Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11.Bölüm: Katliam

@lovelylover

11.Bölüm: Katliam

Yaz ayının kavurucu sıcakları bir anda kendini yağmurlara bırakmıştı. İnsanlar tapınakta olan olaydan çok fazla etkilenmiş, üstüne bereket yağmuru olarak inen bu sulara adeta tapmaya başlamışlardı. İşte başkentin bu inançlı sokaklarının arasından, Tanrılarla dalga geçen imparatorluk sarayına giriş yaptığımda aklıma olan tek şey oynadığımız kumarın nasıl sonuçlanacağıydı.

Tahta mevcut durumda çıkamazdık. Bütün hanedanlığı öldürecek gücümüz yoktu, belkide şansımız yerindeyse vardı. Bilemiyordum, ancak bu durumda her şey Lex’in yaptıklarına bağlıydı. Atımı hızlandırırken kapıdaki bekçilerin önüne kırıp attan atladım. Yerde yuvarlanırken atım, iki gardiyanın üstüne devrilmiş biçimde çığlık atıyordu. Ancak bu durum fazla sürmeden etrafımı diğer gardiyanlar çevirdi.

“Prenses Kaliana! İmparatorluk emriyle tutulusunuz!” Dedi muhafızların başı sert sesiyle. Üstümü düzeltip ayağa kalktım. Ona doğru yaklaşırken kılıcını çıkardığını fark etmiştim.

“Beni zor kullanmak zorunda bırakmayın lütfen!”

Ona doğru gülümseyip kolumu kaldırdım. “Merak etme. Zorunda kalmayacaksın.” Dedim aynı andan elimi savururken. Güçlerimin tesirinde olan muhafızlar benden uzağa doğru savurulurken üst üste binmiş bir şekilde bir dağ oluşturmuşlardı. Önümde duran demir kapıyı yine büyümle açıp atımı kaldırıdım.

“Özür dilerim.” Dedim başımı, atın başına yaslanırken. “Kötü bir sahip olmalıyım.” Gözleri sanki sorun olmadığına dair parlarken onu okşayıp sarayın bahçesinde birlikte ilerledik. Yağmurun şeffaf yapısı kanın yoğunluyla buluşmuş, girişi kırmızıya bulamıştı. Halıların deseni artık belli olmazken etrafta büyük bir savaşın koptuğunu haykırırcasına cesetler bulunuyordu.

İmparatorluk sarayında bir katliam yapılmıştı.

Kabul salonuna yine atımla girip loş ışık altında ilerledim.

“Kaliana!” Dedi tanıdık bir çığlık atımın önüne doğru atlarken. Hakina elbisesi paramparça olmuş, saçları dağılmış halde önümde duruyordu. “Bunu yapmaya nasıl cüret edersin!” Derken atıma vurmuş, tırnaklarıyla onu incitmişti. Huysuzlanan atımdan inerken hızlı bir hareketle yakasına yapışıp onu yere savurdum.

“Kes sesini!” Dedim etrafıma bakmadan önce. Bütün Harsas hanesi buradaydı. Hayır, Harsas ailesinden geri kalanlar buradaydı.

Bacaklarıma dolanan tırnaklarla acınası bir şekilde bana bakan kadına baktım. “Seni lanet cadı!” Dedi bacağıma vururken. Ağladığı için ne dediğini anlamakta güçlük çekiyordum. “Kocamı, kardeşlerimi neden öldürdün!”

Dedikleri bana komik gelirken kahkaham salonda yankılandı. Ayağımı göğüsüne savurup onu yere iteklerken benden başının yanında diz çöktüm. “Neden mi öldürdüm?” Dedim acınası yüzüne bakarken. “Neden öldürdüm öyle mi?” Bu sefer kalkıp yere yığılmış anneme baktım. Yanında Diorsos vardı. Cılız bedeniyle ona destek olmaya çalışırken bir yandanda bana öfkeli bir biçimde bakıyordu.

“Çünkü öldürmesem siz beni öldürücektiniz." Dedim sanki kıtaların sırrını açığa çıkarır gibi. "Kocan ve baban. Onlar beni öldürecekti!”

Hakina oturur bir pozisyona geçmiş, bu halde bile Prensesliğinden ödün vermemişti. Boşluğa bakıyorken aslında baktığı yerin boşluk olmadığını anlamam çok uzun sürmemişti. Gülümseyip o yöne doğru döndüm.

“Hoşgeldin kardeşim.” Dedi Lex kanlı yüzünü silerken.

Diğer elinde saçlarından tuttuğu kafayı fark ettim. Bana doğru yaklaştığında gülümsedim. “Hoşbulduk kardeşim.” Dedim kafanın İmparatora ait olduğunu fark etmeden önce. Henüz zamanı gelmemiş bir eylem daha yapmıştı. Böylece kafamdaki planlar yön değiştirirken biraz da olsa şüpheye düşmüştüm. Fazla canice değil miydi?

“Onu neden öldürdün.”

Sanki ne dediğimi anlamamış gibi kolunu kaldırıp kafaya baktı. Ardından gülümsedi. “Duyduğum kadarıyla İmparatoru düzenli bir şekilde zehirliyormuşsun. Bende öldürülmesi gerektiğini düşündüm.” sanki öldürürken ona az acı vermiş gibi bir pişmanlığı vardı üzerinde. Benimle konuşurken parmaklarıyla kanlı kafa tasını sıkıp serbest bırakıyor, onunla bir top misali oynuyordu.

Kolex içsinde gerçek bir aciniyi barındırıyordu.

Mide bulantımı bastırırken, hayretle ağızım açık kalırken cevap vermem gerektiğini anımsadım. “Ben mi zehirliyormuşum?” Dedim inanamazken. Ona verdiğim karışımlar gücümün bir parçasıydı. Kendi büyümü içerdiği için iyileştirici ve güçlendirici bir karışımdı. Demek beni suçlamaları sadece cinayetten ibaret değildi. Elimle kafasını ondan aldım.“Unut gitsin. İyi iş Lex.” Dedim boş kalan tahta ilerlerken. “Şimdi.” Tahta otururken kolda bulunan yuvarlağa imparatorun kafasını yerleştirdim.

“Mahkeme vakti.”

Sakince söylediğim sözler kanlı salonda yankılanırken sırtında kılıcıyla Lex yanımda bulunmuştu.“Mahkumları getirin!” Gür sesiyle söylediği sözlerle birlikte içeriye muhafızlar eşliğinde Perisona Hanesi giriş yapmıştı. Muhafızlar artık kimin tarafında durmasını biliyor gibiydi ya da dışarıda ve içeride olanlar arasında fark vardı. Bu da bizim konumumuzun net olmadığı anlamına geliyordu.

Persiona hanesinin etrafında Harsas ailesi vardı. Her biri dizlerinin üzerine çokmuş ve perişan bir haldeydi. Lex gerçekten ne yapmıştıda isyankar insanları bu hale getirmeyi başarmıştı? “O kadar güzel bir görüntü ki…” dedim ayağa kalkarken. “Acaba ressam mı getirseydik Lex?”

Soruma karşı kanlı dudaklarını yalarken sırıttı. “Evet, karşısında her gün bira içmek güzel olurdu.” Dedikleri zihnimde canlanırken merdivenlerdin ortasında durdum.

Derin bir nefes alarak diğerlerinin aksine dik bakışlarıyla bana bakan Düke odaklandım. “Neden burda olduğunuzu biliyor msun Dük?” dedim sakinlikle.

Yere tükürerek dişlerini gösterdi. “Sana verdiğimiz onca emekleri böyle mi ödüyorsun?!” Dedi bağırtılı sesiyle. Düşes haricinde arkasında ailesinden olan 2 erkek çocuğu ve bir kızı vardı. Ah, ayrıca gözleri bağlı olan Lucian da tam yanında duruyordu.

“Ailemi bırak Kaliana!”

Artık merdivenlerden inmiş tam önünde durmuştum. “Yoksa onların hiçbir suçu yok mu diyeceksin?” Dedim dalga geçerek. “Bak bakalım kendi ailesine acımayan senin ailene acır mı?” Etrafımdaki aile üyelerime bakarken babamın yokluğu gözüme çarpmıştı. Lex, içinde tuttuğu öfkesini onunla dindirmiş olmalıydı. “Adamlarıma bulaşmasaydınız bunların hiçbiri olmayacaktı Dük.”

“Sen hepimizi yok edecek, büyün İmparatorluğu riske atacak bir eylemin peşindeydin!” Dedi dizlerinin üzerinde başını yukarı doğru kaldırarak. Lucianın geriye, kardeşinin üzerine doğru itip ellerimi pis saçlarına geçirdim.

Gözleriyle doğruca İmparatorun kafasını görebilcek şekilde tahta çevirmesini sağlamıştım. “Bak bakalım şimdi yok olmadınız mı?” Dedim öfkeyle. Sanki bir şeyleri yeni anlamış gibi sessizliği korurken ondan uzaklaştım.

“Pişman olacaksın Kaliana. Çok pişman olacaksın!” Dedi arkamdan, yaşlı adam konuşmasına devam ediyordu.“Halk seni affetmeyecek. Yaptığın günahlar Göklerin azabıyla son bulacak. Bütün kıtayı felakete sürükleyeceksin!”

Bir zamanlar olan felaketler, Gölerin gazapları, gazaplara neden olacak felaketler ve insanlar gözümünde canlanmıştı. Derin bir nefes alarak basamaklara gelemden tekrardan onlara döndüm. “Felaketler neden olur bilir misin insan?” Dedim eski kişiliğim ortaya çıkarken. “Gökler, tek bir insan yüzünden kıtayı felakete sürüklemeyecek kadar merhametlidir.” Bana uygulamadıkları merhamet aklıma geldi. “Ve de Gökler düzeni bozanlara karşı cezalandırıcıdır.”

Geldiğimden beri salonda sesi çıkmayan kişinin sesi duyulmuştu.“Göklere inan biri kaltliam yapmaz Kaliana!” Dedi öne atılırken. “Bu yaptıkların.. ögh!” Ağızından tükürdüğü kan konuşmasına engel olurken yinede yanıma doğru sürünmüştü. Sabırla onu bekledim. “Bu yaptıklarını zorla yaptıysan, Eğer o adam sana yaptırdıysa söyle. Seni hala affedebiliriz.”

“Diorsos!” Dedi annem olmayan annem. Gülümseyip dizlerimin üzerine çöküp çenesini tuttum.

“Zavallı abim.” Dedim tırnaklarımı çökmüş yüzünde gezdirirken. Kesinlikle 20 yaşında olan birinden çok daha uzaktı. “Şimdi düşünüyorumda sanırım senden önce doğsaydım Lanete maruz kalmayacaktın. Hiçbiriniz.” Dedim Hakina’ya bakarak. “Ancak ne yaparsın babamız anneni aldatma zamanını o zaman uygun görmüş.”

Gözleri şokla açılırken diyeceklerini geri yuttuğunu boğazından anlayabiliyordum. Bakışları Lex’e odaklanmışken kirpiklerini bile kırpamamıştı. Bense gülerek mahvolmuş haliyle bana sanki kendi suçuymuş gibi nefret ve utanç içerisinde bakan kraliçeye baktım. “Evet doğru! Senin o adam dediğin kişi kardeşin!” Diye fısıltıyla konuştum. Ancak benim fısıltım bile sadece kısık bir sesten ibaret olabiliyordu.

Bütün sırlar ardından burda olmamızın gerçek nedenine sıranın geldiğini düşünerek son defa ölmek üzere olan bedeniyle abime baktım. Hayat enerjisinin deliği noktalar tükenmek üzeriydi. Bu noktada onu ben bile kurtaramazdım.

Kurtarmakta istemiyordum zaten.

Kraliçenin ağlamaklı sesi bir kez daha duyuldu.“O gece seni de o piç kardeşini de öldürmemiz gerektiğini biliyordum!” Kendini bitirmiş olan bu kadına artık anne bile diyemiyordum. Bana annelik yaptığı da yoktu ancak çocukluğunuzdan beri gördüğünüz bir yüz olunda ister istemez ona bağımlı hale geliyordunuz.

Bu durum, yumurtadan çıkan bir kuşun ilk gördüğü kişiye bağlanması gibiydi.

Bana ona anne demem öğretilmişti.

“Anne lütfen!” Dedi kız kardeşim yakalarını parçalayan Kraliçeye hakim olmaya çalışırken bense merdivenlerden çıkmaya başladım. Bir yandan da pelerinimin altından çıkardığım kumaşı yere atarken içindeki tacı çıkarmıştım.

En sonun tekrardan bulunan gereken yerde merdivenlerin tepesine ulaştım. Lex’e baktıktan sonra arkamı dönüp konuştum. “Çok uzun zaman önce bu topraklarda bir kıyamet koptu. Aptal bir hükümdar sanki kan dökünce Tanrılar onu kabul edermiş gibi düşünüp masum bir canı aldı.” Dedim o günü tekrar yaşarken. Tabiki ‘Aptal’ kısmına vurgu yaparak.

“Ancak o hükümdar haklı çıkmış, toprakları huzura ermişti. Bugün bile hala kendisine şükranlar sunuluyor.” Tanıdık hikaye meraklarını çekmiş olmalıydı ki çocukların ağlama sesleri kesilmiş, yüzler bana dönmüştü. Güzel. “Ancak gizemini koruyan şey, üç diyarın demir tacının nerede olduğuydu.”

Persiona hanesinin başını ne demek istediğimi anlamış olacak ki yorgun gözleri kocaman açılmış halde elimdenki taca bakmıştı. “Olamaz. Kaliana sen ne yaptın!” Dedi merdivenlerin başına sürünerek gelirken.

Omuz silkip iki elimle tacı göğüs hizama getirdim. “Ben bir şey yapmadım. Göklerden yardım aldım diyelim.” Dedim alayla. “Ve şimdi. Hepinizin gözleri önünde. Artık bir İmparatora da sahip olmadığımıza göre bu tacı meşrutiyetini ilan etmesi için Karga Birliğinin Lideri ve yeni İmparatorumuz olacak kişiye, ikizime, Kolex de Harsas’a taktim ediyorum.” Dedikten sonra Lex’e dönüp başımı eğerek dizimi yerle buluşturdum.

“Hayır!”

“Kaliana hemen kes şunu!”

Yengemin ve annemin bağırışları sürerken gözlerimi karsızlık ve kızgınlık içerisindeki ikizime odaklamıştım. Lex’in taç giymesi çok eskiden beri planladığım bir şeydi. Tahta çıkamayacak kadar yorgun zihnim ne yazıkki peşimi bırakmayacak olan kraliyet ailesi içinde bir o kadar doluydu. Ayrıca tarafsız bir gözle bakılması gerekirse hiçbiri İmparator olacak vasıfa sahip değildi.

Hepsinden öte nasıl büyüdüğünün farkındaydım. O kesinlikle haksızlığa uğramıştı ve ben ondan daha rahat koşullarda büyüyen biri olarak suçlu hissediyordum. Aramızda gözlerimizle verdiğimiz küçük çaplı bir yarış vardı sanki. Benimkinden daha küçük olan altın rengi gözleri güneş vari bir inci gibi parlarken onu ikna ettim.

Başka bir şansın yok.

Bu hayatta İmparator olmak senin kaderin.

Küçük çaplı yarışta galip gelirken zaferle gülümseyip yavaşça ayağa kalkarken eğdiği başına demir tacı yerleştirdim. Tacın alt kısımları saçlarının siyah renginden dolayı görünmeyen kanı üzerine almış ve kanlı bir gri olarak parlıyordu. Başımı eğerek bir iki adım geri gittim.

“Gün batmayan Harsas İmparatorluğunun 10. Hükümdarı Kolex de Bloodland Harsas’i selamlayın!” Dedim salona doğru. Kimseden ses çıkmazken beklenmedik şekilde ilk adımı atan Dior olmuştu.

“İmparator çok yaşa!” Dedi diz çökerken. Sıradaki beklenmeyen adım görmeyen gözleriyle eski nişanlımdan gelmişti.

“Çok yaşa, Çok yaşa, kanla yaşa!” Dedi Harsas’ın tapınak geleneğini değiştirerek. Ancak sözleri benim Lex’e verdiğim Bloodland ismine bir gönderme içeriyordu. Ardından salonda bulunan Harsaslar, Persionalar ve muhafızlar bu ant ile Lex’i selamladı.

“Çok yaşa, Çok yaşa, kanla yaşa!”

Tahta yerleşen Lex elini kaldırarak diğerlerinin kalmasını sağladı. Sağ tarafında bulunarak desteklercesine omzunu sıktım. Kısaca bana baktıktan sonra ilk konuşan ben olmuştum. “İlk fermanınızı bekliyoruz majesteleri.” Dedim göz ucuyla arkamızda bulunan köşede olana biteni kaydeden katibe işaret verip. Titreyerek önündeki deftere yeni bir sayfa açıp mürekkebini yeniledi ve karalamaya başladı.

Durup ne diyeceğini bilemezken salonda bir anlığına sessizlik hakim oldu ancak bu uzun sürmemişti.

“Persiona ailesini.” Dedi dikkatleri üzerine çekerek. “Hane reisi hariç bağışlıyorum. Bu kanlı gecede daha fazla kan dökülmesini istemiyorum.” Gülümseyerek başımı eğdim. İçinden bam başka biri çıkmış hükmedici bir tonda konuşmuştu. Aslında çokta garip sayılmazdı. Sonuçta büyük bir topluluk yönetiyordu. Gözlerimiz buluşunca benden onay aldığını gördükten sonra devam etti. “Hanenin düklük ünvanını yaptıkları ihanetten dolayı soyluluk ünvanları haricinde düştüğünü bildiriyorum. Mevcudiyetindeki toprakların imparatorluk hanesine geçmesin, emrediyorum.”

Soyluluk ünvanını, yani soylu olmaları aslında onların halktan farksız oldukları ancak asla ünvanı olan bir soylu olamayacakları anlamına gelirdi. İki toplumsal sınıf tarafından dışlananlar olarak rezil bir hayat yaşamaya mahkum edilirlerdi. Güldüm. Büyük başarıların temelinde olan aileye bunu yapmamız gerçekten ayrı bir zaevk veriyordu.

Lex başını bu kez Dior’un olduğu tarafa çevirmişti. Harsas ailesinden geriye; Hakina, Zetherna, kız kardeşim Fula ve son olarak Dior kalmıştı. Buna ek olarak Hakina’nın kocası Markiz Markin de katledilmişti. Ayrıca unutulmaması gereken iki kraliçe vardı ve yengemin iki küçük çocuğu vardı.

“Harsas ailesine gelince.” Diye konuştu beni bile merak içerisinde bırakarak. “İki küçük.” Dedi eliyle biri bakıcının kucağında diğeri de Kraliçeye sarılmış halde olan çocukları göstererek. “5 yaşına geldiklerinde saraydan atılacaklar.”

“Hayır! Onlar Prens! Yapamazsın. Onların doğuştan hakları var!” Diyerek bağıran yengem elindeki çocuğu daha sıkı tutmaya başlamıştı. Açık konuşmak gerekirse onu ilk defa böyle görüyordum.

“İmparatorumuz sesini yükseltme!” Diye ben bağırdım bu kez kılıcımı kınanından biraz çekerek. Lex eliyle engel olurken kanlı kılıcıyla merdivenlerden inmeye başladı.

“O zaman onları öldürmemi mi tercih edersin?” Korkutucu bir sesle konuşurken kanlı kılıcıyla Kraliçenin boyununu kaldırmıştı. Kadının korkuyla titrerken gözlerinden akan yaşlar onun bütün gururunu götürürcesine kafasını çevirerek yere kapanmasıyla son buldu.

“İmparatorun fermanı hükmümüzdür.” Dedi son kez konuşarak. Çocukları için en merhametli yolu seçmişti. Ben olsam kendimi riske atmaz hepsini öldürürdüm. Peki ya Lex neden onları öldürmemişti?

“Diğerlerine gelince.” Dedi gözleri Harsas ailesinde dolanırken. “Hakina Markin’nin kocasının ve kendisinin yaptığı suçlardan dolayı ünvanını ve mal varlığına el koyuyorum. Prenseslik makamındanda men edildin. Bundan böyle istediğinizi yapmakta özgürsünüz. Belki balık falan avlarsın he prenses?” Derken sokaktaki kişiliği ortaya çıkmıştı. Aslında biraz rol yaptığını anlıyordum. Hem beni hem kendisini taklit ettiği yeni bir kişilik ortaya çıkarmış gibiydi. İmparator olmakla ilgilenmeyen çocuk bunu mükemmel bir şekilde yapmayı başarmıştı.

Sonuçta o benim ikizimdi.

“Diğer Prensesler ve iki Kraliçeye gelince sizi Kuzey sarayına sürüyorum.” Dedikten sonra aslında en büyük cezayı onalara vermişti. Kuzey sarayı üç büyük kurucudan üçüncüye ait olan ve her çeşit imkandan men edilmiş bir yerdi.

Çöle düşmekten farksızdı.

Dior’u ayağıyla dürtüp ona bakmasını sağladıktan sonra uyguladığı güçten dolayı hafif dengesini kaybetmesini sağlamıştı. “Sana gelince. İstediğini yap. Zaten fazla yaşamayacaksın.” Dedi acımasızca. Gözleri bana dönerken sanki ne yapacağını bilememiş halde bir süre etrafına boş boş bakıp yapabileceği en iyi şeyi yaptı.

“Temizleyin buraları! Her yeri kan götürüyor!” Dedi ayağının altındaki yapışkan kanları yukarı aşağı yaparak. Ardından halıyı sonuna kadar takip edip salondan ayrıldı. Onun gidişini izlerken bende arkama döndüm.

Cüce katibe bakarak konuştum. “Her şeyi kaydettin değil mi?” Dedim.

Cüce katip ayağa kalkarak önce bana selam verdi ardından defterini gösterdi. “Her şeyi, kelimesi kelimesine tam anlamıyla yazdım majesteleri. Tarih Yüce kanlı İmparatorumuzu unutmayacak.” Üzerinde kurduğum sahte bir baskınlık işe yaramış olacak ki titreyerek konuşuyordu.

Kısaca deftere göz atıp başımı salladım. “Fermanını tüm sokaklara asın. Soylu aileleride bildiri gönderin.” Dedim perdeyi kapamadan önce. Ardından arkamı dönüp merdivenlerden inmeye başladım.

“Bunu yapmak orunda mıydın?” Dedi Yaolis’in karısı donuk bir sesle. “Hepimizi mahvettin. Hemde bir piç kurusu yüzünden!”

Onu tutmaya çalışan Zetharna’yı ittirip bana yaklaştı. İki eliyle yakama yapışıp dağılmış saçları yüzüne gelirken konuştu. “Taht senin olabilirdi. Neden çocuklarımı öldürdün! Neden kocamı, prenslerimi öldürdün, neden!” Derken elleri git gide aşağı kaymış bacaklarıma tutunmuştu.

Can sıkıcı duruma son vermek için konuştum. “Hatırlıyor musun yenge? Henüz daha 8 yaşında bir çocukken toplantıda verdiğim önerinin kanunlaştırılması üzerine beni yerimi bilmemekle suçlayıp zehirlemiştin.” Dedim omuzlarından tutup onu geri iterken. “Senin yüzünden 1 ay yatakta kalmıştım.” Peşinden Hakina’ya döndüm.

“Peki ya sen? Kocan gerçekleri bildiği için her fırsatta beni tehdit etti. Yetmedi sarayıma yerleştirdiği casuslar yüzünden günlerce aç kaldım. Üstelik benden kaçırdığı paraları saymıyorum bile.”

“Yinede öldürmen gerekmezdi!” Dedi hırsla. Bense küs bütün öfkeye kapılmıştım. Kılıcımı kınanında hızla çıkardım ancak bacaklarımı tutan kraliçe ona ulaşmama mani oldu.

“Yeter! Kapayın çenenizi. Daha fazla çocuğumu öldürme. Yeter!” Derken nefesi kesilmiş ve devrilen gözleriyle yere yığılmıştı. Onun bayılması bir nebze olsun içimi rahatlatırken bu sefer arkamda olan Persiona hanesine baktım.

“Lucian hariç hepsini atın. Düküde mahzenlere götürün. 2 gün sonra gün ışıkla idam edilecek.” Muhafızlar emirlerime uyarken bu sefer Persiona hanesinin bağırışları salonda yankılanmıştı.

“Baba! Baba gitme!” İki çocuğunun bağırışları ve çırpınışlarını izlerken Dük ve çocuklarını muhafızlar ayırıp odadan çıkarıldılar.

“Kaliana! İmparatorluğu düşün! Yanlış yapıyorsun!” Dedi kapıdan çıkana dek süren sesiyle düşmüş Dük. Geride sesini çıkarmayan Lucian kalırsan onun yanından geçip arkamda kalan ağlamaları geride bıraktım.

Bir noktada hepsi cezasını çekiyordu. Öyle olmasa bile Harsas ailesinden ölümüne nefret ediyordum.

“Güzel gösteriydi.” Adımlarım duraksarken arkamı döndüm. Rahat giyimli, belinde kılıcıyla yapılı bir adam kabul salonunun girişine yaslanmıştı. “Ancak yeni hükümdarımız adına uymayan bir biçimde fazla ımm…” dedi baş ve işaret parmağımı birbirine sürterek.

“Merhametli?”

Ona yukardan bakıp kimin efendi olduğunu hissetirdim. Bakışlarımdan rahatsız olmuş olacakki kendini toparladı. “Sen kimsin?” dedim benimle konuşmasından rahatsız olurken.

“Ah, kendimi taktim etmediğim için bağışlayın.” Dedi kendine özgü bir revansla eğilirken. “Majesteleri İmparatorluğun tek Varis’ini selamlarım. Ben deniz Salanur Polartis. Polartis kontluğunun başıyım. Sanırım kardeşimle aynı dersi alıyormuşsunuz.” Söyledikleri içinde bulunduğumuz durumu iyi anladığına işaret ediyordu. Gülümseyip ona baktım. Dövüş dersinde Polatis lakabını duymuştum. Benzer yapılardaki görünüşleri gözüme çarparken Luciana tankık olan çocuk bahsettiği kardeşi olması gerekiyordu.

“Kontluğun reisinin değiştiğini duymuştum. Ancak doğrusu oldukça gençsiniz Lord Polartis. Bu saatte sarayda ne yapıyorsunuz?” Dedim şüpheli bir sesle. Etrafımızdaki hizmetliler bir yandadan hızlıca yanımızdan ellerinde kovalarla geçiyor, bazılarıyla ağlamasını tutuyordu. Erkek hizmetlilerse cesetleri alıyordu.

Kesinlikle bir insanın, heleki bir soylunun olmak isteyeceği son yerdi.

“Aslında birkaç devlet işi için burdaydım. Ama bir anda İmparatorumuzun doğuşuna şahit ettim. Görüyorsunuz ya!” Dedi üzerindeki kanları ve etrafını kastederek.

Önemsiz biri olduğuna şüphe yoktu ancak şuan bir karıncaya bile muhtaç olacak haldeydik. Bu adamsa krizi fırsata çevirme konusunda usta gibi görünüyordu. “Takımınız için üzgünüm. Öyleyse gördüklerinizi iyi bir şekilde çevrenize anlatıp en kısa sürede İmparatorumuzu kutlamak için dönün.”

Tekrardan zerafetle başını eğerken konuştu. “Majesteleri nasıl dilerse.”

Yalakalığından uzaklaşırken kendimi dışarı attım. Sarayın bahçesindeki muhafızlar ne yapacağını bilemez halde bir anda bana bakmaya başlamıştı. Gözlerim karanlık gecede yeni İmparatorumuzu ararken onun çoktan toz olduğunu anlamıştım.

Yanımdaki muhafızlardan birini elimle çağırdım. “Gidip bana muhafız başını çağır.” Kafasını bir an tereddütle sallasada hemen yanımdan uzaklaştı. Parlak dolunay yerdeki kanlardan yansırken Lex’i suçlayamadım.

O işin büyük kısmını yapmıştı. Leş temizlemekse bana kalmıştı.

“Majesteleri! İyisiniz!” Diyen Ador bir anda kollarımdan tutup beni kendine çevirdi. Her yanımı incelerken onu üstümden ittim.

“Evet iyiyim. Bırak beni Ador!” Geri doğru çekilirken gözündeki yaşları sildi. O sırada sol gözünün morardığını ve dudağının patlağını gördüm. Benim yüzümden kısacık sürece ona acı vermiş olamlıydılar. “Muhafızları hizaya sok. Gün doğmadan ortalığı toparlayın. Yarın İmparatorumuz onlarla konuşma yapacak.”

Kafası karışarak bana baktı. “Dedikleri doğru mu? O sizin...” dedi kafasıyla sarayın girişine doğru işaret yaparken.

Sözleri keserek konuştum. “Evet. O benim öz ikiz kardeşim ve şuan İmparatorumuz.” Dedim bıkkınlıkla.

Beni çok iyi tanıyan bu adam ise daha fazla soru sormadan başını sallayarak askerlerin arasına doğru girerek gözlerimden kayboldu. Bense uzun zamandır başı boş kalmış devlet işlerine bakmak için İmparatorun çalışma odasına ilerledim. Ancak beklenmedik şekilde yeni hükümdarımız masanın önünde yere oturmuş, elindeki boş içki şişesiyle beni bekliyordu. Beklentisine karşılık vererek yanına ilerledim. Üzerindeki knalı gömlek odanın bir köşesine gitmiş ancak kılıcı hala ulaşabileceği bir mesafedeydi.

Kargaların Liderinden beklendiği gibi.

“Ah, benim canım ikizim gelmiş!” Dedi kollarını iki yana açarak. Başından düşmek üzere olan taç yaptığı hareketle yerle kavuşarak büyük bir ses çıkarmıştı. Ancak ben bunu umursamadan açtığı kollarının arasına girip sıcaklığıyla buluştum. “Her zaman bana yapmak istemediğim şeyler yaptırıyorsun.”

“Yapmak istemeyen birine göre çok güzel gösteriydi.” Dedim Kontu taklit ederek. Göğüsüne gömdüğü kafamı kolluyla uzaklaştırırken sırıtan yüzüyle bana baktı. Sarhoşluğun etkisiyle gözleri kısılmıştı.

“Ama güzel konuşmadım mı?” Dedi çocuksu sesiyle. Elimi hala kanlı olan saçlarına görünüp onları karıştırdım.

“Evet, aferin sana.” Dedim gülümseyerek.

Çok geçmeden bu koca adam İmparator olarak ilk uykusuna dalmış oldu. Böylece yazın ilk döneminde Harsas İmparatorluğunda yeni bir güneş doğdu.

Ancak bu Güneş kesinlikle kan doluydu.

Uzun ve ürpertici bir bölümle karşınızdayım. Sanırım bazı şeyler erken oldu gibi ama hikayenin dinamikliğinden kaynaklanıyor biraz da.

Bölümü nasıl buldunuz?

İnstagram : lovelylover157'den takipte kal!

Yeni bölümde görüşmek üzeree

Loading...
0%