16. Bölüm

BÖLÜM/16

Kübra Aksu
loyaezmoce

 

Karşımda Furkan’ı görmeyi beklemediğimden ağzım açık bir şekilde onu izledim, bir saniye olsun gözlerimden ayırmadığı gözlerinin ışıldadığına yemin edebilirdim, hiç bu kadar uzun süre bakmamıştım simsiyah gözlerine, hiç bu kadar anlamlı gelmemişti birinin gözlerine bakmak, tebessümüm yüzüme yayılırken aynı anda onun da dudaklarının kıvrıldığını gördüm, gözlerini minnetle kapayıp açtı, bu neyin teşekkürüydü, yanaklarımın kızardığını hissetsem de bakışlarımı çeviremiyordum.

 

"Ben bir doktor beye bakayım."

 

Büşra’nın sesiyle ikimiz de gözlerimizi ayırıp ona döndük, kapıdan öylece çıkıp gidişini izledik, tekrar birbirimize bakamamıştık. Yaşadığım heyecanın bir tarifi var mıydı? Bence yoktu. İnsan bu duyguyu hiç tanımazken aptallar önce, saçmalar, küçük bir çocuk gibidir onun yanında, neyi neden yaptığını bilmez ama gün gelirde içindeki hislerin bir adı olduğunu öğrenince rahatlar, o insan bu duyguyu tanımıştır artık, neyin ne olduğunu biliyordur ve ben Furkan’ı sevmenin ne demek olduğunu iliklerime kadar biliyor, hissediyordum.

 

Ben ilk kez Emre'yi sevmiştim, bunu inkâr edemem ama o zamanlar o kadar kördüm ki! Bu duyguları bilmeyen biri için fazla saçmalıyordum, bana yabancı olan duygular vardı.

 

Düşünün ki bir çocuğun eline şeker veriyorsunuz, ilk kez şeker görüyor belki de o çocuk, önce seviniyor, ardından heyecanlanıyor, hatta heyecandan paketini bile açamıyor, herkesten saklıyor şekerini, onun ya, başkasının almasından korkuyor, sonra kuytu bir köşeye geçiyor, paketi açmaya başlıyor, kokusunu aldıkça heyecanı artıyor, ağzına attığında kırık olan parçası dilini kesiyor, heyecanı kendini acıya bırakırken ağzında oluşan kan tadı anında pişman olmasını sağlıyor, ardından ona şeker alan kişinin kendisini kandırıp bu şekerle avutacağını öğreniyor, belki çocuk daha ama o neyle yaşadığının farkına varıyor ve şekeri yere atıp kırıyor, ardından şekerden ve ona şekeri veren kişiden nefret ediyor, çocuk ya bu, bir şeker kırıldı diye ömür boyu şeker yemekten vazgeçmiyor, hatta bundan sonraki şekerlerini daha bir zevkle yiyor, çünkü artık şekerin ne olduğunu da nasıl yenildiğini de çok iyi biliyor.

 

İşte ben de aynen bu şekilde hissediyordum kendimi, artık bu duygunun ne olduğunu ve kimde daha güzel duracağını bildiğim için... Aslında bunu bilen ben değilim, kalbim. Kalbim bu duygunun Furkan da ne kadar güzel duracağına öyle bir karar kılmış ki, hiç kimseye sorma zahmetinde bulunmadan bütün kapılarını sonuna kadar açmış.

 

Ben bu duygularla boğuşurken Furkan'ın hâlâ ayakta olduğunu farkettim, zaman durmuştu. Yatakta çok yayıldığım için çekindim ve ellerimi yatağa bastırıp kalkmaya çalıştım, karnımda oluşan sızıyla ağzımdan keskin bir inilti çıktı, o an yerinden kıpırdayıp yanıma geldi, kolumu tutacak gibi oldu ama vazgeçti. Belkide ben öyle hissettim.

 

"İyi misin?"

 

Sesindeki telaş kesinlikle barizdi, suratıma öylece bakmaya devam ederken bir cevap beklediğini anlamıştım. Anlamakla olmuyor bir de cevap ver istersen diyen iç sesime hak versem de dilim tutulmuş gibiydi, cevap vermeyeceğimi anlamış olacak ki kendisi devam etti.

 

"Kusura bakma! Rahatsızlık verdim galiba." Hay aksi beni yanlış anlamıştı!

 

"Yok... ah!" Telaş ettikçe canım daha da yanıyordu.

 

"Sen iyi değilsin, doktoru çağırmamı ister misin?"

 

Yapma Merve, ümitlenme! “Neden gözlerimin içine bu kadar anlamlı bakıyor? “ diye düşünmeyi de bırak. Daha fazla panik olmasını önlemek için cevap vermem gerektiğini anladım.

 

"Gerek yok!"

 

Sesim beni bile şaşırtacak derecede kızgın çıkmıştı. Neye kızmıştım ki, gözlerimden gözlerini çekmesine mi? Klasik hayatlar gibi, ne olacaksa olur, her şeyi zamana bırak diyenlerden değildim, bir şeyin olması için kesinlikle başkasından adım beklememen gerekir diye düşünenlerdendim. Buna inandığım için uzatmanın çok anlamsız olduğuna karar verdim, en iyisi aklımdaki soruların cevabını almaktı.

 

"Mezarlıkta ne işin vardı?" Önce ne dediğimi anlamasa da ardından yüzüme baktı, az önce baktı mı dedim ben! Kesinlikle gözüm onda olmasa o saniye bile sürmeyen bakışmayı anlamazdım. Peki neden konuşmuyordu?

 

"Cevap vermek istemiyorsan anlarım ama bazı şeyler gerçekten kafamı kurcalıyor." Ben devam edecekken sözümü kesip konuştu.

 

"Büşra çağırdı." Ne, nasıl yani? Ben yüzüne anlamamış bir ifadeyle bakarken konuşmasına devam etti.

 

"Bana buluşmamız gerektiğini söyledi, senin hakkında konuşmak istiyormuş, kabul ettiğimde adres olarak mezarlığı verdi, neden orası olduğunu merak etmiştim ama..."

 

Sustu. Peki neden? Büşra benimle alâkalı ne konuşacaktı ve neden mezarlığa çağırmıştı? Devam etmesini istiyordum, susması işime gelmemişti.

 

"Evet." Hafifçe yutkunup konuşmak için ağzını araladı.

 

"Sonra mezarlığa geldim, Büşra kapıda beni bekliyordu, konuşurken sesler duymaya başladık, senin sesini duymamızla oraya doğru koştuk."

 

Esas merak ettiğim konuya gelmiştik, son duyduğum cümlelerin hayal ürünü olmadığını bilmem gerekiyordu.

 

"Hatırlamıyorum!" Yeniden gözlerimin içine baktı, bakışlarını istemsiz yüzüme düşürdüğü belliydi, saniyelik bakışta aniden gözlerini kaçırıyordu.

 

"Anladım." Sustu ve ben bunu istemiyordum, konuşmaya devam etmeliydik.

 

"Ben anlamadım?" Gözlerime bu kez ısrarla baktı, tekrar şaşırdı.

 

"Kafamı karıştırıyorsun! Eğer sormak istediğin bir şey varsa sorabilirsin." Keşke dediğin kadar kolay olsaydı konuşmak, işin ucunda rezil olmakta vardı.

 

"Polislere ifade vermem gerektiği için soruyorum, her şey net değil." Bir an da aklıma gelen fikirle içimden kendime tebrikler yağdırdım.

 

"Büşra daha iyi anlatır sanırım." Artık gerçekten yaptıklarına anlam veremiyordum. Neden sinirlendim bu kadar? Benimki de soru muydu? Niye anlatmıyorsun gözlerinde öldüğüm adam, söylesene, neden konuşmuyorsun?

 

Kapı açılmasıyla konuşmamız yarıda kesildi. Hemşire içeri girip serumuma bazı ilaçlar enjekte etti.

 

"Nasılsınız?" Bir an önce gitmesini istediğimden onu geçiştirdim.

 

"İyiyim tesşekkürler." Hemşire tam çıkacakken Furkan kapıyı tutup ona döndü.

 

"Aslında biraz ağrısı var." Az önce kendimi zorladığımda acı çekmemden olsa gerek ağrım olduğunu sanmıştı.

 

"Yaranıza bakabilir miyim?" Gözlerim Furkan'a döndüğünde hiçbir şey söylemeden kapıyı açıp çıktı, muayeneden sonra tebessümle yüzüme baktı.

 

"Bir şeyiniz yok, dikişleriniz gayet iyi." Moralim bozulmuştu, konuşmamız yarım kalmıştı bile diyemiyordum, onunla ilk kez bu kadar uzun konuşmuştuk ama onda da bir sonuca varamamıştık.

 

"Zaten ağrım yok, sadece kendimi çekerken zorlandım ve dikişlerim acıdı." Sesimdeki öfkeye hakim olamıyordum.

 

"Hareket halinde canınız yanmış olabilir, bunlar gayet normal, kısa sürede taburcu bile olabilirsiniz, çok bile kaldınız hastanede."

 

Sahi esas bunu hiç merak etmemiştim. "Ne zamandır buradayım?”

 

"Bir haftayı geçti, o ikisi de hiç yalnız bırakmadılar seni, zavallı çocuk dışarıdaki sandalyelerde yatmaktan helak oldu." Söylediğine çok şaşırmıştım, ne kadar uzun bir süreydi ve ben hiçbir şey hatırlamıyordum.

 

"Kim?" Hiçbir şey düşünmeden kadının vereceği cevabı pür dikkat dinledim.

 

"Kim olacak canım az önce çıkan çocuk. Biliyor musun? Sana nasıl değer verdiği o kadar belli ki, hastaneye geldiğinde seni ameliyata aldılar, kapıda bu oğlan ve refakatçin olan kız bekliyordu, ikisi de ağlıyordu, sonra bu çocuk bana bağırmaya başladı, seni soruyordu sürekli, biz de mâlum, doktorlar bir şey demeden konuşamayacağımız için deliye dönmüştü, konuşurken ağlamasını katmıyorum bile, o kız da bir an olsun başından ayrılmadı, hiç evlerine gittiklerini görmedim, yani demem o ki güzel kızım, sana çok değer veren bu iki insanı sakın kaybetme."

 

Hemşire sözlerini bitirdiğinde şaşkınlıktan ağzımı açmamak için kendimle savaş verdim. Büşra'nın beni ne kadar çok sevdiğini biliyordum, duygularımız eskiden beri karşılıklıydı, aynı şeyi ben de yapardım, iyi ki öyle bir kardeşe sahibim dedim. Ya Furkan! Belki de o anın şokuyla bu kadar tepki vermişti ama evine hiç gitmeyip burada kalması, bir de gözlerim kapanmadan duyduğum şey… Kesinlikle emin olamıyordum, acaba gerçekten o sözleri sarf etmiş miydi, yoksa bilinç altımın bana bir oyunu muydu?

 

"Kendinizi iyi hissediyorsanız polise ifade vermeniz gerekecek." Hayır şimdi olmazdı.

 

"Şey aslında kendimi yorgun hissediyorum. Biraz daha toparlanıp ifade vermek istiyorum. Sonuçta zihnim darmadağınık." Furkan’la konuşmamızı bitirmeliydim, almam gereken cevaplar vardı.

 

"Tabi anlıyorum sizi, benden istediğiniz bir şey yoksa ben gideyim." Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Yok sağolun."

 

"Geçmiş olsun." Hemşire dışarıya çıktığında Furkan'ın gelmesini bekledim, kapının çalma sesini duydum ama kimse girmiyordu, bir kez daha çaldı.

 

"Girin." Kapı açıldı ve Furkan içeriye girdi, demek bir an olsun beni yalnız bırakmamıştı, bu detay istemsiz gülümsememe neden oldu, Furkan’a baktığımda onun da gülümsediğini gördüm, aynı anda gözlerimizi kaçırdık. Gülmek bir insana bu kadar mı yakışırdı!

 

"İyi misin?" Benim için endişelenmesi bile hoşuma gitmeye başlamıştı.

 

"Daha ne kadar iyiyim demem gerekiyor? İnanman için yani!" Gözlerini devirdi, bu hareketi şaşırmama neden oldu, ne ara bu kadar samimi olmuştuk?

 

"Anlaşıldı gayet iyisin." Susmamalıydık! Her şey açıklığa kavuşmak zorundaydı.

 

"Furkan?"

 

"Merve?"

 

Aynı anda isimlerimizi söylemek ikimizi de güldürdü, kendimi konuşamayacak gibi hissettiğimden ona karşılık verdim.

 

"Efendim." Gözlerini duvara dikip konuşmaya başladı.

 

"Geldiğimizde o adamla tartışıyordun, adamın elinde silah görmeyi hiç beklemiyordum, peşinde bir sürü insan var farkındayım, o gün karakolun önünde ki silahlı adam, o adamdan farklı biriydi. Kim olduğunu göremesemde yaşlı olmadığını anladım ama o adamın senin deden olduğunu bilmek, dile kolay, bir insan evladından bir parçaya nasıl kıyabilir? Deden silahı Büşra'ya doğrulttuğunda senin gözlerindeki o acıyı gördüm, sana doğrulttuğunda ki ifade yoktu gözlerinde, ona ne kadar değer verdiğin gözlerinden okunuyordu, buna izin veremezdim, gözlerindeki o acıyı yok etmek istedim, bu yüzden dedenin dikkatini dağıtmam gerekiyordu, aklıma ilk gelen şeyi yaptım, onu kışkırtarak silahı bana doğrultmasını sağladım, silahı bana doğrultması hiç umurumda değildi, gözlerindeki acı silinsin diye yaptım ama sen hiç ummadığım anda önüme atladın, inanmak istemedim buna, senin vurulduğuna inanmak istemedim. Ben kendimi yokladım, hiçbir şey hissetmiyordum ama hissetmek istiyordum, merminin acısını kendimde hissetmek istiyordum, bedenimin her yerinde acı aradım, bir yerim kanıyor mu diye baktım, tek bir yerim acıyordu Merve, tek bir yerim kanıyordu, kalbim! Seni yerde kanlar içinde görmek..."

 

Devam edemedi! Boğazında ki yumruyu yutmaya çalışıyordu, onu böyle görmek istemiyordum, hazır bu kadar içini dökmüşken esas soruyu sormak istedim, ya şimdi ya da hiç diye düşündüm, kelimeler boğazıma ne kadar düğümlense de konuşmak için kendimi zorladım.

 

"Gözlerimi kapatmadan önce sen yanıma geldin. Orada bana söylediklerin. Ya da söylediysen tabi. Bir daha söyler misin?"

 

Yüzüme bakıp derin bir nefes aldı, nefesini geri verirken hafiften burnunu çekti, her hareketini santimi santimine beynime nakşediyordum.

 

"Neyse bilinç altımın bana oynadığı saçma sapan bir oyundu sanırım, sen bakma bana.”

 

Kesinlikle o kelimeleri duyduğuma emindim ama benim emin olmam demek, onları söylemiş olması demek değildi. Ne kadar istiyormuşum meğer beni sahiplenmesini.

 

"Bu hayatta nefes aldığım sürece sana bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim." Dediklerini duyduğumda ona döndüm. Bilinç altımın bana oynadığı bir oyun değildi! Şaka değildi! Rüya değildi! Aptal bir hayal hiç değildi! Tam olarak Büşra'ya söylediği sözler bunlardı...

 

Bölüm : 27.11.2024 09:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...