Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.bölüm: Tanrı Taşı

@lovelylover

 

 

2.bölüm: Tanrı Taşı

“Zavallı prensesim.”

“Ne zaman uyanacaklar?”

“Prensimizin başına bir şey gelirse sonuçlarına katlanmak zorundasınız!”

“Asıl siz tanrınıza dua edinde Prensesimiz hayatta kalsın!”

“Prensesinizin yeri dolabilir ama veliahtımızın dolamaz!”

“Kesin sesinizi.”diyen kişi hiç süphesiz abimdi. Başımın ağrısından gözlerimi zar zor açarken elimdeki sıcaklığın kaynağına baktım.Sağ elim hala onun sağ elini tutuyordu. Siyah saçları yüzünü örterken beyaz teni üzerinde sakalları hafifçe çıkmış daha çekici görünmesini sağlamıştı. Ne kadar zamandır uyuyordum. “Lina!” Dedi abim üzerime doğru gelirken. “Hemen doktoru çağırın. Kraliçeme de haber verin!” Dedikten sonra bana döndü. Bense o an elimi kurtarmaya çalışıyordum. Ne kadar sıkı tutmuştu öyle? “İyi misin prensesim?” Dedi yüzümü iki eliyle tutarken.

“İyi-öhm iyim.”

Boğazım öylesine kurumuştu ki konuşamıyordum bile. Bana uzatılan suyu alırken odaya inceledim. Ormanda gördüğüm Tirad’ın yanındaki adam bana sertçe bakarken tam tersinde duran dadım ve Ador dahil diğer hizmetlilerim çökmüş ve rahatlamış bi halde bana gülümsüyorlardı. Hemen ardından odaya annem, babam ve kardeşlerim girerken imparatorluk danışmanı olan Dük Persiona da giriş yapmıştı. Asıl beni korkutan şeyin rahip’in de burda olmasıydı. Kesinlikle bu kadar konuşamayacak kadar yorgundum.

“Kaliana bize neler olduğunu anlatır mısın?” Dedi babam annemin belini tutarken. Belliki ona engel oluyordu. Yanımda yatan adama baktım. Neler mi olmuştu? Henüz yetişkin olmadığım halde uyanış gerçekleştirdiğim için bedenim bunu kaldırmamıştı. Benim durumum normal karşılanabilecek bir şeydi ancak Tiran olan adam neden bu hale gelmişti, üstelik neden uyanış erken gerçekleşmiş ve neden… Sorularımın sonu olmazken ben bunları nasıl açıklayacaktım.

“Bu kadın uyandı da benim Prensim neden uyanmıyor!” Diye yükselen Tirad’ın yardımıncısından gelmişti. “Haddini bil!” Dedi Ador adamın üzerine yürürken. Onların kendi arasındaki karışıklığı devam ederken odadan çıkarıldıklarını gördüm ve süre gelen gürültüde baskın olan o ses duyuldu.

“Tüm saygılarımla İmparatoruluğumuzun en kıymetli hazinesini selamlarım. Adım Ricard Yon. Gökler tapınağının başrahibiyim.”dedi rahip yatağa doğru yaklaşırken.

“Göklerin huzuru sizinle olsun rahip ancak neden burda olduğunuzu anlayamadım.” Dedim bilmemezlikten gelerek. Tirad acilen uyanman gerekiyor. Sağ eliminden hafifçe vücuduna mana göndererek uyanması için onu uyarmaya başladım.

“Tabiki en değerli hazinemizin durumunu kendim görmek için geldim.”Yaşlı bunak seni. Gülümsemesine karşılık verirken konuştum.

“Gördüğünüz üzere gayet iyiyim. Şimdi rica etsem gider misiniz?”dedim. “Hepiniz.” Elimle kapıyı işaret ederken sevimli görünmeye çalışmıştım ancak yüz ifadelerinden anlşılan o ki başarısız olmuş olmalıydım.

“Tara Prensi de uyanana dek beklemeyi tercih ederim prenses.” dedi gülümsemesinden gözleri görünmezken. Tam karşılık vericekken odada başka bir boğuk ses yakılandı. Yankılanmasıyla birlikte kendimi oturur pozisyona gelmiş olan kralın koynunda bulunca şaşkınlıkla birlikte ona baktım. Çenesini omzuma gömmüş sıcak nefesi boynuma vuruyordu.

“Har’lar Prenseslerinin emirlerine uymuyor demek.” Dedi elini saçlarıma götürürken.

“Tara’lar ise kadınlara izinsiz dokunuyor demek!”dedikten sonra abim kolumdan çekip beni kendine almak isterken belime dolanan koluyla Tirad buna engel oldu. “Kardeşimi hemen bırakmazsanız kendime engel olmayacığım Tirad!” Abim kolumu bırakıp kılıcını çekerken ben tekrardan Tiradın üzerine düşmüştüm. Aynı andan başka bir kılıç çekilme sesi de Tirad’ın başka bir adamından gelmişti.

“Kadınıma dokunmak için senden izin alıcak değilim.” Cümlesini şaşkınlıkla karşılarken kafam karıştı. Her şeyi hatırlıyor olabilir miydi?

“Bizi yalnız bırakın.” Dedim Tirad’dan uzaklaşırken.

“Kaliana sinirlenmeye başlıyorum. Başını buyruk davranmayı kes ve her şeyi bize hemen açıkla!” Diyen babama sertçe baktım.

“Her şeyi size açıklamam için önce onunla konuşmamız lazım. Ya siz çıkarsınız ya da biz majesteleri.”dedim kendimden emin bir şekilde.

“Kim olduğunu sanıyorsunda babanı tehdit ediyorsun.” Diyen anneme döndüm. Evet bende ne zaman konuşacak diye bekliyordum. “İmparatorluğun en güçlü kadını olarak rica ediyorum. Odamdan. Çıkın.” Dedim bu sefer onun damarına basarak. Annemin nefret ettiği bir şey varsa o da kesinlikle ondan daha üst bir konumda olmamdı.

“Bence ekselanslarına biraz zaman vermemiz en iyisi olacaktır majesteleri.” Dedi bu durumda imparatorluk ailesine söz geçebilecek olan tek kişi, Dük Persiona. Ona minnet dolu bakışlarımı iletirken homurdanmalar eşliğinde oda yavaşça boşaldı. Abim odadan son çıkan kişi olarak bana o kadar boş bakmıştı ki… sanırım sıkıntılı zamanlar beni bekliyordu.

Tirad’a endişeyle bakıp asıl sıkıntıyı hatırladım. Ben şimdi ne bok yicektim. Gözlerinde olabildiğine sert bir bakış varken anılarını kazanmadığını anladım. Peki neden öyleyse kadınım demişti. Hala reşit olmayan birine kadınım demişti. Hemde ailemin önünde. Aklını mı kaçırdı bu herif!

“Konuşmaya başlıcak mısın yoksa seni konuşamayacak hale getireyim mi?” Dedi tek düze bir sesle.

“Kadınına böyle bir şey yapmazsın bence ehehe… he… öhm-” Gülmem sayesinde boşluğa düşerken dudaklarımı yaladım. Tam olarak ne anlatmam gerektiğini ben bile bilmiyordum. Derin bir nefes alıp kitaplığımdaki eski çağ kitabını büyümle birlikte kucağıma aldım. Hala kullanmak zordu. Sanırım biraz vakit alacak.

“Sen… sen naptın az önce?!” Dedi bana bakarken. “Düşünce ordada bir şey yaptın ve ormanda da…” Aniden bana doğru saldırıp üstüme çıktı. “Nesin sen!” Dedi. Gülmeme engel olamayıp daha çok kızmasın diye yüzümü elimdeki kitapla örttüm.

“Ne miyim ben?” Daha çok gülerken gözümden gelen yaşı sildim. “Sen neysen bende oyum Kral. Şimdi sakinleş ve üstümden kalk. Kaba oluyorsun.”

“Har kadını.” Dedi dişlerinin arasından. “Anlaşılan hakkımda hiçbir şey duymamışsın.” Dedi elimdeki kitabı fırlatırken.

“Barbar bir Tiran olmanı kastediyorsan; hayır, duydum.” Diye karşılık verdim. Açıkça dudaklarıma bakıyordu. Bu fırsatı değerlendirip ona yaklaştım. “Ama gerçekten bu kısacık vaktimizi tartışarak geçirmek mi istiyorsun. Başka şeylerde yapabiliriz.” Nefesi yüzüme çarpıcak şekle geldiğinde üstümden kalktı. Baksen şu işe. Kulakları kızarmıştı sanki?

“Gevelemeyi kes ve anlat.”dedi kitabı incelerken. Okuyamadığına o kadar emindim ki. Kime hava atıyorsun? Pislik seni.

“Önce sorularıma cevap vermen gerekiyor. Evet ya da hayır diceksin anlaştık mı?” Dedim serçe parmağımı ona uzatırken. Kaşını kaldırıp bana baktı. “Anlıyorum, barbarların arasında yabani olmuşsun. Ah ne yazık. ” Ona doğru yaklaşıp kitaba baktım. Antik çağ dili günümüzde neredeyse kimse tarafından okunamasa da kraliyet arşivlerinde muhafaza ediliyordu. Tabi ben çalana kadar. Döngü sahiplerinin savaşını anlatan sayfaya bakarken iblis motifleriyle süslenmiş resimleri incelediğini fark ettim.Hmm… Laberta savaşının başından bahsediyordu. “Okuyabiliyor musun?” Dedim merakla.

“Veliaht olduğumun farkındasın değil mi?” Dedi ses tonu öncekine nazaran daha yumuşakken.

“Yani?” Dedim ona bakarken. Bizim imparatorluğumuzda ben kraliçelerden daha üst bir mevkideydim. Çünkü ben Varis’dim. Yani teknik olarak onunla aynı statüdeydim hatta daha üsttüm. En azından Harsas sınırları içerisinde. Nefesini sabır dilercesine verirken konuştu.

“Okuyabiliyorum çocuk.” Dedi alnımı eliyle ittirirken.

“Okuyabiliyor musun?!” Dedim şaşkınlık içerisinde. Bana anlamsızca bakarken doğru söylediğini anladım. “Bekle sen gerçekten… hah! Ayrıca dedim çocuk dediğin kişiyle öpüştün!” Koluna yumruk geçirirken tekrar yumruk atıcakken kollarımı tuttu.

“Rahat dur!” Demesiyle kendime geldim. “Sen eğer öyle yapmasaydın ben-” dedi çaresizce.

“Ne yapmasaydım? Bunu mu?” Dedim dudaklarına yapışırken. Bu sefer daha yumuşak öpüşürken gözlerimi kapamadım ve yavaşça uzaklaştım. “Hala çocuk olduğumu mu söyleyeceksin? Üstelik İmparatorluk ailesinin önünde bana kadınım demişken.” Alaycı tavrımla birlikte kafasının gittikçe karıştığını anlayabiliyordum ancak sakince durup beni dinlemesi gerekiyordu. Yoksa hiçbir yere varamıyacaktık. Konuşacağını anladığımda ona engel oldum. “Birbirimize nasıl hitap edeceğimizi sonra tartışırız. Şimdi sadece beni dinle.” Dedim yüzük bulunan parmağını tutarak.

“Tanrı taşı. Diğer adıyla Döngü yemini. Efsaneye göre bu yüzükleri takan kader çifti benliklerindeki gerçekliğe kavuştukları söylenir. Ancak kader çifti olmayanlar sonsuz azapla yüzleşir.” Dedim onun yüzüğüyle oynarken. Oval şekilindeki taş gümüş halkaya kazınmış desenleriyle bir erkek yüzüğüydü. Benimkiyse daha ince ancak daha detaylı motiflere sahipti.

“Yani kader çifti olmasaydı bizi öldürecektin?” Dedi öldürücü bakışıyla. Yaşamayı ne kadar seviyordu böyle.

“Tabi bu da ihtimaldi. Tabi eğer o kişiler biz olmasaydık.” Yanındaki kitabı alıp ona gülümsedim. “Ancak biz ilk çağdan itibaren kader çifti olmak için doğduk.” Bir süre konuşmasını bekledim. Sanki Evren üzerindeki en garip varlıkmışım gibi bana baktığı için rahatsız olmuştum ama… evren üzerindeki en garip varlıklardan biri olduğumu hatırlayınca konuşmaya devam ettim. “Peki hala basitçe söylemek istersek… Harsas İmparatorluğundan önce Hakir Krallığı vardı ve ondan önceyse birçok beylik ve krallık geldiysede en esk bilindik kökenimiz Wordilya İmparatorluğundan gelir. O sıralarda bütün dünya da derin kuraklıklar ve türlü felaketlerin olduğundan bahsedilir.” Ayağa kalkıp elinden tutarak onunda benimle gelmesini sağladım. Günün ilk ışıkları odayı doldururken şehrin eşsiz manzarası odamdan bir nebzede olsa görünüyordu. Ona bakıp gülümsedim. “O zamanın İmparatoru Tolyos, Tanrılara döngünün son çocuğunu adak olarak sunduğu söylenir kutsal ağıtlarda. İşte ben o döndünün sahibiyim.” Dedim ciddiyetle.

“Bende şövalyen miyim leydi Döngü.” Espirisine gülerken onun da sinirle güldüğünü gördüm. “Yeterince dinlediğimi düşünüyorum Prenses. Kendinize iyi bakın.” Kolunu tutup onu durdurdum.

Endişem tüm bedenimi ele geçirmişti. “Gidemezsin.” Dedim hızlıca.

“Bana sen mi engel olacaksın.” Dedi üzerime yürürken. Pencere pervazına yaslanıp onun güç gösterisini izledim. Bu kadar oyun yeterdi sanırım? Parmağımdaki yüzüğü dudaklarıma yaklaştırıp fısıldadım.

“Diz çök.”Kelimelerimle birlikte Prens önümde diz çökmüştü. Elimle kafasını kaldırıp ona baktım.

“Şövalye? Aslında yakın bir tahmin. Sen benim eşlikçimsin Tirad. Mutlak mirası devam ettirmek için bir araçsın. En azından ilk başta öyleydi.” Bende yere çöküp onunla aynı hizaya geldim. Artık gözlerinde alay yoktu. Vücudunun kontrolu onda değildi ancak sakinlikle karşılamıştı. “Dünya yaratıldığında iki yüce varlık insanlığa insan olmayı öğretti. Hayatlarını kolaylaştırmak için onlara güçlerini dağıttı, yeni buluşlar bulmalarına yardım ettiler. Bu süreç içerisinde diğer yüce varlıklar insanların düzenine müdehale ettikleri için ve birazda kıskandıkları için onları Tanrıçaya şikayet ettiler.”

“Neden onları kıskandılar?” Dediğinde ilgisini çektiğimi anladığım için ödül olarak onun üzerindeki etkiyi sonlandırıp yere oturdum. O da beni taklit etmişti.

“Çünkü kadim varlıklar Tanrıçanın ilk hizmetkarlarıydı. Dolayısıyla hepsinden güçlülerdi ve Ayrıca tüm yüce varlıklar insanlara hayrandı. Bu yüzden insanlarla yakınlıklarını kıskandılar. Tanrıça istemedende olsa yücelerin isteğini kabul etti çünkü zaman akışı hizmetkarları yüzünden bozulmuştu. İnsanları çok daha ileriye taşıyacak sırlar ve güçler paylaşılmıştı.” Dedikten sonra hazmetmesi için durdum. Aslında biraz karışık anlatıyordum ancak yeterince zekiydi. Sorun olmamalıydı.“Sonuç olarak insanlara yardımlarından ötürü ölseler bile dünya da tekrar hayat bulacak iki yarı insana dönüştürüldüler. ”

 

 

“Bu çok ağır bir ceza değil mi?”Derken masal dinleyen bir çocuğa benzemişti.

“Tanrıçanın hesabını bilemeyiz tabiki ancak döngü sahiplerinin cezanı asırlar önce bitmişti. ” dedim ona bakarak. Üzerindekileri kimin değiştirdiğini bilmiyorum ama kanlı kıyafetleri yoktu. Onlar yerine pijama giydirmişlerdi, bense geceliğimleydim.

“İmparator Tolyos müdehale edene kadar.”diyince gülümseyerek saçlarını sevdim. “Bu durumda bahsettiğin iki yüce de biziz? Evet, peki o kitapta yazanlar gerçek mi?”

“Çabuk kavrıyorsun. Kitap yakın çağ insanları tarafından yazıldığı için çoğu değil.”

“Veliahtım ben.” dedi kendini tekrarlayıp üstünlüğünü belli ederek. “Hhmm öyle misin?” Diyip gülerek devam ettim. “Bügünlük bu kadar kafi bence. Ne dersin?”

“Tanrıçadan emir falan mı gelicek?”

“Bilmem.” Dedim dediklerini düşünürken.

“Bunları nası biliyordun. Tabi ya uydurdun. Bende salak gibi seni dinliyorum.” Sözünü yüzüne attım bir tokatla keserken bana ağızı açık bir şekilde baktı. Evet, yüzük olan parmağımla atmıştım.

“Burda benim ağızım ağrıdı başıma ağrılar girdi bana uydurdun diyosun!” Bi tane daha koluna geçirecekken kollarımı tuttu. “O zaman bunları nerden biliyorsun.”Kollarımı kurtarmaya çalışırken sinirle bağırdım.

“Çünkü reankarne oldum!” Derin bir nefes alarak devam ettim. “Döngünün çocukları aslında halkın efsanesi. Evet çocuklarımız oldu ancak onlar kendi güçleriyle doğdu ya da bazılarının hiç gücü olmadı ancak hiçbir zaman yüce olmadılar ya da hiçbir zaman çocuklarımızın, torunlarımızın vücutlarında hayat bulmadık. İmparatorun katlettiği kişi ise bendim, çocuğum değil.” Kollarımı yavaşça bırakırken gülmeye başladı.

“Ah, gerçekten ilginç bir gün!” Başını öne eğerken ona hak verdim. Yeniden doğduğumdan beri geçirdiğim en yorucu günlerden biriydi. “Sana inanmak istemiyorum Prenses.” Beklediğim bir şeydi. Ancak yinede umutluydum çünkü o benim ebedi partnerimdi. Lakin bu seferki fos çıkmıştı.

“Ama dediklerini dinleyince ve olanlara bakınca mantıksızda değil.” Dedi gözleri üzerimde gezinirken. “Bana anlatmadığın şeyler olduğunu düşünüyorum.”

“Sana binlerce yıl süren hayatları tek tek anlatamam ki çoğunu hatırlamıyorum bile.” Bu rahatsız ediciydi. Önceden olsa hatırlardım ancak bu yaşamın tuhaf yanları vardı. Daha güçsüzdüm, fiziksel özelliklerim kendi benliğimden çok uzaktı ve en önemlisi ruhum, eksik hissettiriyordu. Üstelik bana diyor ancak o hiçbir şey hatırlamıyordu.

“Son bir şey.” Dedi sağ elimi tutarak. Yüzüğün olduğu yerden başlayan rünler sağ kolumdan omuzuma doğru uzanıyordu. Ancak onun rünleri sol tarafındaydı. “Bunlar ne?” Dedi incelemeye devam ederken. Bende elimle onun gömleğini sıyırıp kollarındaki desenlere dokundum.

“Kutsal rün. Yücelerin rünü diye geçer ancak yüceler arasında sadece ikimizde olan bir şey bu. Vücuduna ne kadar yayılırsa o kadar kenliklerimize tamamen olmasada yaklaşmış oluyoruz. Sende benim kadar olmasada bir şeyler hatırlıyorsundur ya da en azından içindeki gücü hissediyorsundur. Bu rünler sayesinde” Dedim ondan uzaklaşırken.

“Nasıl çoğalıcak bu şey?” Dedi kendininkini incelerken. Ayağa kalkarken gülümsedim.

“Şey… bilmemki.”Camdan dışarı bakıp derin bir nefes aldım. Evet, beklenmedik bir şey gerçekleşmişti ancak bir yandan iyi olmuştu. Nedense bu sefer her şey farklı olacak gibi hissediyorum. Değil mi Tanrıçam?

instagram hesabım: Lovelylover157, takip edebilirsiniz.

Diğer bölümde görüşmek üzeree

Loading...
0%