
Furkan karşıma geçmiş bana bakıyordu, bakmaktan çok beni inceliyor gibi bir hali vardı, yüzündeki tebessüm yerli yerinde dururken bir yandan da delici bakışlarını üzerimde gezdiriyordu, saçlarının ucundan hafifçe damlayan sular yeni abdest aldığının habercisiydi, gömleğini dirseklerine kadar kıvırması kollarını daha sıkı sarmasına neden olduğundan gözlerim istemsiz bedeninde dolaşıyordu, onun aksine ben onu izlememeye çalışıyordum, gözleri üstümdeyken ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette halının yer yer aşınmış desenlerini incelemeye başladım, yavaş yavaş bana doğru yaklaşıyordu, attığı her adımda kalbim mümkünmüşçesine daha da fazla atıyordu, ayak sesleri kulaklarımda çınlarken nefesim düzensizleşmeye başladı, beş, altı ve yedi… İşte yanımdaydı, inatla ona bakmamaya çalışıyordum, pantolonunu dizlerinden hafifçe çekti ve önümde diz çöktü, işaret parmağıyla çenemin altından tutup ona bakmam için başımı kaldırdı, siyah hareleri yerini kızıl aleve bırakmıştı, gözlerinin içindeki ateş gözlerime değince içim adeta bir volkan gibi çağladı, istemsiz dudağımın kenarını ısırınca gözlerini dudaklarıma indirip zorla yutkundu, gözlerindeki alev yerini şimşeklere bırakmıştı, kendi de ne yapacağını bilemez bir haldeydi, ağır hareketlerle elini baş hizama kaldırdı, kesik kesik aldığım nefese tezat bir şekilde göğsüm hızla inip kalkıyordu, beynime sürekli nefes almam gerektiğini telkin etme ihtiyacı hissediyordum, yüzüme doğru yaklaştırdığı elini kulağımın hizasında ilerletip başımın arkasına doğru yönlendirdi, kilitlenmiş bir şekilde birbirimize bakıyorduk, naif hareketlerle saçımı alnımın kökünden başlayıp örgümün başlangıcına doğru okşadı, parmaklarını örgümün içine dolayıp hafifçe çekiştirince incim de onunla beraber aşağı süzüldü, inci tokaları eline alıp iyice bir inceledi ardından avucunu sıkıca kapatıp parmaklarının tersiyle yanağımı okşadı.
“Güzelim, onca hengamede yorulmuşsundur, bir güzel dinlen, ardından yemek yeriz, olur mu?”
Başta ne dediğini anlamak için beynimi zorladım, ayağa kalkınca cevap vermeden onu incelemeye devam ettim, inci tokamı cebine koydu, gömleğini katlarından açıp düğmelerini ilikledi ve arkasını dönüp odadan çıktı, bense öylece arkasından bakakalmıştım.
“Neydi bu şimdi?”
Sinirle tek kaşımı havaya kaldırdım, kendimi kandırılmış gibi hissediyordum, hırslı bir şekilde oturduğum yerden kalkıp elbisemin fermuarına yetişmeye çalıştım, sinirden elim ayağıma dolanmıştı, bu yüzden fermuarı asla düzgün tutamıyordum, bir yandan sağ ayağımı yere vurup diğer yandan erişemediğim fermuara saydırıyordum.
“Lanet, lanet, sabrımı zorluyorsun, ay şimdi yırtacağım elbiseyi!”
Aniden açılan kapıyla korkudan sıçradım, Büşra telaşlı bir şekilde bana bakıyordu.
“Merve, ne oldu, iyi misin?” Nefes nefese kalmasına anlam verememiştim, omuz silkip yatağa uzandım.
“Aptal fermuar, açılmıyor!” Büşra anlamayan gözlerle bana baktı, kafasını iki yana sallayıp yanıma geldi, eliyle alnıma dokununca yüzünü buruşturdu, öfkem hala geçmediğinden yaptığı saçma hareketlere anlam veremiyordum, alnımdaki elini yavaşça çektim.
“Ne yapıyorsun?” Yatağa oturup kıkırdamaya başladı, özellikle sinir olayım diye mi yapıyordu?
“Merve, aşağıya güm güm sesler geldi, ben de korktum bir gelip bakayım dedim ama fermuarla kavga edeceğin aklıma gelmezdi doğrusu!”
Gözlerimi mümkünmüş gibi daha da devirdim, o ne anlar ki diye geçirdim içimden.
“Abartmayın, hem neredesiniz siz? İnsan bir yardıma gelir!” Yalandan sitem edip konuyu dağıtmaya çalıştım, üstüme gelirse her şeyi anlatmaktan korkuyordum, zira işin sonunda Büşra’nın diline düşmek vardı.
“Mutfaktaydık, yemek hazırlayacaktık ama sağolsun enişte bey bütün yemekleri üstlendi, şimdi mutfakta bir şeyler yapıyor.”
Yemek konusunda marifetli olduğunu bilmiyordum, gerçi ben onun hakkında ne biliyordum ki? Beni burada dımdızlak bırakıp yemek hazırlamaya gitmişti demek, kendime gelmenin vaktiydi, yataktan doğrulup sırtımı Büşra’ya döndüm, fermuarımı açınca çıkması için gözlerimle kapıyı işaret ettim, bir şey söylemeden çıkıp gitti, üzerimi değişip aynada kendimi incelemeye başladım, yanaklarım sinirden mi yoksa utançtan mı bilinmez kıpkırmızıydı, stresten pantolonumun ceplerini çekiştirip ileri geri sallanıyordum, sinir olduğum kişi kendimdi, ne bu görmemiş tavırlar anlamıyordum doğrusu, çocuğun kucağına atlamaya dünden meraklıymışım da haberim yokmuş, hiç kendime yakıştıramamıştım, dağınık duran kaşlarımı ellerimle düzeltip kapıya yöneldim, merdivenlerden inerken burnuma enfes kokular geliyordu, o ana kadar acıktığımı farketmemiştim, mutfağa girdiğimde Büşra’yla Esma’nın masayı kurduklarını, Furkan’ınsa tencerede bir şeyler karıştırdığını gördüm, kimseye yardım edesim olmadığından direk sandalyeye kuruldum.
“Bugünlük otur bakalım gelin hanım, nasıl olsa bundan sonra hizmetler senden.”
Büşra’nın yapmacık sitemine dil çıkararak karşılık verdiğim esnada Furkan’a yakalandım, ağzından şuh bir kahkaha fırlayınca daha da yerin dibine girmek istedim.
“Çok tatlısın!” Söylediğiyle heyecandan tükürüğüm boğazıma kaçmıştı, öksürüklerimin arasından Büşra’nın imayla kaşlarını kaldırmasını izledim, Furkan’sa bir yandan tencereyi karıştırıp diğer yandan da gülmeye devam ediyordu.
“Bu kadar güzel utanacaksan ben sana sürekli iltifat ederim!”
Sözleri utandırmasından öte can alıcıydı, beni sevdiğini iliklerime kadar hissediyordum, bu kadar kısa sürede bunun nasıl mümkün olduğunu düşünmeden edemedim. Herkes sofraya geçtiğinde Esma tabaklara tenceredeki makarnadan doldurup servis etti, tabağımdaki enfes görünen bolonez soslu makarnaya daha yemeden bayılmıştım, dumanı üstünde tüttüğünden temkinli bir şekilde ilk çatalımı aldım, sosla buluşan makarnanın damağımda bıraktığı his çok güzeldi, bir iki derken bütün tabağı bitirmiştim, kafamı kaldırdığımda herkesin bana baktığını farkettim.
“Ne var, çok acıkmışım!”
Kıkırdayıp yemek yemeye devam ettiler, Furkan çatalını bırakıp dudaklarıma kilitlenmişti, bunu neden yaptığını anlamadan aramızdaki mesafeyi kafasıyla kapatmaya çalıştı, o yaklaştıkça ben daha da geriliyordum, bana bunu yapmaya hakkı yoktu, elini kaldırınca istemsiz gözlerimi kapattım, ardından dudağımın kenarında sert bir şey hissedince gözlerimi açtım, elindeki peçeteyle dudağımı sildiğini görmek kendime sinir olmamı sağladı. Hayır, yani ne düşünmüştüm ki? Ne hissettiğimi anlamış olacak ki dudağının kenarı muzipçe kıvrıldı, bugün daha fazla rezil olamazdım, bakışlarında aklımı okur gibi bir hal vardı, kendimi toparlayıp ağzımı araladım.
“Teşekkür ederim.”
Başını aşağı yukarı yavaşça sallayıp sandalyesine geri çekildi. Kimseden ses çıkmadan yemeklerimizi bitirdik, sofrayı toplamaya kalkınca kızlar gerek olmadığını söylediğinden içeri geçtim, bugün yeterince yorulmuştum ve hiç ısrar edecek değildim. Salona geçtiğimde Furkan da benimle beraber geldi, arkamdan gelen ayak sesleri kulaklarımı doldurunca içim bir hoş olmuştu, şu son bir kaç gündür kendimi hiç yalnız hissetmiyordum, ne zaman sessizlik hakim olsa dünyamda onun sesi bana can oluyordu, yaşattığı bu hissi bile seviyordum.
“Seni seviyorum!”
Bütün kalbimle inanarak söylemiştim bunu, duygularını asla içinde yaşayan biri değildim, hayat çok kısaydı ve sevdiklerimiz bunu duymayı hakediyordu. Elini ensesine götürüp utangaç bir şekilde saç diplerini karıştırdı, bu onu gözümde daha karizmatik gösterdiğinden hayranca bakmadan edemedim. Yanıma gelip oturdu ve ellerimi avuçlarının içine alıp gözlerimin içine baktı.
“Şükürler olsun Merve’m! Senin kalbini bana yuva yapan Rabb’ime sonsuz şükürler olsun! Seni ömrümde var eden yaradanın yanımda da yar edeceğini biliyordum sevdiğim! Seni ilk gördüğüm anda bugünlerin kaderimize yazılı olduğunu biliyordum. Bu ellerimiz hiç ayrılmayacak, sana söz son nefesime kadar hiç bırakmayacağım ellerini!”
Sözlerinden çok gözlerindeki sadakat yemini içime işlemişti, ellerimizi ayırmadan kafamı göğsüne yasladım, kokusunu buram buram içime çekerken göğsünün sıcaklığına daha çok sokuldum.
…
Huzursuzca kıpırdanırken gözlerim uykudan yavaş yavaş sıyrıldı, etrafa baktığımda salonda uyuya kaldığımı gördüm, kollarımla Furkan’ı sardığımı anladığımda ne yapmam gerektiğini şaşırdım, uyuyor numarası yapsam nereye kadar devam edebilecektim, eninde sonunda buradan kalkmam gerekecekti, şimdilik anın tadını çıkarmaya karar verdiğimden ona daha sıkı sarıldım.
“Hayırlı sabahlar sevdiğim!” Eyvah, uyandığımı anlamıştı! Hala uyuduğumu sansın diye hiç cevap vermeden gözlerimi sıkı sıkı kapattım.
“Canımın içi, karşıdaki aynadan uyanık olduğunu görebiliyorum.” Fena yakalanmıştım, el mecbur gözlerimi açıp başımı göğsünden kaldırdım.
“Günaydın!”
Utancımdan gözlerine bakamıyordum, sahi bütün gece burada nasıl uyumuştuk, hiç mi rahatsız olmamıştı. Eliyle çenemden tutup düşüncelerimden sıyrılmamı sağladı, işaret parmağıyla başımı kaldırdı, gözlerimin içine ışıltılı hareleriyle hayran hayran baktı.
“Çok güzelsin, uyku bile güzelliğinden hiçbir şey götürmemiş, tıpkı bir kuğu gibisin can özüm!”
Kullandığı hitaplar içimi eritmeye yetiyordu, kulaklarım onun cümleleriyle dolmaktan oldukça memnundu, hele kalbim onun için atmayı pek bir sevmişti.
“Birbirimizi ne kadar tanıyoruz ki, oturup bir konuşmuşluğumuz bile yok ama senin sevgin sanki yıllanmış da katlanmış gibi, nasıl böyle oluyor?”
İşaret ve başparmağını birleştirip tersiyle yanağımı okşadı, oradan saçlarıma geçip diplerine kadar yolculuğunu sürdürdü. Bana dokunuşu bir tüy kadar hafif ama bir o kadar da yoğundu.
“Belki de yıllanmış da katlanmıştır ha sevdiğim!”
Ne demek istediğini anlamamıştım, mecazen mi söylüyordu acaba? Gözlerimi anlamadığımı belirtmek için şüpheyle açıp tek kaşımı havaya kaldırdım.
“O ne demek?”
Ellerini saçlarımdan çekip geriye çekildi, huzursuzca yerinden kıpırdandı, başını kasılmış bir şekilde sağ omuzuna yatırıp geri kaldırdı, ardından ellerimi avuç içine alıp gözlerimin derinliklerine baktı.
“Senden hiçbir şeyi saklamak istemiyorum Merve!”
İsmimi ciddi bir şekilde söylemesi gerilmeme neden oldu, beni ne beklediğinden bir haber devam etmesi için yüzüne bakıyordum.
“Biz seninle ilk ne zaman karşılaştık, hatırlıyor musun?”
Yüzümdeki ifade hiç değişmeden hala bir şeyleri anlamak ister gibi bakıyordum suratına.
“Camide!” Kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı.
“Hayır bitanem, biz seninle iki sene önce benim kitabevimde karşılaştık, seni ilk kez orada gördüm ben, sen ilk kez orada konuştun benimle.”
Ağzım şaşkınlıktan açılmış ne diyeceğimi bilemez halde Furkan’a bakıyordum, cevap vermeden konuşmasını dinledim.
“Canın fazla sıkkındı, Esma’nın dağıttığı broşür sayesinde geldin kitabevime, ücretsiz kitap etkinliği yapmıştım, kitap okumayı çok sevdiğin için kafan dağılır diye gelmiştin oraya.”
Kafamda her şey tam oturmuyordu, konuşma sırasının bana geçtiğini hissettiğimden söz aldım.
“Yani sen diyorsun ki ben seni iki yıl önce orada gördüm, e peki camide gördüğünde o kızın ben olduğumu nereden anladın? Sonuçta kaç yıl geçmiş, kitabevine günde kaç kişi giriyor!”
Baş parmağı ve işaret parmağıyla burnunun ucunu kaşıyıp önce yere ardından ellerime çevirdi gözünü.
“Sen unutulacak biri misin ki?” Cevap vermekten kaçar gibiydi ama madem konuşuyorduk merakımı gidermek zorundaydı.
“Onu kastetmediğimi biliyorsun!”
Ellerimi bırakıp ensesini kaşıdı, huzursuz bir hali vardı, ne diyeceğini bilemiyor gibi sağa sola bakıp gözlerini benden kaçırmaya çalıştı, bir şey saklıyordu lakin söyleyecek gibi değildi.
“Her şeyi bilmeye hakkı var abi!”
Bunu söyleyen Esma’ydı. Ona baktığımda kapının pervazına yaslanmış kollarını sıkı sıkı bağlamıştı. Neler dönüyordu böyle?
“Merve!” Bana seslenmesiyle yeniden Furkan’a döndüm, duyacaklarım hiç hoşuma gitmeyeceğe benziyordu.
“Annenle babanı…”
Devam edemedi, yutkundu ama asla devam etmeye cesareti yoktu, ayağa kalkıp gidecekken elinden tuttum onu, devam etmesi için yalvarır gözlerle baktım, son darbeyi indirince elim istemsiz kayıp gitti ellerinden, kulaklarım duyduklarımı inkar etmek için beynimle savaşa girmişti bile.
“Kimin öldürdüğünü biliyorum!”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |