@lovelylover
|
7.bölüm: Lex Yasaklanan yasaklar sadece delinmek için vardı. Hükümetlerin zorlamaları, mevcut hanedanın egosunu tatmin etmek için vardı sadece. Bana konan tüm yasakları bu yüzden fırsatını buldukça deliyordum. Ben küçük veletlere boyun eğmek gerçekten bi raddeden sonra can sıkıcı oluyordu. Ne devletler gelmiş ne devletler geçmişti yanı başımdan geriye kalansa Döngünün gücü olmuştu. “Hoşgeldiniz.” Dedi restaurantın giriş görevlisi. Başımı sallarken pelerinimi çıkarmadan içeride ilerledim. Görevli peşimden gelirken kalabalığa aldırmadan hızlıca soyluların oldukları masaları taradım. Bir anda bastıran yağmurun eseri olarak masalar hızla dolmaya başlamış, şikayetçi bakışlar altında paralarını bu kapalı alanda harcamaya koyulmuşlardı. Yemek kokuları etrafı sararken görevlilerin eksikliği koşturan üniformalı insanlar arasında oldukça hissediliyordu. Hedefim olan yapılı vücuduyla siyah ve kırmızılara bürünmüş takımı pelerlinin altından belli olan başı kapalı adamın masasının önünde dururken beni fark edip diz çöktü. “Varis’imi selamlarım.” Dedi elimi öperken. Boşta olan elimle kapşonunu açarken çenesini tutarak onu ayağa kalkmaya teşvik ettim. Pratik bir hareketle ıslanmış olan pelerini çıkarıp boş olacak olan sandalyeye bıraktı. Ardından benim sandalyemi çekerek oturmama yardımcı oldu. “Gördü kurallarında epey yol ilerlemişssin.” Dedim uzatılan menüye bakarken. Bu sırada o takımını gün yüzüne çıkarmış yakışıklı yüzüne bir gülümseme ekleyerek beni izlemeye başlamıştı. “Varis’imin isteğini nasıl görmezden gelebilirdim ki?” “Artık bana Varis demene gerek yok Lex.” Diye konuştum menüde karar verdiklerimi işaretlerken. Garson elindeki listeyle mutfağa doğru ilerlerken bize bakan gözleri aldırmadan kendimi tek bir çift göze adadım. Bu dünya üzerinde belkide doğduğum andan itibaren içimin ısıtan tek gözlere. “Kalbimin Varisi ve de sahibine başka ne türlü hitap edebilirim ki?” “Hadi ama Lex kes şunu. Bana Lina diyebilirsin.” Dedim kelime oyunlarına göz devirerek. “Senden istediklerimi yaptın mı?” “Bunca zaman sonra aynı masaya oturuyoruz ve sen yine iş konuşuyorsun Lina.” Dedi biraz olsun ciddiyeti ortaya çıkarken. Masanın altında duran kutuyu ortaya çıkarırken bana uzattı. “Onu bulmak bir yılımı aldı. Cidden bir taş parçasına neden bu kadar taktın ki.” Kutuyu açıp içerisindeki demir anahtara bakarken gülümsedim. “Bu sıradan bir taş parçası değil.” Kutuyu kapatırken. “Bu bizim yaşama garantimiz ve de senin saltanat garantin.” “Benim. Saltanat. Garantim?” Dedi Kendini göstererek. Sesini sadece bizim duyabileceğimiz şekilde ayarlarken konuştu.“O senin saltanatın olmasın kardeşim?” “Paralı bir asker olarak daha fazla hırsa sahip olmalısın Lex” Önüme konan balığı dikkatle doğrarken o da bana bakmaya devam etmişti. Bunu sürdüreceğini bildiğim için bende sabah Profesör’ün aldığım kitabını masaya yazısı görünmeyecek şekilde koyup ona uzattım. “Bu kitabı araştırmanı istiyorum. Kim yazmış, kimler okumuş her şeyini. “Kitapçı değilim biliyorsun değil mi?” Dedi tek kaşını kaldırarak. Eline kitabı alıp sadece kapağına bakınca tekrar gözleri benimle buluştu. “Bu sıra Tara hayranlığınız var Varis’im.”
“Emin ol istemeden oluyor.”dedim iç çekerken. Yalan yoktu. Nereden bilebilirdim ki bu hayatımda Kader’in farklı bir ülkeden olacağını. Hayır, bu ilk kez olmuyordu. Kesin olduğunu söyleyemesemde birçok kez başlangıç noktalarımız ayrı düşmüştü. Ancak bu seferki en büyük değişken kesinlikle bulunduğumuz devrin siyasi ve de insani koşullarının güçlüğüydü. Sanki insanoğlu asırları aştıkça insan olmaktan bir o kadar uzaklaşmış gibiydi. Doğayı reddediyor ve de doğanın getirdiği büyüleyici şeyleri görmezden geliyordu. Onlardan biri de bizdik. “O nasıl?” Dedim konun biraz dağılması adına. Başını kaldırmadan bir an için duraksayıp yemeğine yöneldi. “Seni sorup duruyor. Meşgul olduğunu biliyorum ancak arada bir gelmen gerekiyor.” Dedi şarabını içerken. “Hastalığı ciddi olmaya başladı. Doktor iyi olduğunu söylesede geçen gece onu dışarda gezinirken buldum. O herif de bi boka yaramıyor. Anca para almasını biliyor.” “Hizmetliler armut mu topluyor?” Sert sesimle ona bakarken etini yedi. “Emin ol ona çekmişim. Eski bir askeri nasıl durdurabilirler ki?” “Bu onların görevi.” Dedim savunmasına alayla karşılık vererek. “Belkide görevlere çok takılıyorsundur Lina. Bazen sadece insanlar beceremez.” Etrafına bakarken kalabalıktan ve meraklı gözlerden rahatsız olduğunu anlayabiliyordum Onu rahatlatmak adına dikkatini çekmeye çalıştım. “Aynı Dior gibi konuştun.” Dedim tiksinerek. Bakışları hızlıca bana dönerken biraz sesli bir biçimde konuştu. “O herifi benimle bir tutma.” Tepkisine gülerek onu dinledim. “Söylentileri durdurmamı istemeyecek misin?” Aklıma tapınak gelince alayla konuştum. “Başkası hallediyor onu. Karıncalar ne alemde?” “Karıncaları bilirsin kardeşim. Sıkı çalışıyorlar ancak biraz sıkıldılar.” Dedi sırıtmasıyla birlikte elindeki şarap bardağını döndürürken. “Emirlerini bekliyoruz Varis’im.” “Beklesinler.”dedim ağızımı silerken. Etraftaki uğultu iyiden iyiye artmış benim hakkımda çoktan konuşulmaya başlanmıştı. “Şimdilik Markizi izlemeyen devam edin. Yaolis harekete geçecek gibi hissediyorum. Ondan önce davranmalıyız.” “O adamın tek yaptığı şey bütün gün masasında oturup tüttürmek.” Dedi peçeteyle taklitini yaparken. “Bu yinede İmparatorluğun en güçlü 3. Hanesine sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ayrıca o Kraliçenin ailesinden.” Dedim elindeki peçeteyi çekerken. “Biliyorum, biliyorum. Yinede bence öldürmek izlemekten daha kolay olurdu. Boşuna masraf çıkarıyor bize piç herif.” “Hapiste çürümemi istiyorsun her halde Lex.” İmalı bakışlarımla ona bakarken haklılığı yüzünden gözlerimi devirdim. İlmi siyaset neden bu kadar karışık olmak zorundaydı ki? “O zaman en büyük gelir kapım kapanırdı.”Tam konuşucaktım ki tekrar söze girdi. Aldığı görevlerin birinde çenesini mi kırmışlardı? “Ha bu arada. Senin şu adam. Doğunun Şah’ı olan. Hakkında ilginç şeyler duydum.” “Söylentilere kulak asma demiştim Lex.” “Söylenti değil. Bak.” Dedi elindeki kağıdı verirken. Mektubu incelerken onu dinlemeye devam ettim. “Adamlarım bunu Dük’ün ofisinden aldılar. Cadıların doğuş yerinin kendi ülkesinin Güney Batısında olduğunu yazmış. Ancak kendi halkını neden tehlikeye atsınki? Bunun üzerine bu sevgili kulun biraz araştırma yaptı.” Dedi elindeki portreyi bana verirken. “Senin şu Prens’in kardeşi. O kadın anlaşılan Prensin buraya gönderilme sebebiymiş. Doğudan aldığım haberlere göre cadı olduğu söyleniyor. Tabi sana yaptıkları gibi dedikoduları kesmeye çalışmışlar ancak…” derken ikinci bir portre koydu önüme. “Prensin annesi, Ka’ın gözdesini Lanetlediği söyleniyor. Üzerine odasında bulunan değişik malzemeler olunca kadını idam etmişler.” “İyide bunun Tirad’ın halkını tehlikeye atmasıyla ne alakası var? Ayrıca Tirad’ı nası buraya göndermiş ölmüş kadın?” Dedim elimdeki kağıtları bırakırken. Ben ölmeden önce Cadılar bahsettikleri gibi güçlere sahip değildi. Söylentiler ortaya çıktığında aklımı kurcalamıştı ancak sadece otlarla ilaç ya da zehir üreten bir toplum nasıl olduda büyücülerin vasfını taşır oldu? Hepsinden öte eskiden kullanılan malzemelerin günümüzde çoktan yok olması gerekirdi. En azından ben yeniden doğduğumdan beri Ejder meyvesi, öttü otu, karamemiş gibi şeylerin ne ismini duymuştum ne de bizzat görmüştüm. Günümüz Cadıları sadece oyun mu oynuyordu yahut güçlerini başka yollardan mı elde etmişlerdi? Benim son ölümümden önce olamayan güçlerini. Zihnimde canlanan kitap sayfaları Lex’in dediklerini doğrulasada bu kadar eski olan bilgiler nasıl olurduda yakın zamanda gerçekleşen olaylarla örtüşebilirdi ya da belkide kitap sandığımız kadar eski değildi. “O kadar şey dedim buna mı takıldın? Gerçekten aşık mı oldun ona? Bu kadar kısa sürede?” Munzurlukla kaşı kaldırırken önümüzdeki tabakları tatlıyla değiştiren garsondan dolayı konuşamamıştım. Bunu fırsata çevirip gülerken masanın altından bacağına tekme attım. “Hıhh, vurma!” Dedi sızlanırken. “Sende kaşınma!” Dedim çayımı içip. Restoran’ın doluluğundan mıdır bilinmez çay soğuk gelmişti. Yüzümü buruşturarak bardağı bıraktım. “İşler burda garipleşiyor işte.” Dedi tatlıyı yerken. “Bo kodun.” Lokmasını yutup devam ederken görgü kurallarına dair hiçbir şey öğrenmediğine karar vermiştim. “Ölmeden önce bi kehanette bulunmuş. ‘Şah’ların Şahı yükseldiğinde kaderine ulaşmak için büyük olana gidecek.’ Sana da tanıdık geldi mi?” Çatalını tatlının ortasına batırıp gözlerini büyüttü. “Bingo! Tapınağın kehanetiyle bir kısmı örtüşüyor. Bu yüzden Prens, İmparatorluk danışmanını hanedanının cadılık yapmasıyla tehdit etti. Akademide olan olayları ve sizin o gösterinizi de delil olarak sunup oğlunu da bu olayların baş şüpheleri haline getirdi böylece…” dedi derin bir nefes alarak. “Başka bir ülkenin Genç Dük’nün gözlerini oyduğu için olaydan sıyrılmış oldu. Aynı zamanda senin adınıda temize çıkardı. Bunları yaparkende ülkesine zarar veren cadılardan belkide kurtulma şansı elde etti.” Ağızım açık kalırken o da gülemeye başlamıştı. “Eniştem gerçekten çılgın bir adam değil mi? Hey, bu adamı nerden buldun?” Dedi son lokmasını da yerken. Gözlerimin önünde havada süzülen ilk formu gelince gülümsedim. “Ben değil, o beni buldu.”Ayağa kalkarken bir yandan da etrafımızı saran ses geçirmez bariyeri yok etmiştim. Burda buluşmamızın temel nedeni soyluların gözünde bitmiş olan destekçilerimin soylulardan ibaret olmadığını göstermekti. Halk tabanında ve de gerek İmparatorlukta gerek diğer ülkelerde olsun tanınan Karga birliğinin desteğini Lex’le birlikte açıkça gösteriyordum. Üstelik benimle neredeyse aynı olan görünüşü aklı olanlar için çok şey ifade ediyordu. Kumral dalgalı saçlarını elimle karıştırıp ona baktım. “Bu bence Doğu kıtasına gitmen için bir işaret Lex, ne dersin?” “Evimde oturmak istiyorum derim Varis’im.” “Bugünlerde çok isyankarsın.” “Hepimiz öyle değil miyiz?” Dedi ayağa kalkarken. Kapıya doğru ilerlerken çoktan yağmurun durduğunu fark ettim. Beni tanıyan insanların çoğu bizi bakışlarıyla takip etmeye bazıları açık ara bizimle ayağa kalkarken Lex hesabı kapının yanında ödedi. Dışarı çıkarken beni bekleyen arabaya yöneldim. “Dikkat et. Doğum gününe gelirim.” Dedi arabaya binmeme yardım ederken. Başımı sallayıp onun gitmesini izlerken sıradaki sınavım için araba saraya ilerliyordu. Akşamın karanlığı başkenti esir almaya başlamışken şehri aydınlatan ve lakabına uyum sağlan Uris Sarayına baktım. Gereksiz ihtişamlı görüntüsü tam bir hazine kaybından ibaretti. Adımlarım ortak salonu pas geçerek İmparatorun odasına doğru yönelirmişti. Kıtaların kalbi olan bu saray saat geç olmasına rağmen hareketliydi. Yanlarından hızlıca geçtiğim görevliler büyük ihtimalle görünüşümden dolayı beni yargılıyordu. Antremandan sonra üzerime değişmemiş üstelik yağmura yaklanmıştım. Islaklığım kurusada çamur izleri çok bariz bir şekilde görünüyor olmalıydı. Lakin üzerimi değişmek vakit bulamamıştım. Erkek olsaydım böyle bakamıyacaklardı tabiki. Devirdiğim gözlerim Dük Persiona ile buluştu. Her zamanki bakışlarının aksine bana buz gibi bakınca baştan aşağı titrememe sebep olmuştu. Dinç ve dinamik olan görünüşü yerini yaşına uygun bir çöküntüye bırakmıştı. Onu bu hale biz getirmiştik. Kenara çekilip bana bulunduğumuz koridorda yer açarken arkasında bulunan görevlilerle birlikte başlarını eğdiler. Yanlarından geçerken durup konuştum. “Üzgünüm Dük. Böyle olmasını istemezdim.” Tirad’ı suçlamayı bırakarak kabullendim.Ben getirmiştim. Bahaneye yer yoktı. Gerçekten duygusuz biri olmuştum. Tuhaf olan oydu ki duygulara da ihtiyacım yoktu. Sadece yaşamaya ihtiyacım vardı. “Ama böyle olması gerekiyordu.”dedim eğdim başımı kaldırıp ona bakarak. “Ailemizin sizi affedebileceğini sanmıyorum Prenses.” Dedi bu sefer o bana karşı atak yaparak. “Ancak dediği gibi…” dedi bana yaklaşarak. “O adam yapılması gerekeni yaptı.” Bu sefer Tirad’a vurgu yapmıştı. “Benden eski gibi bir destek beklemeyin çünkü size veremem. Uzun süre size babalık yapmış biri olarak bu noktada size verebileceğim tek şey bir nasihat.” Derken bastonunu önümde durdurdu. “O adamdan uzak durun. Size zarardan başka bir şey veremeyecek.” Sözleri hızla beynimde dönerken onu yadırgadım. Hafızası bile yerinde olmayan ve de onu karmaşa sürüklemiş olan ben mi yoksa o mu bana zarar vermişti? Gülerek karşımdaki yaşlı adama baktım. Bu noktada bana ‘babalık’ yapmış olan sizler bana daha çok zarar vermiştiniz. Eninde sonunda sizinde istediğiniz tek şey beni destekleyip tahta çıkmama yardımcı olduktan sonra oğlunuz aracılığıyla hanedanınızı hükümdar kılmaktı. Ne kadar iki yüzlülüktü ama! “Zarar?” Arkamdan gelen boğucu ses daha fazla konuşmama gerek olmadığı için rahatlamama neden olmuştu. “Kimin kime zarar verdiğini tartışmak ister misiniz Dük?” Derken elini belime atmıştı. Aklıma Lex’in bana gösterdiği mektup gelirken ses tonundan ne kadar yorulduğunu anlamıştım. “Bugün yeterince tartıştık diye düşünüyorum Prens Tirad. Bir an önce Ülkemizi terk ederseniz herkesin rahat edeceğine eminim.” Aynı şekilde bıkmış ses tonuyla karşılık vermişti. “Ne yapsak ki?” Dedi yüzünü saçıma sürerken. “Burayı çok sevdim. Biraz daha kalmayı düşünüyordum oysaki.” “Prenses yüzünden burda kalmak istiyorsanız…”Beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan sesin sahibine döndüm. “Onunla birlikte topraklarımızı terk edebilirsiniz.” Dedi Yaolis. “Gereksiz ego kavgalarınızı çekecek durumda değilim ve hiçbir yere gitmiyorum. Çok istiyorsanız siz gidebilirsiniz, Amca.” Dedim Tirad’ın elinden sıyrılarak. “İzninizle İmparatora saygılarımı sunmam gerekiyor.” Bu gidişle aptal erkekler sürüsü yıllarca uğraştığım planlarımı alt üst edeceklerdi. Bende bayılmıyordum taht savaşının arasında kalmayı ancak mecbur bırakılmıştım. Eğer ben bunu yapmasaydım bu sefer bu yaşıma bile gelemeden öldürülecektim. Üstelik benimle birlikte birçok kişi de öldürülecekti. İmparatorun çalışma odasının önünde durarak derin bir nefes aldıktan sonra görevliye konuştum. “Geldiğimi haber verin.” Gözlerimi kapatarak görevlinin gelmesini beklerken ne kadar uykumun geldiğini anlamıştım. Resmen vücudum son iki haftadır bütün Dünya’nın yükünü taşımıştı. “Majesteleri istirahate çekildiler. Daha sonra tekrar gelemenizi söylediler.” Gözlerimi açarak üniforması tam takır bir şekilde üzerinde olan görevliye baktım. Hiçbir şey demeden ona odaklandığımı fark edince konuştu. “Yardımcı olabileceğim bir şey var mı ekselansları?” Aklı sıra beni cezalandırıyordu ancak ben Dior’un şuan içeride olduğunu hissedebiliyordum. Benim önüme Dior’u geçirmişti. Bir kez daha ikinci hatta daha geri plana atılmışken gözden düşmenin verdiği öfkeyi gizlemeye çalıştım. İmparatorun benden uzak durduğu dedikoduları yayılırsa suikastlerin daha da artacağını tahmin edebiliyordum çünkü kimse beni ,özellikle annem, sevmiyordu. Nedeni çok barizdi. Ben asil soydan gelmiyordum. “Bunu majestelerine ver.” Diyip elimdeki şişeyi ona uzattım. “Bu ayın ilacını verme fırsatım olamadığı içinde özür dile.” Hızlıca geldiğim yoldan geri giderken merdivenlerin sonunda beni bekleyen Tirad’ı gördüm. Başka bir ülkenin Prensi bu kadar rahat bir şekilde İmparatorun odasına nasıl bu kadar rahat yaklaşabiliyordu? Akıl alır gibi değil. Onun hakkında olan her şey aklımın çok ötesindeydi. Bizim varlığımız olmaması gereken bir yargı gibiydi. “Biraz daha somurtursan yüzün düşecek.” Dedi hala merdivenlerdeyken önümde durup yanaklarımı avuçlarken. “Ateşin var sanki biraz.” “Çok yoruldum ondandır.” Dedim başımı omzuna yaladıktan sonra inleyerek. “Herkes için hayat bu kadar yoğun mu gerçekten. Ne kadar iş varsa hepsini ben yapıyormuşum gibi hissediyorum.” “Bence sen kendi başına iş açıyorsun.” Alnımı fiske vururken üstümü düzeltti. “Bugünde bayılırsan artık seni taşımam Prenses.” “Sanki ben dedim beni taşı diye.” Ondan uzaklaşırken gözlerimin altından ona baktım. Kendi isteğiyle yaptığı bir şey için neden beni suçluyordu? Madem istemiyordu beni bırakabilirdi. Yanından geçip merdivenlerin son kısmını da inerken beni belimden yakaladı. Kolumla onu itmeye çalışınca hizmetliler tepki vermesin diye durdum ve ona izin verdim. “Trip mi atıyorsun sen bana?” “Ne trip atıcam. Yorgunum, uyumak istiyorum.” Dedim yürümeye devam ederek. Aklıma Dük’ün söyledikleri gelince konuşmadan edemedim. “Ne zaman gidiyorsun?” “Ne zaman gitmemi istersin?” “Tirad! Adam gibi söyle işte uğraşamam.” Dedim açtığı kapıdan dışarı çıkarken. “Belli değil ama yakın zamanda gitmem gerekicek.” Dedi benimle birlikte at arabasına ilerlerken.“Benimle gelmek ister misin?” Teklifine şaşırırken ona baktım. Gelmek ister miydim? Evet, kesinlikle burdan gitmek istiyordum. Onunla yeni bir hayata başlamak hayatımda aldığım en iyi tekliflerden biriydi ancak mümkün olabilceğini pek sanmıyordum. “Henüz değil.” Dedim arkamdaki saraya bakarken. “Tahta çıkmak istiyorsan Tarayı İmparatorluk yapmak için savaş çıkarabilirim.” Dedi sıradan bir şeyden bahseder gibi. “Zaten eninde sonunda ben tahta çıkacağım. O zaman İmparatoriçe olabilirsin.” “Tahta çıkmak istemiyorum ama gelmekte istemiyorum.” Dedim gözlerine odaklanıp. “Yapmam gereken şeyler henüz bitmedi. Seninle bu kadar erken tanışmakı planlamıyordum. Üstelik…” dedim Kollarımı beline dolarken gözlerimi ona odaklamıştım.“Şahtan olmak İmparatoriçe olmak daha ilgi çekici gibi gözüküyor.” “Sen var ya.” Dedi kulaklarının kızarıklığı belli olurken. Yüzüme yaklaşıp alnını alnıma yasladı. “Kesinlikle nasıl konuşman gerektiğini çok iyi biliyorsun.” Bütün yorgunluğumu bir kenara atarak kocaman gülümsedim. “Dimi?” Hilal’in ışığının bittiği yerde geceyi biz aydınlatırken sarayın ışıkları bile bizim yanımızda sönük kalmıştı. Sanırım bunca yılın ardından bu gece farklı bir şey anlamıştım. Döngü Yücesi olamak demek ışık olmak demekti ve bizim parlaklığımız tüm evreni yutmaya yetecek kadar yüce’ydi. … Kesinlikle en sevdiğim karakter olan ve bundan sonrada sık sık göreceğimiz Kolex... muhteşem bir detaysın. Diğer dölümde sizleri bekliyoruz, yorum yapmayı ve beğenmeyı unutmayızz instagramdan takipleşelim! lovelylover157 |
0% |