@lovingthedawn
|
Hepinize merhaba, umarım çok çok çok iyisinizdir!
Keyifli Okumalar... ... O gece buruk bir gülümseme yerleşmiş kadının yüzüne, bir daha hiç geçmeyecek gibiymiş. Kafasında kaç tilki döndüğünü kendi bile sayamamış, Kutay. Kutay Yorulmaz. Zeren, şirkete en son geldiğinden beri odasından çıkmamıştı. Kafası dosyalarda gömülü kalan Kutay, yoruldukça telefonun ekranını açıp yeşil gözlere bakıyordu, dolgun dudaklara, küçük burna, siyah düz saçlara. Elbette Zeren'in, Kutay'ın telefonunda ekran resmi olduğundan haberi yoktu. Aksi takdirde telefonu kırardı. Kutay Yorulmaz, yine telefonunu açtı. Saate baktı, 20:32. Telefonu geri masasına bırakacakken kapısı çalınmadan, sert bir şekilde açıldı. Bu girişi ya Zeren Bademci yapardı ya da Mustafa Bademci. Gelen kişi ise ikinci seçenek, Mustafa Bademci olmuştu. Kutay telefonu bıraktı, dosyasını kapattı ve ayağa kalktı. "Hoş geldin, baba." Dedi Kutay. "Baba deme bana, demiştim sana." Dedi Mustafa Bademci. Bu yanıta gülümseyerek cevap verdi. Cevap tanıdıktı. Zeren, babasına benziyordu. "Buyrun, oturun." Demekte buldu çareyi Kutay. Mustafa Bademci, izin isteyerek oturacak bir insan değildi. İzin bekler gibi olacağını düşünerek oturmadı. "Zeren ile neden pat diye nişanlandınız?" Yerine oturdu Kutay. Karşısındaki adamın sorusunu pek umursamadı. "İçecek bir şeyler ister misin baba?" "Bana baba deme!" Bu bağırışa irkilmişti Kutay ama çaktırmadan devam etti. "Neden?" "Soruma cevap ver!" Diyerek yeniden bağırdı Bademci. "Kızımla neden nişanlandın?" Kutay cevap vermedi. "Hayatını karartmak mı istiyorsun?" Diye sordu bu sefer Bademci. "Al benim hayatımı karart." "Estağfurullah, babacığım. Niyetim öyle değil." "Ne o zaman?!" "Zeren'i gerçekten sevdiğim için evleniyorum. Başka bir açıklaması yok." "Kızım istiyor mu?" "İstemezse neden söylemesin?" Diyerek okları Zeren'e çevirmeye çalıştı. Derin bir nefes aldı Bademci. "Evlenmeyeceksiniz." "Kızınızın yerine mi karar veriyorsunuz?" "Evet! Sana mı sormam gerekiyordu Kutay?!" Kutay, sandalyesinden kalkarak Mustafa'nın yanına geçti. "Bu karar senin elinde değil." Dedi, saygıyı bir kenara bırakarak. "Bak," Dedi Bademci. "Sana baba olan tarafımı gösterdim bu zamana kadar. Şayet ki, Zeren'in veya Tusem'in saçının teline zarar gelirse, MİT başkanı, Mustafa Bademci'yi de gösteririm sana." &&& Yeşil gözlerimi zor bela araladım. Bugün hiç uyanmak istemiyordum. Üstelik Minel, şu an Ankara da olmadığı için cumartesi gününe sözleşmiştik. Beyaz tavana bakarken yatağıma nasıl geldiğimi sorguladım. Düşündüm, düşündüm ve düşündüm. En son hatırladığım şey korumanın yanımda olduğı ve kedimi sevmeseydi. Gerisi yoktu. Yatakta doğrulmaya çalıştığımda sağ elimin ağrıdığını fark ederek inledim. Kış aylarında soğuktan dolayı ellerim ve bacaklarım sürekli ağrırdı. Hareket ettiremezdim birkaç gün. Yine öyle olmuştu. Gözlerimi alan bir ışık vardı. Tavana baktım. En son kapatmıştım, kim açmıştı? Acaba uyurgezerdim de haberim yokken odama gelip, ışığı yakıp uyumuş muydum? Yataktan kalkarak lambamı kapattım. Ardından sağ elimi tuta tuta lavaboya ilerleyerek elimi, yüzümü ve dişlerimi fırçaladım. Sağ elim olmadan bunları yapmak çok zordu ama başarmıştım. Odamdan çıkıp mutfağa ilerledim yine. Ama salonda durmamı sağlayan biri olmuştu. Gizemli adam, kanepelerden birinde uyumuş kalmıştı. Üstünüde örtmemişti üstelik. Bir adım attığımda gözleri hemen açıldı ve bana baktı. "Uyandırdım mı?" Dedim. "Uyumuyordum." Dedi. Gece de böyle bir şey yaşanmış gibi hatırladım. Başımla onaylayarak mutfağa ilerledim. Açık konuşmak gerekirse, hislerinden kaçan biri değildim. Hislerimden tamamen emin olana kadar ise söylemezdim. Ama yine açık konuşmak gerekirse, bu his biraz garipti. İlk görüşte kimseye bir şeyler hissetmek doğru değil gibi geliyordu. Bu histen emin olduğumda kendimi Tusem'e açacağıma emindim. Bu düşüncelerin arasında kahvaltı hazırladım. Yemek yapamazdım ama en azından kahvaltı hazırlayabilirdim. Bu sefer her zaman ki gibi iki kişilik bir kahvaltı değil, dört kişilik bir kahvaltı hazırladım. Arkadaş gibi olmak istiyordum. Kimsenin koruması altında olmama gerek yoktu. Sağ elimi kullanmadan olabildiğince hızlı bir kahvaltı hazırladım. Yeniden salona ilerlediğimde Tusem ve Girayın da uykulu uykulu salona geldiğini gördüm. "Günaydın." Dedi Tusem. "Günaydın." Dedik Giray ve ben. Gizemli cevap verme tenezzülünde bulunmadı. "Kahvaltı hazır." Hepsi mutfağa gelip masaya oturdu. Tusem sağ elimi kullanamadığımı fark ederek, "Elin yine mi ağrıyor?" Kafamı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Giray kaşlarını çatarak, "Eliniz hep ağrıyor mu?" Diye sordu. "Hayır, soğuklarda ağrımaya başlar." "Anladım." "Birde, gerçekten korumanıza ihtiyacım yok. Arkadaşmışız gibi davranın." "Tusem Hanım'ın korumaya ihtiyacı olabilir." Dedi Giray. "Hayır, yok." Dedi Tusem. "O zaman bir şey sorayım mı?" Dedi Giray. Kafamla onayladım. "Şimdi biz bu evde yaşamaya başladık ya, misafirlerimiz olabilir mi?" "Giray..." Dedi gizemli olan ilk defa konuşarak. "Evet, sormanıza gerek yok. Sizin evinin, sizin misafirleriniz." Dedim. &&& Siyah mı, karanlık mı? Beyaz mı, aydınlık mı? Beyaz, aydınlığa mı aitti? Belki de öyleydi. Peki ya siyah, karanlığa mı aitti? Benim için siyah, beyaza; aydınlık karanlığa aitti. Siyah, beyaza leke olmak istemediği için sevgisinden kaçtı. Beyaz ise siyahın onu sevmediğini düşündü. Ama ikiside günün sonunda birbirlerine ait oldular. Siyah, beyazın karanlığı oldu; beyaz, siyahın aydınlığı. Gül, aşka; papatya ise sevgiye aitti. Peki ya sevgi mi daha yüce bir duyguydu aşk mı? Bunun cevabını yaşamadan kimse cevaplayamazdı. Bugün simsiyah bir takım giymiştim. Siyah çanta ve siyah ayakkabılar. Renkli olan bir yeşil gözlerim birde kırmızı rujlu dudaklarım vardı. Telefon çalma sesini duydum. Bana veya Tusem'e ait değildi. Bu yüzden umursamadım, ki saniyeler içersinde konuşma seslerini duydum ama sadece duydum. Dinlemedim. "Zeren Hanım." Dedi arkamdan gelen Giray'ın sesi. "Hanım demeye gerek yok." "Kutay Bey sizi çağrıyor." Dedi beni duymamazlıktan gelerek. Gözlerim Giray'ı buldu. "Ne oldu ki?" Başını bilmiyorum, dercesine salladı. "Gidelim o zaman." Ayağa kalktığımda Gizemli adam da aşağıya indi. Gözleri sadece gözlerimi bakıyordu. Ve bu hep oluyordu. Gözlerim hariç başka hiçbir yere bakmıyordu. "Zeren'in kıyafeti ne renk?" Diye sorsanız, cevap veremezdi. O an gelirdi aklına ne giydiğime bakmak. Siyah paltomu alarak dışarıya çıktım. Kar yağmıyordu ve bugün işlerim çok değildi. Kendi arabama ilerleyerek şöför koltuğuna oturdum. Çantamı sağ koltuğa koydum ve emniyet kemerini takmaya çalıştım. O sırada sağ tarafın kapısı açıldı. Gözlerine baktım, kahverengiydi. "Saygımı bozmak istemiyorum." Dedi. Gülümserken yine kemeri takmak için uğraşıyordum. Tekte takabilecek şaşardım zaten. "Rütbem o kadar üst seviye değil, bozabilirsin." Yüzümü ekşittim ve ona döndüm. "Küfür etmezsen sevinirim." Göz devirdi. "Çoçuklaşmaya gerek var mı?" Omuz silktiğimde emniyet kemerimi takabilmiştim. "Çoçuklaşacak bir şey yaptığımı düşünmüyorum." "Şöför koltuğuna oturuyorsun." "Çünkü benim arabam." Kafasını sağa çevirerek ofladı. Çene kemiği belirgindi. "Lüften," Dedim. "İşin neyse onu yap." "İşim seni korumak." "Hayır, değil." Dediğim an yüzü bana döndü. Sorgulayan bir ifade vardı çehresinde. "Kendini korumam olarak görme." Yüzündeki sorgulayan ifade kayboldu. Yine sert ifadesini kuşandı. "Eğer, Kutay'a 'İşimi yapıyorum' demek için şöför koltuğuna oturmak istiyorsun kendi arabana binip arkamdan takip edebilirdin. Neden bu kadar uğraşıyorsun?" Afalladı. Ama hemen toparladı kendini. Birkaç saniye öyle düşündükten sonra kapımı kapattı ve kendi arabasına ilerledi. Ellerim yine buz gibiydi. Kutay'ın beni neden yanına çağırdığını merak etmeye başlamıştım. Gergindim. Kutay'ın odasının önünde durduğumda arkamda Giray vardı. Kapının kulpunu tutacağım sırada Giray, "Zeren," Dedi ilk defa hanım eklemeyerek. "Eğer bir şey olursa çığlık at. Gelirim." Burukça gülümsedim. "Teşekkür ederim." Diye fısıldadım. Kapıyı açıp içeriye girdim. Dik durdum, korkan ifademi sakladım cesur oldum. Kutay'ı tam karşıda camdan dışarıya bakarken gördüm. Kapının açıldığını duyunca bardağını dudaklarına götürmüş bir şekilde bana döndü. "Ne oldu?" "Hayatım," Dedi gülümserken. "Hoş geldin." Bana doğru adımlar attı. Gerilemedim. "Ne var? Söyle işlerim var." Kahkaha attı. "Nişanlın zengin farkında mısın?" Yüzümü ekşittim. Koca parası yiyeceğimi mi düşünüyordu? Koca parasından da önce Kutay Yorulmaz'ın parasını yemek? Cevap vermediğimi görünce, "Pekala," Dedi. "Asıl mevzuya gelelim." "Nişanladık. Artık nikah kıymanın hatta düğün yapmanın vakti." Dedi. Beynimden vurulmuşa gibi oldum. Ne diyeceğimi, ne demem gerektiğini unuttum. Kelimeleri yuttum. Koluyla sol tarafı gösterdi. "Bunların hepsi de senin için." Gösterdiği yöne döndüm. Beyaz elbiseler gördüm. Gelinlik. Boğazıma bir yumru oturdu. Küçüklük hayalimdi bu elbiselerden giymek. Ama sevdiğim adamla evlenirken. "Bir şey demeyecek misin?" Sırtımı Kutay'a dönmeden geriledim ve kapıdan çıktım. "Bir şey mi oldu?" Dedi Giray. "Daha hiçbir şey olmamış ki..." Giray'ı gerimde bırakarak ilerlemeye başladım. Dışarıya çıktığımda soğuktan etkilenmeyi bekledim. Ama olmadı. Merdivenlerin son basamağına geldiğinde başım daha çok döndü, topuklularım bu noktada bana destek olmadı ve tökezledim. Düşmeyi bekledim ama olmadı. Belimde bir elin varlığını hissettim. Kokuyu tanıdım. Gizemli Koruma. "İyi misin?" Dediğinde beni ayakta tutan ten şey belimdeki ve kolumdaki elleriydi. İleriye doğru adımlayarak ellerinden kurtuldum. Cevap vermeden arabama ilerledim. Emniyet kemerimi takmadım. Arabayı sürmeye başladım. Evlenmek. Kutay Yorulmaz ile evlenmek herkes için şahane olabilirdi. Ama onun gerçek yüzünü biliyordum. Şiddete meyili bir ruh hastası olduğunu biliyordum. Başım döndü. Arabayı nasıl kullanacağımı bilemedim. Elim tutmadı. Sağ elim zaten ağrıdığı için çok kullanamıyordum. Arabayı bir yere çarptım. Ama nereye çarptım bilmiyorum. Gözüm onu bile görmedi. Kafamı sert bir yere çarptım. Karanlık, aydınlığa ait olamadı. Karanlık, siyaha ait oldu. Her yer karardı. ... Selaaaaaammm. Ne diyeyim ki şimdi ben... Sevgiyle Kalın... Sevgilerimle!
|
0% |