saçınız ve makyajınız tamamdır. Kıyafet için ne tercih ettiniz?" Diye sordu tekrar gülümseyerek. " Teşekkür ederim ama ben hallederim sağolun." Dedim zor da olsa gülümseyerek. " Olmaz Ahsen Hanım benim işim bu. Sizi burdan hazır bir şekilde çıkarmam gerekiyor." Dedi o da makyaj malzemelerini toplarken. " Ben gayet hazırım sadece kıyafetimi giyineceğim diğer her şey için teşekkür ederim. Birisi sorarsa da hazır dersiniz olur biter." Dedim ben de ayağa kalkarak. Ayağa kalkmam ile oturmam bir olmuştu. Çünkü sırtım yanıyordu. Yine iz çıkmıştı büyük ihtimalle. Sanki bıçak saplamış ve o bıçak batık bir şekilde sırtımdaydı. " Peki Ahsen Hanım. Siz nasıl isterseniz" dedi el mecbur gülümseyerek. Bende gülümsedim ve o da eşyalarını toparlayıp çıktı odadan. Hemen dün umursamayıp dolabın yanına fırlattığım elbisemi aldım acı çekerek de olsa. Üzerime giydim ve kendime aynadan tekrar baktım. Şu an gözlerim hariç her şeyim yalandı. Yanaklarım sanki hiç darbe anlamamış gibi pürüzsüzdü, Dudaklarım sanki hiç kurumamış gibi canlıydı, burnum sanki ağlayınca kızarmamış gibi güzeldi, vücudum da sanki hiç vurulmamış gibi dimdikti. Şimdi ne olacaktı? Ben o şerefsiz Demir ile nişanlanacaktım. O da beni vücudum için sevecekti. Kıyafetimi ben seçmemiştim bu yüzden çok da istekli değildim. Annem uzun bir şey almıştı. Çok da sevmemiştim açıkcası çünkü çok süslüydü, ben hep sade insanıydım. Ama pek umursamadım. İstemediğim bir şey de istediğim şeyi giyemezdim sonuçta. Kapının çalması ile aynadan kendime bakmayı kestim. Ben ' gel' deyince daha o kişi içeri girmeden gelen kişi ya Azad abim ya da Baran abim olduğunu düşündüm. Çünkü bu evden sadece onlar benim odamın kapısını tıklatırlardı. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Kapı açılınca abim lacivert takımı ile tüm ihtişamla karşımdaydı. Yüzü soluktu gözlerinde derin bir şey vardı. Sanki bir şey olacakmış gibi hissediyordum. Babamın beni Demir ile evlendirme kararı aldıktan sonra Baran abim çok ses çıkarmamıştı. Bu iyi bir şey değildi. Abim beni görünce yüzündeki solukluk gitti ve onun da benim gibi yüzüne gülümseme eklendi. " Abicim" dedi kapıyı kapatım yanıma gelerek. "Abi" dedim bende ağlamaklı sesimle. " Abicim iyi misin?" Dedi tekrar gözlerimin içine bakarak. Ne kadar iyi olduğumu dile getirsem de gözlerimden anlardı herşeyi abim. Yine de söylendim " İyiyim abicim sen merak etme." Bunu söylemem ile abimin de derin bakışları eklenince gözlerim doldu. " Ah canım benim" sözlerinde öyle bir şey vardı ki, sanarsın bir intikam içindeydi ve bizimle öyle konuşuyordu. Bir şey olucaktı. Abim yaklaşarak yüzümü elleri aradına aldı. " Bana bak o piç kurusu senin bir teline zarar verirse hemen bana galiyorsun anlaşıldı mı!" Dedi hafif kaşını kaldırıp sinirlenerek. Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. Abim de beni kendine çekip kolları arasına aldı. Ben de kollarımı ona doladım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Tek sığındım yerdi burası. Genişti, ferahtı, rahatlatıcıydı. " Hadi abicim toparla kendini gelirler şimdi." Dedi beni kendinen uzaklaştırarak. Cebinden bir peçete verip bana uzattı. Bu makyajım aktığı içindi. " Sana kaç kere diyorum şu güzel yüzüne makyaj yapma, daha çirkin oluyorsun" dedi tekrar abim gülerek. " Ya abi ben istemedim herhalde annem zorladı." dedim bende zorla gülümseyerek. Bunu dememle ellerini yüzümden çekti, yüzündeki gülümsemesi keskince silindi. Ve benden gözlerini kaçırdı. Ne düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Nasıl böyle bir ailede olduğumuzu düşünüyordu. Hem annesi hem de babası tarafından sevilmeyen kardeşler olarak anılıyor olabilirdik. " Tamam abicim ben gidiyorum sen de gel olur mu?" Dedi yüzündeki gülümsemesini geri getirirken. Bende başımı sallayarak onayladım. O da gülümseyerek çıktı odadan. Yüzümdeki gülümsemeyi anında sildim. Ve camdan bakmaya başladım. Gözümden yaşlar durmazken bu hayatın bana bir mutluluk borcu olduğunu düşündüm. Bu zamana kadar hiç mutlu olamamıştım. Bu hayat bana küsüktü. Ben ne kadar barışmak istesem de bana yüz çeviriyordu. Korna sesleri ile düşüncelerimden kurtuldum. Camdan geldiklerini gördüğümde annemin sessine maruz kalmadan hemen odamdan çıktım. Aşağı indim etrafa baktığında her yer süslenmişti. Bizim içindi her şey. Biz diye bir şey yoktu gerçi benim için. Etraf balonlarla süslenmiş, göz kamaştırıcı ışıklar vardı. Abilerim kalkmışlardı. Annem ve babam da öyle. Büyük ihtimalle geldiklerini duymuşlardı ve hazırlanıyorlardı. Babam beni görünce yüzüne iğrenç bir gülümseme yerleştirdi. Annemin de dudağı kıvrıldı ama hemen iğrenerek bakan yüzüne geri döndü. Bende işe mimik kıpırdamadı. Zilin çalması ile, babam kapıyı işaret etmesi bir olmuştu. İstemeyerek de olsa ayaklarımı kapıya ilerlettim. Hemen ailemde yanıma sıralandı. Kapıyı açtığımda en başta amcamla namı diğer kayınbabamla göz göze geldim. Yüzüme zorunlu bir şekilde gülümseme yerleştirirken , amcam bana doğru ilerledi, ne kadar istemesem de onun elini tutup öptüm ve anlıma yerleştirdim. O da elini başıma koyarak yanımdan gitti. Arkasından diğer amcamlarla, halamlarla, teyzemlerle, dayımlarla da görüştükten sonra Demir'in kız kardeşi gelmişti. Adı Derya idi. Derya ile liseyi birlikte okumuştuk. Zaten o zamanlar Demir de bana takmıştı. Onunla da yalandan gülümsemelerle görüştüm ve Demir'in bir kaç kardeşi ile görüştüm. En sonda Demir girdi içeri. Yüzünde pis bir sırıtış vardı. Gözleri hemen beni buldu ve sapkınca beni süzdü. Beğeni dolu bakışları bende gezinirken ben de onu süzdüm. Ne kalın ne de ince olan bir dudağı vardı. İğrençti gerçekten çünkü Allah bilir o dudağını bir günde kaç kadın öpüyordu. Burnu uzun ve sivriydi. Gözleri kahverengiydi. Üzerine de siyah bir takım giyinmişti. Bana daha çok yaklaştı ve dibime girdi. Ben sessizdim o da yalandan dudak büzdü ve " Bir hoşgeldin yok mu birtanem?" Dedi o pis sırıtışıyla. Gerçekten midem bulanıyordu. Yüzüne tiksinircesine bakarken " Ne hoşgeldinizi be sanki kendi isteğim ile oluyor herşey" dedim ondan uzaklaşırken. Babamlara baktığımda onlar çoktan içeri girmişti bile. Elindeki çiçeği almadan mutfağa ilerledim. Ama ilerlerken arkamdan eminim dudağını ısırarak bana bakıyordur. O kadar ki takıntılıydı bana. Mutfağa gitmiştim sonunda ve kahve ile uğraşmıyacağımı Ayşe ablaya söylemiştim. O hemen hazır etmişti. Demir' in bile kahvesine dokunmamıştım. Sonunda kahve seansı gelince kahveleri aldım. " Ahsen, kızım bak dikkat et olur mu? Heyecan yapma. " Dedi Ayşe abla. Neden çok istekliymişim gibi söylüyorlardı ki? Başımı salladım ve salona doğru ilerledim. Salonumuz büyüktü ve kalabalıktı, bu yüzden bütün kahveleri ben dağıtamazdım. Hizmetçiler yardım edicekti. Ben sadece Demir'e ve aşiret büyüklerine vercektim. Salona doğru yaklaştım kapıdan girdim. Ortama anlık bir sessizlik çöktü. Herkesin gözü bendeydi, hareketlerimdeydi. Annem ve babam tiksinircesine bakıyordu ama belli etmiyorlardı. Abilerime bakmak istedim lakin bakmamıştım. Çünkü sadece Azad abim görünüyordu. Baran abim yoktu. Normalde kaçırmak istemezdi bu anı. O tehlikeli, korkunç bakışlarını Demirde gezindirirdi. Emindim. Peki şimdi nerdeydi? Çok belli etmemeye çalışıyordum ama korkuyordum Baran abimin yapıcaklarından. Onda bir şey vardı biliyordum. Kahve verme seansı son bulmuştu ama son olarak Demir'in kalmıştı. Somurtkan bir şekilde ona ilerlerken babam bana alttan alttan ' gül' diyordu bakışlarıyla. Ama ben umursamıyordum. İlerlerken birden durdum, beni durduran şey söylenen yedi kelime olmuştu. " Baba Baran... Aslanoğlu aşiretinin kızı ile kaçmış" ortam sessiz, herkes donmuş, dünya durmuş, zaman durmuş, zaman kavramı yoktu sanki. Baran abim, çok severdim onu. Hep arkamda dururdu. Düşmanlarının burnundan getirir ama aynı zamanda sevgiyi abartırdı. Sevdiklerini korurdu, kıskandırdı. Ama şöyle bir sorunu da vardı. Başka bir sevdiği için diğer sevdiklerini riske atabilirdi. Onda bu potansiyel vardı. Ve sanırım şu an bu olmuştu. Ney? Ne dedi? Baran abin mi? Senin abin? Yok ya başkasıdır? Başkası değil iç ses. Bu haberi veren Azad abimdi ve o yerinde oturmuş elinde telefonlaydı. Bir ekrana bakıyor bir babama bakıyordu. Babama baktığımda tepkisizdi. Anneme baktığımda ellerini dizlerine vurup yas tutmaya başlamıştı bile. Biri ihanet mi dedi? Aynen öyle. Abime yıllarca sırlarımı vermiştim. O da bana vermişti. Yıllarca korumuştu beni her türlü kötülükten. Yıllarca annem ve babamın sevmediği kadar sevmişti beni. Şimdi ise sırtını dönmüştü bana. Evet ben ihanate uğramıştım. Hemde büyük bir ihanete. Etrafta fısıldaşmalar başlarken benim ellerim tir tir titriyordu. Ellerim tutmuyordu. Gözlerim kararıyordu. Elimdeki kahve tepsisi yeri boylarken, yere değince çıkardığı ses beynimde yankılanmıştı. Bunu etkisiyle başım da daha çok dönmüştü ama kendimi tutmuştum. " Oğlum ne diyorsun sen?" Dedi babam sonunda konuşunca. İnanamayarak abim Azad' a bakıyordu babam. Gerçekten inanılması zor bir şeydi. Ama ben biliyordum bir şey olacağını biliyordum. Vardı o gözler abimde. Babamın bu kararından sonra gözü dönmüştü ve bir şey yapmaması korkutmalıydı insanı. Çünkü o sessiz kalırsa insana daha beterini yapardı. Yapmıştı da. Azad abim tam bir şey diyecekken " SİZİN NE HADDİNİZE BENİM KARDEŞİMİ KAÇIRMAK" Bu ses tanıdıktı. Bu sesi iki kere duymuştum bu üçüncüydü. Ama bu ses tehlike sesiydi. Kapıya doğru baktığımda karşımda bir çift çöl gibi göz vardı. Tam da bana bakıyordu bu gözler. İçime işliyordu bakışlar. Ayyy Maran Ağam gelmiş hoşgelmişş. Abi bu niye böyle yakışıklı? Şu an iç sesimi dinleyecek durumda değildim. Ama üzerindeki siyah takım elbisesi, kolundaki pahalı saat, özenle taranmış saçları gördüğümde iç sesimin son cümlesini desteklemiştim. "Maran Ağa? " Tekrar babamın sesini duyunca gözlerim ona kaydı. " Şehmus Ağa kötü şeyler olmuş galiba" dedi alayla tekrar babama bakarak. Abime bakmıyordu çünkü ona bakarsa yıkıldı. 'Benim en yakın arkadaşımın kardeşi nasıl benim kız kardeşimle kaçar' diye düşünürdü. Bu da yıkardı insanı. Şu an onda ihanete uğramıştı, bende uğramıştım. Bu yüzden onu çok anlıyordum. Babam Maran Ağanın bunu demesiyle sertçe yutkunmuştu. " Ben kan çıksın istemem, üstelik daha yeni yeni şirketimiz ortak olmuşken." Dedi Maran Ağa içeri tam olarak girerek. " O zaman tek bir çare kalıyor!" Dedi ordan bir aşiret üyesi. Ve başka bir aşiret üyesi son noktayı koydu. Ki koymaz olaydı " Berdel!" Dedi bağırarak. Herkes sessizdi. Etrafta sadece kadınların ağlama sesi ve fısıldaşma sesleri geliyordu. " Ne?" Dedi babam inanamayarak Maran'a. " Kimle kim arasında olucak aklını mı kaçırdın?" Diye devam etti. Maran Ağa'nın gözleri hafifçe etrafta insanların içinde gezindi. Azad abime takıldı gözleri. Azad abim bir işaret vermişti. Ne olduğunu anlamamıştım. Kaşını kaldırmıştı işaret olarak. Evet dışardan bakılınca normaldi. Ama bu bir işaretti. Emindim. Maran Ağa gözlerini abimden çektiği gibi babama baktı. Yüzüne alaycı bir ifade yerleşti, sonra bu alaycı ifade nefrete dönüştü. En sonda yavaşça salonun ortasında heykel gibi durmuş bana döndü bakışları. Baktı, baktı, baktı. Yüzündeki alaycı, nefret dolu bakışları silinmişti. Aksine daha sakin, güzel, saf ama bir o kadarda bir şey yapıcakmış gibi bakıyordu bana. Gözleri benim gözlerimden ayrılmazken söylediği şeyle kanım dondu. " Ben ve Ahsen arasında gerçekleşecek!"
Son.... Bu bölüm biraz uzun oldu. Umarım beğenirsiniz🥰❤️ |
0% |