Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.Bölüm: Döngü Sahipleri

@lovelylover

1.Bölüm: Döngü Sahipleri

Sonsuzluğun bile sonlu olduğu zamanlarda döngüde var olmuşların hüküm zamanıydı. Döngü sahipleri son var oluşluklarına girmişlerken var oldukları dünya olabilecek en kötü hale gelmişti. Çocukları, çocuklarının çocukları hatta torunlarının torunları dahi güçlerine güç katmış kimi zaman düşman kimi zamansa efendi olmuşlardı. Yine de mutlak doğruluk ve gücün sahibi olarak ruhları, tekrar tekrar en güçlü ve de en talihsiz çocuklarında hayat bulmuştu.

Bu yaşam onların son nefesleri olacaktı. Zira bedel ödenmişti. Soylarının sonu gelmiş yerlerini sıradan insanlara bırakmışlardı. En azından göklerin görüşü bu yöndeydi. Bilinemezdi ki aç gözlü insan oğlunun, efendilerinin hizmetlerine almak istediklerini. Gökler sinirlenmişti. Kıymet bilemeyen insan oğlu, doğanın dengesini bozmuş ve de döngü sahiplerinin son çocuğunu kurban etmişti. Lakin denge bozulamazdı. Kurban verilmiş, kan dökülmüş, şartlar sağlanmıştı.

Gökler kıyameti aratmayan şimşekler altında aç gözlü insana seslendi. ‘’Bilmez misiniz döngü tamamlanmıştır. Ne hakla masum birinin canını alırsınız?’’ Diye seslendi Gökler, dağda olan insana şişemler aracılığıyla. İnsan önce ürkertü, sonra gülümsedi ve tekrar kanlar içerindeki ağızıyla konuşmaya başlardı.

“Yüce gökler de bizi anlamalı. Ben insanların imparatoru olarak bizi bekleyen felaketlerin oldukça farkındayım. Halkım yıllardır aç. Yaptığım hiçbir şey kuraklığı bitirmeye yetmedi. Gökler bizi unuttu. Döngü Azizlerinin çocukları gitti. Diğer imparatorluklar yıkıldı. Halkım savaşlardan dolayı öksüz kaldı. Hastalıklar… hastalıklar yüzünden bütün ailem, çocuklarım öldü.’’ Dedi boynu bükük imparator gözlerindeki yaşları kanlı elleriyle silerken. ‘’Gökler adına bütün bedeli ödemeye hazırım. Yeter ki döngü azizlerini geri gönderin.’’

“Bunlar sizi sınamak içindir bilmez misiniz? Bilmez misiniz kibrinizden başınıza felaketler gelmiştir. Bilmez misiniz ki savaşlar siz insanların suçudur. Sen insan. Doğaya, kadere karşı çıktın. Döngünün son çocuğunu katlettin. Sonsuz acılar içerisinde olmaya hazır mısın?’’ Göklerin öfkeli sesi dağları delerek halka, yüzlerce diyara ulaşmıştı. Bütün Dünya tek yürek olmuş nerden geldiği bilinmeyen sesi korku içerisinde dinlemeye başlamışlardı.

“Benki Wordilya İmparatorluğunun İmparatoru Tolyos; Tüm ruhumu, tüm bedenimi, soyumdan gelicek olan tüm çocuklarımı döngü sahiplerinin yoluna feda ediyorum. Göklerin son arzumu halkım için kabul etmesini istiyorum.’’ Dedi İmparator bağırışlarının arasında. Dediklerinin yükü omuzlarında, dizleri kurak topraklarında, elleri ve başı göklere doğru dönmüşken.

“Dileğin yerine getirilecek insan. Bundan böyle soyun lanetlerde boğulacak, sense ölümsüzlük uykusunda olacaksın. Öleceksin ama ölmeyeceksin. Hissedeceksin, göreceksin ama müdehale edemiyeceksin. Ve de vakit geldiği gün döngü sahipleri geri dönecek. İşte o gün soyunun laneti son bulup sense huzura ereceksin. Kabul ediyor musun insanların hükümdarı?” Göklerden yankılanan ses imparatorluk havzasını doldururken yağmur kuraklığa inat yağmaya başlamıştı. Halk, ne olduğunu anlamazken yağmurun sevinciyle ellerinde kazanlarla bağırmaya başlamıştı.

“Yağmur!…. İmparator çok yaşa!… Göklere şükranlar…’’ şehirden gelen ses dağlarada bulununan hükümdara ulaşınca yaşlı adam gülümsedi.

“Kabul ediyorum.’’ Dudaklarından dökülen bu iki sozcukla beraber eşi görülmemiş bir fırtına meydana geldi. Önce ağaçlar rüzgarla savruldu, gökyüzü yıllardır görülmemiş kara bulutlarını bir araya topladı, yağmur hızını artırırken deniz yükseldi ve de şimşekler yorgun hükümdarın üzerine indi.

“Dileğin kabul edildi insan.’’ Göklerin sesi son kez duyulurken imparatorun yere çökmüş bedeni dağın yamacında taşa dönüştü. Döngünün son çocuğunun kanlı bedeniyse gökler tarafından semaya uzanmıştı.

İşte kadim diyarın laneti böyle başlamıştı.

“Ekselansları lütfen koşmayın!” Dadım ardımdan hızlıca gelirken eteklerine takılıp düştüğünde kısa bi an arkamı dönüp yerde olan bedenine bakıp güldüm. “Daha fazla egzersiz yapmalısın dadı!”

Hızımı geri kazanıp merdivenlerden hizmetlileri geçip indim. Bugün büyük gündü. Tara Krallığının elçileri gelecekti. Wincher savaşından sonra bi yarım asır geçmiş o zamandan bu yana ilk kez Krallıkla iletişim kuracaktık.

Heyecanlıydım çünkü bütün kıtaya nam salmış Tara’nın Tiran Velihattı da bügün sarayımıza gelecekti ve ben ona unutulmaz bir hediye vermeyi düşünüyordum. Arka bahçeye ilerleyip kimsenin beni görmediğine emin olmak istedim.

“İşte burdasınız Prenses.” Sırtıma değen eller birlikte çığlık atarak muhafızıma baktım. “Yine mi saraydan kaçıyorsunuz? Size kaç defa demem gerektiğini bilmiyorum ama bir yere giderken bana haber vermeniz gerekiyor.”

“Ben Prensesim. İstediğim şekilde ülkemde dolaşabilirim Ador ve emrimdir beni görmemiş gibi davran.” Ahırın kapısından içeri girmek iterken önümde benden epey bir büyük olan bedeniyle bana engel oldu.

“Ziyafet için hazırlanmanız gerekiyor. Üzgünüm ama gitmenize izin veremem.” Dedi güneş gözlüklerinin ardından kararlı bakışlarıyla. Bir adımda daha atıp ona yaklaştım.

“Ben kimseden izin almam muhafız. Şimdi çekil önümden yoksa kelleni alırım.” Dedim gözlerine bakarken. Bir süre ikimizde öylece durduk ardından konuşmaya karar verdi. Konuşmasaydı sanırım inadım yüzünden boynuma veda etmem gerekecekti. O gerçekten çok uzundu.

“Sadece 2 saat Prenses. İki saat içinde burda olmazsanız İmparatora saraydan kaçışlarınızı haber vermek durumunda kalırım.” Sözünü bitirmesini dinlemeden hazırda bulunan sütlü kahve rengine sahip özel cins atımı hızla binip dışarı çıktım Ador’un yanından geçerken ona seslendim.

“Bu arada eğer beni ifşa edersen beni koruyamadın için ilk senin kellen gider Ador. Bir daha düşün derim. Deh!” Kalisa’yı dağlara doğru sürerken bir kez daha sarayın güvenliğinden şüphe ettim. Ben mi sarayı çok iyi biliyordum yoksa bu insanlar mı çok saftı? Aldırış etmeden Yıldırım Tapınağına hızlıca ilerledim.

Ona ihtiyacım vardı.

“Bu sonuncu muydu?” Dedim kılıcımı askerlerden birine verirken. Gerçekten yorucu.

“Evet majesteleri. Arabanız hasar aldı vaktinde yetişeceğini düşünmüyorum. Dilerseniz bu geceyi yakınlarda bi köyde geçirelim.” Elindeki mendili alırken sözünü kesip atıma yöneldim.

“Yeterince oyalandık. Sook ekibinle beraber buruları topla, ardından araçlarla birlikte arkamızdan gelirsiniz. Adri, sene benle geliyorsun. Geri kalanıyla birlikte başkente atla gidicez.” Atın eğerini düzeltip temizlenen kılıcımı aldım. Krallıklar arası bir partiye değil savaşa gidiyorduk. Bu geçtiğimiz yollardan belliydi. Gün batımı dağların eteklerinden görünürken bizi takip edenlere aldırış etmeden atımı hızlandırdım. Akılları kaldıysa izlemekle yetinirlerdi.

“Şah’ım!”

Adri’ye bakarken atımı durdum. Güçlü, çok güçlü biri bizim etrafımızda dolanıyordu. “Farkındayım. Pozisyon alın.” Dedim etrafı atlılar sararken. Her ne kadar benim adamlarım olsada etrafta görünmeyen düşmanımıza karşı koyabilecek güce sahip değillerdi. Belki Adri… o bile şüpheli.

“Kendini göstermek mi istersin yoksa seninle birlikte bütün ormanı ateşe mi vereyim?” Diye fısıldadım sadece benim duyabileceğim bir sesle. Tabi yeterince güçlüyse duyabilecek tek kişi…

“Oldukça eğlenceli.” dedi bir kadın sesi kulaklarımı doldururken. Yoksa bir çocuk muydu? “Ama bunu yaparsam İmparatorumuz çok sinirlenir. Zira şuan kendi topraklarında değilsin yabancı!” Hırçınlıkla gizem içeren tonlaması beni tanıdığına işaret ediyordu. Ancak kim olduğumu henüz olgunlaşmamış bir çocuk nasıl bilebiliyordu?

Nerede? Şuan nerdeydi?

Etrafımdaki ağaçlara baktım. “Haha! Beni mi arıyorsun.” Uzaklardan gelen sesine odaklandım. “İşte burdayım!” Dedi atımın üzerinde duran genç kadın bana doğru eğilmişti.

“Majestelerini koruyun!”

“Kimse hareket etmesin!” Dedim bağırarak. Kadın atımın kafasına oturmuştu. Krallığımın en vahşi atının kafasında otururken bir yandan şekerini yiyordu ve atın gıkı bile çıkmıyordu. Normal biri değil. “Kendini tanıt!” Dediğimde dikkatini çekebilmiştim. Gülümseyerek kumral saçlarını savururken şekerini ağızından çıkardı.

“Bugünün yıldızı sensin, ben değil.” Cebinden küçük bir kutu çıkardı ve bana uzattı. “Karşılama partisinde bunu takmanı istiyorum Prens.” Elindeki kutuyu alırken içindeki mor renkli taşı olan alyansa baktım.

“Sorumu cevaplamadın.” Dedim uzaklaşmaya başlayan kıza bakarken. “Yakında tanışacağız Prens.”Dediğinde aniden ortadan kayboldu. Büyücü müydü? Hayır, soyları on binlerce yıllar önce tükendi. İmkansız. Öyleyse kılıç ustası… vücudu bunun için çok cılızdı. Ama soylu olduğuna oldukça eminim. Aura’sı normal biri olamayacak kadar güçlüydü.

“Takip etmemizi ister misiniz?” Muhafızın sorusuyla düşüncelerimden sıyrılırken bu sefer gerçekten hızlandım. “Gerek yok. Nasılsa yanına gidiyoruz.”

Anlaşılan uzun zaman sonra ilginç şeyler yaşayacağız.

“Ador, hemen beni bırak!” Dedim çığlıklarım sarayımı inletirken. Hala ondan güçsüz olduğuma inanamıyorum. Bu beden gerçekten ne kadar antreman yaparsam yapayım güçlenmiyor.

“Sör Ador! Ne yaptığınızı sanıyorsunuz!?” Dadım aşağıdan bana endişeli bakarken bir yandanda diğer hizmetçilerle birlikte çığlık atmıştı. “Prensesi hazırlamak için ne kadar uğraştığımızın farkında mısınız? Ne cüretle onu merdivenden sarkıtırsınız!”

“Evet Ador ne cüretle bana böyle davranırsın?” Dememle birlikte elleri üstümden çekildi. Son anda düşüşümü yavaşlatıp yere indim. Hizmetçiler yanıma gelip üstümü düzeltirken Ador da bu sırada aşağı inmişti.

“Gerçekten fazla olmaya başladınız prenses.” Dedi önümde eğilirken.

“Hah! Fazla olan kimmiş? İmparatorluk prensesini kattan aşağı sarkıtan mı yoksa İmparatorluk prensesi olan ben mi?” Dedim kapıya doğru ilerlerken.

“Size küstahlık yapmak zorundayım prenses. Yoksa bu dünya üzerinde size hakimiyet kurabilecek kimse olmayacak.” Dedi arkımdan gelirken. Kraliyet arabımın önünde beni bekleyen Abime bakarken gülümsedim. Artık 14 yaşımdaydım. Yani bu konuda endişelenmesine gerek kalmaması lazımdı.

“Merak etme Ador. Artık biri olacak.” Dedim abimin kollarına atlarken. “Benim prensim yine çok yakışıklı olmuş.”

“Prensesime layık olmaya çalışıyorum. Herkes bizi bekliyor, gidelim mi?” Dedi elimden tutum arabaya binmeme yardımcı olurken. “Gidelim!” Dedim heyecanımı bastıramazken. Kesinlikle çok eğlenecektik.

“Heyecanlı mısın Kaliana?” Abimin sorusuyla yolu izlemeyi kesip ona baktım. “Heyecanlıyım. Sonuçta her zaman bir tiranla tanışma fırsatı yakalayamıyoruz.” Dedim gülümseyerek. Ancak abim gülümsemiyordu.

“Lina, Prens ile mümkün olduğunca konuşmanı istemiyorum.” Hmm ilgimi çekti. “Dedemin durumunu biliyorsun. Biz… güçsüzüz.”

“Biz değil. Babam güçsüz.”dedim çemkirerek. Abim acı bir şekilde güldü. “Evet. Babam ailesine karşı konuşmasını bilmiyor. Yinede sana zarar gelmesini istemiyorum. Prens normal biri değil.”

Hızlıca karşı çıktım. “Prens normal biri değilse bende değilim abi. Merak etme benimde kendime göre hesaplarım var.” Dedim kendime güvenerek. Beni küçük bir çocuk olarak göremelerine dayanamıyorum artık. Gerçekten bazen gerçekleri sadece benim bilmem Zor oluyordu. “Benim küçüğüm büyümüşte plan mı yaparmış?” Beni bendendine çekip gıdıklamaya başlayınca kahkahamı tutamadım.

Keşke hep böyle kalabilseydik. Özür dilerim abi. Bugün işler benim istediğim gibi ilerliyecek. Belliki artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Belki biz bile.

“Majesteleri 3.Prens Diorsos de Harsas ve Majesteleri 5. Prenses Kaliana de Harsas giriş yapıyor!” Kapı görevlisi bizi anons edince fark ettim ki biz hariç herkes gelmişti. Yoksa prens ve prensesler anons edilmezdi.

Veraset sırası şöyleydi Babam, İmparatorun en küçük çocuğu amcam Yaolis , abim Diorsos, amcamın çocuğu Pola ve ben diye devam ediyordu. Benden sonra 2 kardeşim ve 3 kuzenim vardı. Ancak bu sıranın en güçlüsü şüphesiz ki imparatorun sevgisini kazanmış olan amcamdı. Normalde olsa araya prenseslerde girmesi gerekirdi ancak Harsis imparatorluğunda kadınlar imparatorluk verasetine katılamazdı olamazdı. Ben bir istisnaydım.

Tabiki Veliaht olarak kimse atanmadığı için bu düzen her an değişebilirdi. Mesela eğer babam veliaht olarak seçilirse abim 2. Sıraya ve bende 3. Sıraya geçerdim. Tabiki doğrudan soydan olan 2 erkek kardeşimde beni takip ederdi.

Ancak babamın veliaht olması için bir mucize gerekliydi. Zira Yaolis tamamen imparatorun beynini yıkamış durumdaydı.

“Majesteleri Harsas’in ışığını selamlarız.” Dedik abimle birlikte. Geç kalmamızın huzursuzluğu üzerimizdeyken salonu sessizlik bürümüştü. Hala eğilmiş bir şekilde dururken bu sefer kapılar bir kez daha aralandı.

“Tara’nın Veliaht Prensi Ekselansları Tirad Lotheas Doracehalla Tara ve delegasyonu giriş yapıyor! ”

Hah geç kalmak diye ben buna derim işte. Neyseki parti erken başlıyacaktı. Arkamızdaki 5 kişinin varlığını hissederken büyük güçüyle kendisini abim ve benim aradamdan geçen kişi İmparatoru selamladı ve ardından tekrar doğruldu. Onunla birlikte bende doğrulurken abim uyarıcı bakışlarına rağmen beni takip etti. Böylece sanki Krallığın adamlarındanmış gibi gözüktük. Aslında görgü kurallarını peki hala tamamen katletmiştik. Arkasından onu incelerken kan dolu pelerinini gördüm. Sabah onu gördüğümden daha çok kan vardı üzerinde. Etraftaki soylularsa süphesiz bunun hakkında konuşuyordu. Eline kontrol etmek için baktım. Yüzüğü takmıştı. Anlamını bile bilmeden takmıştı. Çılgınca. Beni çıldırtıyor.

“Diorsos ve Kaliana.” Dedi imparator boğucu sesiyle.

“Emredin majesteleri.” Dedik abimle birlikte. Kafamdaki sesler etrafımdaki gürültü gibi kesilirken yerimde duramıyordum. Bir an önce onunla konuşmak istiyorum.

“Tara’lılarla siz ilgileneceksiniz. Geç kalmanızın cezası. Şimdi yerlerine geçin.” Dedi yaşlı ama buyruk dolu sesiyle.Bu ceza mıydı yoksa ödül müydü tam olarak emin olamazsamda merdivenlerden çıkıp İmparatorun bir basamak altında bulunan, babamı takip eden merdivenlere kardeşimi es geçerken abimle birlikte yer edindik. Böylece her basamakta bir varis bulunmuş oldu.

Merdivenlerin diğer ucunda 7. Varis amcamın çocuğu Dothertus vardı. Bücür olan çocuğa üstten bakıp yüzümü salona doğru döndüm. Bügün sınır beylikleri dahil bütün soylular burdaydı. Tanıdığım yüzler bi yana dursun sanırım yengem ve annem tartışmak üzereydi. Gerçekten artık bir İmparotiçeye ihtiyacımız var. Derin bir nefes alıp kafamı çevirdiğimde yeşil gözleri benimle buluştu. Delici ifadesiyle bana bakarken bende ona odaklıydım. Ah, evet işte şimdi başlıyoruz.

“Bir daha geç kalmayın Lina.” Dedi babam bizim duyabileceğimiz bir sesle. “Merak etme baba. Abime bir dahakine daha iyi sahip çıkarım.” Dedim abimi dürterken. Hala göz kontağımız kesilmemişti.

“İmparatorluğumuza hoşgeldin Tara’nın Prensi.” Dedemin yavaş konuşması hem bıktırıcı hem de merak doluydu dinleyenler için. Sonuçta konuşmasıyla savaşta başlatabilirdi barışta yaratabilirdi. Her şey onun elindeydi. Ben de böyle olmak istiyordum.

“Hoşbulduk demek isterdim. Tabi topraklarınıza girdiğimiz anda ölümüne savaşmasaydık.” Dedi belindeki kanlı kılıcı yere atarken. Delirmiş miydi bu? Gözleri artık bana değil dedeme bakıyordu. Babamsa ciddileşmişti. Ne kadar güçlü olursa olsun şuan bir hamle yaparsa ben bile onu kurtaramazdım. “Söylesene imparator ölen adamlarımı nasıl geri getireceksin.” Dedi adımlarını bulunduğumuz basamaklara yaklaştırırken. İçgüdüsel olarak elimi bir alt basamakta olan kardeşim Ilos’un omzuna koydum. Daha küçük olduğu için 5. Basamakta olması gereken Urias yoktu. Ancak Tirad’ın blöf yaptığına adım kadar emindim.

“Ah o kadar başarılı olunca hala bir çocuk olduğunu unutmuşum.” Dedi imparator öksürüklü gülmesiyle. “Kraliyetler her zaman ölümle burun burunadır evladım. Kraliyeti koruyanlarsa bunun farkında oldukları için yaşarlar.” Yani demek istediği kraliyeti koruyanın görevidir onun uğruna ölmek. Kraliyet öğretisi 3.kısım. Zeki olmayan imparator için alıntı yapmak komik duruyordu doğrusu. Merakla Tirad’ın cevabını bekledim.

“Ve de kraliyetin görevidir astlarını korumak. Astlarına zarar verenlerden intikam almak.” Dedi imparatorun söylediği kısmın devamını getirerek. Bu sefer konuşma isteğimi bastıramayaraktan ben devam ettim.

“Kraliyetin görevidir yerini bilmek. Kraliyet öğretisi 1. Kısım.” Dedim öne çıkarak. Muhtemel sinirinden ötürü sızmaya başlayan baskın gücüne duruşumla karşılık verdim. “Sizcede yaptığını şey fazla saldırganca değil mi Tara Prensi? Ancak Öğretileri okumanız taktire şayan. Lakin merak ediyorumda sadece Harsas ailesine mahsus olan bir kitabı nasıl okuyabildiniz acaba?” Dedim merdivenlerden inip önünde dururken.

“Kaliana hemen buraya gel!” Babamın sesi odayı doldururken aldırış etmedim. Krallığın en güçlü kadını olmamın ayrıcalıklarını şimdi kulanmayacaksam ne zaman kullanıcaktım ki?

“Bizi takip eden kişinin babasının kuyruğundan ayrılmayan bir prenses olması ilginç doğrusu.” Herkesin duyabileceği sesle bunu demesi peki hala bu kez avantajlıydı. Yüz ifademi bozmadan gülümsedim. Kendime hakim olmaya çalışıyordum ama o gerçekten çok uzundu. Hayır o abimle neredeyse aynı boydaydı gelişimini tamamlamayan bendim.

“Ne yapabilirim ki? Hayallerimi süsleyen prens aslında bir Tiran. Kim olsa merak ederdi. ” dedim eline uzanarak. İkimizinde aynı elinin aynı parmağında bulunan alyanslar ellerini tutmamla birlikte yan yana gelmişti. Onun elindeki yüzüğü öperek yeşil gözlerine baktım. “Hem bana ait olan kendi ayaklarıyla bana gel-”

Nefesim kesilirken sözlerime devam edemedim. Bu acı. Henüz hazır olmadığım bu acı hatılarımın derininden ortaya çıkarken göğüsüm patlayacak derecede yanıyordu. Farkında olmadan çığlığımı bırakırken Tirad’la birlikte sarsılıp yere düştük. Ellerimiz hala kenetliyken bedenlerimizden çıkan ışık salonu doldurdu.

“Prensesi koruyun!”

“Lina!”

Bağışların sesleri kulağımı doldururken gözlerimi açıp etrafımıza bariyer ördüm. Şimdi müdehale ederlerse ikimizde ölebilirdik.

“Naptın bize!?” Dedi boşta olan eliyle boğazıma yapışırken. Diğer kolumla onu durdurmaya çalışıp renk değiştiren mor rengi gözlerine baktım. “Odaklan! Dediklerimi yapmazsan ikimizde ölürüz!”dedim boğazım acırken. Bütün bedenim parçalanacak kadar acırken üstüne bu. Bütün güçümle kolunu itip kucağına oturdum. “Öp beni.” Dedim. Dediğimi dinlemezken sert bakışlarıyla acısını belli edecesine bana bakınca dudaklarına yapıştım.

Evet, hissediyordum. Derinlerine gömülmüş güçlerimizin uyanışını hissediyordum. Eğer salonda şuan rahip bulunuyorsa neler olduğunu anlamış olması muhtemeldi ancak bu adam dahil hiç kimsenin bir şey anlamadığı bağırışlardan belliydi. Herkesin bizi izlediği düşüncesi kızarmama neden olmuştu. Hayal ettiğim bu değildi. Yoğunluk arttıkça onun öpüşü de sertleşiyordu, düşüncelerime engel oluyordu dudakları. Bileğimdeki tutuşu yumuşarken eli belime kaymış ve beni ittirmekten vazgeçmişti. Güçlerimizin birbirine kaynaşması için daha yakın olmalıydık. Ancak bunu yapamayacak kadar erken bir uyanış geçiriyorduk üstelik şuan bütün imparatorluk ailesi bizi izliyordu.

Gözlerimi yavaşça açıp bağlı olan ellerimize baktım. Vücudumuza kazınan uyanış izleri tamamlanmasada bizden dışarı doğru uzanan mananın parlaklığı azalmıştı. Dudakları benden ayrılırken kafası karışmış halde bana baktı. Ona hüzünlü bir gülümseme sunarken bir yandan canavarı anımsatan kızarmış mor gözlerini inceledim. Onlar… çok güzeldi.

“Kimsin sen?” dedi fısıltılı sesiyle. Nefesi kesik kesikken sıcaklığı yüzüme vurmuştu. Kim derdi ki bu adam kıtanın en büyük Tiranı. Öyle olduğuna inanmasamda kendini öyle inandırmıştı belliki. O benim gözümde bana ait biriydi sadece.

“Zamanla kim olduğumu anlayacaksın sevgili kocam.” Dedim. Kulağına eğilirken fısıldadım. “Şimdi sadece uyu.” Sözlerimle birlikte kucağıma yığılırken son kalan gücümle bariyeri kaldırım bende onun üzerine bıraktım kendimi. Üzerimize doğru koşan insanları hissederken son gördüğüm şey Dior abimin dehşet verici gözleriydi.

Kesinlikle partiyi mahvetmiştik.

Bu bölüm ve diğer bütün bölümler kitabı yazmaya başladığım günden beri sabırla hikayemi okuyan en yakın arkadaşım Zeynep için çok kalp

Loading...
0%