Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.bölüm: Cadı’nın Kaderi

@lovelylover

3.bölüm: Cadı’nın Kaderi

Masadaki gerici sesizlik çoğalırken suyumu içmeye devam ettim. Bütün ailem kraliyet masasına oturmuş bir açıklama yapmamı bekliyordu. Karşımda 3 tane Prenses ve kraliçeler yanımda ise varisler vardı. Masının en başında olması gereken İmparatorumuzsa büyük ihtimalle hastalığından dolayı gelememişti. Kardeşlerime bakarken bana olan düşmanlıklarını sezdim. Neden böyle olmuştu ki? Partiyi mahvedip para verdikleri elbiseleri bir hiç ettiğim için mi, yoksa sadece kıskançlıktan mı?

“Kaliana de Harsas.” Dedi babam masadaki sesizliği bozarak. “Açıklama yapmayı düşünüyor musun?”

“Neyi açıklamam gerekiyor?” Dedim bardağımı masaya bırakıp onlara bakarken.

“Bütün imparatorluğun sana cadı demesini, kolundaki desenleri, Tara’nın varisiyle olan bağını… her şeyi”

“Beni o iğrenç varlıklarla bir mi tutuyorsun gerçekten?”Dedim hayretle.

“Hangi varlıklarla?” Bana zerre benzemeyen kız kardeşimin baktım. Kraliyet hazinesinin boşalmasının bir nedeni varsa o da kız kardeşimin giyiminden kaynaklanıyordu.

“Cadılarla!” Dedim dik dik bakarak. “Onların yaptığı şey sözler söyleyip ot kullanmak. Hiçbir kutsallıkları yok. Kim uyduruyor bunları?”

“Öyleyse nesin sen?!” Diyen anneme baktım. Gerçekten benden nefret ediyordu değil mi?

“Ben de kraliyet kanına sahip olduğuma göre sizin gibi bir insanım.” Dedim sakin bir şekilde.

“Ancak bir canavar öyle bir şey yapabilirdi. Hayır, sen insan değilsin! Sen benim kızım değilsin!” Elindeki bardağı büyümle durdururken su ne yazıkki yüzüme çarpmıştı. Bardağı onun olduğu tarafta yere fırlatırken prenseslerin çığlığı odada yankılandı. Hepsi bana şok içerisinde bakarken konuştum.

“Cidden!” Kendimi hakim olmaya çalışırken yüzümü sildim. “Ne istiyorsanız onu düşünün. Ama ben canavar ya da aptal bir cadı değilim.” Dedim ayağa kalkarken.

“Bende Prensesimizin cadı olduğunu düşünmüyorum.” Kapının yanında yankılanan sese döndüm. Rahip başını eğdikten sonra masaya yaklaştı. “Prenses izninizle kolunuzu inceleye bilir miyim?”

Bir süre ona bakarken Tirad’a söylediğim sözler kulağımda yankılandı.

‘Ne olursa olsun Döngü sahipleri olduğumuzu söyleyemeyiz.’ Ardından sormuştu.

‘Neden?’

‘Bizi tekrar kurban etmek istemediklerini bilemeyiz. Bu döngünün sonu olmalı. Yoksa bir daha asıl formumuza ulaşamayabiliriz.’

Derin bir nefes alıp rahibe kolumu uzattım. İmparatorlukta dini açıdan sözü geçen kişilerin başında geliyordu. Ancak Tanrıçaya inanmıyorlardı. Dolayısıyla Tanrıçanın lütfunu anlaması imkansız olucaktı. Üstelik anlasa bile dinsiz olarak ilan edilecektim. Bu yüzden rahiple karşılaşmak istememiştim ama bu imkansızdı.

“Anlıyorum.”dedi bütün oda ona dikkat kesilmişten. Yaşlı gözleri benikilerle buluştuğunda gülümsedi. Ama bu gülümseme bir rahibe ait olamayacak derece korkutucuydu. “Vücudunuzdaki hareketlilik tanrı taşının gücünden geliyor. Görünen o ki Tirad’ın veliahtı sizin gerçek kaderiniz Prensesim.” Dedi başını eğerken. Nedenini anlamadığım bir şekilde benim tarafıma olduğu hissediyordum.

“Sana da anca bir barbar yakışırdı zaten.” Diyen annemi görmezden geldim.

“Peki o güç de mi yüzüklerle alakalı?” Abimin soğuk sesi beni titretsede cevap vermedim. Rahibinde bilemeyeceği bir soruydu bu.

“Hmm… bilemiyorum ekselansları ancak Tanrı taşının özelliği kader çiftini benliklerine kavuşturmaktır.” Dedi sakalıyla oynarken. “Açıkçası Prenses o sabah benden yüzükleri istediğinde oldukça şaşırmıştım.” Hayır bunu söylemek zorunda değildin.

“İmparatorluk hazinesini tapınak bir çocuğa vererek mi sahip çıkıyor?” Amcamın bizi bitirmek için eline fırsat geçmişti. Ona bakarken gülümsedim. Çocuk dediği kişinin kaç yaşında olduğundan haberi var mıydı?

“Tapınağı sorgulamaya çalışırsanız zararlı çıkarsınız Lort Yaolis.” Dedi sandalyeye otururken. “Ah umarım yaşlı bedenimi görmezden gelirsiniz. Bu kadar heyecan bu adam için artık fazla.”

“Emekli olmanınızın yaşı geldiyse demek.” Dedi Yaolis’in kızlarından biri. Yaşlı adam aldırış etmeden devam etti.

“Savaş dahisi Prensesimizin bizden istediği ilk dileği geri çevirmek istemedik. Üstelik…” dedi bakışları bana odaklanmışken. “Tanrıçadan gelen bir isteği geri çeviremezdik.” Dediği anda boğazına yapıştım. Mavi gözlerinin içine odaklanmışken manamı yavaşça ona doğru saldım. Bu noktada nefes almada zorlanması gerekliydi.

“Yıldırım tapınağının rahibi ne cüretle Tanrıçadan bahseder!” Dedim kelimelerime dikkat ederek. Her an pot kırabilirdim. Vücudumun getirdiği yaşdan dolayı bazen kendime hakim olamıyordum. Gerçek şu ki erken patlamıştım.

“Kaliana!” Babamın bağırtısına aldırış etmeden rahibi bekledim.

“Yıldırım tapınağı da göklere bağlıdır Yüce Prenses.” Sinsice söyledi sözler kulağımda yankılanırken ‘yüce’ dedesi bir şeyler bildiği için miydi, yoksa adlandırmamıydı emin olmamıştım.

“İzin verirseniz açıklamak isterim.” Başımı sallayıp ona izin verdim. “Geldiğiniz gün Göklerin Yıldırım Tanrısından vahiy aldık. Bizlere Tanrıça'nın isteğinden bahsetti.”

“Hah, Vahiymiş! Korkarım birazdan Prensesi Peygamber ilan edeceksiniz!” Gözlerimi rahipten alamazken yengemin dedikleri oldukça mantıklı gelmişti. Gerçi bir nevi elçi olduğum göz önüne alınacak olunursa ve Aziz olduğum zamanları da hesaba katarsak ki hala aziz olabilme gerçeğini de düşünürsek… Sonu gelmiyor.

Asıl olay, aldıkları vahinin Tanrıçadan olmasıydı. Bu nasıl mümkün olabilirdi?

“Kaliana aşağı, Kaliana yukarı yeter! Bu saçmalığı daha fazla dinlemeyeceğim. Kaç gündür saçma salak Prenses muhabbetlerinizden bıktım! Ben gidiyorum. Dothertus, Zetherna gidelim.” Amcamın ilk kızı ve onu takip eden iki kardeşi odadan çıkarken peşlerinden gözümü devirdim. Sizinde sıranız gelicek Hakina, merak etme.

“Hayatta ne olabileceğini bilemeyiz. Belkide Prensesimiz bir Azize’dir.” Bu yaşlı bunak gerçekten vahiy almıştı.

“Vahiy neydi peki rahip bey?”dedi babam büyük inananlardan olarak.

“ Dedi ki; ’Yüzükler sahibine döndüğünde tarih baştan yazılacak. İşte o gün mutlak kavuşma gerçekleşecek , siz bile engel olamayacaksınız.’ Tapınak olarak ilk başta anlayamamıştı. Ta ki Prensesimiz Tanrı taşını isteyene dek.” Dedi yüzünde güller açarken.

“Sahiden bir bariyer gibi bir şey oluşmuştu.” Yaolisin ilk varisi konuştuğunda yengemin sesi odada yankılandı.

“Pola!”dedi gözleri sonuna kadar açılmışken.

“Peki ya rünler?” Dedi annem çok ilgiliymiş gibi.

“Vücuduna kazınan rünler Tanrıçadan bir hediye olmalı. Tapınak dedikodularla ilgilenecek, kraliyetin gözü arkada kalmasın.”Ayağa kalkarken yanınanda gelen iki rahip onu takip etti.

“Tapınağın bundan çıkarı ne olcak? Kardeşime Tanrı’nın lütfü için yardım ettiğinizi düşünmüyorum rahip.” Annemin ardından bana bakmazken devam etti. “Üstelik vahiyi geç yayımladığınız için tapınağa olan güveni sarsmış olacaksınız. Bütün bunlarla nasıl ilgilenmeyi düşünüyorsunuz?”

“Tapınağın çıkarı Prensesin çıkarıdır.” Dedi yanımda dururken. Ben bile şaşırırken ellerim titremeye başladı. Bunları istemiyorum. “Prenses iyi olduğu sürece tapınak gerisiyle ilgilenecektir. Öyleyse Göklerin huzuru sizlerle olsun kraliyet hanesi.” Hepimizi selamladıktan sonra odadan çıkmak üzereyken kendime geldim.

“Bekle!” Dedim içime şüpheler düşerken. Doğru değildi, birçok şey doğru değildi. Rahip hepimizi gücüyle manipüle ediyordu.

“Benimle konuşmak istiyorsanız önce ortalığın dinmesini beklemenizi rica ediyorum Prensesim. Bütün bunlarla ilgilendikten sonra sizi bizzat tapınağa davet edeceğim.” Dedi kafasını arkasına çevirip konuşmasını tammaladıktan sonra odadan çıktı. Peşinden gitmek istesemde omzumdaki el buna engel oldu.

“Kaliana rahibi dinle. Bir sonraki emre kadar akademi hariç hiçbir yere gitmeyeceksin ve etkinliklerden men edildin.” Dedi babam. Memnuniyetsizlikle boynumu eğerken Yanımızdan geçen amcamla yengeme baktım baktım bize gülüyorlardı.

“Ne karışıklık ama!” Dedi yengem odadan çıkarken.

“Şunların diline düşüründün ya bizi Kaliana hah!” Anneme baktım. Sinirden kızarmış bir şekilde bize bakıyordu. “Hiçbir şey olmayacağın belliydi zaten.”

“Hiçbir şey olamadığım için tapınak şuan beni destekliyor dimi anne!” Dedim sözlerimin devamı yüzüme inen tokatla kesilirken. Dudağımın acısından gözlerim dolarken babama baktım.

“Annene karşılık verme.” Öfkeyle ona bakarken herkes bir anda odadan çıkmış geride beni bırakmışlardı.

“Arkada durmayacağım şeyler yapma Kaliana.” Dedi abim mendilini uzatırken. Gülümseyerek mendili yere attım.

“Gerçekten arkamda durduğun bir an oldu mu ki abi?” Dedim sesim titrerken. “Senin için taht yolundaki engellerden biriyim sadece.” Dedim ona doğru bir adım atarken. “Söylesene! Yalan desene! Değilsin, kardeşimsin desene!” Göz yaşlarım akmaya başlarken onun da eli havaya kalkmıştı. Burnumu çekerek konuştum. “Bana mı vuracaksın! Vursana! Ama hayır, vuramazsın. Çünkü sende babam gibi korkağın teksin. Tek farkınız o kendi kızına vurabiliyor. Ama sen vuramazsın dimi abi?” Dedim gülümseyerek. Kulağına yaklaştım ve konuştum. “Çünkü senden, hepinizden güçlü olduğumun farkındasın.”

“Sen benim tanıdığım Lina değilsin.” Dedi geriye doğru sarsıntılı bir adım atarken. Gülümseyerek ona baktım yaşlarım akmaya devam ederken.

“Belki de ben hiçbir zaman Kaliana değildim abi, belkide beni zaten hiçbir zaman tanımamışsındır.” Dedikten sonra odadan çıkıp kendimi ana sarayın dışına atmak için koşmaya başladım. Bu saray, insalar beni boğuyordu, herkesten kaçmak istiyordum, bu hayatı ben istememiştim, bu soyda doğmayı ben istememiştim. Sadece son hayatımda yaptığım gibi sevgimden uzak bir hayat yaşmak istememiştim. Ben sadece…

“Ah!”

Çarptığım vücutla geri savrulurken bellimden tutulan elle düşmekten kurtulmuştum.

“Prenses?” Dedi birkaç gündür duymadığım ses. Ah, evet doğru ben sadece onunla mutlu yaşamak istemiştim. Hıçkırıklarıma engel olamazken onun boynuna sarıldım. Göz yaşlarım omzuna akıyordu yinede rahatsız değilmiş gibi elini. Saçlarımda gezdiriyordu. “Kim sizi ağlattı?” Dedi ipek gibi yumuşak ama bir o kadarda sert sesi. Eli hala belimdeyken kafamı ondan uzaklaşırken hafif çıkmış olan sakallarına takılan saçlarımı düzeltip ona baktım.

“B-ben.” Çatallaşmış sesimi öksürükle düzeltirken nefes aldım. “Ben cadı değilim.” Dedim çok alakasız bir şekilde. Hayır üzüldüğüm şey bu değildi. Yüzüm kızarırken elindeki suyu bana verip güldü. Mendiliyle gözlerimi silerken elinden alıp kendim yaptım.

“Sen cadıysan…” dedi gözlerini kısarken. Verdiği suyu içerken ona baktım. Üzerini değişmiş buraya uygun kıyafetleri kendi kültürüne göre yorumlamıştı. Göğüsünün açık olan kısmında elimin olduğunu görünce etrafıma baktım. Sarayın bahçesinde olan soylular ve saray halkı durup bizi izlemeye başlamışken çeneme değen elle tekrar Tiradın gözlerine çekildim.

“Bende Cadı bey miyim o zaman?” Dediğine gülerek bardağı ona geri verdikten sonra biraz uzaklaştım. Artık birbirimize dokunmuyorduk.

“Bilmem onlara sormaya ne dersin?” Dedim soyluları işaret ederken. Artık herkes hareket etmeye başlamış bizi açık açık izlemeye son vermiş gibi dursalarda hala bize baktıklarının farkındaydım. Elimdeki mendille oynarken bir yandanda yürüyordum. Kumu anım satan sarı saten mendilin üzerine şahin incelikle işlenmişti. “Kim yaptı bunu?” Dedim somurturken.

“Neden kıskandın mı?” Dedi munzur bir ifadeyle. Ona dik dik bakıp yanıtladım.

“Evet! Kim. Yaptı.” Dedim bir kez daha.

“Söylesem bile prensesin tanıyacağını pek sanmıyorum.” Dediğinde gözlerim tekrar dolarken burnumu çektim. Panikle yüzümü tuttuğunda ben yaşlarımı tutamamıştım bu sefer. Bugün artık ağlamak istemiyorum. “Sen gerçekten!” Dedi mendili elimden alırken tekrar yaşlarımı silmişti.

“Annem yaptı annem.”

“Anladım.” Dedim mendili bir kes daha alırken. Yüzümü saçlarımla saklayıp yürümeye devam ettim. “Temizleyince geri veririm.” Dedim beni takip eden adımlarını hissederken. Sarayın bahçesine doğru yürürken Tirad ardımızdaki adamlara bazı emirler veriyordu ve zaman geçtikçe hem onlar hemde etrafımızdaki insanların sayısı azalmaya başlamıştı. Çeşmenin orda oturup adamlarıyla konuşmasını izledim. Ortak yaşamlarımızın bir çoğunda sonunda bu tür yüksek statülere çıksada bulunduğumuz durumu karşılayabilecek hiçbir statü olmamıştı. Kimi zaman mağaralarda, çöllerde sürünmüş kimi zamansa bunun gibi saraylarda suların içerisinde yüzmüştük. Gerçekten bu cezaya çarptırılmamızın nedeni olan insanlar bizi hak etmiş miydi emin değilim ama her zaman olan şeyse sebepsiz yere güçlerimize kavuşmak için çırpınmaya devam etmiştik.

Aslında sebepsiz değildi. Başımıza gelen her şeyin bir nedeni vardı. Aynı bu zaman diliminde doğmamız ve aynı anılarını hatırlamamasının nedeni olduğu gibi.

“Düşünmekten beynin delinecek.” Dedi çeşmedeki sudan bana fırlatırken. Onu taklit edip bende ona sudan fırlattım.

“Sen düşünmeyince ben düşünmek zorunda kalıyorum.” Dedim topuklularımı çıkarırken.

“Neyi düşünüyorsun?” Dedi kafasını yasladığı kolunu dirseklerine sabitlerken.

“Hmm… mesela senin gibi tatlı birine neden Tiran dediklerini.” Dedim saçıyla oynarken. Bügün daha fazla kafa yorucu şey konuşmak istemiyordum. Sadece birlikte geçireceğimiz kısa bir zaman kalmışken onunla konuşmak istiyordum.

“Hmm…bilmem.” Dedi beni taklit ederken. Eliyle burnumu dürterken devam etti. “Belki de adımdan dolayıdır.”

“Bu iğrençti.” Dedim ona bakarken. “Yüzüğü hala takıyorsun.”

“Çıkaramadım.” Dedi gözleri kafasını yasladığı eline kaymışken. Eline uzanıp yüzüğe dokundum. Parlaklığı artmaya başlarken konuştum.

“Kader çifti olmanın anlamını biliyor musun Tiran Prens?” Dedim yüzüğü yavaşça çıkarırken. “Kader çifti yolları ayrılsa bile yolları bir olanlardır. Eğer aynı zaman diliminde doğacak olan bir yoldaşa sahipsen ona kavuşana kadar hasretini çekersin.” Dedim sol elini alıp yüzük parmağına yüzüğü takarken. Gözlerine bakıp zihnimden düşüncelerimi ilettim. “En önemlisi de kavuştuğunuz gün ruhunuz bir olmuş demektir. Acısı acın, hüznün hüznün olur.”

“Bunu fark etmiştim. Bugün… senin için zorluydu değil mi?” Dedi gözleri açılırken. O da sözlerini zihninden iletmişti.

“Çabuk öğreniyorsun.” Dedim gülümseyerek sorusunu geçiştirirken. “Ayrıca yüzüğü sadece ben çıkarabilirim o yüzden çıkarmayı aklından bile geçirme!”

“Az önce… zihinden mi konuştuk?” Dedi yüzüğe bakarken.

“Yüzüğün güçlerinden biri. Tanrı taşı denen şeyin taştan ibaret olduğunu düşünmemiştin herhalde.” Dedim dalga geçerek.

“Sayende bildiğim her şeyden şüphe etmeye başladım.” Başımı eğerken sustum. Daha çok başındaydık. Benim hatılamayamadığım birçok şey ve ona söylemediğim tonla gerçek vardı. Ancak zamana ihtiyacımız vardı. “Yine de.” Dedi başını eğmiş gözlerimin hizasısına gelmişken. “İlgimi çekiyorsun.” Dedi beni incelerken.

“Başına taş mı düştü.” Dedim parmağımla alnını iterken. Elimi tutup yüzüğümü öptü.

“Tanrı taşı düşmüş olabilir.”Kendimi tutmadan gülerken elimi tutmaya devam ediyordu. “Sonunda gülüyorsun.”

“Zaten gülüyordum.”dedim çemkirerek.

“Gerçekten gülmüyordun.” Dedi parmakları rünlerimde dolanırken. “Güldüğünde hissedebiliyorum.” Nafiy ve yumuşacık olan sesi onu daha çok sevmeme neden olurken acımasızca yakışılı olan yüzünün benim olmasını dilemiştim.

“Nasıl hissediyorsun.” Dedim ona doğru çekilirken.

“Güldüğünde çölün sıcaklığını, üzüldüğünde Ura dağının keskin bir soğuğu vardır sanki onlar içime doluyormuş gibi hissediyorum.” Dedi küçük bir gülümsemeyle.

Batan güneşin ışıkları yanık tenine vuruyordu. O bir manzaraydı. Nerede olursak olalım, hangi bedene girersek girelim her zaman bir manzara olarak kalacaktı. Kaderin cilvesi midir bilinmez ancak bu bedenlerin sıradan özellikleri daha çok biz gibiydi. Sanki sanınuna geldiğimiz yolun daha başındaymışız gibiydi.

“Bir Doğulu için Ura dağı korkunç olmalı.” Dedim kısık kesimle.

“Nedense artık korkunç gelmiyor.” Dedi dudaklarımı öpmeden önce. Kısa bir öpücüğün ardında merakla sordum.

“Neden?” Dedim mesafeyi yitirmeden.

“Belki senin yüzündendir.” Dedi dudaklarının kenarı kıvrılırken. “Belkide bu aptal yüzükler yüzündendir.” Dedi ardından gözleri kısılırken. “Ya da belki de gerçekten de cadı’sındır.”

“Hey!” Dedim omzuna vurup. “Cadı Bey’in iki günde dili uzamış. Kesmek mi lazım acaba?”

“Keskene.” Dedi dilinin bir kısmını uzatır beni kendine çekerken. Bir an aklıma binlerce kötü düşünce dolsada aralarında en zararsızını yapmaya karar verip tam ona doğru hamle yapacakken kulağıma dolan ses beni durdurdu.

“Bütün başkenti karıştırdıktan sonra çok mutlu görünüyorsunuz Prenses.”

“Ve siz de hala çok meraklı görünüyorsunuz Lord Markin.” Dedim Tiradın kollarındayken kafamı önümüzdeki soylu sürüsüne çevirip. “Bakıyorumda ayakçılarınızda burda.”

“Kendi halkınıza ayakçı demek hoş olmuyor Prenses.” Dedi büyük gülümsemesi eşliğinde bize yaklaşırken.

“Imparatorun varislik seçimi gerçekten çok yazık.”

“Bir Prenses gerekiyorsa Markiz’in karısı daha uygun olurdu doğrusu. Çekilmeyi düşünmez miydiniz Prenses?”

“Üstelik artık bir cadı."

“İmparatorun onu varisliklikten alacağına şüphe yok.”

“Sadakati başkasına ait olan artık o halkın tebasından değildir.” Biraz şaşırsamda Tiradın bakışları değişmiş ve Markize odaklanmıştı. Doğru ya, o hala başka bir ülkenin prensiydi. Konuşmasoyla sesler kesilirken yerini iğrenti dolu bakışlara bıraktığını fark etmiştim.

“Barbar bir ülke için kanunlar öyle olabilir ama bizim imparatorluğumda öyle değil.” Dedi yanındaki soylulardan biri.

“Nasılmış barbar ülkenin kanunu.” Dedi Tirad ayağa kalkarken. Ona bakarken izlemekle yetindim.

“Ulu orta yerde Prenseslere el uzatabilecek kanunlarınız var gibi görünüyor.” Bu seferki bir kadındı. Hayır. O Hakina’ydı. Markizin eşinin Yaolisin ilk kızı olduğunu unutmuştum. Gerçekten yorucu bir gündü başım ağrımaya başlamıştı.

“Karıma dokunmamı el uzatma olarak mı görüyorsun?” Dedi soylulara yaklaşırken.

“Karın mı?! O Dük Persiona’nın oğluyla nişanlı!” Dediğinde bağla kalkıp Tirad’ın geçerken boynuna yapıştım.

“Yeter!” Dedim tek eliyle boğazını sıkarken.

“B-bırak beni!” Tırnakları kollarıma geçerken onu da çok sıkmaya başladım. “Prenses karımı bırakın.”dedi Markiz sesiz ama emir verici sesiyle. Diğer doylular bize bakarken Hakina’ya baktım.

“Bak, kocan seni bırakmamı istiyor. Napsak ki ben istemiyorum?” Dedim onu havaya kaldırırken. “Yanlış hatırlamıyorsam daha 6 yaşımdayken olan nişanda olay çıkarmıştın Hakina. Düklük ailesiyle nişanlanmak istediğimi bilmiyor muyum sanıyorsun!” Ellerim karıncalanmaya başlamış ve manamın sıcaklarını damarlarımı esir almış gibiydi. Nefes verirken sakinleşmeye çalıştım. Şimdi gücümü kullanırsam her şey daha kötü olacaktı. “Senden de senin ailenin her bir üyesinden de bıktım!” Dedim onu diğer soyluların üzerine fırlatırken.

“Tanrı taşına sahip olan çiftin Tanrılar tarafından evlilikleri onaylanmıştır.” Dedim üzerlerine yürürken. Boynumu eğip onlara baktım. “Benim kocam kıtanın en büyük Tiran’ı.” Dedim gülerken. “Gerçekten hiç mi korkunuz yok?”

“B-biz…”

“Bağışlayın Prenses…”

“…Özür dileriz…” Dedi aralarından bazıları. Sabahki ruh halim dönerken arkamı döndüm.

“Delirdiniz mi siz?!” Hakina’nın cırtlak sesi kulaklarıma dolarken daha bir sürü mırıltı dönüp duruyordu. “Bu sürtüğe boyun mu eğeceksiniz!”

“Bundan sonra dediklerimi herkese söyleyin.” Dedim ve ekledim. “Son olarak; Tara Krallığınıdan birine daha barbar derseniz karşınızda beni bulursunuz.” Tirad’ın önünde adımların dururken mora dönen gözlerine baktım. Acaba benimkilerde dönmüş müydü? Duygu değişiminden dolayımı? Ben onunkileri hissedemiyordum ama o…

“Yine çok düşünüyorsun.” Dedi bana bakarken. Alnını alınma yalayıp konuştu “Az önce benden daha Tirandın.” Son kalan gücümle karşılık verdim.

“Sonuçta bende bir zamanlar Tirandım.” Diye devam ettirdim. “Beni taşı.” Dedim kollarımı boynuna uzatıp. Beni kucağına alıp Çeşmenin yanından uzaklaşırken gözlerimi açık tutamamaya başladım.

“Prensesimin emri üzerine.” Dedi son duyduğum ses.

...

instagram hesabım: Lovelylover157, takip edebilirsiniz.

Loading...
0%