Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.bölüm: Ateş’in dansı

@lovelylover

6.bölüm: Ateş’in dansı

Hayat herkes için planlamış kader demekti. Gökler tarafından adanmış dileklerin yanılsamasını yaşıyorduk. Bu yanılsamaların değişimi yahut yoldan çıkışı beklenmedik aykırılılarla oluşuyordu. Evren üzerinde birçok aykırı tür bulunsada bunların en başını ve en kudretlisini şüphesiz Yüce’ler çekiyordu. Yüceler ve Yücelerin yönetimindekiler aykırılıklığın soylu olan sınıfını oluşturuyordu.

Bende bu soyluların gözden düşmüş bir parçasıydım. Bu yüzden bir kadere sahip olmak şöyle dursun hayatlarım birbirine karışmış düğümler gibiydi. Zaman kavramını çoğu zaman yitirmiş kendimi daha fazla düğümün içerisinde bulmamak için ölmemek adına elimden geleni yapmıştım.

Ve de şimdi buradaydım. Çocukların içerisinde en temel bilgilerin tekrarını almak zorunda bırakılmıştım. Hemde sırf hanedanlığın kabul kuruluşu ve de soyluların gelecek neslini oluşturan bu kurumda buluna bilmek için.

“…bu nedenle Tara Krallığı ile yapılan Wincher savaşı önem arz etmektedir. Bildiğiniz üzere Tara’nın elçileri yarım asır sonra ilk kez imparatorluğa geldi.” Dedi profesör gözlüğünü düzeltirken.

“Gelmeselerdi de olurdu.”

“Barbarlıktan başka bir şey bilmezken diplomatlık için gelmekleri hah! Gerçekten çok yüzsüzce. Değil mi profesör?”

“Persiona’nın Genç Dükünün gözlerini kaybettiği için varislikten düştüğünü duydum.”

“Sorumluluğunu nasıl alacaklar acaba?”

“Kafayı mı yedin tabiki almıyacak! Sınırlarında olan savaşlarda çıplak eliyle adamları öldürüldüğü söyleniyor.”

“Korkunç.” Son gelen sesten sonra gürültünün artmasıyla birlikte konuşulanları ayırt edemezken Profesörün sesi duyuldu.

“Evet, yeter bu kadar.” Dedi elindeki kitabı vurma sesi gelirken. Sıraya koyduğum başımı kaldırmak istemiyordum. Yargılayıcı bakışlar görmekten sıkılmıştım ancak eğer buraya gelmeseydim o zaman ana saraya gidip babama hesap vermek zorunda kalacaktım. Bu yüzden Tirad’ın odasından sessizce üzerimi giyinerek çıkıp ahırdan aldığım atla akademiye gelmiştim. Ancak burda da durum pek farklı değildi. “Gündeme olan ilginiz beni mutlu ediyor ancak doğruları bilmeden ve açıklamaları takip etmeden bilgi yaymanız yanlış.”

Başımı kaldırıp otuzlu yaşlarına başında olan adama baktım. Şaşırmıştım. Onun gibi düşünenlerin olmayacağını düşünüyordum. Bana gülümserken konuşmaya devam etti. “Markiz Markinin sabah yaptığı açıklamaya göre yapılan bir terör eylemiydi. Cadılar tarafından düzenlendiği Lord Persiona tarafından onaylandı.”

“Çok saçma! Neden Markiz böyle bir açıklama yapsın ki?” Dedi dün bana karşı çıkan kız. Gözler üzerime dönerken onlardan daha çok şaşkın olan biri varsa o da bendim. O haklıydı. Çok saçmaydı. Üstelik cadılar mı? Otlarla uğraşan cadıların hipnoz büyüsü yapmasının hiçbir yolu yoktu.

“Saçma bulduğunu gidip Markize söylersin Carolin. Bu haftaki dersimiz sayenizde kaynadığına göre size ekstra ödev vermekten başka çarem kalmıyor. Cadıların tarihini ve güçlerini içeren bir ödev hazırlamanızı istiyorum.”

“Hazırlamamıza gerçekten gerek var mı Profesör?” Dedi Anna. Gözlerimiz buluştuğunda yılan bakışları altında gülümsedi. “Sonuçta aramızda bir Cadı yok mu?”

“Az önce yalan bilgileri yaymanız gerektiği konusunda sizi uyardım Anna.” Dedi merdivenlerden yukarı çıkarken.

“Yanlış haberler dediniz, yalan değil.” Dedi inatçılığını kullanarak.

“Sonuç olarak hem yalan hem de yanlış bir bilgi.” Derken çoktan yanıma gelmişti. Elini omzuma atıp dostanane bir şekilde sıktı. “Üstelik Prenses Kaliana ülkesi için küçük yaşına rağmen bunca şey yapmışken tapınak tarafından reddedilmiş bilgileri sizin gibi bir Leydinin toplum içerisinde söylemesi hiç doğru değil.” Dedi gülümsemesiyle birlikte. “Öyle değil mi Leydi Dultars?” Dediklerine karşın gülümemi engelleyemezken Anna’dan cevap gelemince sınıfın sessizliği Profesör bir kez daha bozdu. “Evet, daha kimsenin diyecek bir şeyi yoksa dersimiz bitmiştir.”

 

Bana bakmadan kürsüsünün olduğu yere gidip eşyalarını yavaşça toplarken hızlıca boşalan sınıfının aksine ayağa kalkıp onun yanına gittim. Beni bekliyormuşçasına son kalan kağıdını çantasına koyup bana bakarken gülümsedi.

“Prensesimize nasıl yardımcı olabilirim?” Dediği anda aramızdaki dinamikler değişmiş ve benim öğrenci sıfatımın yerini Kraliyet hanesinin bir üyesine bırakmıştı.

“Neden beni savundun.” Dedim buyruklu bir tonda.

“Sandığınızdan çok destekçiniz var majesteleri.” Dedi kulağıma yaklaşırken. “Üstelik Tara’mızın gelecekteki Şahtan’ına böyle davranılmasına müsade edemezdim.”

“Sen!” Dedim benden uzaklaşırken. Şahtan Tara’nın kraliyet mensubu kadınlarına kullanılan bir terimdi ancak İmparatorluk da Tara’ya hoş bir bakış olmadığı için genel olarak kimse onlarla ilgilenmezdi. Profesör olduğu için bilmesi normaldi ancak söyleyiş şekli…

“Herkesin sırları vardır Prensesim. Önemli olan onları nasıl sakladığınızdır.” Dedi eğilirken. “Toprağınızın bereketi sizinle olsun.”

Tekrardan Tara’ya özgü bir ayrılış selamlaması yaptıktan sonra emin olmuştum. Baron’un gayri meşru çocuğu olarak bilinen bu adam Tara’lıydı. Soyluların bundan haberi var mıydı ve en önemlisi nasıl bunu saklaya bilmişti? Hayır soyluların haberi olsaydı burada barınamazdı. Peşinden bakakalırken gözüme ardında bıraktığı kitap ilişti. Masanın üzerindeki kitabı elime alarak hızlıca incelemeye başladım.

‘Okalyus Tepesi’

Hangi akla hizmet Tara dilinde yazılmış bir kitabı akademiye sokmuştu bilmiyorum ancak resimlerinde bulunduğu kitabın sayfalarına bakmaya başladım. Sanırım deri kaplamasını da göz önününe alacak olursa Tara’lılar için bile anlaşılması zor bir kitap olurdu. Oldukça eskiydi. Çoğu kelimeyi hayatımda ilk defa görsem de aralarından seçebildiklerim vardı. Geçmiş asırlarda ortaya çıkan göçebelerden bahsediyordu. Tanıdık cadı tasvirlerinin yanı sıra bilmediğim ırkların resimlerini de içeriyordu. Sayfaları geçtikçe savaş motiflerine benzer çizimler çıkmaya başladı önüme. Bazıları oldukça tanıdık, bazılarıysa neredeyse anılarımın bir parçası gibiydi. Ejderha ve daha bir çok doğa üstü canlının renkli tasvirleri vardı. Ancak şüphesiz en ilginç olanı Tanrıça ve Yüceleri temsil ettiğini düşündüğüm ışık ve güçlü hayvanların metin içermeyen çizimleriydi

Cadıların Tarayla ilişkisi neydi?

Asırlar önce olmuş olayların tasvirleri nasıl olurdu da akademide sıradan gayri meşru bir profesörün eline geçebilmişti?

Yücelerden haberi olaması…

“Prenses?” Torin kapıda belirirken üzerimdeki şoku atmaya çalıştım. Başım gördüklerim yüzünden dönerken tek tesellim yorumlarımın yanlış olmasıydı. “Siz gelmeyince endişelendim. Sahaya iniyorum gelmiyor musunuz?” Dedi dövüş sanatları dersi için üzerini giyinmişken. Yanına gidince koluma girdi. Ufak bir cabayla elimdeki kitabı diğer kitaplarımın arasına saklayıp ona ayak uydurdum.“Dedikodular yüzünden kendinizi üzüyorsanız yapmanızı rica ediyorum. Bugünlerde hiç iyi görünmüyorsunuz.”

“Benim için endişelenme Tori. Seni bekleyen bir nişan var öyle değil mi? Hazırlıkların nası gidiyor?” Dedim elimdeki kitapları dolaba bırakırken Profesör’ün kitabını en derinlere koymuştum. Dolabın içindeki mektupları incelerken kapağı kapatıp Torin fark etmeden gücümle mühürledim. İlk defa böyle bir şey yaşanıyordu. Bana mektup göndermek isteyenler normalde sarayıma gönderirdi. Üzerlerindekileri okudukça buraya bırakmalarını şaşırmadım. Nefretlerini kusmuşlardı. Torin elimdeki mektupları alarak okurken bende kıyafetlerimi aldım.

“Nası böyle bir şeye cüret ederler? Bir şey yapmayacak mısınız majesteleri?” Dedi ben yürümeye başlamışken.

“Ne yapmalıyım Torin? Sosyeteden men edildim. Gidip sağ sola mı saldırayım? Dün olanları gördün artık hiç bir şey yapmayacağım.” Diyip giyinme odasına yöneldim. İçerideki kızlar bana bakarken hızlıca üzerimdekileri çıkardım.

“Sizin yerinize ben yapabilirim. Hadsizler size nasıl bakıyorlar.” Kıyafetlerimi katlarken bir yandan da sesini diğerlerine duyurmaya çalışıyordu.

“Diğer kızlarada söyle, siz karışmayacaksınız. Eninde sonunda onlar yine bana gelmek zorunda kalcaklar zaten. Böyle olcağını tahmin ediyordum ancak dünki olay durumu kötüleştirdi.” Dedim botlarımı giyerek.

“Olanları siz mi planladınız yani?” Şaşkın gözlerine bakarken öyle olmadığını anlık dürtüyle hareket ettiğimi söyleyemeceğimi fark edince sadece ona bakmakla yetindim. “Elbette siz plan yapmadan hareket etmezsiniz. Sıradaki planınız ne peki.” Dedi heyecanlı bir şekilde.

“Derse gitmek.” Dedim ayağa kalkıp. Ellerindeki kıyafetleri dolabıma bıraktıktan sonra beni takip etti. Seçmeli fiziksel aktivite dersi farklı spor branşlarına sahipti. Çoğu Leydi biniciliği tercih etse de ben kılıç derslerini almayı seçmiştim. Torin de kılıç ustası bir aileye sahip olaraktan beni takip etmişti. Savaş sırasında iyi bir at biniciliği hayatınızı kurtabilir ancak atınıza gelen zarardan sonra bi başınıza kalırsınız ancak bu Leydilerin hiçbirinin savaşa gitme gibi bir zorunluluğu olmadığı için akademi hayatlarını zevklerine göre yaşıyorlardı. Altı kadın ve yirmi beş erkekten oluşan dersliğe baktım. Bizim haricimizde olan kız ilginç bir şekilde Zetharna’ydı. Anlaşılan takipçileri bu derste onu takip edebilecek kadar sadık değillerdi. Diğerlerini ise tanımıyordum. Halktan ya da üst dönemlerden olmalılardı.

Ya da sadece kırılgan küçük Leydilerden ibaretlerdi.

“Toplanın bakalım soylu züppeler.” Dedi elinde tahta kılıcı olan büyük ihtimalle dersi veren kişi. “Saraylarınızdan çıkmayacağınız halde neden bu dersi alıyorsunuz ki? Ah, ne vakit kaybı.”

“Yine mi bu adam veriyor dersi.”

“Kaldık desene.”

“Geçen sene sadece Lort Lucian dersten geçmişti.”

“Bu senede veremezsem akademiden atılacağım.”

“Ben evden atılacağım akademiyle kalsa iyi.”

“Rüşvet almıyormuş diye duydum.”

“Annem ona benim yıllık harçlığımı teklif edince demiş ki, kıçlarınızı sildiğiniz paralarınıza ihtiyacım yok. Zavallı annecim o gün sinir krizi geçirmişti.”

İstemeden dinlediğim sesler ister istemez profesör hakkında az çok fikrim olamsını sağlamıştı. “Kesin sesinizi.” Dedi Lucian’nı kendine rakip olarak gören Kont’lardan birbirinin oğlu. Soylular yavaş yavaş onun yanında toplanırken iki yüzlülüklerine gülmeden edemedim. Dersi vericek adamın vücudunu incelerken gözünün altındaki yarayı gördüm. Tolatys savaşında bu tarife uyan biri vardı. ‘Azgın kurt’ sanırım bu tarz bir lakabı vardı. Dediklerine göre dost düşman ayırt etmeden saldıran birisiymiş. Onu durduran tek şey ise kendinden güçlü bir rakibe denk gelmesiymiş. Kaybedeceği savaşa girmeyeceği söyleniyordu.

“Yine, yine aynı yüzler.” Dedi tek sıra haline gelmiş sınıfı inceleyip önünden geçerken. “Toto! Üçüncü yılımız olacak seninle değil mi çılgın velet seni! Polartis beni çok seviyorsun biliyordum yine burdasın. Ah, Estalle saçların çok güzel olmuş tatlım geçen sene derste kaybettikten sonra toplamayı unutma tamam mı?”

Bütün öğrencilere takılmaya bazılarının kafasına, omuzlarına ve poplarına vurmayı ihmal etmezken sonunda benim önümde durduğunda koca adamın gözlerine baktım. Benim alanıma girdiğinde sessiz kalırken yavaşça savaşı arasını salmaya başlamıştı. Gözümü kırpmadan sırıtarak ona baktım.

“Bakın hele şuna. Senin burda ne işin var Prenses?” Dedi o da sırıtıp gücünü artık bariz bir şekilde ortaya çıkarırken. Duruşumu bozmadan ona doğru bir adım attım.

“Prensesler dövüş dersi alamaz mı ihtiyar?” Dizlerinin titrediğini görebiliyordum bunu bilerekten bir adım daha attım.

“Prensesler her zaman bu kadar sert mi?” ‘Prensesler bu kadar güçlü olabilir mi?’ Demek istemişti.

“İhtiyarlar her zaman bu kadar konuşmada iyi miydi?” Dedim onu taklit edip. ‘Her zaman bu kadar iyi siyasi konuşabiliyor muydun?’

“Sana öğretebileceğim bir şey yok Prenses. Burda boşuna vakit kaybetme.” Dedi geri adım atarken. Bu sefer hızla ona yaklaştım. Bu hareketime karşılık daha fazla dayanamadan dizlerinin üzerine çöktü.

“Ah hayır bir şey var ihtiyar.” Dedim eğilip kulağına fısıldarken. “Ateşin dansını senden başkasından öğrenemem değil mi?”

 

“Sen!” Kocaman açılmış gözleriyle bana bakarken etki alanımı bozup arkamı döndüm.

“Yinede bu çocuklara daha fazla eziyet etmemenizi umuyorum Profesör.” Dedim gülümseyerek bulunduğum sıraya dönmüşken. Kendine hızlıca gelip yaşına göre pratik bir hareketle ayağa kalkıp biz temel hareketlerden başlattı. Sınıfın büyük bir çoğunluğu isyan ederken hiçbir şey demeden hareketleri yapmaya başladım. Torin yanımda bulunurken Zetharna da beceriksizce elindeki tahta kılıçla oynamak başlamıştı.

“Hey!” Luacian’nla uğraşan çocuğa göz ucuyla bakarken kılıcı sallamaya devam ettim. “Sana diyorum!” Dedi savurduğum kılıcı tutarken. Tahta olmasına rağmen elinden kan gelmiş ve kılıçtan aşağı doğru akarken iğrenerek bana değmeden kılıcı bıraktım. Kılıç onun elinde kalırken şaşkınlıkla bana baktı. “Cadı güçlerin kılıç ustalığında işe yaramaz. Defol burdan.”

“Deneyip görmek ister misin.” Dedim terimi silerken. Afallarken bir yandan da korktuğunu anlayabiliyordum.

“Ne?”

“Dedim ki cadı güçlerimi denemek ister misin?” Elimdeki havluyu ona atarken.

“Kafayı yemişsin sen.” Dedi havlu ve kılıcı yere atıp. Peşinden bakarken arada arkaya dönüp bakan kafanısı ve sarı saçlarıyla komik görünüyordu. Zamanın çocukları gerçekten pısırığın tekiydi.

“Öğrencilerimle uğraşma Prenses. Burası senin zindanın değil.” Dedi arkamdan konuşan ses dedikodulara değinerek.

“Benim zindanlarım daha eğlencelidir ihtiyar.”Arkamı dönüp ona gülümsedim. “Belki bir gün görmek istersin.”

“Ben siz soylular gibi laf dolandırmam Prenses. Ateş’in dansını nerden biliyorsun.” Dedi sonlara doğru kısılan sesiyle.

“Bu bir sır mıydı?” Dedim anlayamadan.

Panikle gözleri açılırken elleri hareketlendi. “Tabiki!” Bağırmasıyla birlikte pörtlek gözlerini etrafta gezdirilen tekrar bana döndü kısık sesiyle. “Tabiki bir sır. Sadece ben ve ustamın bildiği bir sır.”

“Bir ihtimal ustanın adı Uzun kulak Lennia olabilir mi?” Dedim şüphelenerek. Gözlerindeki ifade bu sefer donuklaşarak kendini geri doğru çekti.

“Bu ismi nerden duydun?” Dedi buz gibi sesiyle.

“Bir zamanlar arkadaştık. Gerçi şu sıralarda hala tutkusundan vazgeçmediyse bir yerlerde yeni yetenekler bulmaya çalışıyordur. Aptal kadın.” Dedim yüzü gözlerimde canlanmasa da sesi kulaklarımda yankılanırken.

“Büyük bilge Lennia binlerce yıl önce öldü Prenses. Benim ustam ondan sonra gelen 15. Neslin başı.”

“Ne demek öldü?” Dedim şaşkınlıkla. Lennia hatta kalan sınırlı elf’den biriydi. Hayata döndüğümden beri elflerin peri masallarında kaldığını bildiğim için lafını etmemiştim ancak o neredeyse ölümsüzdü. Doğadan gelen ruhuyla hasta olmaz yahut güçleri olan bir insana karşı bile kaybetmezdi.

“Kaynaklarımız sınırlı olsada cesurca savaşırken öldüğü biliniyor.” Şüphesini üzerime çektiğimi bildiğim için konuşmayı kapamaya karar verdim. Öksürerek eğitim alanına baktım. Baştan savma yapan çok fazla kişi vardı. Yinede aralarından bazıları elinden geleni yapıyor gibiydi. “Tek bir şey sormama izin verin.” Dedi başı öne eğikken. Kafamla onu onaylarken diyeceklerini merak ettim. “Neden Ateş’in Dansını öğrenmek istiyorsunuz?”

“Ateşte yanmamak için.” Dedim tüm ciddiyetimle. İşin aslı şuydu ki bir çok teknik hafızamın bir yerlerinde olsada hiçbirini tam olarak hatırlayamıyordum. Pratiğe ihtiyacım vardı ve son hayatımda eğer Ateş’in Dansını bilseydim bir çok şeyin önüne geçebilir, ölmeyebilirdim. Ancak sonuç olarak binlerce yıl önce olan inatım yüzünden Lennia’dan tekniği öğrenmemiştim ve bu belkide ölümüme neden olmuştu.

Ne olursa olsun ecelimle ölmem gerekiyordu. Başkası tarafından kaderim sekteye uğratılmaması lazımdı. Tek yapmam gereken şey yaşlanıp yatağımda ölmeyi beklemekti. Kahkahası beni düşüncelerimden alırken sakalları beyazlaşan ihtiyara baktım.

“Söylentilerdeki gibi tuhaf biri olmanız içimi rahatlattı.”

“Nasıl yani?”

“Dünyada yalnız olmamak iyi hissettiriyor.” Dedi gülümserken gözleri görünmezken. “Geceleri zindanlarınızda sizinle dans etmek isterim Prenses izniniz olursa.”

“İzin senin.” Dedim rahatlamış biçimde. Kesinlikle azgın bir köpek olmayı hak ediyordu.

İşte bu anlaşmadan sonra her gece ölümüne eğitimlerim, gündüzleri ise uğraştığım saçma salak bir sürü sorunum patlak vermişti. Şüphesi yok ki bu ülkede kalmaya devam ettiğim sürece bu böyle kalmaya devam edecekti.

Diolog ağırlıklı bölümümüz sona ermiştirr.

Umarım beğenmişssinizdir diğer bölümde görüşemek üzere kendinize iyi bakın.

Yorum atıp beğenmeyi unutmayınız.

Loading...
0%