Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.bölüm: Talyos’un Anısına

@lovelylover

8.bölüm: Talyos’un Anısına

Vücudumun her bir zerresi dikenlerin içerisindeymiş gibi hissederken tören alanında uygun adımlarla ilerliyordum. Masumiyetin simgesi olan beyaz elbisem tapınak için uygun olsada benim için değildi. Eminim ki beni gören insanlarda aynı şeyi düşünüyorlardı. Hem zaten kim bir renge masumiyet imgesi yerleştirmeyi akıl etmişti ki? Benim için en yüce renk alevin kendisiydi. Ruhumun yapı taşıydı. O yüzünden her daim kırmızıları taşımam gerekliydi. Bu tip zorlamalar benim bedenime oldukça aykırıydı.

Lakin olacak olan oydu ya, her devrin sorumluluğunu yasaklar dahilinde taşımalıydık.

Tapınak girişinde dağınık halde bulunan soyluları görmezden gelirken bana doğru gelen baş rahibi selamladım. O bu yasaklar içerisinde görmezden gelemeyeceğim biriydi. “Göklerin huzuru sizinle olsun, baş rahibi selamlarım.” Dedim çokta eğilmeyerek. Bana yaklaşıp iki elimi avucunda birleştirirken gülümsedi.

“Göklerin huzuru sizinlerle olsun haznine’m. Sizi daha iyi gördüm. Uykularınız umuyorum ki rahat geçiyordur.”

Bir an için gözlerimin önünden gördüğüm kabuslar geçerken titredim. Bunu fark etmiş olacak ki altın sarısı gözlerime odaklandı. Sokakta altın bulmuş bir dilenciden farkı yoktu. Bence dilencilere para yediremeyecek kadar beslemem gerek çok insana sahiptim.

“Rahibin duaları sayesinde daha iyiyim.” Dedim hızlıca elimi çekerken. Yaşlı bunak gülümsemesiyle birlikte ağzında bir şeyler gevelerken beni yolda yönlendirmek adına kolunu boşluğa uzattı. Ardından insan koridorunun arasından geçerek tepeyi tırmanmaya başladık. Tapınak İmparator Talyos anısına başkenti tam olarak ayaklarının altına alırken yakınındaki illeri de görecek şekilde inşaa edilmişti. Tapınaksa görkemli altın işlemeliyle tapınaktan çok para içinde yüzen bir mabete benziyordu. Yinede bu görüntüsüne tezatlık oluşturan beyaz çakıl taşları ve iki tarafında beyaz örgü iplerle sarılmış bir yol oluşturulmuştu.

“Aslında bugün sizler için farklı planlarım vardı majesteleri.” Derken bakışlarım taşlı yoldan ona doğru dönmüştü. “Ancak bu planlar ne yazık ki Tara’nın veliahtının pek hoşuna gitmedi.”

Ses tonumu değiştirip meraklı bir insana bürünmüş gibi davranıp ona yöneldim. “Planlarınızı öğrenebilir miyim baş rahip.” Dedim bir elimde saçımın uçlarıyla oynarken.

“Prensle yakın bir ilişkide olduğunuzu sanıyordum majesteleri. Size söylersem korkarım ki bu sefer gerçekten canımdan olacağım. Bu yaşlı adam son zamanlarını iyilik yapmaya devam ederek harcamak istiyor.” Dediklerinden tehtid edildiğini anlarken iç çekerek devam ederken tören alanına varmıştık.

“Bir şey sorabilir miyim?” Dedim ona nasıl hitap etmem konusunda tereddüte düşerken. “Vahiy… gerçekten vahiy aldınız mı?”

Kısık gözleri açılırken kırışıklıkları gitmişti. Bir an için durup gülümsedi. “Bizden şüphe mi ediyorsunuz Prenses?”

“Hayır ama söyledikleriniz mantıksız geliyor. O gün buraya geldiğimde tereddüt etmeden yüzükleri bana verdiniz ancak nedenini sorgulamadınız. Üstelik…” dedikten sonra kendimi tuttum. Tanrıçadan tekrardan bahsedemezdim. Tanrıça’m hakkında buranın insanları neredeyse hiçbir şey bilmiyordu. Boş laflar ederek kendimi riske atıyordum. “Boşverin.”

“Sizinde bize anlatmadığınız şeyler var prenses. Yanılıyorsam lütfen düzeltin.” Dediğinde bakışlarımı kaçırıp bulunduğumuz yere baktım. Beni öldüren adama şükranlarımı sunmaya gelmek akılın alacağı bir iş değildi gerçekten. Küçük bir tebessümle rahibe dönerek son kez konuştum.

“Öyle olsun rahip. Bu meseleyi daha fazla deşmeyeceğim.” Dedim sesimi biraz kontrol ederek. “Lakin sizde sınırlarınızı bilip ona göre hareket edin.” Duruşumu dikleştirip hiçbir şekilde taviz vermiyeceğim sinyallerini ilettim ona. “Tapınakla asla bir olmak gibi bir planım yok.”

Yanından ayrılırken her fırsatta beni bu kadar yüceltmesinin nedeninin aşikar olduğunu anladımıştım. Zira lanetin işaretiyle doğmayan üstelik Tanrı taşını aktifleştirmeyi başarmış biri olarak onlar gözünde Azize olarak bulunmuş olmalıydım. Ancak bir kez daha tapınağın kölesi olmaya niyetim yoktu. Bu iğrenç deneyimi uzun yıllar çekmiştim. Hayatlarım arasında belkide verdiğim en yanlış karar olmalıydı.

Üstelik Tirad’ın kardeşinin kehanet mevzusuda vardı. Cadının sözleri nasıl olurduda Tanrıçanın sözleriyle bir olabilirdi. Bu yaşlı bunak son anlarında iyilik değil açık ara şeytanlık yapma peşindeydi. Yinede emin olmadan hareket etmemek en doğrusu olucaktı.

Soyluların çiçekleri heykeli süslerken varislik sıralamasına göre sıra bana gelince yerimden ayrıldım.

Elimdeki çiçekleri İmparator Talyos’un anıt heykeline bırakırken bir süre için önünde durup gözlerinin içine baktım. Göklerin söylediği gibi acaba uyanışımız gerçekleştiği için huzura kavuşmuş muydu bu lanet herif? Beni tam bu noktada acımazca öldürürken kendisi lanetinin bir parçası olarak taşlaşmıştı. Bendeni dizlerinin üzerine çökmüş kafası ise gökyüzüne bakarken elleri birbirine kavuşmuş haldeydi. Gözlerinin rengi dün gibi aklımdayken maviliklerin yerini soğuk bir mavi almıştı.

“Ruhun hala burada mı Talyos?” Dedim fısıltıyla.

Tanrıçanın cezası bundan ibaret olmamalıydı. Adaleti bize asırlar boyu uzanmışsa bu herifede uzanmalıydı. Gerçi burda olsa bile çoktan ölmüştü. Başımı eğerek derin bir nefes verdim. Kesinlikle soyunun laneti benim doğmamla bozulmuştu. Bundan dolayı ruhu hala burda olamazdı. Babamın soyunun son lanetlisi olan abim Dior’un yanına geçip diğerlerinin çiçeklerini bırakmasını izledim. Soyun laneti herkeste farklılık gösteriyordu. Kimisi konuşma becerilerinden mahrum bırakılıyor, kimi ise içten içe onu yiyen hastalıklardan muzdarip oluyordu. Dior’un ise zayıf bir vücudu vardı. En ufak bir şey bile onu yoruyordu.

“Prenses.” Kulağımın arkasından gelen fısıltı beni saran kokusuyla son bulmuştu. Sağ elimi arkama götürerek arkamdaki adamın elini tuttum. “Sizi burda görmek ne büyük bir onur.”

“Sessiz olun Tirad Prensi.” Diyen Dior’a karşılık ona dik dik baktım. Üçümüz arasındaki sessizlik sürerken İmparator’un sunağa çiceğini bırakmasıyla birlikte uğultulu ortam yerini sesizliğe bırakmıştı. İmparator herkesin görebileceği şekilde sunağın yanındaki kürsüye çıktı.

“Yıllar geçsede yerini koruyan bu etkinlikte sizlerle olduğum için çok mesudum. Bügün burada karnımızın tok olmamızın bir nedeni varsa o da şüphesiz büyük atamızın yaptığı fedakarlıktır. Bu vesileyle bende halkımı kucaklıyor sizlerden biri oluyorum…” Dedi sanki kendisi gökler katındaymış gibi. “…İlan etmek isterim ki bu bahar yapılan hasat vergilerini 100 kere 20 kuruş alınmasına karar verilmiştir….” Derken sanki ödül veriyormuş gibi konuşuyordu. Her yıl alınan vergiyi 2 katına çıkarmış ancak miktarını azaltmıştı. “…Buna ek olarak bu sene sefere çıkılmayacağını da söylemek istiyorum…” Yani hazine boşaldığı için savaş yerine barış yolunda ilerlemeyi tercih ediyorsun. Binlerce askerin ek gelirini de hiçe saymış oluyorsun. “…Tara Krallığı ile yapmış olduğumuz istişareler sonucu ticaretimize yen bir kapı açıyoruz ve madenlerimizi de işlemeleri için anlaşma sağladığımızı söyleyebiliriz…” Dedi bakışlar Tirad’a dolayısıyla bana kayarken. “Bununla birlikte bu özel günde…” Dedi gözlerimiz İmparatorla buluşurken. “…Tara Prensi Tirad ve torunum Kaliana’nın birlikteliğini resmi olarak duyurmak istiyorum.”

Gözlerim kocaman açılırken arkamı dönüp Tirad’a baktım. Anlaşılan onunda haberi yoktu. Bu yaptığıyla birlikte resmi olarak nişanımı ilan etmişti. Önüme dönerken endişeyle konuşmasına devam eden İmparatora baktım. Hayır, bu her şeyi değiştirirdi. Benim Varis’lik statümü korumam gerekliydi. Eğer bir imparatorluk prensesi evlilik yoluna girerse ve bu kişi farklı bir hanedanlıktansa işte o zaman bağlı olduğu kütük değişirdi. Düğünün oluşumu bir an önce ertelemem gerekliydi. Bütün emeklerim, Tolyos’dan alacağım intikam, her şey bu herif yüzünden boşa gidecekti. Heykeli kafasında parçalamak istiyordum. Kan nerede olursa olsun hangi devirde olursa aynı kandı. Kanı beni bitirmeye çekmişti, planlarımı alt üst etmeye ve yoluma köstek olmaya çekmişti.

‘Öldür. Öldürmem lazım. Onu öldürmem lazım.’

“Kaliana!” Diyen sesle nefes almaya geri dönerken elim arkadan çekilmişti. Tirad’la gözlerim kesişirken kendi gözlerimi kapadım. Onunkiler mora döndüyse o zaman benimkide öyle olmalıydı. “Neden hep böyle oluyor? Gerçekten sen, ah!” Sesinin emrine uyarak derin bir nefes alıp yere doğru bakınca iç içe geçmiş olan elimizdeki kanları fark ettim. Tırnaklarım onun elinin üzerine geçmiş ve kanamasına neden olmuştu. Elimi hızlıca çekerken refleks olarak elinin üzerini öptüm.

“Özür dilerim” Dedim kanı ağızıma ve dudaklarıma gelirken. Cebimden çıkardığım mendille elini sardım. “Acıdı mı?”

Acı bir tebessümle bana bakarken gözleri eski haline dönmüştü. Dudaklarıma götürdüğü eliyle kanını sildi. “Birlikte olmamız istemiyor muydun?”

“Birlikte olmamızı istemesem en başta sana gelmezdim.” Dedim elini bırakırken. Diğer yanımda olan kardeşlerim bana bakıyordu çaktırmadan. Bakıcının elinde olan Urias’a gülümseyip tekrar konuştum. “Benimde kendi hesaplarım var Tara Prensi. Sana söylemiştim.

“Ne zaman seninle konuşsak bilinmezliklerden bahsedip duruyorsun.” Derken onu dinlemek istemiştim ancak gözlerime arkasındaki kişi takılırken aklıma daha mükemmel bir fikir geldi. Madem her şey bu kadar aceleye gelmişti o zaman benimde elimi hızlı tutmaktan başka çarem yoktu. Gözlerim hedefimle kesişirken buraya gelmesini için işaret ettim. “Nereye bakıyorsun sen?” Dedi arkasını dönerken. Ancak çoktan her daim giydiği peleriniyle Lex yanımızda bitmişti.

“Varis’imi selamlarım.” Dedi eğilirken.

“Sana bir görev verdiğimi hatırlıyorum Lex. Neden burdasın.” Dedim kalabalığa rağmen onu kolundan tutup kendime çekerken.

“O konuda…” Gözleri Tirad’a kayarken tekrar bana odaklandı. “Beklenmedik şeyler oldu.” Vücuduma dolup taşan heyecan gözlerime vurmuşken Lex beni bileğimden tuttu.

“Düşündüğüm şeyi yapmayacaksın değil mi Lina.” Dedi hızlıca. Ona gülümseyip kendimle birlikte onu avluya çekmek isterken tam tersi yönde sürüklenmeye başlamıştım. Lex beni bileğimden yaklamış insanları yararak heykelden uzaklaşmaya başlamıştı. Tirad’ın da geri doğru baktığımda bizi takip etmeye çalıştığını gördüm ancak bu kalabalık insanlar üzerine doğru geldikleri için .

“Bırak beni!” Dedim onun gücüne karşı koymaya çalışarak. Bileğinden tutup kendiminkini kurtarmaya çalıştım. Gücüne karşı koyamamıştım ancak çabalarım onu nispeten boş bir yerde durdurmayı başarmıştı.

“Amacın ne senin!” Diye bana bağrınca şaşırdım. Kolumu bırakırken kapşonunu çıkardı. “Hepimizi öldürtmek mi istiyorsun Kaliana!”

“Bana bağırma Kolex!” Dedim yakasına yapışırken. “Görmüyor musun benimle nasıl oynuyorlar?!”

Yakasından tuttuğum elimi ittirirken yüzümü avuçladı. “Seni kışkırtıyorlar Lina. Sende onların oyununa kanıyorsun. Eminim ki bu işin altında Kraliçe vardır.” Dedi gözlerini kaparken. “Gerçekten son zamanlarda sana ne olduğunu anlayamıyorum. Eskiden mantıklı düşünen sendin şimdi…”

“Şimdi ne! Yoksa sende mi benim çıldırdığımı düşünüyorsun.” Dedim ondan uzaklaşıp. “Tabi ya öyle düşüneceksin tabiki. O yüzden sözlerimi dinlemeyip Tara’ya gitmedin.

“Tara’ya gidemedim. Gitmeme gerek kalmadı çünkü-”

“Biriniz burda neler olduğunu bana açıklayabilir mi?” Tirad’ın arkamdan gelen sesiyle her şeyi duyduğunu anlarken bize bakan alt sınıf rahipleri fark ettim. Tirad dahil biziz gören gözlerin çoğu benim ve Lex’in üzerinde dolanıyordu. Düzensiz aldığım nefesler başımın ağrımasına neden olurken kendimi toparlayıp konuştum.

“Öncelikle burdan gitmeliyiz.” Dedim onlara bakarak.

“Hayır. Hiçbir yere gitmiyoruz Prenses.” Tirad bize yaklaşıp Lex’e gözlerini dikmişken onun her zerresini incelemeye başlamıştı. “Bu adam kim?”

Lex’de ona bakarken Tara’nın aşağılama sözlerinden birini kullandı. “Kara halkalarınızla çok naziksiniz cidden Şah hazretleri.” Kara halkalar, Taranın alt tabaka insanlarının kullandığı bir takıydı. Tiradsa bugün nedenini anlamadığım bir şekilde boğazına kadar bedenini kapatan siyah kıyafetler giymiş, yakası dolayısıyla boynu adeta kara bir halkayla kapanmış gibi görünmüştü.

“Ağızını topla Lex!” Dişlerimin arasından onu uyarırken ikisinin arasına girdim. Böyle bir şeyi açık alanda söyleyemeyeceğim için Tirad’ın gözlerine bakarken zihnine yoğunlaştım.

“Kolex. Benim ikizim.”

“İkizin mi?”

“Bu biraz karışık.”

Şaşkınlığı yüzünden bile belli olurken bu kadar şaşırmasını anlayamamıştım. Lex benim erkek versiyonumdu. Yinede halka duyulmamış gayrimeşru çocuk olarak şaşırması normaldi. Ancak bizi yan yana gören herkes kardeş olduğumuzu. Söyleyebilirdi.

“Bende burdayım.” Gözlerimin önünde salladığı elini çekerken ona baktım. “Gerçekten az önce ne yapacaktın Lina?”

“Nişan’ımı ilan ettiği için Varis’lik yerime seni getirmesini isticektim. Başka ne yapabilirim ki?” Dedim hayretle. En başından beri planımın bir kısmı buydu. “Neden Varis olduğumu bilmiyormuş gibi konuşuyorsun Lex. Bana diyorsun ama senin başına taş düştü herhalde!”

Kapüşonunu örterken rahatsızca etrafa baktı. “Başıma taş falan düşmedi Lina. Bunun yüzünden ikimizde idam edilebilirdik farkındasın değil mi ve siktiğimin bir sürü insanı daha ölürdü.”

“İmparator kim olduğumu zaten biliyor Lex. Çok abartıyorsun.” Dedim arkamdaki banka oturarak.

Doğdumuz gece sadece bizim değil üvey annem olan Kraliçenin de doğumu vardı. Sarayı kaos sarmışken annemin başında sadece hizmetliler bulunuyordu. Ancak o gece benden önce Kraliçenin bebeği Lanetin etkisiyle elini tutuğu ebelerin ölümüne sebep olmuştu. O an anlaşılmıştı ki laneti tuttuğu her şeyi öldürmekti. Bu noktada Kraliçenin yaşaması bile bir mucizeyken doğduğu anda beş kişinin canını almıştı. Kraliyet ailesi bunu halka açıklayamadı. Zira lanetler halk tarafından bilinmemesi bir kenara dursun doğduğu anda cinayet işleyen bir varisin hanedanlıkta yeri yoktu. Yinede halkın büyük umutlarla beklediği bebeğin öldüğü söylenemezdi. Bu noktada devreye ben girdim. Lanetin izi olmaması sarayda bir şok etkisi yaratırken önce babamın çocuğu olmamandan şüphelendiler ancak gözlerimi gördükten sonra herkes beni kabullenmek zorunda kalmıştı. Kraliçe ise olası tahta çıkma durumunda kendi soyundan olmayan birini kabul etmediği için beni seçmişti. Ancak kaderin cilvesi olarak başarılarım sayesinde Varis olmayı başarmıştım.

“Evet ama benim yaşadığımı bilmiyorlar.”

Bu sırada yeni doğum yapmış annem ve ikiz kardeşim öldürülmek üzere saraydan atılırken annemin ailesi sayesinde hayatta kalmışlardı. İşte bu bizim trajik hikayemizdi. Yıllarca herkesten saklanan ve perde arkasında işlerimi yürüten kardeşim ve akıl sağlığını gün gittikçe yitiren annem, hepsi de kraliyet hanedanının eseriydi.

Bu durumda onlardan nefret etmekten başka seçeneğim var mıydı ki? Dediklerinin hakılılığı yüzünden sadece sustum. “Özür dilerim.” Dedim sessizce.

“Yaşadığını neden sakladın ki?” Fark ettiğim bir şey varsa o da şuydu; Tirad her zamanki gibi benim meselelerime çekilirken önce sessizce ortamı dinliyor ve bilgilerini hazmediyordu. O gerçek bir hükümdar adayıydı. Kesinlikle benden çok farklıydı.

Sonuçta o gerçekten tüm evrenlerin en güçlü canlısıydı.

“Kendi ülkenle ilgilen Şah.” Bir eli kılıcında olan Lex’in söyledikleri aklıma gelmişti. Sahi o neden gitmemişti. “Baban ölüm döşeğindeyken burda gönül eğlendiriyorsun.” Dedi beni ima ederek.

Tirad’ın duyguları vücuduna yansırken yüzü aniden ciddileşti. Ona bakarken gözlerindeki öfkenin arttığını görebiliyordum. “Babam mı?" diye sordu, sesindeki endişe açıkça belli oluyorken.

Lex hafif bir alayla omuz silkti. "Kendi ülkenin haberlerini bizden mi duyuyorsun cidden? Gerçekten büyük bir hükümdar olacaksın, Tirad!” Dediklerinde alaydan daha fazlasını içeriyordu, belirli bir aşağılama vardı. “Hükümdarın! Şuan çoktan ölmüş bile olabilir.”

Tirad’ın gözleri Lex’in üzerinde kalırken ben araya girmeye çalıştım. "Durumu bu kadar kötü mü gerçekten?" diye sordum, Tirad’ın gözlerinin içine bakarak. Onun hakkında aldığım raporların hiçbirinde hastalıktan söz edilmemişti. Dahası ölüm mü? Bu kadarı abartı olmaz mıydı?

Bakışlarını bana çevirdiğinde yüzünde bir süre sessizlik hakim oldu. "Bilmiyordum," dedi, sesi bir fısıltı kadar hafifti. "Son zamanlarda aramızdaki bağ kopmuş gibi hissediyorum. Ama yine de... babamın durumu bu kadar ciddi olabileceğini düşünmemiştim.”

Tirad’ın duyguları vücuduma nüfus ederken karmaşık duyguları altında ruhum ezilmişti. Ailesine bu kadar değer vermesi taktire şayandı ancak sanırım ilk kez onu hissedebilmiştim. Öncesinde duygularını mı saklıyordu yoksa ruhu her daim tek düze bir duruma mıydı, emin değildim. Görünüşünde pek bir şey olmasa bile ayağa kalkıp ona dokununca bana kayan gözleri aslında çok şey anlatıyordu.

Lex, bakışlarını kaçırmadan Tirad’a bakmaya devam etti. "Geri dönmen gerekecek.” dedi, sesi daha ciddi bir tona bürünmüştü. "Bu mesele burada çözülecek bir şey değil.” Ancak Lex’e kalmadan başka bir ses aramızdaki gerilime katıldı.

“Şah’ım.”Dedi saygıla eğilirken. Yaklaşıp elindeki silindir ismin içerisindeki kağıdı okurken adamı da kulağına bir şeyler fısıldamıştı. Tirad’ın yutkunmasını gördüm.

“Ne olmuş?” Soru sormaya emin olmazken adamı gözlerimin içine bakmadan başını eğerek bana selam verdi.

Söyleyecekleri konusunda tereddüt ederken kararlı bi şekilde başını kaldırdı. “Haklısın Lex. Ben gerçekten berbat bir Prensim.” Dedi iç geçirip elindeki kağıdı adamına verirken. “Adri hazırlıkları yaptınız mı?”

“Adamlarımız başketin sınırında sizi bekliyor Şah’ım. Her şey hazır.” Tara’nın geleneksel kıyafetleri içerisinde görüntüsünden bile güçlü olduğu anlaşılan adamı görünce Tirad’ın tavırları değişmişti. Bu zamana kadar benim etrafımda olmadığı biri gibi mi davranıyordu?

Tirad, bir süre düşündükten sonra derin bir nefes aldı ve bana döndü. “Kaliana.” Dedi elimi tutarak. “Neler olduğunu az çok anlayabiliyorum ancak bir dahaki görüşmemize kadar lütfen öfkene sahip çık.”

Tirad’a karşı içimde beliren bir endişe dalgasını bastırmaya çalışarak konuştum. “Çocuk değilim ben Tirad.” Dedim böyle bir durumda yapmamam gerek bir şeyi yapıp çemkirerek.

“Hayır şuan bir çocuğun vücudundasın Lina. Seni daha fazla tanımak isterdim ve sormam gereken hala bir sürü şey var ancak…” Kelimeleri hızlı telaffuz ederken istemedende olsa aksanı kaymıştı.

“Belkide şuan hünkarımız çoktan…” Sözlerini devam etmemişken ne demek istediğini anlamıştım. Kolumdaki tülü eliyle aşıp parmaklarını rünlerimde gezindirdi. “Gelmek istemediğine emin misin?” Dedi gözleriyle sanki onunla gelmek istemem için yalvarırken. Aramızdaki mesafeyi kapayıp boynuna sarıldım. Baharın kokusu onunla karışırken uzamış olan saçları beni ısıtmıştı.

“Bu ilk ayrılığımız değil Tirad. Gözünü açıp kapayıncaya dek seninle tekrar bir olacağız.” Dedikten sonra boynuna ulaşmış rün’ün bittiği yeri öptüm.

Ve sonrasında elimden kayıp giderken tapınağın yollarından ayrılışını izledim. Onun yazgısı şuan itibariyle başlıyordu. Buraya geldiğinde ya da buraya gelemden önceki yaşamında olanlar onun için sadece alıştırmalardan ibaretti. Tara’nın artık gerçek bir Şah’ı vardı.

Ama şimdi asıl meselem, burada kalan bizlerin ne yapacağıydı.

Lex’in gözleri hala uzaklaşan Tirad’ın arkasından bakarken, onunla konuşmanın zamanı geldiğini düşündüm. "Bu işin peşini bırakacak mısın?" diye sordum, sesimde bir meydan okuma vardı.

Lex, bana döndüğünde yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. “Hangi işin peşini?” Dedi bilmemezlikten gelerek.

Tek kaşımı kaldırıp ona döndüm. “Oyunu mu oynamak istiyorsun gerçekten?” Ben konuşurken başını sallamıştı. “Peki öyleyse…” Dişlerimin arasından nefes alarak tekrar söze girdim. “İpucun: Profesör.”

Bakışları gökyüzüne dönerken inledi. “Gerçekten fenasın!” Dedikten sonra merakla bana baktı. “Nasıl öğrendin?”

“Sen beni ne sanıyorsun?” Dedim işaret parmağımla göğüsünü ittirirken. “Akademide bir Taralı öğretmenlik yapıyor, üstüne beni savunuyor bu da yetmezmiş gibi antik bir kitabı gözüme sokuyor.” Durup Tirad’ın gittiği yolu gösterdim. “Bu haberi Tirad’dan önce alman imkansızdı ve o adam soyluya benziyor.”

İki elini birden havaya kaldırdı. “Beni yakaladınız Varis’im.” Dedi. “Ancak kitap hakkında gerçekten bir şey bilmiyorum.”

Söylediklerine inanma konusunda kararsız kalırken aklıma takılanı sordum. “Peki ya kim o?”

“Mevcut kralın üvey kardeşi.” Dedikleri karşısında şok olurken normal bir şeymiş gibi omuz silkti. “Biliyorsun, Taralılar tahtın mutlaklığına inanıyor ve ata erkin bir yönetime sahipler. Birkaç yıl önce limanda tanıştığımızda bir takım bilgiler karşılığında ona burada yeni bir kimlik kazandırdım. Gerisi onun hüneriydi.” Dedi akademideki başarısını kastederken.

Derin bir nefes alıp ona baktım. “Bunu sevmiyorum Kolex. Benden bir şey saklama.” Dedim net bir şekilde.

"Seninle birlikteyim, Lina. Her ne olursa olsun sana zarar verecek bir şey yapmam.” Derken Gözlerini kırpmadan bana baktı sanki ona her şeyimle güvenmemi istiyormuş gibi.

Bu sözleri duyduğumda içimde bir rahatlama hissettim. Ama bu rahatlama, üzerimizdeki tehditlerin gölgesinde kısa sürecekti, bunu biliyordum. Şimdi her şey daha da karmaşıklaşmıştı ve bu karmaşıklığın içinde yolumuzu bulmak zorundaydık.

“Onu takip ettir Lex. Attığı her adımdan yaptığı her işten haberim olsun istiyorum.” Dedim başketin karıncadan farksız görüntüsüne bakarken. Burdan bakınca her şey o kadar kolay görünüyordu ki göklerin neden gökelerden bu kadar kolay emir verdiğini anlayabiliyordum. Hatılayamayacak kadar uzun zaman önce bende buralardaydım ancak uzun zamandır onlardan biri olarak diyebilirim ki kolaylığa dair hiçbir şey anılarımda yer etmiyordu.

“Sonunda mantıklı düşünmeye başladın he kardeşim.” Dedi sırıtarak. Altın rengi gözlerine bakarken zihnimden uzaklaşıp gülümsemesine eşlik ettim.

“Artık bizimde hızlanmamız gerekecek. Tara’dan geri kalmayız.” Derken iğneleyici bir şekilde ekledim. “Kitabı da bu sayede araştırısınız.”

Bundan rahatsız olmamış gibi konuştu. “Benim gitmeme gerek var mı?” Dudaklarını büzerken masumca kendini gösterdi. “Annemle kalmak istiyorum Lina. Sadece bu seferlik.”

Sıkıntıyla iç çekerken başımla onayladım. Belirsiz sevinci kendini belli etmişken ekledim.“Güvendiğin ve sır tutmasını bilen biriyle bu işi yap.”

Asker selamı durup ardından eğildi. “Kargaları küçümsemeyin Varis’im.”

“Tabi, tabi. Para düşkünü Kargalar sizi.” Dedim benden aşırdıkları aklıma gelince. Bir gün eğer ki fakirleşirsem tek sorumlusu Lex olacaktı.

“Senin kargalarda yolda.” Dedi yaklaşan seslere vurgu yaparken. “Sonraki görüşmemizde umarım kilo alırsın kardeşim.”

“Sonraki görüşmemizde umarım yemek yemeği öğrenirsin kardeşim.”

Törenin dağılmaya başlayan kalabalığı bize doğru ilerlerken Lex ortadan kaybolmuştu. Bense beni bekleyen gelecek adına soylulara ilerlerken içim hüzün dolmuştu. Sanki Tirad’ın gitmesiyle birlikte rüyadan uyanmıştım. Ayrılığın getirdiği sert duvar beni gerçekliğime döndürmüştü. Benim bu zamanlardaki gerçekliğime büründüğüm rol Varis olamaktı. Uzun zamandır görevimin ihmalinden dolayı itibarım zedelenmişti. Bu yüzden kendimi toplamam gerekiyordu. İlk ise önümdeki insan kalabalığının selamlarını kabul etmekti. Ardı arkası kesilmeyen tebrikler ve sohbetler eşliğinde tapınak tepesinden aşağı yürürken son kez artık daha da küçük görünen katilime baktım.

Belkide bu da kaderimin bir parçasıydı değil mi Talyos?

“Kaliana!” Arkamı döndüğümde babam Dior ile birlikte yanıma gelmişti. “Nişandan haberin var mıydı?” Dedi memnuniyetsiz sesiyle.

“Hayır, yoktu. Tahmin edeceğiniz üzere olsa zaten izin vermezdim.” Arabanın içine binerken şaşırtıcı şekilde her ikiside benim arabama binmişlerdi. Sesimi çıkarmadan elbisemi düzeltip onlara baktım. Belli ki bir şey söylemek istiyorlardı.

Israrla üzerime gelemek konusunda karalı olacaklarki bu sefer Dior derin bir nefes alıp konuşmaya başladı “Urias sana benzeyen birini gördüğünü söyledi Lina. Ben de onunla birlikte gittiğinizi gördüm. Kimdi o?” Dedi sabırlı bir ses tonuyla. Kendimden emin durmaya çalışırken ifadesizce ona baktım.

“Sadece tanıdığım biriydi. Urias yanlış görmüş olmalı.”

“Kaliana.” Babam bıkkın bir şekilde sözümü keserken gözünün altındaki morluklar dikkatimi çekmişti. Korktuğunu anlayabiliyordum. Ortaya ‘Varis’ olarak adlandırılan kızının gayrimeşru olarak çıkmasından ve bu da yetmezmiş gibi yeni bir çocuğunun çıkmasından korkuyordu. Yıllarca emek verdiği ilmek ilmek işlediği tahta çıkma şansının kaybolmasından korkuyordu. Ancak biz olmasak bile çıkamayacağından haberi yokmuş gibi görünüyordu.

“Geçen günlerde aynı restoran da yemek yediğin adamında aynı kiş olduğunu öğrendim. Kim o?” Dedi baskıcı bir biçimde. Oflayarak konvoyun etrafını saran halka baktım. Hepsi ne olup bittiğinden bir haber bicimde yıllık maaşlarının bile karşılayamayacağı arabaları izlerken bizlerden biri olmak istedikleri belli ediyorlardı. Yinede gördüğüm halklar arasında en kötü olanları olmadıkları için şükretmeleri gerekiyordu çünkü şuan ben de onlardan biri olmak istiyordum.

“Kaliana!”

“Ne var!” Diye karşılık verdim bağırmasına. “Kimlerle görüştüğümü ne zamandan beri bu kadar takıyorsun. Benden ne istiyorsunuz?”

“Sadece rahat durmanı istiyorum.” Üstten bakarak duruşunu düzeltti. “Akademide olanlardan haberim yok mu sanıyorsun ya da sarayın bahçesindekilerden?” Yaşlı saçlarını karıştırırken kendine bir Prens olduğunu hatırlatıyor gibiydi. Kıçımın Prensi. “Kaliana haftalardır yaptıkların hepimize zarar veriyor! Dük Persiona’nın Markizle iş birliği yapmasından söz ediliyor. Sense orda burda adamlarla geziyorsun. Gerçekten durumun ciddiyetinin farkında değil misin?”

“Asıl siz durumun ciddiyetinin farkında değilsiniz Varis!” Dedim bu sefer ben ona üstten bakarak. “Lanetle daha ne kadar yaşayabileceğinizi düşünüyorsunuz ki? Gerçekten her gece kanlar içinde uyandığınızı bilmediğimi mi sanıyorsunuz ya da sen abi? Günlerdir yatağından dışarı çıkmama nedenin çok açık değil mi sencede? Taht kavgasını bu kadar önemsemek yerine son kalan vakitlerinizde neden eğlenmeyi tercih etmiyorsunuz.” Ağır sözlerimi sindirmeleri için onlara biraz zaman verip bekledim ve ardından devam ettim. Biraz olsun sarsılmış olan görüntüleri bana zevk veriyordu. “Dük markizden ölesiye nefret ediyor. Karısını öldüren bir adamla iş birliği yapmaz.”

“Senin nişanlında onun oğlunu yani eski nişanlını gözlerini oydu. Sence yapamaz mı kaliana?” Böyle sesli söyleyince garip olsada savaşlarda bunun daha fazlası oluyordu. Siyaset yorucu bir savaştı ancak Dük, hanesinin geleceğine kesinlikle oğlundan daha fazla değer veren biriydi.

“Olacak şeyler için sorumluluk almam yeterli mi? O zaman susacak mısınız?” Dedim sıkıntıyla. Sessizce birbirlerine bakan iki koca adam karşılarındaki kadının 14 yaşında olduğunu unuttuklarını fark edince sinirlendim. “Gerçekten doğduğum günden beri benim üzerimden yaşamaktan sıkılmadınız değil mi?”

Saçlarımı karıştırırken babamın söylediği cümleler aklıma gelince konuştum. “Ayrıca ben farklı adamlarla geziyorsam senin kanını taşıdığım içindir. Baba!” Dedim anneme ve Kraliçeye gönderme yaparken. Annemi hala hatırladığını pek sanmıyordum ancak unuttuğunu da düşünmüyordum. Sonuçta Kraliçe haricinde birlikte olduğu sayılı kadınlardandı. Sonrasında dediklerini ve ikazlarını dinlemeyerek sarayıma gelene kadar uyumayı tercih etmiştim.

On beş’inci yaşımın ilk mevsimine girerken hayatımın yeni bir evresi de böylece başlamak üzereydi.

Tirad'lı bölümlere biraz ara veriyoruz. Onu özleyin olur mu? Ben çok özledimm

Loading...
0%