Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.bölüm: Yücelerin Adaleti

@lovelylover

4.bölüm: Yücelerin Adaleti

“Onu öldürsek de tekrar geri gelecek.” Karanlıktan gelen ürpertici ses.

“O zaman onu esir alalım kehkehkekh…” Hayvanı anımsadan gülüş kulaklarımı tırmalarken vücudumda gezinen elleri hissediyordum.

“Ondan kurtulmamız gerek.”

“…’nın gazabını mı almak istiyorsunuz?” Dedi diğerlerine nazaran yumuşak sesiyle kalbimi ısıtmıştı.

“Artık gücü olduğunu mu sanıyorsun?”

“Yine de…”

“Öldürelim…. Öldürelim…Öldürelim….Öldürelim….Öldürelim….Öldürelim….” Diye yankılanan sesler çoğalırken boğazım acımaya nefes alamaya başlamıştım. Onlar kimdi, nereden geliyorlardı. Hatırlayamıyorum nerede olduğumu kiminle olduğumu nasıl nefes alınabileceğini… hiçbir şeyi hatırlayamıyordum.

“Defolun!” Dedi yankılı bir ses.

“Kimleri görüyorum.”

“İğrençss ejder tısıss!”

“Ruhlar aleminden bizi kovamazsın ejder.”

“Benim kovacağımı kim söyledi?” Dedi bir kez daha karşıt ses.

“…Döngünün diğer sahibi… O burada… anılar… anılarını kaybetmedi mi?… En güçlü olanla… Ne zaman… kavuşma…Onlar geri geldi… Eskisi gibi olmayacak.. Saltanat sona erdi…Sahipler geri…”

“Ah, hah!” Gözlerim açılırken boğazımın yanması canımı acıtırken sesler kulağımda yankılanmaya devam ediyordu. Rüyaların bu kadar acı verici olmasının tek bir anlamı olabilirdi. Peşine düşen kişilerin gelecekte seni bulacakları yahut kuyunu kazan kişilerin olduğu olabilirdi. Rüyamı anımsamaya çalışırken başımdaki ağrıyla birlikte etrafıma baktım. Güneş yeni doğmaya başlamış hizmetliler beni bekliyordu. En azından hizmetlilerim cadı olduğum dedikoduları yüzünden ayrılmadıkları için mutlu olmalıydım. Galiba…

“İyi misiniz majesteleri?” Dedi Maria bana su uzatırken. Suyu elinden alıp onu cevapsız bıraktım. Ter içerisinde kalmıştım. Üzerimdeki ağırlığı atmak için cama doğru yöneldim. Derin bir nefes alırken aklıma başka bir soru takıldı.

“Maria.” Dedim arkamı dönerken. “Odaya nasıl geldim?”

“Tara Prensi sizi odanıza getirdi majesteleri.” Dedi başını eğerken.

“Gece vakti Saraya erkeklerin girmesi yasak. Kim aldı onu içeriye?” Dedim banyoya yönelirken.

“Cüce Pot onu saraya almamış duyduğum kadarıyla. Sör Ador sizi taşımak istemiş ancak Prens izin vermemiş.” Dedi üzerimi çıkarmama yardım ederken.

“Ee yani?” Dedim suyun içerisine girerken. Hizmetliler vücudumla ilgilenirken Dadımın sesini duydum. “Ador ona karşı çıkmamış mı? Beni kaçırmaya kalksa saray izleyecek. Tuhaflar gerçekten.”

“Camdan girdiğini düşünüyoruz.” Dedi dadım suyun içerisine bir şeyler dökerken. “Ayrıca prenses artık evli bir kadın. Prens de kocası. Kimse karşı çıkamazdı.”

“Evli bir kadın mı!?” Dedim sesimi yükselterek. “Ne saçmalıyorsunuz siz?” Diğer hizmetliler işlerine devam ederken herkesin bir şey bildiğini anldım.

“Dün akşam Tanrının sizi evli olarak ilan ettiğini ilan etmişsiniz soyluların önünde Prenses. Prens size Karım diyormuş.” İğneliyici sesi beni suçlarken konuşmaya devam etti. “Ayrıca okunması beklenen bir sürü davetiye ve mektup olduğu için onları sizin için ayıkladım.” Dedi yanındaki hizmetlinin elindeki tepsiden kağıtları bana uzatırken. O konuşmaya devam ederken bende davetiyele göz gezdiriyordum. İyi de ben zaten yasaklıydım. Bütün davetiyeleri geri verdim. “Bu sabah gelen mektupların sayısı bir hayli fazlaydı. Ayrıca birçok soyludan evliliğinizi kutlama amacıyla hadiye aldınız ve ayrıca…”Dedi eliyle Persiona evinin mektubunu bana uzatıp. “Genç Dük Persiona’dan bir mektup da aldınız. Bence açıklama yapmanız gerekiyor.”

“Davetiyelerin hepsini atın. Cevap yazmanıza gerek yok. Ayrıca bundan sonra gelen davetiyeleri de bana verme.”dedim küvetin içerisinden çıkıp bornozumu giyerken. “Lord Persiona’nın mektubuyla ben ilgilenirim. Diğer mektupları da masaya bırak.” Dadıma dönüp

“Düğün için hazırlıklara başlayalım mı?” İçtiğim çay boğazımada kalırken aynada saçımla uğraşan Maria baktım.

“Ne saçmalıyorsun!” Dedikten sonra ayağa kalktım. “Beni dinleyin.” Dedim hizmetlilere bakarken. “Aklınızda sorular olduğunu biliyorum ancak açıklama yapmayacağım.Cadı olduğumu, Tiran gelini olduğumu daha birçok şeyi duyabilirsiniz ve daha fazlasını da duyacaksınız. Ben bundan sonra geride durmayacağım.”

“Taht için mi savaşacaksınız prenses?” Dedi kısa saçlı bir kız. Sanrım Lia olması gerekiyordu.

“Lia!”dedi yanındaki hizmetli onu dürterken. Yanlarına yaklaştığımda ikiside başları eğdi.

“Hayır. Kendim ve halkımın mutluluğu için savaşıcam. Sadece huzurlu bir hayat yaşamak istiyorum. Sizden tek istediğim bana güvenmeniz.” Dedim Lia’nın başını kaldırırken. Benden genç olmasada oldukça belliki deneyimsizdi.

“E-emredersiniz.”

“Sadece rica ediyorum Lia.” Dedim arkamı dönerken. “Akademiye gitmem lazım. Beni hazırlar msısınız? ” Makyaj koltuğuma geri oturup gözlerimi kapadım. Prenses olmanın iyi yanı buydu işte. Sadece düşünmek… Çok düşünüyorsun Tirad özlemiştim sanırım ya da onun gibi bir şey.

“Peki ya düğün?”

“Maria tek kelime daha edersen seni bütün hafta çamaşırhaneye tıkarım!”Tehditimi görmezden gelip saçlarımı yapmaya devam ederken gülmüştü. Gerçekten ufak çocuklarla uğraşmaktan bıkmıştım. Hızlıca beni hazırlamaları bittiğin de akademi formasının pelerinini alıp odadan çıktım.

“Günaydın majesteleri.” Dedi Ador koridorda beni takip ederken.

“Günaydın. Araba hazır mı?” Dedim çantamı ona verirken.

“Dilediğiniz gibi artık Prens Dior ile gitmeyeceksiniz.” Elindeki sandivici alıp yemeğe başladım.

Soru sormadığına şaşırıp umursamazca sordum. “Bir şey dedi mi?”

“Demedi ancak neden ayrılmaya karar verdiniz? Anlaşamadığınız hakkında dedikodular çıkmaya başladı.”Merdivenlerden inerken güldüm.

“İki günde ne çok dedikodu çıkmış öyle.”

“Sosyetedeki yokluğunuz fırsata çevrildi. Sosyetede zaman hızlı akar.” Dedi dadım arkamızdan gelirken. “Yürürken yemek yememlisiniz. Düşmanlarınıza laf vermekten başka bir şey yapmıyorsunuz majesteleri.

“Rahatla dadı. Stray Sarayında değiliz.” Dedim kendi küçük ama güzel sarayıma bakarken. Elimdeki çöpü ona verirken gülümsedim.“Burası benim alanım.” Arabaya Ador ile binip yolda ilerlerken biraz olsun dinlenmek istedim. Akademide söylediği gibi sadece soylular arasında değil halkdanda insanlar bulunuyordu ve dedikodular çoktan yaılmıştı.

“Ador.” Dedim aklıma gelen şeylerle. “Tapınaktan ses var mı?”

“Bildiğim kadarıyla hafta sonu kraliyet ailesiyle konuştuktan sonra herhangi bir hareketlilik olmadı. Neden sordunuz?”

“Hiç.” Dedim başkente giden saray yolunu izlerken. “Sadece dikkatli ol. Bu sonra bir şeyler olacağını hissediyorum.”

“İşim bu.” Dedi kısa bir şekilde. Evet, işi buydu. Beni korumak ve büyütmekle görevlendirilmişti. Oysaki beni doğuran annem ve dünyaya gelmemi sağlayan babam beni terk etmiş sayılırlardı. Üzülmem gerek bir durumun içerisinde olabilirdim dışarıdan bakıldığı zaman ancak artık onlara olan sevgimi yitirmiştim.

“Ders bitmiştir. Lütfen bu hafta yaptığımız alıştırmaları evlerinizde tekrar ediniz genç Lortlar ve Leydiler.”

Barones sözlerini bitirdikten sonra ahlak sınıfının çoktan boşalması gereken dersliğindeki gözler bana odaklanmıştı. Akademide ikinci yılımdaydım. Sınıfta kalanlar ve yükselenler dışında çoğu kişi sosyetenin tanıdık yüzleriydi. Sınıf içerisinde siyasal görüş genel olarak üçe ayrılmıştı. Halk tebası, benimle aynı yaşta olan Zetherna’nın anne tarafından ailesini oluşturan Markiz Markin’in gelenek tebası ve benim varis tebam.

Tahta geçmek için tek başına geldiğin aile yeterli değildi. Soyluların ve halkın desteği, bilgelik ve gerekli olan fiziksel güce sahip olman gerekliydi. Tabiki bunların başında Harsas ailesine kan yoluyla bağlı olmak en başı çekiyordu. Şuan bulunduğum durumda Tek eksiğim soyluların desteğiydi. Soyluların çoğunluğu en sevilen çocuk, Yaolis’i destekliyordu. Burdaki en büyük destekçim İmparatorluğun asırlık danışmanı posizyonunda olan ve her çeşit kamu personeli yetiştirmiş olan Persiona Hanesi ve onun vasallarından geliyordu ancak son olan olan olaylardan sonra dadım’ın hanesi Loydn Markizliği ve destekçileri haricinde bütün kartlar yeniden dağıtılmış olması gerekliydi.

Bu durumda sınıftaki varlığım 3’e inmişti. Dadımın üçüncü kızı Torin, Kontes Victoria’nın kızı Jasmine ve herkesten bağımsız minnet duyduğu için beni destekleyen Kontes Romia’nın kızı Marin.

“Tapınağın yaptığı açıklamayı duydunuz mu?” Dedi Zetharna’nın yanındaki soylulardan biri. Açıklamayı sonuna yapmıştı demek yaşlı bunak. Ador kesinlikle güvenilir bir kaynak değildi. Benim hakkımda olan bilgileri dedikodulardan öğrenmem artık normal geliyordu.

“Onun hakkında olanı mı?”

“Bu olay üzerine vahiy almaları fazla tesadüf.”

“Tesadüf falan değil. Açıkça yalan söylüyorlar. Tanrı taşıymış! Sadece bir uydurma. Hala cadının teki o.”

“Siz ne düşüyorsunuz Prenses.” Dedi Markiz Markin’den sonra Yaolisin en büyük destekçisi olan ve hakkı verilir cinsten mal varlığına sahip olan Kont Dultars’ın kızı Anna. Aslında Zethane’nın kişiliği göz önüne alınınca kesinlikle ondan daha fazla etkiye sahipti okulda. Ancak bir Kontluk ailesi olarak yapabilecekleri sınırlıydı. Yaolisle çalışmalarının nedeni büyük ihtimalle yaptıkları bir çeşit anlaşmadan dolayı olmalıydı. Yoksa tüccar bir aileyi kolay kolay siyasi bir tarafa çekemezdiniz.

“B-ben ablam da sizin gibi düşünüyor ama ben bilmiyorum.” Titrek sesiyle kraliyetin yüz karasıydı.

“Hadi ama Prenses bir fikriniz olmalı.” Dedi Anna onu zorlayarak ağızından laf almaya çalışıyordu.

“Evet, majestelerinin fikrini merak ediyoruz. Ondan mı çekiniyorsunuz yoksa?” Diyen kişiyle gözlerimi odaklayıp bakınca konuşmayı kessede diğer üçünün pek niyeti olmadığı aşikardı.

“Hayır, ben sadece tapınağa karşı gelemem.”

“Sohbet ediyoruz karışı gelmiyoruz ki!”

“Aaa… Prenses nereye gidiyorsunuz ama!”Zetherna’yı omuzlarından tutup yerine oturturken bedeninin titrediğini fark ettim. Anlaşılan ona olan bakışlarımda yetmemişti.

“Yeter!”dedim gürültülü bir şekilde masadan kalkarken.”Sohbet ediyorsanız başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde edin. Ahlak dersi çıkışı ahlaksız davranışlarda bulunmayın.”

“Geceleri erkeklerle dolaşan birine göre cüretkarsınız Prenses.” Dedi aynı kişi.

“Sende soysuz bir köpeğe göre çok havlıyorsun.” Dedim ona doğru eğilerek. “Dilin mi kessek acaba? Belki o zaman sesin kesilir.” Yüzü bem beyaz kesilirken demek istedikleri yutunca Zetherna’ya baktım. “Gerçekten aptalsın.” Diye sık sesle söyledim yanından geçerken. Harsas ailesini daha ne deneli sağlanabilirdi onun yüzünden.

Ablası olmadan yaşayamayan, o evlenip saraydan ayrılınca ilgi göstermeyen ailesine karşın kardeşiyle ilgilenmek zorunda kalan bir hizmetçi gibiydi. Biraz benim gibiydi ancak Prenses olduğunu unutuyordu. Bu yüzden sosyete tarafından ailenin maşası olarak pay biçilmişti. Yol açmak için kullanılan bir maşa.

“Majesteleri.” Dedi Marin düşüncelerimden beni alırken birlikte diğer dersliğe doğru ilerlemeye başlamıştık.

“Bana Lina demeni söylemiştim Marin. Akademideyiz.” Dedim bahçeye yönelirken.

“Ah, özür dilerim maje- yani Leydim.” Dedi sarı saçlarıyla oynarken.

“Dedikoduları mı sorucaksın?” Şaşkın bir ifadeyle bana bakarken güldüm. Sincaba benziyordu. “Ne duydun bilmiyorum ama…”dedim kulağına yaklaşarak. “Bu bir sır ama duyduklarının çoğu doğru.”

“Gerçekten Cadı mısınız yani?!” Dedi bağırarak elliyle dudaklarını kapatırken. Etrafımızdakilerin dikkatini çekmeye başarmışken sesimi benden daha yüksek olan bir ses bastırdı.

“Gerçekten yeter!”

Benimkinin aksine bir erkek sesiniydi bu. “Onu kandırdınız!”

Net olmayan bir bağırış akademinin ana yolundan gelmişti. İnsanlar o tarafa doğru yoğunlaşırken cimelerden ilerleyip bana yol veren ve yargılayıcı bakışları olan öğrencilerin arasından geçerken görmeyi ummadığım bir manzarayla kaşılaştım. Beni görmesede arkasından Tirad’ı tanımıştım. Ona doğru yaklaşırken Tirad’ın korumalarının Lucian’ı kollarından tuttuğunu gördüm. Gözlerimiz kesişirken pozisyonu dikkatimi çekmişti. Tirad’a mı saldırmıştı? Ölmek istiyordu sanırım.

Asıl komik olansa eski nişanlım ve yeni nişanlım olarak adlandırılan kişinin aynı kare içerisinde bulunmasıydı.

“Aslında o beni kandırdı. Öyle değil mi sevgili Karıcım?” Dedi arkasını dönerken. Önünden geçip Lucian’nın hizasında durdum. Tirad’ın kolları belime dolanırken başımı omzuma koymuştu. Bu hayatında bana dokunma bağımlılığına mı sahipti? “İyi uyudun mu?” Diye fısıldadı kulağıma nefesi boynuma vururken. Onu görmezden gelip konuştum.

“Onu bırakın.” Dedim Tirad’ın korumalarına. Beni dinlemediklerini fark edip sırtımı Tirad’a yasladım. “Size onu bırakın dedim.” İkinci emrimde büyük ihtimalle Tirad’ın yaptığı işaretle Lucian’ı bırakırlarken tökezleyerek hırsla kızarmış gözlerini bana döndürdü.

“Kaliana! İster Cadı ol ister başka bir şey umrumda değil ama böyle yapma. Sana onlarca mektup yazdım. Hem tapınakta açıkladı. Ben seni seviyorum. Babam da seni destekliyor biz…” dedi gözlerinden yaşlar akarken. Tirad’ın kollarından sıyrılıp Lucian’nın yüzünü avuçladım. Büyük renkli gözleri bana bakarken yüzündeki yaşaları sildim.

“Biz bir anlaşma yapmıştık Lucian.” Dedim gülümseyerek.

“A-ama daha o zamana çok var.” Dedi hıçkırıklarının arasında. Geri doğru çekilirken ellerimi mendille sildim.

“Ben sana zaman belirtmemiştim. Sadece kaderimi bulana kadar sana ihtiyacım olduğundan bahsetmiştim.” Dedim mendili yere atarken.

“14 yaşında kaderini bulamazsın!” Bağırtısını tokatımla keserken ona baktım. Acınasıydı. Hangi erkek kendini bu denli bir ortamda bu derece küçük düşürebilirdi ki? Beni o kadar sevmiyordu bile. Sadece yanılsama görüyordu. Üstelik bulunduğum durum zaten kötü bir hal almışken sayesinde daha da kötüleşiyordu. Çıkmak haberlerin manşeti şimdiden belliydi. ‘İmparatorluk Prensesi Persiona’nın Genç Düküyle mi oynadı, Genç Dükün kırık kalbi…’. Sorundan başka bir şey olmuyor nedense.

“Kendinize gelin Genç Dük! Karşınızda İmparatorluk Prensesi var. Bu ne cüret?” Dedi arkamdan gelen. Neredeyse aynı kelimeleri kullacak olamam bir kenara dursun onu görmek daha istemiyordum. “Bunları konuşmanın yeri burası değil.” Dedi Dior yanımda belirirken.

“Konuşacak bir şey kaldığını sanmıyorum.” Dedim abime inat konuşurken.

“Konuşulacak çok şey var Lina. İlk baştada kullandığınız üslup hakkında. Evliliğiniz onaylanmadı. Ortalıkta karım kocam diye gezemezsiniz.” Dedi son kelimeleri zorla söylerken. Dior’un ona olan dik bakışları oldukça saldırganken Tirad oldukça rahat gözüküyordu. Tirad’ın gülüşü ortamı doldururken fısıltılar sona ermişti.

“Buraya gelirken sıkılacağımı düşünmüştüm.” Dedi sanki inadına Dior’un dibinde dururken. “Ancak görünen o ki Harsas ailesi oldukça ilginç. Har’larda öyle.” Dedi önce Dior’la.ban sonrasında etrafına bakarken. Bakışları değişen gözleri üzerimde dolanırken belimden tutup beni kendine çekti. Napıcağımı bilemezken ona uymayı tercih ettim. Sonuçta burada beni destekleyen tek kişi vardı. O da bunun farkında gibiydi. “Napsam ki Prenses’im, canım burdan gitmek istemiyor.”

“Krallığınıza geri dönemenizi tavsiye ederim ekselansları.” Dedi Dior, Tirad’ın belimdeki kolunu ittirirken ancak beklenmedik şekilde Tirad abimin yakasına yapışmıştı. Böylece neredeyse ikisinin arasında kalmıştım.

“Gereksiz tavsiyelerini kendine sakla Prens.” Demesinin ardında kulağına yaklaşıp duyamayacağım şekilde bir şeyler derken bir yandan tetikte bir şekilde etrafıma bakıyordum. Lucian ortalıktan kaybolmuştu ve bu durum kimseye garip gelmiyormuş gibi hala bizi izlemeye devam ediyorlardı. Olayın merkezi ortalığı karıştırıp nasıl anide toz olmuştu? Tirad’ın 2 adamı kalabalığı biraz olsun bizden uzakta tutuyordu ancak tuhaftı. En ufak olayda bile burnumun bibinde biten profesörler neden burada değildi? Tirad’ın geleceğini biliyorlar mıydı? Programını kafasına estiği gibi oluşturduğunu duymuştum ama yinede akademiye pek uğramayan abimin burda olması, sabah yolladığı mektubun ardından Lucian’nın davranışları…

“Yücelerin adaleti adına!”

Bir çok farklı yerden gelen sesle birlikte etrafımızdaki bedenler yere yığılırken önümde beliren bedeni fark etmem ve Tiradın beni kendine çekip eliyle hançeri engellemesi aynı anda olmuştu. Korkuyla karnımın biraz uzağında duran hançere baktım. Tirad’ın bütün eli mahvolmuştu. Elinden akan sıcak kansa üstüme bulaşmıştı. Bakışlarım önümüzde duran artık insanlıktan uzak duran adama kaydı. Lucian soluk bir mora dönmüş gözleriyle hayvani bir şekilde bakarken kendini kaybettiğini çok fazlasıyla belli ediyordu. İçim titreten tanıdık hissiyatla ürperdim.

Ama gözleri? Bunun anlamı neydi?

“Majestelerini koruyun!”

Yücelerin adaletinden kasıtı neydi?

“…Adalet…Tanrıça… adalet..” Lucian şövalyelerin boyunduruğu altında konuşmaya devam ederken sabah gördüğüm rüyayı anımsadım.

Tanrıça’ya ne olmuştu?

“Bana izin verir misin?” Dedi Tirad başınımı ellerinin arasına alıp bana bakarken. “Hemen döneceğim.” Başımdan öpüp beni Dior’a bıraktı. Bütün tartışmalarının ardından sanki gizli bir anlaşma yapmışlar gibi buna itiraz etmedi.

Bizde yüce'ydik.

İstesemde tepki veremiyordum. Dünyadan soyutlanmış bir şekilde Tirad’ın elindeki hançerle Luacian'nın gözlerini oymasını izlemiştim. Neden kimse müdehale etmiyordu. İşler daha kötü olmadan buna bir son vermemiz gerekliydi. Kulaklarım çınlıyordu. Yücelerden kastı bizdik ancak antik çağda kalmış bir dedikoduyu nasıl bilebilirdi?

Mor gözleri vardı.

Beynimde yankılanmayan bana ait olmayan sesler aniden kendini gösterince mide bulantım arttı.

“Geri dön… geri, geri dön… uzaklaş.. buldular… sizi, beni buldular”

Susun. Duymak istemiyorum. Tirad…yardım. Acı içinde yere düşerken çığlık attım. Kafamın içi sanki yüzlerce hançer darbesi yiyormuş gibiydi. Hiçbir ses duyamıyordum. Hiçbir görüntü beynimde oluşmuyordu. Sadece dönüp duran melodi gibi tekrar tekrar bu sözler yankılanıyordu içimde, tüm bedenimde.

“Geri dön… geri, geri dön… uzaklaş.. buldular… sizi, beni buldular…adalet..”

Adalet…Yüceler meclisi.

Bütün bunlar arasında Tirad’ın huzur verici sesini duymuş gibi olmuştum. Ancak yeterli değildi. Burdayım.Yanındayım. Sakinleş.

Tüm sesler arasındaki en net olanı beni istiyordu. Beni neden istiyordu, o da mı ölmemi istiyordu. Hayır artık ölmek istemiyorum. Acı verici. İstemiyorum ölmek istemiyorum. Kaybolmak istemiyorum.

Seninleyim.

“…Kaliana!…Su getirin… beni duyuyor musun…”

Sesler yavaşça kulağıma dolarken bedenimin hareket ettiğini hissettim. Görüşümü geri gelirken bu seferki mor gözlerin sıcaklığı korkularımı geri plana atmamı sağlamıştı. Diğer hepsi sahteydi. Sadece bu menekşe rengi gökyüzünden verilen ilk ve tek armağan olcaktı. Asıl haki olan bunlardı.

“Çekil şurdan Prens!” Tirad, Dior’u ittirirken bana odaklanmış bir haldeydi. “Her gün nasıl bu hale gelmeyi başarıyorsun?” Dedi kanlı yüzü ve elleri yüzüme değerken. Kanın kokusu midemi bulandırırken etrafıma baktım. Dehşet verici manzarada öğrencilerin bir kısmı çığlık atıyor bir kısmı çoktan bayılmıştı. Tam olarak 5 öğrenci ellerinde hançerlerle intihar etmiş ve kanları kampüsün çimenlenlerine varana kadar yayılmıştı. Lucian’nın gözlerinin olduğu yeri kanlar kaplamış başında ise tartıştığımız esnada orda olmayan profesörler toplanmıştı.

“İnan bana bende bilmiyorum.” Dedim son kalan nefesimle. Umutsuzca etrafıma bakarken beni yargılayan insanların bakışlarını hissedebiliyordum.

“Ben halledicem.”

“Ne?” Dedim şaşkın bir biçimde Tirad’a bakarken. Kucağında olan beni birlikte ayağa kalkarken bana baktı. Gözlerinin rengi eski haline dönmüştü. Çenesinin bir kısmı ona ait olmayan kanla bezenmişti ve boynundan aşağı doğru iniyordu. O şuan gerçek bir Tirana benzemişti.

“Düşünmen gereken tek şey düğün isteyip istemediğin sevgili karıcım.” Dedi burnumu burnuyla dürterken. Düğünüm olana kadar başkentteki kimse bana huzur vermeyecekti anlaşılan. Kafamı geriye doğru uzatıp ardıma bakmaya çalıştığımda Tirad buna engel oldu. “Bilmeni isterimki Tara’nın düğünleri başka hiçbir yerde bulamayacağın kadar eşsizdir.”

“Tamam o zaman. Tara da yaparız.” Dedim gözlerimi kapatıp oyununa uyarak. Bir katliamın izlerini nasıl silecekti bilmiyorum ancak diplomatik soruna yol açmadan sıyrılmasından başka bir seçeneğimiz yoktu. Yoksa yapacağımız tek düğün kanlı bir cenaze alayı olurdu. Aynı bugünki gibi.

Revire doğru giden adımları beni sarsarken yanından geçtiğimiz Talyos’un resmedildiği cam motife baktım. Renkli cam parçalar birleştirilmiş ve büyük bir boy camı oluşturmuştu. Göklerden istediği adaletle birlikte cezasını çeken yine bizler olmuştuk. Ancak yaratılışın başında olan gibi tek taraflı cezalandırılmamıştık. Yanımızda Talyos ve soyuda gelmişti.

İşte o an yücelerin adaletini hatırlamıştım. Bizi asırlar önce bulan sözde adalet Tanrıçanın cezasıyla son bulmuştu. Bizden sonra kurdukları Yüceler Meclisi göklerin adalet halkasını oluşturuyordu. Yüceler bizim dönüşümüzün farkındaydı ve bu olayların sadece başlangıcı olmalıydı. Onlar asırlar geçse de yeni ırklar dirilip tükensede bizim peşimizi bırakmayacaklardı.

Çünkü Yüceler Meclisi bizden nefret ediyordu.

Yüceler o zamanlar bügün yaşadıkları olayı bir oyun olarak adlandırsalarda tarih kitaplarına ‘Akademinin Kanlı Yolu’ olarak geçecek olan bu olayın kıtanın en büyük akademisinin sonu olcaklarını bilemezlerdi.

Yazar notu:

instagram hesabım lovelylover157 gelirseniz sohbet ederizz

Bu yeni plartforma öncelikle çok teşekkür ederiz. Wattpad kapanacağı sıralarda itap yazasım tuttu. Yaklaşık iki yıldan beri yazdığım ilk kurgu aslında ancak uzun zamandır karaladıklarımın birleşimi diyebilirim. Şuan 12. bölümü tamamlamak üzereyim düzenli olarak bölüm yollayacağım.

Kendinize iyi bakınn

Loading...
0%