
Elimde valizimle köy evimin kapısının önünde öylece kalakaldım, kimsesiz olan bu evin kapısınıda açacak kimse yoktu, eskiden ne çok severdim buraya gelmeyi, köy kokusunu ciğerlerime çekip bedenimi dinginleştirmeyi, kocaman bahçesinde rengarenk çiçekler, boy boy mandalina ve portakal ağaçları karşılardı önceden, şimdiyse kurumuş otlar, güneşe küsmüş ağaçlardan başka bir şey yoktu, hayatımın dışa vurmuş hali gibiydi burası, insan korktuğuna kaçarmış meğer, nasıl saklanacağımı bilmeden attım kendimi buralara, Rize bana her zaman iyi gelirdi de, şu an beni karşılaması gereken kişilerin burada olmaması ve asla burada olmayacak olmaları hiç iyi gelmemişti, içeri girecek cesareti kendimde bulamıyordum, mavi demir kapının yer yer paslanan tarafları içimi burktu, kafamı sağa sola çevirdiğimde duvarların atan boyaları hüznümü katlıyordu, her detayının bana huzur verdiği bu yuva manen yıkılalı çok uzun zaman olmuştu, üzüntü ve öfkeyle sıktığım bavulumu bıraktım, parmaklarıma baktığımda boğumlarımın bembeyaz olduğunu görmek beni telaşlandırdı, kim bilir ne kadar sıkmıştım?
"Merve?"
Duyduğum sesle arkama döndüm, karşımda Elif'i görmek yüzümde buruk bir tebessüme sebep oldu, sarı küt saçları, belli belirsiz çillerle kaplı ufak yüzü, mavi gözleri ve uzun selvi boyuyla çok güzel bir kızdı, annesi annemi tanıdığında o kadar benimsemiş ve sevmişti ki kızının adını da Elif koydu, onun gibi olmasını isterdi hep, Elif benim buradaki tek arkadaşımdı, ne zaman buraya gelsem hep benimle ilgilenirdi, inanamaz gözlerle koşup bana sarıldı, ben de karşılık verdim.
"İnanamıyorum! Sensin, seni çok özledim arkadaşım, iyi ki geldin."
Onu daha da sıkıp ne kadar özlediğimi belirtmek istedim, konuşacak hâlim kalmamıştı, bunu yanağımdan süzülen yaşlardan da anlayabiliyordum, Elif sarılmayı bırakıp gözyaşlarımı sildi, ardından yanağıma sımsıcak bir öpücük kondurdu.
"Ağla bitanem, sana ağlama diyemem, hadi gel oturalım şöyle." Kafamı olumsuz anlamda salladım, ince bileğini nazikçe tutup gözlerinin derinlerine baktım.
"Beni onlara götürür müsün?" Hüznüme gözlerinin derininden bir merhamet bahşederek eşlik etti ve hafifçe gözlerini kırptı.
"Peki canım, gel hadi."
Koluma girip yürümem için hafifçe ittirdi, yemyeşil çaylıkların içinden geçerken çay kokusu burnumu doldurdu, koku hafızası olduğuna her zaman inanırdım, halamla beraber beceriksizce salladığım çay makası, dedemin elimi keseceğimden korktuğundan dolayı endişeli bir şekilde bize kızması kulaklarımı doldurdu. Elif’in durmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım, yüzümün ıslanmasından ağladığımı anlamıştım, gözyaşlarım kurumayacağa benziyordu. "Kemal Yılmaz, Fatma Yılmaz” Ölüm bile onları ayıramamıştı, mezar taşlarını tek tek okşayıp etraflarında döndüm, taşların soğukluğu içimi ürpertmişti, mezarlığın dibine çöküp daha çok ağlamaya başladım.
"Özür dilerim, son gününüz de bile yanınızda olamadım, yapamadım bunu, cesaret edemedim, haberinizi aldığımda gelemedim, affedin beni, siz affedin ki ben kendimle olan savaşımı bitirebileyim. Kaldıramıyorum artık, şu halime bakın aciz, zavallının tekiyim, bir başıma kalmışım burada. Bana hep yaratıcıya güvenmemi söylediniz, çocukluğum boyunca O ne yaparsa her şeyin en güzelini bilir dediniz, peki ben hayatımdaki sevdiğim insanlar tek tek yok olmuşken O’na nasıl güveneyim? Bu kadar acıyı hakedecek ne yaptım ben?"
Sustum, içimdekileri dökerken o kadar çok bağırdım ki bir an boğazım yırtılacak sandım, bir yandan topraklarını avucumda sıkarken diğer yandan kesik kesik hıçkırıklarımla ağlamaya devam ettim, o ana kadar varlığını unuttuğum arkadaşım konuşmamın bittiğini anlamış olmalı ki yanıma gelip sarıldı, karamsarlık üstüme çökünce çilemin hiç bitmeyeceğini anladım.
…
Daha geleli birkaç gün olmasına rağmen İstanbul'u çok özlemiştim. “İstanbulu mu yoksa?”diyen iç sesime nefes vermekle yetindim sadece, cevabını bildiğimiz sorulardan kaçarız bazen, şu an tam da onu yapıyordum. Beni yalnız bırakmak istemediğinden Elif’in ısrarlarına dayanamayıp onda kalmıştım ama artık kendi evime geçme vaktiydi. Başımı yastıktan usulca kaldırıp ayaklarımı karyoladan sarkıttım, ellerimle yorganı sıkıp gözlerimi rutubetten yer yer soyulmuş tavana diktim, eskiden de bu evde kalmayı severdim, küçük ama huzur verici bir havası vardı. Aklımda bunlar dönerken bir yandan da Furkan’ı düşünmeden edemiyordum, onu ardımda bırakmak hayatım buyunca geçmeyecek bir pişmanlığı da beraberinde getirmişti, kalbim dikenli tellerle çevrili gibi hissediyordum, ona evet demek onu oraya hapsetmekti ve bu bana göre bencilceydi, derin bir nefes verip yataktan kalktım, bir çıkmazın içinde sürükleniyordum, bakalım hangi kıyıya vuracaktım.
Kapıdan çıktığımda salonun ortasına kurulu yer sofrasına bakınca iştahım kabardı; tereyağından balına, köy peynirlerinden muhlamasına envaiçeşit kahvaltılıklar vardı, karnım zil çala çala örtüyü dizlerime çekip sofraya kuruldum, Elif çayları doldururken bir yandan da konuşmaya başladı.
"Bak ne diyeceğim sana? Bir planın yoksa hadi merkeze inelim, geldiğinden beri evdesin, ne dersin?" Teklifi oldukça cazip gelmişti, benim de sıkılmama ramak kalmıştı.
"Ben de bugün merkeze inip alışveriş yapmayı planlamıştım, mükemmel olur."
Bir yandan eşsiz kahvaltının tadını çıkarıp diğer yandan kafamda planlar kuruyordum, bir şekilde istanbulda olup bitenleri öğrenmeliydim, her ne kadar olaylardan kaçsam da merak etmeden duramıyordum, Büşra’yı bir kez aramıştım ve o da Furkan’dan haberi olmadığını söylemişti, yaptığımın doğru olduğunu kendime sürekli tekrarlamak zorundaydım, zira başka türlü işin içinden çıkamıyordum.
Elif ellerini hızlıca önümde sallayınca refleksle kafamı iki yana salladım, her zaman ki gibi kafamın içindeki savaşta kaybolmuştum.
"Hu hu! Yürüyerek merkeze inmek istemiyorsan acele et, arabayı kaçıracağız."
Hızlıca kahvaltımızı bitirip sofrayı topladık, üstümüze uygun şeyler giyinip dolmuşun yolunu tuttuk, Elif dolmuşun, muhtarlığın oradan kalkacağını söylediğinden yürümeye başladık, ikimiz de hiç konuşmuyorduk, toprak yollardan geçerken ayaklarım minik taşlara değiyordu, yaz olmasına rağmen hava pusluydu, nedendir bilinmez içimde tuhaf hisler vardı, çok önemsemeyip yürümeye devam ettim.
Dolmuşa bindiğimizde insanlar tuhaf bakışlarla bana baktı, burası küçük bir yer olduğundan sizi tanımadıklarında böyle bakışlarla karşılaşmanız normaldi, o yüzden hiç yadırgamadım, Elif anlamış olacak ki bana bakıp kıkırdadı, aynı şekilde ben de ona karşılık verdim, yola çıktığımızda kafamı doğa harikası manzaranın tadını çıkarmak için cama yaslayıp sessizce uzun, yemyeşil ağaçların arasından parlayan masmavi denizi izledim.
Merkeze indiğimizde o tuhaf his yine içimde peyda olmuştu.
“Neyin var Merve, endişeli gördüm seni!”
Elif yüzümden bir şeyler olduğunu anlamış olacak ki endişeli bir soru yöneltti.
“İçimde tuhaf bir his var…”
Sözümün yarıda kesilmesinin sebebi karşımda duran Emre’den başkası değildi, onu burada görmek beni hayli öfkelendirdi, sağ elimi havaya kaldırıp üstüne yürüdüm.
"Ne işin var senin burada?" Benim aksime o gayet neşeli bir şekilde sırıtıyordu.
"Hoşbuldum." Giydiği mavi gömleğin yakalarını sol eliyle düzeltirken sağ elinde de bir çiçek buketi tutuyordu, hadsizce uzattığı buketi elimin tersiyle itip yere düşürdüm.
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun, burada olduğumu nereden öğrendin?" Yüzü gerçek ifadesine bürünüp sinirini katbekat belli etti.
"Ne demek kaçmak Merve? Anlamıyorum seni, o kadar yolu sırf senin için geldim, karşılığında hesap mı soracaktın? Ölüyorum kızım, görmüyor musun? Pişmanım! Hem de it gibi! Her şeyi yanlış anlamana ben sebep oldum, bin defa söyledim sana Aslı'yla aramda bir şey yok diye! Olamaz da zaten! Ben seni seviyorum, neden anlamak istemiyorsun."
Hala eski tanıdığım Emre’ydi, haklı olduğunu bana kabullendirmek için sesinin dozajını bir hayli yükseltiyordu ama ona boyun eğecek değildim.
"Yeter! Seni daha fazla dinlemek istemiyorum, evet aranızda bir şey yok haklısın, seni o gece o odada bastığımda aranızda sizi birbirinizden sakınacak kıyafetiniz bile yoktu, beni sokak ortasında böyle şeyleri konuşturmak zorunda bıraktığın için bile senden nefret ediyorum, şimdi her ne cehennemden geldiysen oraya geri dön!"
Gözlerim yine benden habersiz akmaya başladı. Onu sevdiğimden ya da bana yaptığı şeyin hâlâ içimi sızlatmasından değil, sadece aptallığıma ağlıyordum. Nasıl olurda o kelimeleri hiç durmaksızın sıralayabilmiştim. Bana yaptığını gözlerimi kapattığımda bile düşünmek istemezken nasıl olurda şuan kendimi bu kadar aciz duruma düşürebilmiştim.
"Seni seviyorum. Bu senin için yeterli sebep değil mi? Gerçekten beni bu kadar çabuk nasıl unutabildin?" Artık ağzım beynimin vereceği komutu beklemeden hareket ediyordu.
"Peki sen annemle babam öldüğünde neredeydin ya da babaannemle dedem öldüğünde ya da halam, eniştemle kuzenim öldüğünde… NEREDEYDİN? Sonradan gelip benim yanımda olman bana hiçbir şey ifade etmiyor Emre! Bu senin için yeterli sebep değil mi?"
Ne kadar boğazımı yırtarcasına yüzüne kussamda bütün kelimeleri, sona doğru boğazımdaki yumru gitgide arttığından kısık bir şekilde bitirdim söyleyeceklerimi, ardından Elif'e dönüp gitmemiz gerektiğine dair elimle işaret verip yürümeye başladım, Emre kolumdan tutup beni kendine çevirdi.
"Haklısın! Ne desen haklısın ama pişmanım işte! Anlamıyorsun ya da anlamak istemiyorsun, ne kadar ciddi olduğumu şimdi anlarsın belki."
Sözlerini bitirip dizlerinin üzerine çöktü, ben ne oluyor demeden cebinden bir kutu çıkardı, umarım düşündüğüm şeyi yapmıyordur diye geçirdim içimden ama sanırım tam da onu yapıyordu, kutuyu açtığında içindeki pırlantayı gördüm.
"Benimle evlenir misin Merve?"
Yüzünde buruk bir tebessümle vereceğim cevaba odaklandı, bu kadar beklememin sebebi tabiki de çelişkide olduğumdan değildi, yaşadığım rezilliğin verdiği şokla kalakalmıştım, kendime gelip sesimi düzene sokarak konuşmaya başladım.
"Bak Emre! Yaptığın şey beni artık ne üzüyor ne de yaralıyor, hatta biliyor musun, artık seni affettim bile, yani beni aldatmışsın, aldatmamışsın bu benim için pek bir şey ifade etmiyor artık, şu an olduğum konum beni hem çok utandırdı hem de çok şaşırttı doğrusu, senden böyle bir şey beklemiyordum ama üzgünüm, kalbim başkasına aitken o yüzüğü takıp sana aitmişim gibi gösteremem kendimi."
Konuşmamı bitirdikten sonra arkamı dönüp yürümeye devam ettim, Elif de peşimden geldi, arkama bile bakma gereği duymadan sadece yürüdüm, yanıma gelen Elif'e sırıttım ama o suratıma aval aval bakmakla yetindi, ufak bir sırıtıştan sonra konuşmaya başladım.
"Eee istikamet neresi?" Bu sefer o elini omuzuma atıp konuşmaya başladı.
"Vay be! Sen neymişsin Merve? Valla o taşa bile herkesin içinde posta koyduysan korkulur senden." Kelimeleri kıkırdamama sebep oldu.
"Abartma Elif, sadece hakedene hakettiği gibi davrandım, hayatımda ilk defa." Suratıma anlamadığını belirten bir ifadeyle baktı.
"İlk derken, yani ne kasdettin anlamadım, senin birine karşı adaletsiz davrandığını görsem inanmam!"
Hava puslarını dağıtıp güneşi tam tepeden hissettiriyordu, hafif terleyen alnımı silip saçlarımı geriye doğru topladım, bir gün içinde dört mevsimi yaşayacağınız bir şehirdi Rize.
"Ah bir bilsen!"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |