Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BÖLÜM/2

@loyaezmoce

"Hadi kızım kahvaltı hazır gel."

 

Annemin neşe dolu sesi bütün evi dolduruyordu.

 

"Tamam annecim."

 

Sevinçle yatağımdan kalktım. Anne ve babam çoktan kahvaltı masasına oturmuşlardı. Sofraya oturmadan tabaktan bir börek alıp ayakta yemeye başladım.

 

"Kızım! Oturup yesene! Bak döktün nimeti her yere!"

 

Yüzünde sahte bir kızgınlıkla konuşan anneme minik bir buse kondurdum.

 

"Çok aç değilim, iki lokma yiyip çıkacağım annecim."

 

Babamın yanına gidip onun yanağına da bir öpücük kondurdum.

 

“Çimen gözlüm annen haklı. Aç karnına olmaz.”

 

İkisinede gözlerimi devirip el mecbur masaya oturdum.

 

“Ee nasıl gidiyor bakalım okul? Karne günü yaklaştı. Diplomanı almaya kaldı bir sene.”

 

Peynirden bir çatal alıp babama döndüm.

 

“İyi gidiyor hamdolsun. Sınıf geçmek benim için çocuk oyuncağı biliyorsun babacım.”

 

Gerçekten de öyleydi. Fen lisesi üçüncü sınıf öğrencisiydim ve seneye mezun olacaktım. Babam böbürlene böbürlene sandalyesinde gerildi.

 

“Sana güvenim sonsuz. Ne de olsa kimin kızı?”

 

Annem sevimli bir kahkaha attı.

 

"Tabiki de annesinin kızı."

 

Annemin söylediğiyle bu kez babamın kahkahası tüm salonu doldurdu.

 

"Tabiki de babasının kızı."

 

Onların bu atışmalarını dinlemek bana keyif veriyordu.

 

"Bıkmadınız mı hergün aynı şeyleri konuşmaktan. İkinizinde kızıyım."

 

İkiside bana yaklaşıp yanaklarımı okşadılar. Sevmeyi sevilmeyi çok seviyordum. Ailem tarafından sevgi görmek benim için büyük nimetti.

 

"Kızım bugün babanla dedeni ziyarete gideceğiz, gelmek ister misin?"

 

Dede lafını duyunca gözlerim parıldadı.

 

"Ciddi misin? İster misin de ne demek, uçarak gelirim. Zaten uçağı kaçırdığımız için moralim bozuk, hem dedemi çok özledim.”

 

Kahvaltıma büyük bir iştahla devam ettim.

 

"Görüyor musun? Bizim kıza dede diyince iştah geldi."

 

Kahvaltımı ettikten sonra odama çıktım. Dedem benim için bu hayattaki en önemli insanlardan biriydi. Kendisi büyük bir cerrahtı ve ben de inşAllah ilerde onun gibi başarılı bir cerrah olmayı istiyordum. Aşağıya indiğimde babamlar çoktan hazırlanıp çıkmıştı. Ben de ayakkabılarımı giyip dışarı çıktım. Veranda da bağcıklarımı bağlarken babam da arabayı çalıştırıyordu. Ne olduysa o an oldu! Hayatımda dönüm noktası diyebileceğim korkunç bir an yaşıyordum. Büyük bir patlama sesi ve ardından alev alev yanan arabamız. Sanki hayat benim için durmuştu. Hareket bile edemiyordum. Alevler yükseldikçe ruhum sökülüyordu. Etraftaki insanların çığlıkları göğe yükseliyordu. Zaman ne kadar geçmişti bilmiyordum. Ambulansın insanı dehşete düşüren sesi yankılandı. Ardından itfaiye. Polis sesleri de peşi sıra acımı katlıyordu. Hemen ambulanstan biri atlayıp yanıma geldi.

 

"Hanımefendi iyi misiniz? Bir şey söyleyin lütfen."

 

Ne diyebilirdim ki? Şu an hayat benim için nasıl devam edebilirdi? Karşıdan Büşra'nın sesi duyuldu, yanıma ne zaman geldiğini anlamadan kollarıyla beni sımsıkı sardı.

 

"Arkadaşım! Lütfen kendine gel, bir şey söyle bana lütfen."

 

Bir süre sonra arabayı söndürdüler, annemle babamı her tarafları yanmış bir halde dışarı çıkarmalarına şahit oluyordum. Ayaklanıp yanlarına gitmeye çalıştım fakat bir adam buna engel oldu.

 

"Hanımefendi, burada kalın."

 

İşte o an sesimi geri kazandım.

 

"Bırakın beni, annemle babama gideceğim."

 

Sesimle beraber gücüm de geri gelmişti. Kollarından kurtulmaya çalıştım.

 

"Sakin olun şimdi hastaneye gideceğiz. İsterseniz siz de bizimle gelin. Buyurun buradan gidelim."

 

El mecbur adamın beni yönlendirmesine izin verdim. Babam ve annemi ambulansa koyarlarken beni tutan adam da arabasına binmem için kapısını açtı. Bu yanımdaki adam kimdi, hangi arabaya binmiştim, bunların hiçbirini düşünmeden hareket ediyordum. Bir yandan ambulansı gözlerken diğer yandan ailemi bana bağışlaması için Rabbim’e dua ediyordum. Gözyaşlarım yüzünden ambulansı görmekte güçlük çekiyordum zira gözlerimi silmekten etraf daha bir bulanıklaşıyordu. Araba durduğu gibi hastaneye fırladım, annemle babamı çoktan içeri almışlardı.

 

Uzun süren bekleyişin ardından doktor dışarı çıktı, yüzündeki ifade hiç de iç açıcı olmadığından ileri atılıp konuşmaya başladım.

 

"Noldu! Nasıllar! İyiler değil mi? Nolur bir şey söyleyin?"

 

Doktorun yüzündeki çaresizliği sevmemiştim. Duyacaklarım hiç hoşuma gitmeyecek gibiydi. Başındaki boneyi yavaşça çekip ellerini önünde bağladı.

 

"Malesef elimizden geleni yaptık ama ikisinide kurtaramadık. Başınız sağolsun.”

 

Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Yerin altımdan hızla kaydığını hissettim. Yanlış duymuş olmalıydım. Bu sahne filmlerde, dizilerde olurdu. İzleyip karşıdaki kişiye üzülürdük. Benim başıma gelmiş olamazdı. Başımı olumsuz anlamda hızlıca sallayıp doktoru yakalarından silkmeye başladım.

 

"HAYIIIIIIIR! LÜTFEN GERÇEK OLMADIĞINI SÖYLEYİN? ÖLMEDİLER DEYİN. NOLUR BİR ŞEYLER YAPIN. LÜTFEN. LÜTFEN."

 

 

"Anne! Baba!”

 

Ter içinde uyandım. Aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamaktan yorulmuştum.

 

"Sakin ol kızım, kötü bir kabus görüyordun sanırım, sayıklamalarına geldim."

 

Karşımda başı örtülü orta yaşlı bir kadın beni sarsarak uyandırmaya çalışıyordu. Etrafıma baktığımda bu hiç tanıdık olmayan odada ne işim var diye düşündüm. Bir anda paniğe kapıldım ve geri çekildim.

 

"Siz de kimsiniz, neredeyim ben?"

 

Kadın ellerini kollarımdan çekip yüzüne tatlı bir gülümseme kondurdu.

 

"Korkma kızım. Benim adım Zehra. Oğlumun söylediğine göre camide bayılmışsın. O getirdi seni."

 

Şimdi hatırladım. En son silahlı bir adamdan kaçıyordum ve namaz kılan çocuğun yanına gitmiştim, tam o sırada da ilacın etkisiyle uyuyakaldım. Sonrasını hatırlamıyordum.

 

"Teşekkür ederim. Sağolun."

 

Ne kadar teşekkür etsemde tedirgin olmuştum. İyi de beni hastaneye getirmek yerine neden evine getirmişti? Bunu sormak şu an saçma olur muydu karar verememiştim.

 

"Kızım yanında telefon yoktu. Ailene haber veremedik. Annenler de merak etmiştir, istersen al benim telefonumu, ara annenleri."

 

Annemler! Tek kelime, ne büyük acı.

 

"Haber verebileceğim kimsem yok maalesef! Ailemi üç yıl önce kaybettim.”

 

Bu kelimelere hala alışamadığım için olsa gerek gözlerimin dolmasına mani olamadım.

 

"Afedersin kızım, bilmiyordum, kırdıysam özür dilerim."

 

Benim kırıldığım şey insanların bunu söylemesi değil, buna maruz kalmış olmaktı. Bin parçaya bölünüyordum. Eksiklerim hiçbir zaman tam olmayacaktı.

 

"Önemli değil. Hem siz nereden bilecektiniz? Hala alışamadığımdan böyle oluyorum."

 

Zehra teyze elini dizime koyup okşadı. Gözlerindeki şefkat kalbimi ısıtmıştı. Daha dikkatli baktığımda onunda gözlerinin dolduğunu farkettim. Kahverengi hareleri ıslaklıktan parlıyordu.

 

"Başın sağolsun, Allah mekanlarını cennet etsin. Kahvaltı hazırladım, kalkta yiyelim. Güçsüz düşmüşsün biraz, canlanırsın."

 

Konu yemek olunca nerede olduğumun bir önemi yoktu. Açlığa tahammülüm olmadığından hayır demek istemesemde uygun olmayacağını düşündüm.

 

"Zahmet olmasın, ben gideyim."

 

Nereye gideceğim belli değildi ama onlara daha fazla rahatsızlık vermek istemedim.

 

"Ne zahmeti canım olur mu? Hadi hadi kalk bakalım."

 

Zehra teyze kesin bir dille itiraz etti. Ayağa kalkınca içimden ne kadar da uzun boylu bir kadın diye geçirdim. Yaşına rağmen gayet dinç duruyordu. Bana ısrarcı bakışlarla daha fazla bakmasını istemediğimden kafamı salladım. Yataktan kalkıp kapıdan çıktık. Bizi uzunca bir salon karşıladı. Salonun bir duvarı boydan boya camdı. Sanırım bahçeye geçilen bir kapısı vardı. Tahmin ettiğim gibi kadın da camlı kapıyı açıp bahçeye çıktı. Peşinden usulca gittim. Bahçeyi şöyle bir inceledim de epey uğraş verilmiş gibiydi. Rengarenk çiçekler yazı selamlıyor, bodur meyve ağaçlarıda bahçeye ayrı bir hava katmıştı. Bahçeyi incelemeyi bitirdikten sonra sofraya oturdum.

 

"Kızım merakımı mazur gör ama o saatte camide ne işin vardı. Bu mahalleden değilsin sanırım ilk kez gördüm seni."

 

Bu sorunun gelmesini bekliyordum. Kadın, haliyle evindeki yabancıya koşulsuz bütün kapılarını açacak değildi.

 

"Evet bu mahalleden değilim, iki sokak yukarıda oturuyorum. Dün gece evimde bazı tıkırtılar duydum. Korkudan dışarıya çıktım, elinde silah olan bir adam üstüme doğru gelmeye başladı, ben de var gücümle kaçtım. Önüme cami çıktı, girdim, biri namaz kılıyordu, ondan yardım istemek için yaklaştım ama içtiğim uyku ilaçları etkisini gösterince de malum."

 

Olayı örtbas etmeden anlattım. Her kelimemde istiğfar çekti. Endişelenmesi ilginç bir şekilde içimi ısıtmıştı. Belki de uzun zamandır kimse senin için endişelenmediğindendir diyen iç sesime hak verdim.

 

"Ah be kızım! Yalnız yaşıyorsun, hırsız falandı illaki. Allah korumuş seni."

 

Sesinden samimiyet akıyordu. Bir insan hiç tanımadığı birine bu kadar şefkatli yaklaşabilir miydi?

 

"İllaki hırsızdır. Ama sorun şu ki yalnız yaşadığım için bunun üstesinden nasıl gelinir bilmiyorum?”

 

Her olayın sonunda yalnızlığım bir tokat gibi yüzüme çarpılıyordu.

 

"Hiç akraban da yok mu kızım?"

 

Akraba? Düşününce kimsem kalmamıştı ki! Şu kısacık üç sene içinde çok kayıplar vermiştim. Önce anne babam. Ardından dedem, babaannem ve halam. Bu kadar acıya nasıl katlanmıştım bilmiyordum.

 

"Dedem var ama oda annem ve babam öldükten sonra benimle hiç görüşmedi. Ona annemi hatırlattığım için beni görmek istemediğini söyledi."

 

Ne zaman dedemle görüşmek istesem hep kovulmuştum. Bana kol kanat gereceğini düşünürken kolumu kanadımı kırmıştı. Her derdimde ona sığınmak istedim ama o beni dinlemeye bile tenezzül etmemişti. Acıysa bende yanmıştım. Onun kızıysa benim de annemdi ama hiçbir zaman neden böyle davrandığına anlam verememiştim.

 

"Anladım. Neyse kızım yemek ye hadi."

 

Konuyu değişmek istedim. Hayatımda olumsuz giden çok şey vardı. Bir de bunları konuşup kendimi daha fazla yıpratmam gerekmiyordu.

 

"Ne kadar güzel bir bahçeniz var. Eminim çok uğraş vermişsinizdir."

 

"Aslında ben hiç bakmam, hep oğlum ilgilenir. Pek sever böyle şeyleri."

 

Oğlundan bahsederken sesindeki gurur saklanamayacak derecede çoktu.

 

"Hmm. Ne güzel."

 

Konuşacak konuda kalmamıştı. Bir yabancıyla ne konuşulurdu ki? Ben bunları düşünürken Zehra teyze söze yeniden girdi.

 

"Eee kızım anlat bakalım. Okuyor musun? Neler yapıyorsun. Biraz sohbet edelim."

 

"Evet efendim fen lisesi son sınıf öğrencisiyim. İnşallah bu yıl mezun olacağım. Normalde çoktan mezun olmam gerekirdi fakat malum durumlardan ötürü okula ara vermek zorunda kaldım.Annemle babamdan sonra memleketime gittim, bir süre orada yaşadım, daha sonra dedemleri de kaybedince geri buraya döndüm."

 

"Anladım kızım. Senin imtihanında zor, Mevlam kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemez. Sabır en büyük dostun olsun bu yolda."

 

Sabır! Taş olsa çatlardı denilen cinstendi benim imtihanım. Bu yolda Mevlam en büyük dayanağım oldu. Kendime hep Allah kuluna taşıyamayacağı yükü yüklemez sözünü hatırlatırdım. En sevgili peygamberine bile ne imtihanlar çektirdi, biz mi imtihan olmayacağız derdim rahatlamak için. Her ne kadar rahatlamak zor olsada içimi ılıtırdı yaptığım bu tefekkür.

 

"Peki ya siz? Kendinizden bahsetmek ister misiniz?”

 

Yeniden sıcacık gülümsemesini takınarak gözlerimin derinlerine baktı.

 

"Ben ne anlatayım ki kızım? Bir oğlum var bir de ben. Eşimi üç yıl önce kaybettim. Sağolsun oğlum hem çalışıp hem okuyor. Kendi yağımızda kavrulup gidiyoruz."

 

Demek o çocukta benim gibiydi. Aynı zamanda kayıp vermiştik. Belkide o akşam ona rastlamam tevafuktu. Kul sıkışmayınca hızır yetişmez derler ya, benim içinde ortak acımızın olduğu bir hızır yollamıştı.

 

"Sizin de başınız sağolsun."

 

Koyu sohbetimizin ortasında kapı çaldı. Zehra teyze açmak için içeri girdi. Bahçenin kapısından salon görünüyordu. İçeri giren adama baktım. Boyu neredeyse kapıdan sığmayacak kadar uzundu. Yapılı vücudu olmasına rağmen zayıf duruyordu. Siyah saçlarının perçemleri hafif gözlerine düşmüştü. Girdiği ortamın havasını değiştirecek bir havaya sahipti. Zehra teyzenin bana yöneldiğini görünce gözlerimi kaçırdım.

 

 

"Oğlum gelmiş kızım."

 

Demek bu oydu. Beni kurtaran adam. Kalkıp teşekkür etmeli miydim? Ne yapacağımı şaşırmadan edemedim. Bendeki bu ani ruh değişimine şaşırmıştım. Heyecandan avuç içlerim terlemişti. İlk kez gördüğüm bir adam beni neden bu kadar heyecanlandırmıştı anlamamıştım. Belli etmeden bir daha baktım. Onda farklı bir şey vardı. İlk kez gördüğüm biri gibi değilde yıllardır tanıdığım ama uzun zaman sonra karşılaştığım biri gibi hissettiriyordu.

 

"Neyse Zehra teyze bende kalkayım artık."

 

Yavaştan kapıya doğru yöneldim. Ona bakmamaya çalışıyordum. Zehra teyze yanıma yaklaşıp kolumu hafifçe tuttu.

 

"Aaaa olur mu hiç? Hemen kalkmasaydın."

 

Daha ne kadar kalabilirdim. Bir an önce başıma gelen felaketi de çözmek istiyordum.

 

"Yok sağolun, dün gece olanlardan sonra polise gitmem gerek."

 

Zehra teyze haklı olduğumu bildiğinden üstelemedi.

 

"Peki o zaman kızım sen bilirsin."

 

Tam içeri geçecekken Zehra teyzenin sözleri üzerine durdum.

 

"Kızım dur istersen, Furkan'a söyleyeyim arabayla bıraksın seni karakola. Bir daha yürüme o kadar yolu."

 

Demek adı Furkan’dı. Adını duymak beni heyecanlandırmıştı ve ben buna anlam veremiyordum. Asla ilk gördüğüm bir erkekten hoşlanacak biri değildim ama nedense heyecanım git gide artıyordu.

 

"Gerek yok sağolun. Ben bir taksiyle giderim."

 

Yanımda para olmamasına rağmen onlara bu kadar yük olmak istemedim.

 

"Olmaz valla, hayatta bırakmam. Furkan!"

 

Kadın bütün itirazlarımı kulak ardı edip oğluna seslendi.

 

"Efendim anne."

 

Sesindeki naiflik kulaklarıma değerken bile ürperdim. İki kelimelik bir cümle kurduğuna kimse beni inandıramazdı. Benim kafamı kurcalayan esas şeyse hiç tanımadığım bu adamın bu kadar tanıyormuşum hissi vermesiydi.

 

"Oğlum, hele bir gel."

 

Furkan yanımıza geldiğinde bir saniyeliğine gözlerimiz buluştu. O kadar kısaydı ki bu an yaşanmamış bile olabilirdi.

 

"Oğlum kızı bi karakola bıraksan sana zahmet bir daha taksilerle uğraşmasın."

 

Yeniden bana baktığını hissettim.

 

"Tamam anne olur. Ben anahtarları alayım. Siz de dışarıda bekleyin."

 

Zehra Teyze pardesüsünü giyip dışarıya çıktı, bende onu takip ettim.

 

"Bu arada kızım ben senin ismini sormadım. Adın neydi?"

 

Her şeyi konuşup adımı hiç söylememiş olmam çok gülünçtü.

 

"Merve."

 

Boğazımı temizleme ihtiyacı hissedip hafifçe öksürdüm.

 

"Merve! Ne güzel bir ismin var. Maşallah kendin gibi adın da pek güzel."

 

Zehra teyze tarafından beğenilmek gururumu okşamıştı. Sanırım bu evden bir türlü çıkmamamın sebebini çözmüştüm. Uzun zaman sonra ilk kez yuva diyebileceğim bir yerde gözlerimi açmak, sanki bir ailem varmış gibi sıcacık yapılan bir kahvaltı, özlemimi bir nebze olsun dindirmişti.

 

"Sağolun Efendim."

 

Biz yine ayak üstü sohbete dalmışken yanımıza uzun boylu, feraceli, güzel bir genç kız geldi. Yüzündeki bakış ise güzelliğini örtbas edecek kadar samimiyetsizdi.

 

"Selamun aleyküm Zehra Teyze, hayırdır nereye böyle?"

 

Benim kim olduğumu çözmeye çalışır bir hali vardı. Sorup sormamakta tereddüt ediyor gibiydi.

 

"Aleyküm selam Rümeysa kızım. Bir işim varda çarşıya çıkıyorum. Annenler nasıl? İyiler mi?"

 

Zehra teyze soru sormasından rahatsız olmuş olacak ki konuyu değişti.

 

"İyiler çok şükür. Neyse ben sizi tutmayayım. Annem bekler. Hadi Allah'a emanet olun."

 

Merakı gözlerinden okunsada bir şey söylemeden yanımızdan ayrıldı. Az biraz kıskançlık sezmedim değildi hani. Kapının açılma sesiyle Furkan’ın geldiğini anlayıp ona doğru döndüm. Bu kadar beklememizin nedenini üzerini değiştirmesinden anlamıştım. Eve girdiğinde lacivert tişört ve krem bir pantolon giymişken şimdi ise üzerinde simsiyah bir eşofman takımı vardı. Beyaz ayakkabılarını bağlamak için eğildiğinde kokusunu hissettim. Parfüm kokmuyordu. Koku hafızam iyiydi. Kendine has odunsu bir kokusu vardı. Düşüncelerimden beni uzaklaştıran bir çocuk sesi oldu.

 

"Zehra teyze koş gel. Anneme yine geldiler. Zaptedemiyoruz."

 

Ufaklığın yüzü belliki koşturmaktan kıpkırmızı olmuştu. Hızlıca nefes alıp verirken elini göğsüne bastırdı.

 

"Aman be yavrum. Tamam tamam geliyorum."

 

Zehra teyze çarçabuk oğluna döndü. Ben de Furkan' a bakıyordum. O gülmemek için kendini zor mu tutuyordu yoksa bana mı öyle geliyordu?

 

"Oğlum siz gidin bari, beni beklerseniz hayatta gidemeyiz. Kusura bakma kızım acil olmasa seni yalnız bırakmazdım.”

 

Kafamı sorun yok dercesine salladım. Furkan hafif bir kahkaha attı.

 

"Tamam anne sen git. Ben bırakırım."

 

Her tınısında ayrı bir ahenk vardı. Gülerken başka ciddiyken bambaşkaydı.

 

"Oğlum çok ayıp gülme, hadi gittim ben. Sen de Allaha emanet ol kızım. Ne zaman istersen gelebilirsin. Hay Allah ya! Neyse ben gidiyorum. Hadi Mehmet yürü bakalım."

 

Zehra teyze gittikten sonra, Furkan arabaya bindi. Ben de geçip oturdum. Arabayı çalıştırdı. Sanırım bir teşekkür etmem gerekiyordu.

 

"Şey... ben... aslında .... teşekkür ederim. Yani yardımın için."

 

Dikiz aynasından yüzüne baktım. Tek bir mimiği bile oynamamıştı.

 

"Önemli değil."

 

Sesinde ufakta olsa bir sitem sezsemde buna pek anlam veremediğim için üstünde durmadım. Peki benim canımı bu kadar sıkan neydi? Bana bakmaması mı yoksa basit bir cevap vermesi mi? Kendimle çelişen duygular yaşıyordum. Henüz onu göreli birkaç saat olmasına rağmen ona doğru çekildiğimin farkındaydım. Arkadan onu seyrettiğimde ensesinde bir yara izi olduğunu farkettim. Her detayı ona özel gibiydi. Fren sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Geldiğimizi anlayınca dışarı çıkmak için kapıyı açtım.

 

"Tekrar teşekkür ederim." diyip indim.

 

Tam o sırada silah sesi dibimde patladı. Korkudan olduğum yere çöktüm. Sadece bir el ateş edilmişti. Kulaklarıma sıkıca bastırdığım ellerimi çekip gözlerimi açtım. Ardından polislerin silah sesleri geldi. Adam bir varmış bir yokmuş dercesine ortadan kayboldu.O sırada Furkan arabadan inip yanıma geldi.

 

"İyi misin? Bir şeyin var mı?”

 

Bu kez sesindeki korku kulaklarımı deldi. Bu adamın her konuşması bende etki bırakıyordu. Kafamı bir şey yok dercesine olumlu anlamda salladım. Olduğum yerden kalktım. Polisler yanımıza gelip içeri geçmemizi söyledi.

 

 

İçeri geçtiğimizde diğer polis memuru elinde bir not kağıdıyla geldi. Kağıdı alan adam kaşlarını çatıp bana döndü.

 

"Merve Yılmaz sen misin kızım?"

 

Derin bir nefes alıp cevap verdim.

 

"Evet, benim."

 

Yaşadıklarım bitmek bilmeyen bir döngüye girmiş gibiydi. Kendimi aksiyon dolu bir filmde gibi hissediyordum.

 

"Son zamanlarda hiç tehdit aldın mı peki?"

 

Tehdit mi? Bir o eksikti zaten hayatımda diye geçirdim içimden.

 

"Hayır. Sadece dün evime silahlı birisi geldi. Hırsız olabileceğini düşündüm o kadar."

 

"Anlıyorum.Peki annenle baban nerede?"

 

Yine aynı soru. Eksikliklerini hayatımın her anında hissediyor olmak beni çok yormuştu.

 

“Onları bir suikast sonucu kaybettim. Yaşadıklarımın bununla bir alakası olabilir mi?”

 

Polis baş parmağını çenesinin altına, işaret parmağını da çenesine koydu. Düşünceli bir şekilde çenesini kaşıdı.

 

“Suikastle ilgili başka bir bilgin var mı?”

 

Bu kez daha derinden bir nefes alıp verdim.

 

"Hayır, sadece bunun bir kaza olmadığını, birilerinin arabamızın devreleriyle oynaması sonucu patladığını söylediler. Ama bu sadece lafta kaldı, en ufak bir kanıt dahi yok."

 

Bunu yapan profesyonel insanlardı. Yoksa hiçbir ipucu bırakmadan bu işi yapmaları mümkün değildi. Böyle şeylerden bile anlıyor olmak istemiyordum.

 

"Anlıyorum. Kızım bak, seni korkutmak istemem ama aileni her kim öldürdüyse şu an senin peşinde."

 

Söyleyince oluyor muydu? Ölümden korkuyor muydum? Evet deli gibi korkuyordum!

 

"Peki bu kanıya nasıl vardınız?"

 

Elimdeki kağıdı buruşturduğu yerlerden geri açtı ve bana uzattı.

 

"Sana ateş eden adam orada bir not bırakıp gitmiş. Notta da (bu şimdilik sana sadece bir uyarı Merve Yılmaz . Annenle babanı özlemişsindir umarım) yazıyor."

 

Dehşete kapılmamak elde değildi. Korkmadan birgün dahi geçiremeyecek miydim?

 

"Bu durumda beni ölümle tehdit ediyor."

 

Bir bu eksikti. Gönderdikçe gönderiyordu mevlam.

 

"Yanılmıyorsam anne ve babanı öldüren de aynı kişi. Ya da kişiler. Bu sadece bir varsayım tabi. Bu saatten sonra kesinlikle dikkatli olman gerek."

 

Ben zaten hep dikkatliydim. Hayatımı tek düzde yaşamayı bırakalı çok olmuştu. Panik bütün bedenimi ele geçirdiğinden evham yapmadan yaşayamaz olmuştum.

 

"Peki ben şimdi ne yapacağım?”

 

Çaresizce başımı öne eğdim.

 

"Tek mi yaşıyorsun?”

 

"Evet ama komşularım, aile dostumuz, onlarda kalabilirim."

 

Büşra’nın başınıda belaya sokmak istemezdim fakat aklıma başka çare gelmiyordu.

 

"İyi olur, bu aralar tek olman senin açından kötü."

 

Herkes beni düşünüyor gibiydi ama ben kimsesizdim. Herkes var gibiydi ama ben yapayalnızdım.

 

"Tamam teşekkürler sağolun."

 

"En ufak bir olayda bile bizi haberdar et kızım, tamam mı?"

 

Kafamı olumlu anlamda salladım. Benimkisi öğrenilmiş çaresizlikten başka bir şey değildi.

 

"Peki efendim, iyi günler."

 

Yanındaki polis memuruna dönüp konuşmasına devam etti.

 

"Selim, hemen küçük hanımın evindeki güvenlik kameralarını takibe alın, yirmi dört saat izlenecek."

 

Selim denen polis başını hızlıca salladı.

 

“Tabi amirim. Ben hanımefendinin ifadesini olduğu gibi aldım. İmzalatıp gelirim.”

 

Elime tutuşturduğu kağıdı imzalayıp geri verdim, ardından oda varlığını bile unuttuğum Furkan’a döndü.

 

“Siz de gelin, sizin de ifadenizi almamız gerekiyor."

 

"Tabi buyurun, gidelim.”

 

Furkan, polis memuruyla beraber başka bir odaya geçti. Bense koridorda öylece etrafı izliyordum. Bir yandan da eve nasıl gideceğimi düşünmeye başladım.

 

"Nerede oturuyorsun?"

 

Yanıma geldiğini anlamadığımdan sesini duymamla irkildim.

 

"Efendim?"

 

Sahi ne söylemişti?

 

"Evin nerede? Bir an önce gidelim."

 

Bu inceliği her ne kadar beklemesem de teklifi ilaç gibi gelmişti. Adresimi verdikten sonra eve doğru yol aldık. Gidene kadar tek kelime bile etmedik. Sanırım başına büyük bela olmuştum. Ama ben nereden bilebilirdim ki silahlı saldırıya uğrayacağımı? Çok geçmeden eve geldik. Arabadan indim. Bu kez hiç bir şey diyemedim. Kendisi ağzını aralayıp bir şey söyleyecek gibi olsada gerisin geri kapattı. Araba uzaklaştıkça korkum artıyordu. Hemen eve gidip eşyalarımı topladım, telefonumu ve paralarımı da alıp dışarıya çıktım. Büşraların evine gelip kapıyı çaldım. Ama kimse açmadı. Telefonumu elime alıp Büşra'yı arayacaktım ki ondan gelen mesajı görüp açtım.

 

gönderen: Büşra

merve geldim ama seni bulamadım. Babaannem hastalandı, hafta sonu onun yanına gidiyoruz. Kendine iyi bak . öpüldün.

 

Olamaz! Şaka olmalıydı! Asıl şimdi ne yapacaktım. Eve de gidemem. Elime bavulumu alıp yürümeye başladım. Ne yapmalıydım? Gidecek hiç kimsem yoktu. Çaresizce elimde bavulum boş sokakta yürüyordum. Ne yapacağım? Nereye gideceğim? Tam umudumu kesmişken aklıma tek bir yer geldi. Başka çarem yoktu, gidecek başka bir yerim yoktu. Hemen bir taksi çevirip atladım. Adresi verdikten sonra ne diyeceğimi düşünmeye başladım. "Acaba birkaç gün bu evde kalabilir miyim?" nasıl diyecektim. Ya kabul etmezse. O zaman ne yapardım? Ya kabul etmesi için yalvaracaktım ya da hiç uzatmadan orayı terk edecektim.

Loading...
0%