Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.EFGAN

@lovingthedawn

 

Hepinize merhaba, umarım çok çok çok iyisinizdir!

 

Keyifli Okumalar...

... 

 

Varlığına hitap eden her şeyi yokluğuna adayacağım.

 

 

"Öldükten sonra senin ismini yaşatmaya devam edeceğini bildiğin biri varsa eğer kalbin ölümü hiçbir zaman gerçekleşmezdi." İnandığım ve inanmayada, söylemeyede devam edeceğim tek şey bu cümleydi.

 

Ama öyle ya da böyle içimde açan çiçek solmuştu.

 

Hayır, içimde açan çiçek solduruldu.

 

Zeren Sare Bademci.

 

Zeren demek: Günahlarından arınmak için tövbeler eden demekti.

 

Sare ise tam tersine, temiz ve saf demekti.

 

Hiç kimsenin bana Sare demesine izin vermezdim. Günahlar işlemiştim. Kötü biriydim.

 

Hiçbir insan tamamen saf olamazdı. İçinde bir yerlerde hep bir kötülük, bencillik olurdu.

 

Parmak uçlarımın yanmasıyla birlikte düşünceler beni terk etti.

 

Elimde tuttuğum karton bardağın içindeki çayın dumanı hâlâ tütüyordu.

 

Karton bardağı masamın üstüne bıraktım. Ardından telefonu elime aldığımda gelen mesajlara baktım.

 

Annem:İyi misin? Bir sıkıntı var mı?

 

Bazenleri annemin sürekli bu soruları sorarak beni darlamasından sıkılırdım. Ama bilirdim, başıma bir şey gelmesini istemiyordu. Evin tek kız çoçuğuydum. Ne istersem alındı. Bir canının gelipte benim canımı almayacağının garantisini veremezdik.

 

Zeren:İyiyim anne. Birazdan eve geleceğim. İstediğiniz bir şey var mı?

 

Anında çevrimiçi oldu ve yazmaya başladı.

 

Annem:Sağ salim eve gel kızım.

 

Buruk bir gülümsemeyle başka mesaj kutularına tıkladım.

 

Hazal Yaldız: Müsaitseniz gelebilir miyim?

 

Hazal, benim dert ortağımdı. Aynı zamanda bende onun psikoloğu...

 

Daha yeni atanmıştım. 24 yaşındaydım.

 

Zeren:Elbette, bekliyorum.

 

Ve maalesef ki başka bir mesaj kutusuna daha tıkladım.

 

Kutay Yorulmaz:Neredesin?

 

İsmini okuduğum ilk an kusma isteğiyle yüzümü buruşturdum.

 

Ve sağ elimin yüzük parmağına baktım.

 

Alyans vardı. Altından yapılmış bir küçük halka.

 

Nişanlıydım ben...

 

Babam için, annem için. Ailem için.

 

Eğer babam bilseydi bu evliliği istemeden yapacağımı ölmeyi yeğlerdi.

 

Zeren:İş.

 

Tek kelimelik cevaplar, göz kaçırmalar ve gurursuzluk.

 

Gurursuzun tekiydim. Şayet ki birisi gerçekten beni sevecek olursa, sevmemesi için her şeyi yapardım.

 

Ben kötüydüm işte. Gurursuz, sevgi nedir bilmeyen.

 

Kapının tıklanması ile yüzükten çektim gözlerimi ve kapıya baktım.

 

Kıvırcık gibi duran ama aslında dalgalı kahverengi saçlı bir kadın girdi içeriye. Hazal Yaldız. Kahverengi gözleri ile bakıyordu.

 

Gülümseyerek ayağa kalktım ve başımı salladım. "Hoş geldin."

 

O da başıyla hoş buldum Dedi.

 

Sonra ikimizde koktuklarımıza oturduk.

 

Hazal, terk edilmişti. 8 yıl önce terk edilmişti ama diyordu ki, "Hissediyorum Zeren. O adam benim kaderim. Bir gün karşıma çıkacak."

 

Ve bende ona inanmayı tercih ettim.

 

"Nasılsın?" Dedim.

 

"Her zaman ki gibi." Dedi.

 

Ben onun gözlerine bakarken o gözlerini kaçırdı. Zorlamadım. Bende gözlerimi üstünden çektim.

 

Bir süre sustuk.

 

Hazal, omzunda sönen sigara yanıklarını hiçbir zaman geçirmeye çalışmamıştı. Çünkü babası yapardı bu işkenceyi. O da değerli görürdü.

 

Bazı insanlar sevilmeyi hiç hak etmezlerdi ya, öyle işte.

 

"Rüyalarıma girmeye başladı." Dedi.

 

"Uyumuyorsun ki, rüya gör." Diye karşılık verdim.

 

Aynı zamanda uyku problemleri vardı. En son uyuduğunda terk edilmişti çünkü.

Gülümsedi ve kaldığı yerden devam etti. "Kokusu sinmişti odama. Delirdiğimi düşünüyorum."

 

Ah, Hazal. Kan bağımız olmasa bile kız kardeşim...

 

Ve birçok kadın... Hepimiz birbirimizin kardeşiydik. Bu bize böyle öğretilmemişti, ezberletilmişti.

 

Erkeklere güvenmemeniz gerektiği. Ve kadının sığınacağı kişinin yine kadın olduğu...

 

Hemde en erken yaşlarda.

 

Hazal'ın gözleri yüzük parmağıma kaydı. "Bak gerçekten,"

 

"Hazal," Dedim diyeceği şeyleri biliyordum, gerek yoktu. Sevdiklerimin canını yakmayacaktım. Gerekirse kendim yanacaktım. "Gerçekten, istiyorum. Seviyorum."

 

Dudaklarını yaladı. Yeniden konuşacağı sırada kapı pat diye açıldı. Hazal yerinde sıçrarken, gelecek olanı biliyordum.

 

Kutay. Kutay Yorulmaz. Nişanlım.

 

Çıkmaya başlayan sarı sakalları ve siyah kusursuz takım elbisesi zengin ve önemli biri olduğunu her halinden belli ediyordu.

 

Ah, doğru ya. Zengin olan herkes bu ülke için önemliydi. Zengin olmayanların ise yanından bile geçilmezdi.

 

"Hayatım," Dediğinde Hazal ile aynı anda ayağa kalktık.

 

Sözünü kestim. "Gördüğün gibi müsait değilim."

 

Hazal'ın telefonu çaldığında ekrana baktı ve daha sonra bana dönerek, "Gitmem gerekiyor." Dedi.

 

"Tabi, özür dilerim." Dedim.

 

"Özür dilenecek bir şey yapmadın." Dedi ve Kutay'a göz devirerek odadan çıktı.

 

Topuklu botlarımla yere daha sağlam basmaya çalıştım. Birkaç adım atarak askılığımın olduğu yere geldim. Siyah montu ve siyah çantamı aldım. Kutay ile muhatap olmadan buradan çıkamaz mıydım?

 

"Sevgilim," Dedi Kutay.

 

Yüzümü ona döndüm. "Bana ismimle seslen."

 

"Neden?" Dedi bu kez. Benim göz rengimle aynı olan yeşil gözlerini sağ elimin yüzük parmağına dikti. "Parmağında benim yüzüğüm varken, sana bu şekilde hitap etmem bence gayet doğal."

 

Omuz silktim ve yanından geçmeye çalışırken, "Hoşuma gitmiyor." Dedim.

 

Elini belimde hissedince irkilerek geri çekildim. "Şşş," Dedi fısıldar şekilde. "Benden korkmana gerek yok."

 

"Senden korkmuyorum."

 

Bir adım daha atarak dibime girdi. "Güzel."

 

Yine bir adım atacağım anda önüme geçti. "Anlaşmamızı unutun mu hayatım?" Dedi.

 

Tabi, anlaşma. Sevdiklerimin yaşamı, benim ölüm fermanım olan o anlaşma.

 

"Maalesef, unutmadım Kutay."

 

Gözlerini şaşırmış gibi büyüttü. "Maalesef?"

 

"Maalesef."

 

Yine yanından geçmeye çalıştım. Yine izin vermedi bu sefer kolumdan tutup çekti. "Maalesef," Dediğinde elini kaldırdı, elini saçlarıma doladı. Ve çekti.

 

Özür dilerim, baba. Saçlarımı kesmek, arınmak istiyorum. Oysa sen en çok saçlarımı severdin.

 

Bağıracağım sırada kolumu tuttuğu eliyle ağzımı kapattı ve, "Maalesef," Diyerek tekrar etti kendini ardından ekledi, "Elim dolandı." Ve saçlarımı serbest bıraktı.

 

Acıdan dolayı gözlerim doldu. Ama sinirim daha ağır basarak yüzüne sert bir yumruğu geçirdim.

 

Sendelediğinde bu sefer diz kapağına vurdum ve önümde diz çökmesine neden oldum.

 

O bağırdı, ben bağıramamıştım. O sesini çıkardı, ben sesimi çıkaramamıştım.

 

Bağırsam bile kim umursamıştı ki? Kim dönüp "Bu kadın neden bağırıyor, yardıma ihtiyacı var mı?" Demişti?

 

Onunla birlikte yere eğildiğimde önüme gelen düz siyah saçlarımı kulağımın arkasına attım. "Maalesef, Kutay Yorulmaz."

 

"Seni..." Dediği sırada yeniden doğruldum ve susması için topuğumla eline baskı uyguladım. Daha çok bağırdı. En sonunda ben ayağımı elinden çektiğimde sustu.

 

"Elim çarpmış, kusura bakma artık." Dedim tıpkı onun gibi ve saçımı düzelterek odadan çıktım.

 

Canım mı yanmıştı? Can yakmasını bilirdim. O canımın yandığını ve kenara çekileceğimi düşünürdü. Ama hayır, ben onun canını daha çok yakardım.

 

Bir gün gelirde, canımı yakanın canını yakmaktan korkar mıyım, diye düşünürdüm. Gerçekten olur muydu böyle bir şey? Zeren'in güzel duyguları kalmış mıydı?

 

Düşünceler arasında kaybolmuşken beyaz Range Rover arabama yürüdüm.

 

Arabanın içine bindiğimde soğuktan dolayı üşüyen ellerimi birbirine sürttüm. Ellerim sadece soğukta değil; Stres yaptığımda, heycan yaptığımda, gergin olduğumda da üşürdü.

 

Arabayı çalıştırdım ve evime gitmek yerine ailem ile yaşadığım eve gittim. Ne zaman kötü hissetsem oraya giderdim. Yuvamdı orası.

 

Ev değil, içindeki insanlar yuvamdı.

 

Bazenleri kuzenim, Tusem'in yanına giderdim.

 

Sevdiğim adam olsaydı şayet, onunda yanına giderdim mesela.

 

Bu kadardı Zeren; kuzeni, annesi ile babası ve gelecekteki sevgilisi.

 

Evin önünde durdum. Çantamı alarak arabadan yeniden indiğimde apartmana doğru ilerledim. Asansöre binmeden önce okulundan gelen komşumuzla karşılaştım.

 

Asansörün olduğumuz kata gelmesi için tuşa tıklarken ismini hatırlayamadığum çoçuk, "Merhaba, Zeren Abla." Dedi.

 

Kısa saçları ve omuzlarındaki pembe çantası ile bana bakan kız çoçuğuna döndüm. Omuzlarındaki çanta ağır olmalıydı.

 

Ah, güzel kız. Umarım omuzlarında ağırlık yapan tek şey çantan olur.

 

"Merhaba, nasıl geçti günün?"

 

"Ya abla, öğretmen çok ödev veriyor. Ben ödevlerimi bitirmeden dışarı çıkamam. Ama ödevlerim bitene kadar da akşam oluyor, annem çıkmama izin vermiyor." Diyerek dert yanmasını gülümseyerek izledim "Sanki bahçe de birazcık oynasam yiyecekler beni."

 

Başımı sağa yatırdım. Annen senin iyiliğini istiyor minik ve umarım geleceğinde, kaderinde güzel olur.

 

Asansörün kapısı açılmaya başladığında arkadan gelen adım seslerine döndü bakışlarım, yan komşumuz Can Bey ile karşılaştım. Gülümseyerek kafamı salladım. "İyi günler." Dedim. Ve asansöre bindik.

 

İlk önce minik kız indi. "Görüşürüz, Zeren Abla." Dedi.

 

"Hafta sonuna sözüm olsun, senin ödevlerine yardım edip, dışarı çıkacağız." Dedim. Hafta sonu bir işim yoktu. Bir kız çoçuğunun yüzündeki gülümse, benim için mutluluktu.

 

"Meşgulsündür, abla. Görüşürüz."

 

"Görüşürüz." Dedim ve asansör hareket etmeye başladı.

 

"Çoçukları sever misiniz?" Dedi Can Bey.

 

"Severim ama çoçuğum olmasından korkarım." Dedim.

 

Kaşlarını çatarak, "Neden?" Diye sordu.

 

"Erkek çoçuğum olurda yanlış yola düşerse? Peki ya kız çoçuğu? Ya onu koruyamazsam?"

 

Korkardım işte, kız çoçuğum olurda kaderi, ölmek zorunda olan ablalarına benzer diye.

 

"Mutlu sonlarda vardır." Diye karşılık verdi.

 

Gülümsediğimde asansörün kapısı açıldı. "Hayır," Dedim ileriye doğru bir attım. "Günün sonunda elbet biri ölür." İkimizde yanyana olan evlerimize yürüdük. "Gelecekteki eşinizin sizden önce ölmesini mi istersiniz?"

 

"Hayır."

 

"Eminim eşinizde bu cevabı verir." Dedim ve anlatmaya çalıştığımı anladı mı diye beklemeden, "İyi günler." Diyerek evime girdim.

 

Yemek korkuyordu ev. Annem son ses müzik dinlediği için büyük bir ihtimalle geldiğimi duymayacaktı, hoş bende de konuşacak enerji yoktu.

 

Botlarımı çıkarıp kenara koydum. Çantamı ve montumu da asarak odama ilerledim.

 

Odama ilk girdiğinizde karşınızda giysi dolabının yan tarafını görürdünüz. Kafanızı çevirdiğinizde ise kapının hemen yanında çalışma masası. Çalışma masasının karşısında ise yatağım vardı. Yatağımın kenarındaki duvar bomboştu. Oradan balkon kapıma kadar giden duvarda fotoğraflar vardı. Unutmak istemediğim anlarda fotoğraf çekerdim. Ve unutmamak için duvarıma asardım.

 

Odanın kapısını kapatarak giysi dolabıma ilerledim. Siyah bir eşofman takımı çıkardıktan sonra üstümdekilerden kurtuldum. O sırada ise odamı araba ışığı doldurdu.

 

Birkaç aydır böyle oluyordu. Ailemle yaşadığım ve kendi evimde fark etmez, hep bu araba ışığını görüyordum. Kutay ile nişanlandıktan sonra olmaya başlamıştı. Büyük bir ihtimalle Kutay beni takip ettiriyordu.

 

Üstümü değiştirdim, giysilerimi kirli sepetine attım ve mutfağa, annemin yanına ilerledim.

 

Yemekleri tabağa koyarken yakaladım onu. Kapı pervazında durdum. Ve oraya yaslandım. Anneme her şeyi anlatma isteği ile dolup taştım. Ama yapamazdım. Onun için yapamazdım. Babam için yapamazdım.

 

"Anne." Dedim fısıldar gibi. Annem anında bana döndü. Tabağı tezgaha bıraktı ve bana doğru geldi. "Kızım," Dedi ve beni sarıp sarmaladı. Bende ona sarıldım. Omzuna kafamı koydum, yük olur muydum böyle ona?

Kafamı geri kaldırdım.

Annem geriye çekilirken "Nasılsın, iyi misin? Bir sıkıntı var mı?" Diye beni soru yağmuruna tuttu. Sorularını cevaplarken bir yandan da sofrayı kurmasına yardım ettim.

 

Tam tabağı masayı koyduğum anda kapı açıldı. Gözlerim kapıya döndüğümde ise babamı gördüm.

 

Yaşlı bir adam değildi. Orta yaşlardaydı. Ben Kutay ile nişanlandıktan sonra bu zaman kadar beyazlamayan saçları, beyazlamaya başlamıştı. Bu halini gördükçe ağlamak istiyordum.

 

Babamdan; siyah saçlarımı, hafif esmer tenimi ve sinirimi almıştım.

 

Annemden ise yeşil gözleri ve inatçılığımı.

 

Babam beni gördüğünde yüzündeki tüm o yorgun ifade silindi. Gülümseyerek kollarını iki yana açtı. Gel. Diyordu.

 

Babam pek konuşmazdı bu yüzden ne demeye çalıştığını hareketlerine bakarak anlayabiliyordum.

 

Beklemeden yanına gittim ve ona sarıldım. O da ellerini bana sardı.

 

Sarılmak hep çok yüce bir duyguydu, benim için. Bundan bir saat sonra ne olacağını bilemezdik. Bu yüzden de temas bağımlısıydım.

 

"Kızım, evine hoşgeldin."

 

"Sende hoşgeldin, baba."

 

Ve oradanda yemek masasına oturup, günümüzün nasıl geçtiğini anlattık.

 

Annem bir anda gülmeye başladığında babam da gülümsedi. Ve bana dönerek tek kaşını kaldırdı, Ne oldu?

 

Bende babamdan, anneme döndüm. "Anne, ne oldu?" Derken ki sesim oldukça neşeliydi.

 

"Aklıma ne geldi," Dedi gülüşünün arasından, babam ve ben daha çok gülümserken annem olayı anlatmaya başladı. "Hatırlıyor musunuz," Arada durup gülüyor ve öyle anlatıyordu. Bu kadar komik olanın ne olduğuna daha da merak ettim. "Zeren Sare, Winx'in 3. Sezonu yok diye ağlamıştı."

 

Bu sefer de babamda gülmeye başladı ama benim gülüşüm soldu. Ne vardı ki dalga geçilecek? Tamam 22 yaşında bunu yaşamış olmamız biraz komik olabilirdi...

 

Bende güldüm. Ve gülerek yemeklerimizi yemeye devam ettik.

 

Masayı topladık, tabakları bulaşık makinesine yerleştirdik. Orda da sohbetler, gülüşler...

 

Dünya birkaç saatliğine durmuş gibiydi. Çünkü kötü hiçbir şey yoktu. Evimdeydim.

 

Gözlerimi gelen ses ile birlikte araladım. Birkaç saniye ışıktan dolayı göz kırpıştırdım ve oflayarak telefonuma uzanıp alarmı kapattım.

 

Gece babamın odama geldiğini, saçlarımı öptüğünü ve özür dilediğini biliyordum. Rüyada olabilirdi, uykum ağır olduğu için anlamak zordu.

 

Lavaboya doğru ilerledim. Dişlerimi fırçalarken gözlerim ayna ile buluştu. Yeşil gözlerimin altı mosmordu, içleri ise kızarmıştı. Dudaklarım ölü dudağı gibiydi. Sanırım bugün makyaj yapmalıydım.

 

Dişlerimi fırçaladıktan sonra yeniden odama giderek, üstümü değiştirdim.

 

Hava gerçekten soğuktu, Ankara soğuğuydu üstelik... Siyah boğazlı ve bedenimi saran bir kazak giydim. Altıma ise siyah bir etek. Soğuk olduğu için ten rengi ince bir çorapta giydim. Gold takılar taktım. Kolye, küpe ve saat. Çıkarken giymek içinde açık kahverengi trençkot bir ceket.

 

Bu sefer askılığa yavaş adımlarla yürüdüm. Çantamı alarak lavaboya yürüdüm. Aynanın karşısına geldiğimde siyah saçlarımın dağıldığını görerek önce ellerimle taradım daha sonra tarağım ile taradım. Çantamın içindeki makyaj malzemeleri ile makyajımı yaptım ve kırmızı rujumu sürdüm.

 

Gitgide stres oluyordum. Neden dün yaşananlardan sonra hiçbir şey yapmamıştı?

 

Lavabodan çıktığımda anne ve babam hâlâ uyuyorlardı. Bu yüzden onlara kısa bir not yazdım lavabonun aynasına yapıştırdım. Görebilecekleri bir yerdi.

 

Evden siyah uzun botlarımı giyerek çıktım. Asansörde sıkıntıyla ofladım.

 

Anne ve babamla olduğum evime geldiğimde çoğu sabah böyle geçerdi zaten. Ama bugün ayrı bir şey vardı, hayatımın dönüm noktası gibiydi. Hem Kutay'ın sessizliğinden korkuyordum ama hemde beni koruyacak biri var gibiydi.

 

Takvime bakma ihtiyacı hissederek telefonumu açtım, 28 Mart.

 

Yine arabama ilerledim. Ama birisi kolumdan tutup beni durdurdu.

 

Korkuyla birlikte arkaya dönerek yüzüne yumruk attım.

 

Yani en azından ben öyle sanıyordum.

 

Görüş açıma giren biri vardı ve kaslı bedenini saran siyah bir gömlek giymişti. Yumruğum ise onun göğsüne, kalbinin üstüne denk gelmişti.

 

Kafamı kaldırmak zorunda kaldım. Kafamı kaldırdığımda ise kahverengi gözler zaten bana bakıyordu. Uzun kirpikleri vardı, çene kemiği oldukça belirgindi. Kumralımsı saçları vardı.

 

Tam ağzımı açaçağım sırada, "Acımadı." Dedi. Sesi de kendi gibi sertti.

 

"Napıyorsun sen be?" Diyerek hâlâ kolumu tutan elini itekledim. "Kimsin sen?"

 

"Tanışmamıza gerek yok. Ben sizi tanısam yeter."

 

Bana neden siz diyordu ki? İşi neydi bu adamın?

 

"Kimsin?"

 

"Bundan sonra korumanız."

 

Kaşlarım çatıldı. Sabah sabah ben mi götümden anlıyordum yoksa adam ciddi miydi?

 

"Tek değilim. Bir arkadaş daha var." Dedi ve görüş alanımdan çıktığında tıpatıp bu adama benzeyen birini gördüm. Yok gerçekten uyanamamış, olayları götümden anlıyordum. Bu benzerlik biraz fazlaydı.

 

İkinci adam yanıma yaklaştığında daha da seçebildim. Tek benzemeyen yönleri gözleriydi. Bu adamın gözleri ela ile karışık bir kaverengiydi.

 

"Benimle tanışabilirsiniz ama." Dedi ela gözlü. Ve elini uzattı. "Giray ben," Yanındaki adamı süzdü. "Bunun kadar kaba değilimdir."

&&&

Sinirimle kimse baş edemezdi.

 

Ela gözlü yani Giray, tüm olayları anlatmıştı, Kutay peşime koruma takmıştı. Beni korumaları için değil parmağımdaki lanet yüzüğü koruması için.

 

Duyduklarımdan sonra hızla arabama binmiş ve gaza basmıştım. Giray ve yanındaki adam -ismini bilmiyorum.- ise peşime takılmışlardı.

 

Arabam, Yorulmaz Şirket'in önünde durdu.

 

Ama benim içimde kaynayan öfke durmadı.

 

Topuklu botlarım yere şiddet uygularken başka bir arabanın hızla frene bastığını duydum. Ama şirketin içine girmiştim bile.

 

İçerideki insanlar beni elbette tanıyorlardı. Beni yan gözle süzdüklerinde arkamdan bağıran adam Giraydı. "Zeren Hanım!"

 

Durmadım.

 

Kutay'ın odasına pat diye daldığımda gözleri sinirle bana döndü. Ardından benim olduğunu fark ederek yumuşadı.

 

"Sevgilim,"

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?!" Diyerek bağırdığımda onun sözünü kestim. Kapıyı kapatma gereksinimi duymadım. Herkes her şeyi görebilirdi şu an.

 

"Na yapmışım?" Dedi gevşek gevşek ve ayağa kalkarak yanıma yaklaştı.

 

"Ne yaptığını gayet iyi biliyorsun, Kutay!" Yüzümü buruşturdum. "Koruma mı? Gerçekten mi? Kendimi koruyabileceğimi gayet iyi biliyorsun!"

 

Benim aksine gayet sakindi. Elini önüme gelen saçımı, kulağımın arkasına atmak için kaldırdığında geriye çekildim.

 

Giray'ı kapının önünde gördüm o sırada ve arkasındaki suskun adamı, hakkında düşünmek istemiyordum ama bu huyu babama benziyordu. Bu yüzden onu anlayabileceğimi düşünüyordum.

 

"Biliyorum." Dedi aynı sakinlikle.

 

"O zaman?!" Diye bağırdığımda sesim oda da çınladı. Sağ elimi havaya kaldırdım ve yüzüğü gösterdim. "Aramızdaki tek bağ bu siktiğimin yüzüğü mü?" Dedim.

 

Kaşlarını havaya kaldırdı. "Hayır," Dedim. "O yüzüğü şu an atmayacağım. Ama zamanı geldiğinde sana yedireceğim!"

 

"Uzundur kavga etmiyorduk, hayatım. Devam et."

 

Dün yaşananlar geldi aklıma ve eline bakma ihtiyacı hissettim. Baktığımda ise sargıda olduğunu gördüm.

 

"Geçmiş olsun, acımış olmalı."

 

Sırıttı. "Senden kalan güzel bir iz."

 

Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. "O siktiğimin beyninden ne geçiyor bilmiyorum ama..."

 

Sözümü keserek, "Anlatabilirim." Dedi ve konuşmama izin vermeden devam etti. "Seninle evlenmek ve..."

 

Yüzüne bir tokat attım.

 

"Seni mahvedeceğim!" Diye bağırdığımda kahverengi gözlü olan içeriye girdi. Ve beni kolumdan tutarak geriye çekmeye çalıştı. Bende çırpınarak buna engel olmaya çalıştım. "Bırak!"

 

Kutay, yana düşmüş yüzünü ve kanayan dudağını umursamadan gülümseyerek telefonunu açtı.

 

"Şimdi," Dediğinde ekrana bakıyordu. "Bana yaptıklarının aynısı kime yapacağım tahmin et. Kapıyı kapatın."

 

Hayır, kapıyı kapatmayın. Beni burada bırakmayın.

 

Telefonu bana çevirdiğinde babamı gördüm. Sandalyeye oturmuş şekilde elleri arkadan bağlıydı.

 

"Hayır." Diye fısıldadım daha yeni çınlayan sesimin aksine güç kalmamış sesimle.

 

Kahverengi gözlü hâlâ beni tutuyordu. Ona şu an güvenip, sırtımı yaslayabilir miydim? Çok yorulmuştum...

 

Babamın yüzüne bir tokat atıldı. Sanki yanına gidebilecekmişim gibi ileriye doğru adım atmaya çalıştım, başardımda. Çünkü adam tokat atıldıktan sonra kolumu bırakmıştı.

 

Sanki, bu tokattan sonra istediğini yap. der gibiydi.

 

"Hayır, baba..." Bir tokat daha. "Hayır, durdur şunu artık, hayır!"

 

"Durdurmamı istiyorsun."

 

Bir tokat daha.

 

"Durdur şunu. Hayır, onun bir suçu yok!"

 

Bir tokat daha.

 

"Yeter! Durdur şunu!"

 

"Yalvar." Dediğinde gözlerim ilk defa ekrandan Kutay'a kaydı. Yeşil gözleri hiç masum değildi. "Babanın oradan çıkması için bana yalvar."

 

"Hayır."

 

Bir tokat daha geldi.

 

Babam çırpınmadı. Yapmayın demedi.

 

Bende böyle yapardım. Babam gibi kimseye yalvarmazdım.

 

Bir tokat daha.

 

"Yalvar!"

 

Dizlerimin üstüne düştüğümde arkamdan bir adım sesi geldi ama Kutay eliyle durdurdu.

 

Kutay ekranı gözüme soka soka yere çöktü. Eliyle çenemi tutarak başımı yerden kaldırdı. "Bana yalvar."

 

Bir babama baktım. Birde Kutay'a.

 

"Kutay,"

 

"Yalvar."

 

Ardı ardına birkaç tokat daha. Yüzü kan içinde kalmıştı babamın.

 

"Yalvarıyorum!" Diye bağırdım. Bu ilk değildi ama son olmasını umdum. "Ne olur, durdur şunu."

 

Ve şimdi, tanışmak ister misin?

 

Ben Zeren Sare, sevdiklerinin yanmaması için kendini yakan. Eriyip, kül olan Zeren Sare.

... 

 

ÇOOOK HEYECAN ANACIM.

 

Konuşulacak çok şey var gibi, ne dersiniz?

 

Elbet konuşuruz, elbet buluşuruz ve elbet güçleniriz.

 

Sevgiyle kalın!

 

Sevgilerimle...

Loading...
0%